Körfez Güvenlik Denklemindeki Değişimler ve Türkiye'nin Potansiyeli ve Rolü

Makale

Son yıllarda küresel siyasette güç dengelerinde ki önemli değişimlerin Körfez siyasetine yansımakta ve bölgesel güvenlik haritasını yeniden şekillendirmekte olduğu görülmektedir. Bu dinamizm çerçevesinde gerçekleşen önemli gelişmeler uzun vadede değişim için bir potansiyel oluşturmakla birlikte değişmeyen önemli unsurlar etkisini korumaktadır....

KÖRFEZ GÜVENLİK DENKLEMİNDEKİ DEĞİŞMELER BAĞLAMINDA TÜRKİYE’NİN STRATEJİK ROLÜ VE POTANSİYELİ

Özet

Son yıllarda küresel siyasette güç dengelerinde ki önemli değişimlerin Körfez siyasetine yansımakta ve bölgesel güvenlik haritasını yeniden şekillendirmekte olduğu görülmektedir. Bu dinamizm çerçevesinde gerçekleşen önemli gelişmeler uzun vadede değişim için bir potansiyel oluşturmakla birlikte değişmeyen önemli unsurlar etkisini korumaktadır. Ortadoğu’nun bir alt bölgesi olan Basra Körfezi, dünyanın toplam hidrokarbon enerji kaynaklarının yarısından fazlasını bünyesinde barındırması ve stratejik jeopolitik konumu sebebiyle önemli bir uluslararası enerji ve finans merkezi olarak küresel siyasette önemli bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda, küresel güçler tarafından tanımlanan “bölgesel sistem“ çerçevesinde Körfez siyasi ve güvenlik mimarisini şekillendiren bir statüko oluşturulmuştur. 1971’de İngiltere’nin bölgeden çekilmesi itibariyle tesis edilerek bugüne kadar derinleştirilmiş Körfez bölgesel sistemi, ABD liderliğindeki Batı güçlerinin küresel enerji ve finans güçleri olan bölge aktörleriyle geliştirmiş oldukları güvenlik ittifakı bölgesel güvenlik haritasını şekillendirmiştir. Son iki yılda gerçekleşen gelişmelerin söz konusu güvenlik haritasının dinamiklerini yeniden şekillendirdiği değişim sürecinde bölge aktörlerinin güvenlik ilişkilerini çeşitlendirme yoluna girdikleri gözlemlenmektedir. Bu kapsamda Çin ve Rusya gibi batının rakip güçleri sahnede yer alırken ayrıca Türkiye, İsrail ve Hindistan gibi bölgesel güçlerinde Körfez güvenlik denkleminde yer aldığı görülmektedir. Ayrıca, Çin’in arabuluculuğu ile Mart 2023’te yapılan İran-Suudi Arabistan anlaşması ile özellikle son on yılda tırmandırılarak bölgesel siyasete damgasını vurmuş olan İran-Suudi geriliminin son bulması ile Körfez siyasetinde yeni bir süreç başlamıştır. Diğer taraftan, İbrahim Anlaşmaları ile başlatılan İsrail’le normalleşme anlaşmaları ve Suudi-İsrail yakınlaşması ve devam etmekte olan Gazze Savaşı bölge siyaseti ve güvenliğinde yeni bir gerilim hattının kaynağını oluşturmaktadır. Türkiye, bölgedeki güvenlik müttefiki olan Katar’a ilaveten, ilişkilerini düzelttiği Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile, hızla gelişen savunma sanayisi ile güvenlik ilişkileri geliştirme yoluna girmiştir. Bu çalışmada, Türkiye’nin bölgede barış ve istikrarı destekleyen dış politika yaklaşımı ve aktif diplomatik kapasitesi doğrultusunda değişen bölgesel siyaset ve güvenlik dinamiklerinde etkin bir rol oynama kapasitesine sahip olduğu üzerinde durulmaktadır.


Anahtar Kelimeler: Basra Körfezi, Türkiye, Güvenlik, Güvenlikleştirme.

1. Giriş

Ortadoğu’nun bir alt bölgesi olan Basra Körfezi, bölgesel siyasette olduğu kadar küresel siyasette de oldukça merkezi ve stratejik öneme sahip bir rol oynamaktadır. Körfez’in önemini belirleyen temel faktörlerden ilki, Hint Okyanusu’nu Körfez’e bağlayan ve dünyanın toplam petrol ve doğalgaz tedarikinin yaklaşık %35’inin taşındığı Hürmüz Boğazı ve Babu’l Mendeb Boğazı ile Hint Okyanusunu Kızıl Deniz’e ve Süveyş Kanalına bağlayan kıtalararası bağlantı noktasında uluslararası ticaret ve güvenlik yollarının geçiş merkezlerinden biri olarak büyük bir stratejik öneme sahip olan jeopolitik konumudur. Jeopolitik konumu faktörü temelinde Körfez bölgesi ve aktörleri tarihsel olarak küresel jeopolitiğin dinamiklerinde önemli bir yer edinmektedir. İkinci temel faktör ise, Körfez’in dünyanın toplam hidrokarbon enerji kaynaklarının yarısından fazlasını bünyesinde barındırmasıdır.[1] Bu sebeple Körfez ve Petrol İhraç eden Ülkeler Organizasyonu (OPEC) üyesi Körfez ülkeleri uluslararası enerji güvenliği ve enerji jeopolitiğinin merkezinde yer almaktadır. Bu temel faktörle ilişkili olarak gelişen üçüncü temel faktör ise devasa petrol gelirlerine dayalı olarak gelişen Körfez ülkelerinin büyük ekonomik gücü ve finans kapasitesidir. Uluslararası ekonomi-politiğin merkezinde yer alan Körfez ülkelerinin petrol sermayeleri petro-dolar endeksli uluslararası para piyasalarında belirleyici bir rol oynarken diğer taraftan Körfez’in birçok sektörde en karlı pazarlardan biri olmasına zemin hazırlamaktadır. Özellikle güvenlik alanında Körfez, uluslararası silah sanayilerinin en kârlı silah pazarlarından biri haline gelerek bir uluslararası güvenlik merkezine dönüşmüştür.[2] Bütün bu önemli sebepler, Körfez bölgesini uluslararası hegemonya iddiasına sahip güçler için odak noktası haline getirerek bölge aktörleri ile hegemonik ittifak geliştirmelerini kaçınılmaz bir mesele haline getirmiştir. Körfez’in genel çerçevesi çizilen uluslararası arenadaki merkezi önemi, ABD liderliğinde batı güçlerinin Körfez ülkeleri ile geliştirdikleri siyasi ve güvenlik ittifakı çerçevesinde bir “bölgesel sistemin“ dizayn edilmesine zemin hazırlamıştır.[3] ABD güvenlik sisteminin hâkim olduğu bölgesel güvenlik mimarisi on yıllar boyunca etkisini sürdürmüştür.
Son üç yıl içerisinde küresel siyasette yaşanan bazı değişimler, Körfez siyaseti ve güvenliğinin dinamiklerinde değişime sebep olan bir zemin hazırlamıştır. Bunlardan birincisi, ABD’de 2020 başkanlık seçimlerinde Donald Trump hükümetinin yerini Joe Biden hükümetinin alması ile ABD’nin İran politikasında benimsenen yaklaşım farkı olmuştur. İkinci önemli gelişme İbrahim Anlaşmaları ile başlayan yeni süreçte BAE’nin İsrail’le normalleşmesiyle birlikte İsrail’in bölgesel güvenlikte alan kazanması ve bunun Suudi ve BAE dış politikalarına yansımaları olmuştur. Bu süreç, KİK ülkelerinin siyasi ve güvenlik ilişkilerini Rusya ve Çin gibi batı dışı güçlerle çeşitlendirdikleri bir dönemi kapsamaktadır. Üçüncü önemli gelişme 3.5 yıl sürmüş olan Katar krizinin sonlanmasıdır. Dördüncü önemli gelişme ise Çin’in bölge siyasetinde yükselen etkisi sonucu, geçtiğimiz 2023’ün Mart ayında Çin arabuluculuğu ile gerçekleşen İran-Suudi Arabistan anlaşmasıdır. Suudi-İran ilişkilerinin normalleşmesi, Suudi Arabistan-İran gerginliğinin tırmandırılması temelinde güçlendirilen batı tasarımı “bölgesel sisteme“ meydan okuyan önemli bir gelişme olmuştur. “İran tehdidi“ ekseninde bölgesel aktörlerin çatışmasına dayalı olarak kurgulanan ABD hegemonyasının belirlediği Körfez güvenlik mimarisinin statik yapısından dinamik bir yapıya geçilirken daha da önemlisi çatışma siyasetinden uzlaşma siyasetine geçildiği yeni bir dönemin başladığı görülmektedir. Buna rağmen bölgesel güvenlik sisteminde ABD’nin belirleyici rolü ve bu doğrultuda İran’ın çevrelenmesi politikası etkisini sürdürmektedir. 7 Ekim 2023’ten beri devam etmekte olan Gazze Savaşı bağlamında İran’ın çevrelenmesi politikası hız kazanmakta ve Suudi ve BAE yönetimlerinin ABD-İsrail eksenli yaklaşımlarını sürdürdükleri gözlemlenmektedir.
Körfez siyasi ve güvenlik mimarisinin söz konusu değişen denklemi içerisinde Türkiye etkin ve önemli bir rol oynamaktadır. Bölge aktörlerinin çatıştırılması temelinde yapılandırılmış olan bölgesel güvenlik sistemi çerçevesinde, Arap baharı sonrası süreçte yürütülmüş ola Katar ambargosuna karşı Katar’da mevcut olan üssü üzerinden askeri destek ikmali yaparak Katar yönetiminin düşürülmesini engellemiş ve Katar’ın egemenliğinin korunmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu noktada Türkiye’nin Katar’daki askeri üssü bölgesel güvenliğin güçler dengesinde önemli bir denge unsuru teşkil etmektedir. Buna ilaveten Türkiye’nin Körfez ülkeleri ile ilişkilerini geliştirme ve aynı zamanda gelişen savunma sanayisi ile bölgesel bir güç olma yolunda ilerlemektedir. Türkiye savunma kapasitesini kullanarak Libya, Karabağ ve Kuzey Suriye gibi çatışma noktalarında aldığı inisiyatiflerle çatışmanın önünü keserek dönüştürücü bir rol oynamıştır. Diğer taraftan üstlendiği arabuluculuk rolü ile devam etmekte olan Rusya-Ukrayna Savaşı’nda yine bir denge unsuru teşkil etmiştir. Türkiye’nin dış politika ve güvenlik politikasında geliştirmiş olduğu bu yaklaşım ve profil Körfez ülkeleri içinde bir cazibe kaynağı haline gelmektedir. Bu çalışmada Türkiye’nin Körfez ülkeleri ile olan güvenlik ilişkilerine yönelik potansiyel fırsatlar ve gelişmeler üzerinde durulmaktadır.

2. “Bölgesel Güvenlik Sisteminin“ Tanımlanması

Anglo-Amerikan politikalarının belirlediği “bölgesel sistem“ bölge siyasetinin ve güvenliğinin ABD liderliğindeki batı tarafından kontrolünü sağlamaktadır. Bu bağlamda batı güçleri, güvenlik destekleri ile oluşturdukları güvenlik ittifakları doğrultusunda 1981’de kurulmuş olan Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi ülkeler olan Arap ülkelerinin batıya olan bağlılık ve bağımlılıklarını garanti altına almışlardır. Buna karşılık batı tarafından istenmeyen rejimler olan İran ve Irak bu sistemin dışında bırakılarak bölgesel güvenliğin tehdit kaynakları olarak tanımlanmıştır. İran ve Irak’ın çevrelenmesine yönelik olarak KİK ülkelerinde ABD güvenlik sisteminin yükseltilmesi sonucu Körfez bir güvenlik ikilemi içine sürüklenmiştir. Güvenlik amaçlı oluşturulan güvenlik sistemi güvenlik yerine güvensizlik üretmektedir. 11 Eylül sonrasında Irak’ın işgali ile Irak’ın zayıflatılması ve Saddam Hüseyin’in düşürülmesiyle, ABD tarafından “Şer ekseni“ olarak tanımlanan hedef düşmanların (İran, Irak ve Kuzey Kore) Irak ayağı bertaraf edilmiş ve İran yegâne “bölgesel tehdit“ olarak ana hedefe konmuştur. Bu bağlamda, KİK ülkeleri üzerinde eşzamanlı olarak üç boyutlu bir güvenlikleştirme yapılandırması gerçekleştirilmektedir. Birincisi, KİK ülkelerinin yönetimlerinde siyasi söylemler çerçevesinde “İran tehdidi“ algısı oluşturulması ve İran ve Arap Körfezi arasında gerginlik oluşturulmasıdır. “Arap Baharı“ sonrası süreçte bu gerginlik Suudi-İran gerginliği olarak “mezhep çatışması“ söylemi ekseninde tırmandırılmıştır. İkincisi, KİK ülkelerinde çok sayıda ABD üslerinin ve İngiliz ve Fransız üslerinin tesisi ile İran’ın çevrelenmesidir. Üçüncüsü ise, KİK ülkelerinin “İran tehdidi“ ekseninde ihtiyaç ve kapasitelerinin çok ötesine geçen bir düzeyde silahlandırılmalarıdır. Buna karşılık, ABD’nin çevreleme, izolasyon ve yaptırım politikalarına maruz kalan İran, kendi nüfuz alanı olan “bereketli hilal“ coğrafyasında güç projeksiyonu geliştirmiş sınır ötesi bir askeri kapasiteye sahip olmuştur.
Soğuk savaş dönemi itibari ile Körfez siyaseti ve güvenliği, ABD liderliğinde batının dizayn etmiş olduğu “Körfez bölgesel sistemi“ olarak tanımlanan statükonun her on yılda bir derinleştirilen bağlamda sürdürülen ‘güvenlikleştirme’ çerçevesinde güçlendirilmesi ile şekillenmiştir.[4] 1971’de İngiltere’nin bölgeden çekilmesinin akabinde bölgede oluşan güç boşluğunu doldurmak ve bölgesel güvenliği kontrol altında tutmak üzere ABD, 1979 İran devrimine kadar Çifte Sütun, twin pillars, politikası ile iki önemli bölgesel güç İran ve Suudi Arabistan’ı silahlandırarak Sovyetler etkisi ve yayılmasına karşı vekalete dayalı bir güvenlik sistemi inşa etti. 1979 İran devrimi ile birlikte Çifte Sütun’un daha güçlü ayağı ve “ABD’nin jandarması“ olan İran’ı kaybeden ABD, müttefiki İngiltere ile birlikte 1980’de Irak’ın İran’a saldırması ile patlak veren Irak-İran Savaşı’nı desteklemiştir. İki ülkeye de el altından yoğun silah tedariki yapan ABD ve İngiltere iki istenmeyen rejimi birbiriyle savaşarak yıpratmak ve iki tarafında kazanmasını engellemek üzere savaşın 1988’e kadar sürmesini sağlamıştır. Diğer taraftan savaş ortamında güvenlik ihtiyaçları artan KİK ülkelerine yapılan silah satışları büyük artış kazanmıştır ve Körfez en büyük silah pazarı haline gelmiştir.[5] 90’lı yıllarda ABD, Soğuk Savaş sonrası bağlamda bölgesel güvenlik sistemini bu kez iki bölgesel aktör İran ve Irak’ı birbirleriyle dengeleyerek çevreleme politikası (dual containment) çerçevesinde yürütmüştür. Bu çevreleme kapsamında ABD, 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali ardından başlatılan 1991 Körfez Savaşı ile bölgede tesis ettiği direk askeri varlığını Suudi toprakları merkezli olmak üzere diğer KİK ülkelerinde de kurduğu çok sayıda üsleri ve güvenlik anlaşmaları ile derinleştirmiştir. İran ve Irak’ı çevreleme gerekçesi olarak ABD ulusal güvenlik ve strateji belgelerinde Irak BM kararlarını ihlal eden suçlu bir ülke olarak tanımlanırken İran terörü destekleyen devlet olarak tanımlanmıştır. Bu iki gücün çevrelenmesini gerekli kılan Amerikan çıkarları Ortadoğu barışı, İsrail güvenliği ve müttefiklerle olan ilişkiler olarak belirlenmiştir.[6]
2003’te Terörle Küresel Savaş kapsamında G. Bush yönetiminde ABD’nin Irak’ın işgali ve sonrasında Saddam faktörünün devre dışı bırakılması ile ABD tarafından tanımlanan nihai ve yegâne bölgesel güvenlik tehdidi İran olmuştur. “İran tehdidi“ kurgusu ekseninde yapılandırılan bölgesel statüko ve güvenlik mimarisi Körfez’in Arap ve Fars yakasındaki aktörler arasındaki gerilimin sürekliliğine bağlı olarak sürdürülebilir bir güvenlikleştirme haline getirilmiştir. Arap Baharı sonrasında bu güvenlikleştirme siyaseti çerçevesinde İran-Suudi Arabistan gerilimi “mezhep çatışması“ söylemi ile tırmandırılarak Yemende 2015’te başlatılan savaşla sıcak çatışmaya dönüştürülmüştür. Diğer taraftan Arap Baharı sonrası süreçte İran ve Müslüman Kardeşler örgütü ile ilişkilerini sürdürdüğü gerekçesi ile Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır dörtlüsü 2017 yılında Trump yönetimindeki ABD desteğiyle Katar’a 3 yıldan fazla süren bir ambargo başlatmış ve böylece bölgesel gerilim ve güvensizliğin tırmanışa geçtiği bir statüko savaşı bölgesel güvenlik sistemini şekillendirmiştir. 2020’de Joe Biden’ın ABD başkanı olması ile birlikte Trump destekli bölgesel gerilim düşme eğilimine girmiş ve 2021 başında Katar Krizi’nin sonlandırılması ile sonuçlanmıştır. Biden yönetimi İran’la Nükleer Anlaşma müzakerelerine devam etme politikası ile İran’la olan gerilimi azaltma yoluna girerken diğer taraftan “İsrail’in güvenliği“ öncelikli daimi stratejik ABD çıkarları doğrultusunda İran’ı çevreleme politikasını sürdürmeye devam etmektedir.
3. İsrail’le Normalleşme Sürecinde Bölgesel Sistemin Konsolidasyonu

13 Ağustos 2020’de BAE’nin İsrail’le ilişkilerini normalleştirerek diplomatik düzeye taşımasını sağlayan İbrahim Anlaşmasını imzalamasıyla Körfez jeopolitiği yeni bir sürece girmiş ve bunun Körfez güvenlik haritasına önemli yansımaları olmuştur. BAE ile başlatılan İbrahim Anlaşmaları, Körfez’de Bahreyn tarafından takip edilmiş ve Sudan ve Fas’ın katılımı ile devam etmiştir. Bu süreçte Suudi Arabistan anlaşma noktasına gelmemiş olsa da Suudi liderler prensip olarak anlaşmaları destekleyen açıklamalar yapmış, Suudi hava sahasını İsrail uçuşlarına açmış ve geçtiğimiz aylarda Suudi yönetimi anlaşmaya yönelik müzakere sürecini başlatmıştır. İsrail’le normalleşme konusuna karşı en katı tutumu sergileyen Kuveyt’in istisnai yaklaşımı dışında[7], İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesinin Körfez siyasetinde bir norma dönüştüğü bir atmosfere girilmiştir. Umman tarihsel süreç içinde İsrail yanlısı bir politika benimseyen Körfez’in tek ülkesi olması hasebi ile İsrail’le mevcut ilişkilerini sürdürürken, Katar 90’ların ikinci yarısı itibariyle stratejik bir yaklaşımla İsrail’le geliştirdiği ticari ilişkilerini sürdürmekle birlikte normalleşme konusunda Filistin meselesinin çözümü şartını öne sürmektedir.[8]
Körfez’de başlayan İsrail’le normalleşme sürecinin Körfez güvenlik mimarisi üzerinde direk ve dolaylı sonuçları olmuştur. Direk sonucu, BAE’nin geliştirdiği askeri işbirliği ile İsrail’i bölgesel güvenliğe dahil ederek bölge güvenliğinde etkin aktörler arasına girmesini sağlaması olmuştur. BAE, 90’ların ikinci yarısı itibari ile İsrail’le örtülü olarak geliştirdiği siyasi ve ideolojik konsensüs ve bu doğrultuda geliştirdiği askeri ilişkilerini İbrahim Anlaşması ile birlikte diplomatik ilişkilerle taçlandırmıştır.[9] Bu şekilde, “İsrail güvenliği“ için hayati bir önem arz eden bölgesel güvenlik sisteminde İsrail’e meşru bir alan açılmış ve böylece İran’ın çevrelenmesi çerçevesinde İsrail’in dolaylı rolünün direk İsrail varlığına yükseltilmesi sağlanarak bölgesel güvenlik sisteminin konsolidasyonu gerçekleştirilmiştir. Nitekim, İbrahim Anlaşmalarının 7. Maddesinde “Taraflar, bölgesel güvenlik ve istikrarı ilerletmek amacıyla 'Ortadoğu için Stratejik Gündem' geliştirmek ve başlatmak üzere… ABD’ye katılmaya hazırdır" ifadesi buna işaret etmektedir.[10] Bu doğrultuda atılan en önemli adım, Trump hükümetinin BAE-İsrail Anlaşmasının hemen akabinde, Ocak 2021’de, İsrail askeri varlığını ABD Avrupa Komutanlığı (EUROCOM)’dan ABD’nin Ortadoğu karargâhı olan Merkez Kuvvetleri Komutanlığı (CENTCOM)’a taşıması kararını alması olmuştur.[11] Böylece, mevcut İsrail-Centcom ilişkileri ve İsrail askeri etkisi ve varlığı meşrulaştırılmış ve ABD-İsrail güvenlik iş birliği kapsamında İsrail askeri Orta Doğu’daki Amerikan üslerinde mevzilenebilme ve hava, kara, deniz ve siber güvenlik boyutlarını kapsayan bir düzeyde bölgesel güvenlik sistemine müdahil olabilme imkânı kazanmıştır. Diğer bir önemli adım ise, ABD’nin İsrail’in geliştirdiği Demir Kubbe, Iron Dome, hava savunma sistemini, normalleşme anlaşmalarını takiben BAE’deki Amerikan üssüne taşıma kararı alması olmuştur.[12] Bu gelişme, İsrail’in İran’ın karşı sahilinde mevzilenmesi ve istediği takdirde İran’ı vurabilme imkânına sahip olması anlamına gelmektedir. Ayrıca İsrail’in, BAE ile İran’a yönelik askerî kuşatma operasyonunu güçlendirecek yeni bir güvenlik iş birliği geliştirmekte olduğu bilinmektedir.[13] Buna ilaveten, BAE, İsrail’le birlikte Körfez’de çeşitli ortak askeri tatbikatlar gerçekleştirmekte ayrıca çok sayıda İsrail güvenlik şirketinin ve Elbit Systems ve Rafael gibi önemli silah üreticisi şirketlerinin şubelerini BAE’de açmaktadır.[14]
İbrahim Anlaşmaları sürecinin Körfez güvenlik sistemi üzerinde ki önemli sonuçlarından biride BAE’nin İsrail’le ilişkilerini normalleştirmesi ve Suudi veliaht Prensi MbS liderliğinde gelişen Suudi-İsrail yakınlaşmasının sonucu olarak İsrail’in Körfez özelinde Arap dünyasında meşruiyet kazanması Suudi Arabistan ve UAE gibi müttefik aktörlere ilişkilerini çeşitlendirmek üzere alan açmıştır. Bu bağlamda, Körfez ülkeleri dış politikalarında daha bağımsız bir istikamet belirleyerek batı dışı güçlerle güvenlik başta olmak üzere çeşitli alanlarda ilişkilerini geliştirme yoluna girmişlerdir. Bunlar arasında Rusya, Çin, ve ilişkileri onarma yoluna girdikleri Türkiye gibi ülkeler gelmektedir. Bu gelişmeler üzerinde Biden iktidarının ilk dönemlerinde MbS arasında Kaşıkçı cinayeti vb. konulara dayalı olarak gelişen geriliminde etkisi olmuş ve Suud yönetiminin Asya aksına kaymasına zemin hazırlamıştır. Körfez ülkelerinin Rusya ve Çin’le olan güvenlik ilişkileri 2000’lerde başlamış olmasına rağmen bu süreçte yoğunlaştığı görülmektedir.[15]

4. Yükselen Çin Etkisi
10 Mart 2023’te Pekin’de Çin’in arabuluculuğu ile İran ve Suudi Arabistan arasında gerçekleştirilen anlaşma ile iki ülkenin 2016’da duraklatılmış olan diplomatik ilişkilerinin yeniden başlatılması bölge siyasetinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu gelişme iki önemli gerçeğe işaret etmektedir. Birincisi, Arap Baharı sonrası süreçte bölgede yürütülen statüko savaşı kapsamında, “İran tehdidi“ ve “Şii-Sünni çatışması“ retoriği ekseninde Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’in İran’a karşı gerilimi tırmandırmasına dayalı şekillenen bölgesel siyasetin sürdürülebilir olmaktan çıkması ve Körfez’in her iki yakasındaki aktörlerin çıkarları pahasına yürütülmüş olmasıdır. İkinci önemli nokta ise Biden döneminde bölgede zayıflama eğilimine giren ABD etkisi ile ortaya çıkan güç boşluğunu Çin’in oldukça stratejik bir şekilde doldurarak barış sağlayıcı rolünü başarı ile icra etmiş olmasıdır. Çin bölgede artan siyasi etkisi ile birlikte Körfez ülkelerine silah tedariki ile bölgesel güvenlikte de etkisini artırmaktadır. Bununla birlikte Çin’in küresel hegemonya arayışı askeri alandan ziyade siyasi, ekonomik ve teknik alanlarında olduğu için Çin Abd’nin yerini alması söz konusu değildir. Suudi-İran yeniden yakınlaşması iki ülke arasındaki bütün sorunların çözülmesi anlamına gelmemekle birlikte, bölgesel siyasi ve güvenlik dinamiklerinin çatışma ve gerilim kıskacından uzlaşma bağlamına dönüştürülmesi açısından oldukça önemlidir. Bununla birlikte, bu gelişmenin ABD liderliğinde tesis edilen bölgesel güvenlik sistemi kapsamında Körfezde gerçekleşen güvenlikleştirmenin devam etmesine engel olamayacaktır çünkü güvenlikleştirmenin temelinde yatan üç önemli faktör geçerliliğini sürdürmektedir. Çatışma siyasetinden vazgeçilmesine rağmen değişmeyecek olan birinci faktör ABD’nin özellikle “İsrail’in güvenliği“ doğrultusunda İran’ı çevreleme politikasına devam edecek olmasıdır. İkinci faktör, Körfez’in küresel silah ticaretinin en önemli ve kârlı pazarı olmaya devam edecek olması ve üçüncü faktör ise ABD’nin bölgede başat güvenlik sağlayıcısı rolünün devam etmesidir. Nitekim, Çin’in söz konusu girişimi ile bölgesel siyasette güç kazanmasına karşı, Çin’in Yol-Kuşak projesi hattına karşılık olarak Hindistan-BAE-Suudi Arabistan-İsrail hattını içine alan Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) adlı yeni bir ticaret yolu projesinin devreye sokulması[16], İsrail-ABD ekseninin İran-Çin aksını dengeleme girişimi olarak görülmektedir.
5. Türkiye’nin Stratejik Rolü

Türkiye’nin Körfez’deki askeri açılımı Katar’la başlamıştır. 19 Aralık 2014’te Türkiye ve Katar arasında imzalanan ve 15 Haziran 2015’te yürürlüğe giren güvenlik işbirliği anlaşması ile Türkiye’nin Katar’a askeri eğitim, savunma sanayisi ve Katar topraklarında asker bulundurması konularında karar alınmıştır. Böylece DEAŞ tehdidi altında bulunan bölgeye gerektiğinde hemen müdahale edebilmek amacıyla kademeli Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) askerinin Katar’da bulunan Tarık bin Ziyad üssüne sevk edilmesi ve Türk savunma sanayi kurumlarının Katar’la yapacağı işbirliğinin adımları atılmıştır. Katar’da konuşlanan Türk askeri varlığı bölgesel güvenlik sistemi çerçevesinde önemli bir denge unsuru teşkil etmiştir. Bölgesel sistemin en güçlü İsrail güvenlik müttefiki olan BAE, Katar’daki Türk askeri varlığına tepki göstermiştir. Özellikle Arap baharı sonrası bağlamda bölgede tırmandırılan gerilim ve çatışma atmosferinde bölgesel statüko güçlerinin agresif politikalarına karşı Türkiye’nin Katar’daki askeri varlığı etkili bir savunma gücü misyonu üstlenmiştir. Buna karşılık, 5 Haziran 2017’de Suudi Arabistan-BAE-Bahreyn-Mısır dörtlüsünün Katar’ı ablukaya almaları akabinde Katar’a deklare ettikleri 13 madde ile dayatılan şartlar arasında Katar’daki Türk askeri varlığının sonlandırılması yer almıştır. Suudi askeri kuvvetlerinin Katar sınırına dayanıp Katar’ı düşürme girişiminde bulunmasına karşı TSK askerleri, 2 gün içerisinde TBMM’den geçen acil asker sevki kararı ile derhal müdahale ederek Katar devletinin egemenliğine ve ulusal güvenliğine yapılan müdahaleyi engellemiştir.[17] 2019’da Katar’da Türk silahlı kuvvetlerinin konuşlandığı kışlanın yanına Halid bin Velid kışlası adında 5 bin asker kapasiteli ikinci bir kışla inşa edilmiş ve Katar-Türkiye ortak güvenlik sistemi Körfez’de konsolide edilmiştir.[18] 2022 FIFA dünya kupasına ev sahipliği yapan Katar’ın bu büyük organizasyon sırasında güvenlik sistemine destek olmak üzere Türkiye TBMM Genel Kurulu’ndan geçen tezkere ile “Dünya Kupası Kalkanı Harekatı“ kapsamında TSK unsurları ve Emniyet Genel Müdürlüğü personeli görevlendirilmiştir.[19]
Katar’la olan güvenlik ittifakını derinleştirmeye devam eden Türkiye, son iki yılda bölgedeki çatışma siyasetinin yerini uzlaşmaya bırakmaya başlaması ile, siyasi anlamda Katar’la birlikte Türkiyeyi de hedef almış olan Suudi Arabistan ve BAE’nin ilişkileri düzeltmeye yönelik girişimlerine karşılık vererek ilişkilerini hızla normalleştirmiştir. Bunu müteakip söz konusu ülkelerle ilişkileri hızla geliştirmek üzere Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın Temmuz 2023’te bir Körfez ziyareti gerçekleştirmiş ve bu ziyaret kapsamında çok boyutlu yoğun bir işbirliği alt yapısı oluşturulmuştur. Katar, Suudi Arabistan ve BAE’yi kapsayan bu gezide güvenlik ana çerçevesi çizilen stratejik anlaşmaların kapsadığı alanlardan biri olmuştur. Bu kapsamda, Suudi hükümeti ile "Kabiliyetler, Savunma Sanayii, Araştırma ve Geliştirme Alanlarında İşbirliğine İlişkin Uygulama Planı" anlaşması iki ülkenin savunma bakanları tarafından imzalanmıştır. Ayrıca Suudi Savunma Bakanlığı ile Türk firması Baykar arasında işbirliği sözleşmesi imzalanmış ve "Doğrudan Yatırımın Teşvik Edilmesi Alanında İşbirliği" anlaşmaları enerji ve iletişim gibi stratejik alanları kapsamıştır.[20] BAE’de savunmayı sanayiinden yapay zekaya kadar çeşitli alanı kapsayan 13 belge imzalanmış ve Türkiye Cumhurbaşkanı ve Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkanı'nın başkanlık edecekleri bir "Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey" kurma konusunda mutabakata varıldığı belirtilmiştir.[21] Katar ziyaretinde ise, “Yüksek Stratejik Komite“ çalışmaları kapsamında mevcut ilişkilerin çok daha geniş kapsamlı alanlarda geliştirilmesi yönünde yeni anlaşmalara imza atıldı. Bu anlaşmalar Türkiye’nin ticari çıkarlarının ötesine geçen bir stratejik öneme sahiptir. Türkiye’nin bölgesel güvenlik sisteminde güvenlik ilişkilerinin çeşitlendirilmesi eğiliminin ağırlık kazandığı bu bağlamda Türkiye’nin gelişen ve uluslararası arenada ilgi ve talep gören savunma sanayisi ile yer alması, Türkiye’nin etkisinin bölgesel siyasette derinleştirilmesi noktasında oldukça önemli bir gelişmedir. Türkiye Ortadoğu’da askeri varlığı ile yer aldığı Libya, Suriye, Somali ve Azerbaycan gibi önemli çatışma noktalarında barış ve insani değerler misyonuyla askeri gücü ile çatışmaları önlemiştir. Buna paralel olarak Türkiye, diplomatik kapasitesi ile özellikle Rusya-Ukrayna Savaşında görüldüğü gibi barış ve insani yardımı destekleyen arabuluculuk misyonu ile temsil ettiği değerler temelli güvenlik anlayışı ile Körfez siyasetinde ve güvenlik sisteminde önemli bir denge unsuru olmaya devam edecektir.

6. Sonuç

Basra Körfezi’nin siyasi ve güvenlik dinamikleri ABD liderliğinde kurgulanan ve tasarlanan bir bölgesel güvenlik sistemi çerçevesinde şekillenmiştir. Bu bölgesel sistem her on yılda bir derinleştirilen bir güvenlikleştirme doğrultusunda yürütülmüştür. Körfez güvenlikleştirmesinde iki temel mesele bu sistemin etkinliğinde önemli bir rol oynamaktadır. Bunlardan birincisi, bölgesel güvenlik sisteminin çıkar ve tehdit tanımlamaları bölgesel aktörler tarafından değil fakat bölgedeki müttefik aktörlerin güvenlik şemsiyesi altında toplandıkları ABD’nin çıkarları merkezli olarak belirlenmiş olmasıdır. Bu bağlamda ABD’nin bölgesel güvenlikteki temel çıkarları, son derece stratejik bir öneme sahip olan bölgenin batı ekseninde ve kontrolünde tutulması ve “İsrail güvenliği“ meselesi olmuştur. Buna bağlı olarak gelişen ikinci meselede bölgesel güvenlikleştirmenin bölgesel aktörlerin karşılıklı tehdit algılaması ekseninde çatıştırılması temelinde yapılandırılmasıdır. Bu noktada söz konusu ABD çıkarları tarafından belirlenen tehdit kaynakları 2003’te Irak’ın işgaline kadar Irak ve İran, sonrası süreçte ise İran olmuştur. “İran tehdidi“ algısı ekseninde Suudi Arabistan liderliğinde KİK ülkelerinin İran’a yönelik gerilim siyaseti yürütmesi empoze edilmiş ve Suudi-İran gerilimi Arap Baharı sonrası süreçte tırmandırılarak halen devam etmekte olan Yemen savaşına sebep olmuştur.
Son iki yıl içinde bölgesel sistemin bahsedilen iki temel faktörünün etkinliğinin devam etmesi ile birlikte, KİK ülkelerinin güvenlik ilişkilerini batı dışı güçlerle çeşitlendirme girişimleri ve buna paralel olarak bölgesel gerilimin düşme eğilimine girdiği gözlemlenmektedir. Bu bağlamda, 2021’de 3,5 yıl sürdürülmüş olan Katar krizinin sonlandırılması ve Mart 2023’te Çin arabuluculuğu ile Suudi Arabistan ve İran ilişkilerinin normalleştirilmesi, çatışma siyasetinden uzlaşma siyasetine geçildiğini gösteren önemli gelişmeler olmuştur. Bu süreç aynı zamanda Suudi Arabistan ve BAE’nin Türkiye ile ilişkilerini düzeltme yoluna girmelerine zemin hazırlamıştır. Türkiye, hızla Körfez ülkeleri ile ilişkilerini geliştirme yolunda önemli adımlar atmış ve stratejik düzeyde anlaşmalar doğrultusunda ilişkilerin derinleşmesine yönelik olarak bir çerçeve oluşturmuştur.
Özellikle savunma sanayi alanında yapılan anlaşmalarla Türkiye’nin gelişen ve küresel düzeyde talep gören savunma sanayisi bağlamında güvenlik ilişkileri ivme kazanacaktır. Türkiye’nin Körfez ülkeleri ile ekonomi enerji gibi çeşitli alanlarda geliştirilen ilişkileri ile birlikte güvenlik ilişkileri de bölgesel güvenlik sisteminde önemli bir denge unsuru teşkil etmesi noktasında stratejik öneme sahiptir. Türkiye’nin bölge siyasetinde etki kazanması genel olarak Ortadoğu siyasetinde sürdürdüğü çatışma çözümleri, barışın tesisi, terörle mücadele gibi stratejik hedefleri doğrultusunda bölgesel istikrara katkıda bulunacaktır. Buda uzun vadede bölgesel sistemin bölgesel aktörlerin ortak çıkarları ve işbirlikleri doğrultusunda yeniden şekillenmesine zemin hazırlayacaktır.
7 Ekim’den beri devam eden Gazze Savaşında İsrail’in Filistinli sivilleri direk olarak hedef olan 2.500 sivilin ölümüne sebep olduğu ve tüm şiddetiyle devam eden katliamları ile tarihin şahit olduğu en büyük savaş suçlarını işlemektedir. Çeşitli Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) yetkililerinin, bazı batı ülkeleri liderleri dahil olmak üzere çok sayıda dünya liderleri İsrail’in işlediği savaş suçlarının, katliam ve soykırımın altını çizerken, Suudi hükümetinin ve Suudi güdümündeki Bahreyn yönetiminin bu konuda sessiz kaldığı görülmektedir. İsrail müttefiki BAE ise sessiz kalmakla yetinmeyip savaşa rağmen İsrail’le olan ilişkilerini sürdüreceği açıklamasını yaparak İsrail katliamlarına örtülü bir destek vermiş olmaktadır. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) Gazze için yapılan olağanüstü toplantısında 11 ülkenin yaptığı İsrail’e yaptırım uygulanması teklifi Suudi Arabistan ve İsrail’le İbrahim Anlaşmalarını imzalamış olan BAE, Bahreyn ve Fas tarafından reddedilmiştir. Diğer taraftan, ABD ve İsrail’in İran’ı hedef göstermekten kaçınarak İran’ın bölgedeki vekil güçleri üzerinden İsrail aleyhine yeni cepheler açılmasını önlemek üzere dengeleme politikası yürüttüğü görülmektedir. Bu yaklaşım, Körfez’de gerilimin tırmanması önünde engel teşkil ediyor olsa da, İran’ın çevrelenmesi politikası hız kazanmakta ve Suudi ve BAE yönetimlerinin ABD-İsrail eksenli yaklaşımlarını sürdürmektedir.
 

[1] Dünyanın toplam hidrokarbon (petrol ve LNG) rezervlerinin %16’sı Suudi Arabistan, %26,5 İran’da (%9,5 petrol, %17 LNG), %8,7’si Irak’ta, %6,1’, Kuveyt’te, %5,9’u BAE’de ve %12,5’u Katar’da yer almaktadır. Satışta, 25 Ağustos 2023, https://www.statista.com/statistics/273566/distribution-of-global-oil-reserves-by-major-countries/.
[2] Uluslararası silah ihracatının %40’ını elinde tutan ABD’nin 2018-2022 arasında silah satışlarının %19’u sadece Sudi Arabistan’a giderken, %6,7’si Katar’a, %4,7’si Kuveyt’e ve %4,4’ü BAE’ye gitmiştir. Bkz, Peater D. Wezeman, Justine Gadon, Seamon T. Wezeman, Trends in International Arms Transfer, Sipri Fact Sheet, March 2023.
[3] F. Gregory Gause III, The International Relations of the Persian Gulf, Cambridge University Press, 2009, 1-44.
[4] Güvenlikleştirme paradigması ve bunun Körfez bölgesinin güvenlik sisteminin açıklanmasında bir konsept olarak ele alınmasının detaylarına dair Bkz, Esra Çavuşoğlu, “The Securitization in the Gulf and Its Changing Dynamics,“ Uluslararası İlişkiler ve Politika Dergisi, cilt 3, sayı 2, 2023.
[5] Directorate of Intelligence, Arms Transfers to the Persian Gulf: Trends and Implications, An Intelligence Assassment, August 1982, https://www.cia.gov/readingroom/docs/CIA-RDP83B00851R000100090003-4.pdf.
[6] Sami G. Hajjar, US Military Presence in the Gulf: Challenges and Prospects, Strategic Studies Institute, US Army War College, March 2002.
[7] Bkz, Çavuşoğlu, “Filistin-İsrail Politikası Özelinde Kuveyt’in Özgün Dış Politika Yaklaşımı,“ V. Ortadoğu’da Siyaset ve Toplum Kongresi Tam Metin Kitapçığı, Sakarya, 14-16 Kasım 2020, 248-261.
[8] Bkz, Çavuşoğlu, “Körfez Ülkeleri ve Filistin: Güçlü Tarihsel Bağlar Temelinde Körfez Siyaseti,“ Uluslararası Politik Araştırmalar Dergisi, (8) 2, 2022, 28-29.
[9] Çavuşoğlu, Basra Körfezi’nde Tarihsel Dinamikler ve Güvenlikleştirme, Ankara: Nobel Yayıncılık, 2020, 82-86.
Tariq Dana, “The New (Dis)Order: The Evolving UAE-Israeli Security Alliance,“ Journal of Palestine Studies, vol.52, 2023, 62-68.
[10] US Department of State, “UAE-Israel Treaty of Peace, Diplomatic Relations, and Cooperation,“ September 15, 2020, https://www.state.gov/wp-content/uploads/2020/09/UAE_Israel-treaty-signed-FINAL-15-Sept-2020 508.pdf
[11] Assaf Orion, Mark Montgomery, “Moving Israel to CENTCOM: Another Step into Light“ The Washington Institute, Policy Watch 3425, 28, January 2021. https://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/moving-israel-centcom- another- (erişim, 11.11.2023).
[12] Sputnik, 24.01.2021, https://tr.sputniknews.com/20210124/israilin- irana-karsi-gelistirdigi-demir-kubbe-abd-tarafindan-korfez-ulkelerine- konuslandirilacak-1043646026.html (erişim, 09.10.2023).
[13] Dion Nissenbaum, Thomas Grove, “İsrael, UAE Draws Closer on Security Amid Threat from Iran, Its Allies“ The Wall Street Journal, 5 February 2022, https://www.wsj.com/articles/israel-u-a-e-draw-closer-on-security-amid-threat- from-iran-its-allies-11644080194 (erişim, 09.11.23).
[14] Dana, 64-65.
[15] Bkz, Necmettin Acar, “Basra Körfezi Güvenlik Mimarisinde Çin Faktörü,“ Zeynep Özden Oktav, Necmettin Acar (eds.) Basra Körfezi Güvenliğinin Yeni Dinamikleri: Küresel ve Bölgesel Güçlerin Değişen Rolü, İstanbul: Orion Kitabevi, 2022, 48-80, M. Hilmi Özev, “Enerji ve Güvenlik Sorunsalı Temelinde Rusya’nın Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Ülkelerine Yönelik Politikaları,“ Zeynep Özden Oktav, Necmettin Acar (eds.) Basra Körfezi Güvenliğinin Yeni Dinamikleri: Küresel ve Bölgesel Güçlerin Değişen Rolü, İstanbul: Orion Kitabevi, 2022, 81-114.
[16] Hüseyin Korkmaz, Kuşak ve Yol Girişimine Karşı IMEC Projesi, Anadolu Ajans, 20.09.2023, https://www.aa.com.tr/tr/analiz/gorus-kusak-ve-yol-girisimine-karsi-imec-projesi/2996662 (erişim, 20.10.2023).
[17] Bkz, ACW Research Team, “Qatar’s Military Response to National Emergency,“ Zeina Azzam, Imad K. Kharb, (eds.) The GCC Crisis at One Year: Stalamate Becomes New Reality, Arab Center Washington DC, 2018, 73-80.
[18] Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma Bakanlığı, 25.11.2019, https://www.msb.gov.tr/SlaytHaber/25112019-38516.
[19] Seval Ocak Adıyaman, Katar Tezkeresi TBMM Genel Kurulunda Kabul Edildi,“ Anadolu Ajans, 05.10.2022, https://www.aa.com.tr/tr/gundem/katar-tezkeresi-tbmm-genel-kurulunda-kabul-edildi/2703455 (10.11.2023).
[21] A.g.e.
 
Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.

Alanlar

Kıtalar ( 5 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2770 ) Etkinlik ( 223 )
Alanlar
TASAM Afrika 77 649
TASAM Asya 98 1110
TASAM Avrupa 23 649
TASAM Latin Amerika ve Karayip... 16 67
TASAM Kuzey Amerika 9 295
Bölgeler ( 4 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1406 ) Etkinlik ( 54 )
Alanlar
TASAM Balkanlar 24 297
TASAM Orta Doğu 23 623
TASAM Karadeniz Kafkas 3 297
TASAM Akdeniz 4 189
Kimlikler ( 2 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1304 ) Etkinlik ( 78 )
Alanlar
TASAM İslam Dünyası 58 786
TASAM Türk Dünyası 20 518
TASAM Türkiye ( 1 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2054 ) Etkinlik ( 83 )
Alanlar
TASAM Türkiye 83 2054

Bu makale, diasporaların dünya sahnesinde nasıl bir güç unsuru haline geldiğini ve Türkiye'nin Afrika'daki etkisini artırma potansiyelini ele alıyor. Türk diasporasının Afrika'da üstlenebileceği kritik rol ve bu stratejinin Türkiye'nin ulusal çıkarlarına katkıları, yeni bir bakış açısıyla tartışılıy...;

İnsanlık tarihi, bir anlamda savaş tarihidir. Tarih boyunca insanlar ne zaman değerli bir şey bulsalar onun için savaştılar. Osmanlı 1463’de Bosna-Hersek’i işgal ederek kıtanın tek gümüş kaynağına el koyduğunda; Avrupalılar, para için maden bulmak üzere okyanuslara açıldılar. 1500’lerde yeni d...;

İlk ve en öncelikli olarak yapmamız gereken, Japon vatandaşlarının yaşamlarını ve geçim kaynaklarını korumak için proaktif diplomasi geliştirmektir. Bu temelde, benzer düşüncedeki ülkelerle koordinasyon sağlamak ve Japonya-ABD İttifakı'nı temel taş olarak kullanarak çok taraflı iş birliğini teşvik e...;

"Küresel Sistemde Dış Politika Stratejileri" kitabı, uluslararası ilişkiler ve dış politika stratejileri alanlarını kapsayan bir eser olarak öne çıkmaktadır. Dr. Nejat Tarakçı, bu eserinde realist bir bakış açısıyla dış politika stratejilerinin nasıl şekillendiğini ve uygulandığını analiz etmektedir...;

Çin – Afrika İş Birliği Forumu (FOCAC) aracılığıyla ilişkilerini kurumsallaştıran ve 21. yüzyılda Afrika’daki rekabetin çıtasını yükselten Pekin, günümüzde Afrika’nın dış ilişkilerinde en çok dikkat çeken aktör konumundadır. Çin, Afrika ile ilişkilerini “kazan – kazan iş birliği“ ve “kapsamlı strat...;

Uluslararası ilişkilerde güvenlik, devletlerin dış politika stratejilerinde önemli bir rol oynamaktadır. Geçmişte genellikle askeri tehditler ve savunma stratejileriyle ilişkilendirilen güvenlik kavramı, günümüzde çok yönlü ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Ekonomik krizler, çevresel felaketler, terö...;

Bundan yıllarca önce İngiltere Kraliçesi II. Elizabet’in 16 Mayıs 2008’de İstanbul’a gelen ve Dolmabahçe önüne demirleyen HMS İllustration adlı gemide verdiği resepsiyon hatırlardadır. Ülkemizde ve dünyada çok ilgi çeken bu resepsiyon Kraliçe’nin İngiltere’deki sarayında verdiği resepsiyon ile özdeş...;

I. Dünya Savaşı sonrasında ikinci bir dünya savaşının gerçekleşmesiyle idealizmin ürettiği teorilerin pratikteki yetersizliği uluslararası ilişkiler alanında bir teori krizi oluşturmuştur. Neorealizm, dış politikanın hem iç hem de dış faktörlerden etkilenmesiyle yeni bir teori olarak oluşmuştur. İra...;

10. İstanbul Güvenlik Konferansı (2024)

  • 21 Kas 2024 - 22 Kas 2024
  • İstanbul - Türkiye

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programı | 2024 Dönem 2

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programları ile katılımcılara stratejik yönetim ve liderlik alanlarındaki yeniliklerin aktarılması, Türkiye ve dünyadaki gelişmeler ışığında ulusal ve uluslararası güvenlik stratejileri konularında çok yönlü analiz, sentez ve değerlendirmeler yapabilmelerine, çözüm önerileri, farkındalık ve gelecek öngörüleri geliştirmelerine destek sağlanması amaçlanıyor.

  • 20 Nis 2024 - 11 May 2024
  • Cumartesileri 10.00-13.30 (Çevrimiçi) -
  • İstanbul - Türkiye

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programı | 2024 Dönem 1

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programları ile katılımcılara stratejik yönetim ve liderlik alanlarındaki yeniliklerin aktarılması, Türkiye ve dünyadaki gelişmeler ışığında ulusal ve uluslararası güvenlik stratejileri konularında çok yönlü analiz, sentez ve değerlendirmeler yapabilmelerine, çözüm önerileri, farkındalık ve gelecek öngörüleri geliştirmelerine destek sağlanması amaçlanıyor.

  • 20 Oca 2024 - 10 Şub 2024
  • Cumartesileri 10.00-13.30 (Çevrimiçi) -
  • İstanbul - Türkiye

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programı | 2023 Dönem 1

21. yüzyıl güvenlik sorunlarının dönüşümünü takip edebildiğimiz bir dönem olarak dikkat çekmektedir.

  • 11 Kas 2023 - 02 Ara 2023
  • Cumartesileri 10.00-13.30 (Çevrimiçi) -
  • İstanbul - Türkiye

Türkiye - AB İlişkilerinin 60. Yılı ve Geleceği Konferansı

  • 24 Eki 2023 - 24 Eki 2023
  • İstanbul Kent Üniversitesi Kağıthane Kampüsü -
  • İstanbul - Türkiye

Doğu Akdeniz Programı 2023-2025

  • 17 Tem 2023 - 19 Tem 2023
  • Sheraton Istanbul City Center -
  • İstanbul - Türkiye

5. Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul Kent Üniversitesi Kağıthane Kampüsü -
  • İstanbul - Türkiye

2. İstanbul Siber-Güvenlik Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul Kent Üniversitesi Kağıthane Kampüsü -
  • İstanbul - Türkiye

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in uzun araştırmalar sonunda hazırladığı “MYANMAR; Büyük Oyunun Doğu Sahnesi” isimli stratejik raporu yayımladı

Geçmişte büyük imparatorluklar kuran Çin ve Hindistan, 20. asırda boyunduruktan kurtularak bağımsızlıklarına kavuşmuş ve ulus inşa sorunlarını aştıkça geçmişteki altın çağ imgelerinin cazibesine kapılmıştır.

Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinin bugünü ve geleceğinin ele alındığı Avrupa Birliği Sempozyumu, Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) ile Türk Avrupa Bilimsel ve Eğitimsel Araştırmalar Vakfı (TAVAK) işbirliğinde 02 Şubat 2018’de İstanbul Taksim Hill Otel’de gerçekleştirildi.

1982 Anayasası'nın defalarca değişikliğe uğramasına rağmen iskeletinin değiştirilememesi nedeniyle Türkiye'nin yeni bir anayasaya gereksinimi olduğu konusunda kamuoyunda genel bir konsensüs bulunmaktadır.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) bünyesinde yaptığımız bilimsel çalışmalar ile Dünya ve Türkiye’deki gelişmeleri kavrama ve analiz etmeye yönelik çabalarımızın ortaya koyduğu açık bir gerçek var: Aktörleri, kuralları, vizyonu eskisinden çok farklı olan yeni bir uluslararası sistem il...

Başta ülkemizde bulunan on Afrika büyükelçiliğinin değerli temsilcileri, yine Başbakanlığımız başta olmak üzere, Dışişleri Bakanlığımızın ve periyodik olarak bu toplantılara katılan bütün kamu kurumları ve diğer kurumların kıymetli temsilcileri teşrifinizden ötürü hepinize teşekkür ediyor ve hoş gel...

Türk insanının, Osmanlı zamanında olsun, Cumhuriyet döneminde olsun, stratejik düşünceler üretebildiği ve bunları karar organları üzerinden uygulamaya geçirebildiği tarihi bir gerçektir.Bu özellik tarihte her ülke ve her toplum için geçerli olmamıştır.

“III. Uluslararası Türk - Afrika Kongresi“ 4 - 6 Aralık 2007 tarihleri arasında İstanbul'da Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi - TASAM'ın ev sahipliğinde gerçekleştirildi. III. Uluslararası Türk - Afrika Kongresi'ne, Afrika Birliği'ne üye ülkelerden Afrika Birliği nezdinde kıta hakkındaki çalı...