TASAM Afrika Enstitüsü Eş-Direktörü Dr. Huriye Yıldırım Çınar, çok kutuplu dünya düzeninde Afrika kıtasının önemini, küresel ve bölgesel güçlerin buradaki faaliyetlerini kaleme aldı.
54 ülke ve adalarıyla beraber 30,8 milyon kilometrekarelik bir alan üzerinde bulunan Afrika kıtası, küresel ekonomi için çok önemli yer altı ve yer üstü zenginliklere sahiptir. Dünyadaki tarım arazilerinin yüzde 60’ı, küresel petrol arazilerinin yüzde 9,6’sı, kobaltın yüzde 90’ı, manganezin yüzde 70’i ve yıllık uranyum üretiminin yüzde 18’i Afrika’ya aittir. Ayrıca küresel altın arzının yarısı ve elmas üretiminin de yüzde 45’inden fazlası yine Afrika ülkeleri tarafından gerçekleştiriliyor.
Diğer yandan yapılan hesaplamalara göre 2050 yılında çoğunluğu gençlerden oluşacak yoğun bir Afrika nüfusunun dünya popülasyonunun çeyreğine tekabül etmesi bekleniyor. Kıta içinde büyüyen ekonomileriyle beraber orta sınıfın da belirginleşmesiyle birçok Afrika ülkesi, bölgesel ve küresel güçler için önemli bir pazar olarak dikkate alınıyor. Bu doğal zenginlikler dışında Hint Okyanusu, Atlantik Okyanusu ve Aden Körfezi'ni de kapsayan küresel ticaret deniz yolları üzerinde bulunması jeostratejik açıdan Afrika'nın önemini artırıyor. Birleşmiş Milletler (BM) içinde yüzde 28’lik oranla en büyük bölgesel oylama grubuna sahip olması da Afrika’nın küresel siyasette dikkat çeken bir diğer özelliğidir.
AFRİKA'DA GEÇMİŞTEN GELEN KÜRESEL REKABET
Tüm bu veriler, küreselleşmenin hızlanması, ham madde ve pazara olan ihtiyacın artması hasebiyle küresel ve bölgesel güçlerin Afrika üzerinde etki sahibi olmak için rekabete girmesine neden oldu. Esasında, Afrika üzerindeki küresel rekabet yeni bir durum değildir. Tarih içerisinde nitelik değiştirerek hep var oldu. Örneğin, 15'inci yüzyılın sonlarından itibaren başlayan sömürgecilik döneminde Afrika, Avrupalıların kolonyal politikalarıyla sömürüldü. Derin bir acı ve büyük yıkımlara neden olan sömürgecilik dönemi sonrasında siyasi bağımsızlıklarına kavuşan Afrika devletleri 1950’lerden itibaren bu kez de Soğuk Savaş'ın 2 kutuplu yapısının içine çekildi. Doğu ve Batı blokları ideolojik ve ekonomik etkilerini artırmak ve kıta devletleri üzerinde etki sahibi olabilmek için büyük bir rekabete girişerek çeşitli ülkelerde iç savaşlara, darbelere, siyasi ve ekonomik krizlere sebep oldular.
KÜRESEL VE BÖLGESEL GÜÇLERİN İLGİSİ
Soğuk Savaş'ın 1991’de sona ermesiyle 2 kutuplu küresel siyasi ortamda büyük değişiklikler meydana geldi. Soğuk Savaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) tek bir süper güç haline mi geldiği tartışmaları gündeme geldi. Ancak bir süre sonra Küresel Güney'de Çin, İran, Rusya, Hindistan ve Brezilya gibi bölgesel güçlerin yakaladığı büyük yükseliş ivmesi ABD’nin bu süper güç konumunun sorgulanmasına ve küresel alanda bir çok kutupluluk tartışmasına yol açtı. Küresel ortamda büyük bir belirsizlik ve istikrarsızlığa neden olan bu çok kutuplu yapıda aktörler, siyasi ve ekonomik güçlerini artırmak için dış politikalarında Afrika gibi ekonomik, jeostratejik önemi yüksek bölgelere yönelik büyük stratejiler geliştiriyor. Bu nedenle günümüzde Afrika’da Fransa ve Birleşik Krallık gibi tarihsel dış aktörler olan eski sömürgeci güçlerin yanında ABD, Çin, Rusya, İran, İsrail, Japonya ve Brezilya gibi yeni aktörlerin kıyasıya bir rekabete giriştiğini söylemek mümkündür.
Son yıllarda Fransa ve Birleşik Krallık gibi sömürge döneminden itibaren kıta üzerinde güçlü etkiye sahip olan Batılı aktörlerle ilişkiler, sebep oldukları siyasi, ekonomik ve askeri krizler nedeniyle sorgulanmaya başlandı. Özellikle Mali, Burkina Faso ve Gine gibi Batı Afrika’da Fransa’nın önem verdiği eski sömürgeleri bir süredir Fransa ile yürütülen siyasi, ekonomik ve askeri işbirliklerinin başarısız olduğunu ve hatta Fransızların varlığının daha karmaşık sorunlara neden olduğunu dile getiriyor. Fransa’nın bu bölgede etkisi azalırken başta Rusya ve Çin olmak üzere kıtada yükselen güçler Afrikalı liderlerle yeni işbirlikleri vaatleriyle etkilerini artırmaya başladı. Çin kıtada büyük bir ivme yakalayarak kıta devletleriyle temelini ekonomiden alan büyük bir ilişkiler ağı inşa etti. Günümüzde Pekin hükûmetinin çeşitli Afrika devletleriyle gerçekleştirdiği ticaretin toplam hacminin yaklaşık 282 milyar dolar olduğu biliniyor. Bu da küresel alanda Çin’in büyümesini kendisine tehdit olarak gören ABD’yi harekete geçirerek büyümeyi yavaşlatıp durduracak stratejiler arayışına soktu. Bu kapsamda Çin ekonomisi için büyük önemi haiz Afrika kıtasında Washington-Pekin rekabetinin doğduğunu söyleyebiliriz.
Diğer yandan, Rusya da 2014 yılında Kırım ilhakı sonrasında itildiği uluslararası yalnızlıktan kurtulmak ve zayıflayan ekonomisini toparlamak için Afrika’ya büyük önem veriyor. İlişkilerini daha çok askeri ve ekonomik motivasyonlarla şekillendiren Moskova’nın Afrikalı ülkelerle 20'den fazla askeri anlaşma imzaladığı biliniyor. Ayrıca özellikle Ukrayna-Rusya savaşı sonrasında başta Fransa olmak üzere Batılı devletler, Rusya’nın etkisini kırabilmek için Afrika’da girişimlerde bulunmaya başladı.
15 Eylül 2020 tarihli İbrahim Anlaşmaları ile Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas ile normalleşme sürecine giren İsrail de Afrika’da yeni bir açılıma yöneldi. İsrail’in kıtadaki bu hamleleri karşısında bölgesel rakibi konumundaki İran da Afrika politikalarına ivme kazandırdı. Ancak Tahran yönetiminin Afrika’da politikalarına ivme kazandırmasını sadece İsrail ile rekabetiyle açıklamak da doğru bir yaklaşım değildir. Bilindiği üzere 2012 yılından itibaren ABD ve Avrupalı devletler nükleer silah üretme kapasitesini engelleme iddiasıyla İran’a yaptırımlar uyguluyor. İran bu noktada itildiği yalnızlığı ve ekonomik çevrelemeyi, Batı'nın etkisini giderek kaybettiği Afrika kıtasında geliştireceği ilişkilerle bertaraf etmeyi amaçlıyor. Bu kapsamda, yaklaşık 2 hafta önce 11 yıl sonra ilk kez Afrika’ya ziyaret gerçekleştiren İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Kenya, Uganda ve Zimbabve’ye gitmesi büyük bir önem taşıyor. Özellikle petrokimya ve nükleer alanlar başta olmak üzere teknik ve bilimsel uzmanlık işbirliği vaatleriyle gittiği bu üç ülkede Reisi, Batılıların Afrika’nın doğal kaynaklarını sömürmesini eleştirerek İran’ın samimi, güvenilebilir bir dost olduğu algısını yaratmaya çalıştı. Batı tarafından yaptırımlara maruz kalan Zimbabve ve işbirliği yaptığı aktörleri çeşitlendirmeye çalışan Kenya ile Uganda’nın da İran’ın yeni işbirliği taleplerine yeşil ışık yaktığı söylenebilir.
KITAYI GELECEKTE NE BEKLİYOR?
Sonuç olarak, artan küresel rekabetin oldukça hız kazandığı günümüzde Afrika önemli cazibe ve rekabet merkezlerinden birisi olarak beliriyor. Batılı aktörlerin tarihsel etkilerini yitirmeye başladığı kıtada, küresel alanda etkilerini artırmaya çalışan Küresel Güney'de güçlenerek öne çıkan Rusya, Çin, İran, Hindistan ve Brezilya gibi aktörler yeni açılımlarıyla hem Batılılarla hem de kendi aralarında bir rekabete girişti. Bu rekabet ortamı Afrika için çeşitli sonuçlar yaratmaya muktedirdir. Öncelikle, yeni aktörlerin belirmesi kıtada Afrikalı liderlerin pazarlık gücünü artırması açısından olumlu sonuçlar yaratabilecek, dolayısıyla kıtanın ekonomik gelişimi ve kalkınmasına katkı sunabilecektir. Ancak diğer yandan çok sayıda aktörün kıtada etkisini artırma çabası zaman zaman siyasi ve askeri alanlarda olumsuz sonuçları da gündeme getirebiliyor. Örneğin, bir Afrika devleti üzerinde etki sahibi olmak isteyen farklı dış aktörler ülke içinde farklı güç merkezlerini destekleyerek iç siyasette kriz ve kaos ortamına sebebiyet verebiliyor. Bu da dolaylı olarak kıtada çoğunlukla otoriter rejim ve istikrarsız yönetimlerin oluşmasına neden oluyor. Ayrıca dış aktörler geliştirdikleri yerel işbirliği ağlarıyla Afrika’da yasadışı suç ve terör örgütlerinin güçlenmesine de neden olabilir. Son olarak ise yerel dinamiklerin göz önünde bulundurulmadığı ve Afrikalıların çıkarlarının dışlandığı yeni işbirliklerinin kıta devletlerinin kalkınma ve ekonomik sorunlarını kronikleştirebileceği de söylenebilir.
54 ülke ve adalarıyla beraber 30,8 milyon kilometrekarelik bir alan üzerinde bulunan Afrika kıtası, küresel ekonomi için çok önemli yer altı ve yer üstü zenginliklere sahiptir. Dünyadaki tarım arazilerinin yüzde 60’ı, küresel petrol arazilerinin yüzde 9,6’sı, kobaltın yüzde 90’ı, manganezin yüzde 70’i ve yıllık uranyum üretiminin yüzde 18’i Afrika’ya aittir. Ayrıca küresel altın arzının yarısı ve elmas üretiminin de yüzde 45’inden fazlası yine Afrika ülkeleri tarafından gerçekleştiriliyor.
Diğer yandan yapılan hesaplamalara göre 2050 yılında çoğunluğu gençlerden oluşacak yoğun bir Afrika nüfusunun dünya popülasyonunun çeyreğine tekabül etmesi bekleniyor. Kıta içinde büyüyen ekonomileriyle beraber orta sınıfın da belirginleşmesiyle birçok Afrika ülkesi, bölgesel ve küresel güçler için önemli bir pazar olarak dikkate alınıyor. Bu doğal zenginlikler dışında Hint Okyanusu, Atlantik Okyanusu ve Aden Körfezi'ni de kapsayan küresel ticaret deniz yolları üzerinde bulunması jeostratejik açıdan Afrika'nın önemini artırıyor. Birleşmiş Milletler (BM) içinde yüzde 28’lik oranla en büyük bölgesel oylama grubuna sahip olması da Afrika’nın küresel siyasette dikkat çeken bir diğer özelliğidir.
AFRİKA'DA GEÇMİŞTEN GELEN KÜRESEL REKABET
Tüm bu veriler, küreselleşmenin hızlanması, ham madde ve pazara olan ihtiyacın artması hasebiyle küresel ve bölgesel güçlerin Afrika üzerinde etki sahibi olmak için rekabete girmesine neden oldu. Esasında, Afrika üzerindeki küresel rekabet yeni bir durum değildir. Tarih içerisinde nitelik değiştirerek hep var oldu. Örneğin, 15'inci yüzyılın sonlarından itibaren başlayan sömürgecilik döneminde Afrika, Avrupalıların kolonyal politikalarıyla sömürüldü. Derin bir acı ve büyük yıkımlara neden olan sömürgecilik dönemi sonrasında siyasi bağımsızlıklarına kavuşan Afrika devletleri 1950’lerden itibaren bu kez de Soğuk Savaş'ın 2 kutuplu yapısının içine çekildi. Doğu ve Batı blokları ideolojik ve ekonomik etkilerini artırmak ve kıta devletleri üzerinde etki sahibi olabilmek için büyük bir rekabete girişerek çeşitli ülkelerde iç savaşlara, darbelere, siyasi ve ekonomik krizlere sebep oldular.
KÜRESEL VE BÖLGESEL GÜÇLERİN İLGİSİ
Soğuk Savaş'ın 1991’de sona ermesiyle 2 kutuplu küresel siyasi ortamda büyük değişiklikler meydana geldi. Soğuk Savaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) tek bir süper güç haline mi geldiği tartışmaları gündeme geldi. Ancak bir süre sonra Küresel Güney'de Çin, İran, Rusya, Hindistan ve Brezilya gibi bölgesel güçlerin yakaladığı büyük yükseliş ivmesi ABD’nin bu süper güç konumunun sorgulanmasına ve küresel alanda bir çok kutupluluk tartışmasına yol açtı. Küresel ortamda büyük bir belirsizlik ve istikrarsızlığa neden olan bu çok kutuplu yapıda aktörler, siyasi ve ekonomik güçlerini artırmak için dış politikalarında Afrika gibi ekonomik, jeostratejik önemi yüksek bölgelere yönelik büyük stratejiler geliştiriyor. Bu nedenle günümüzde Afrika’da Fransa ve Birleşik Krallık gibi tarihsel dış aktörler olan eski sömürgeci güçlerin yanında ABD, Çin, Rusya, İran, İsrail, Japonya ve Brezilya gibi yeni aktörlerin kıyasıya bir rekabete giriştiğini söylemek mümkündür.
Son yıllarda Fransa ve Birleşik Krallık gibi sömürge döneminden itibaren kıta üzerinde güçlü etkiye sahip olan Batılı aktörlerle ilişkiler, sebep oldukları siyasi, ekonomik ve askeri krizler nedeniyle sorgulanmaya başlandı. Özellikle Mali, Burkina Faso ve Gine gibi Batı Afrika’da Fransa’nın önem verdiği eski sömürgeleri bir süredir Fransa ile yürütülen siyasi, ekonomik ve askeri işbirliklerinin başarısız olduğunu ve hatta Fransızların varlığının daha karmaşık sorunlara neden olduğunu dile getiriyor. Fransa’nın bu bölgede etkisi azalırken başta Rusya ve Çin olmak üzere kıtada yükselen güçler Afrikalı liderlerle yeni işbirlikleri vaatleriyle etkilerini artırmaya başladı. Çin kıtada büyük bir ivme yakalayarak kıta devletleriyle temelini ekonomiden alan büyük bir ilişkiler ağı inşa etti. Günümüzde Pekin hükûmetinin çeşitli Afrika devletleriyle gerçekleştirdiği ticaretin toplam hacminin yaklaşık 282 milyar dolar olduğu biliniyor. Bu da küresel alanda Çin’in büyümesini kendisine tehdit olarak gören ABD’yi harekete geçirerek büyümeyi yavaşlatıp durduracak stratejiler arayışına soktu. Bu kapsamda Çin ekonomisi için büyük önemi haiz Afrika kıtasında Washington-Pekin rekabetinin doğduğunu söyleyebiliriz.
Diğer yandan, Rusya da 2014 yılında Kırım ilhakı sonrasında itildiği uluslararası yalnızlıktan kurtulmak ve zayıflayan ekonomisini toparlamak için Afrika’ya büyük önem veriyor. İlişkilerini daha çok askeri ve ekonomik motivasyonlarla şekillendiren Moskova’nın Afrikalı ülkelerle 20'den fazla askeri anlaşma imzaladığı biliniyor. Ayrıca özellikle Ukrayna-Rusya savaşı sonrasında başta Fransa olmak üzere Batılı devletler, Rusya’nın etkisini kırabilmek için Afrika’da girişimlerde bulunmaya başladı.
15 Eylül 2020 tarihli İbrahim Anlaşmaları ile Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas ile normalleşme sürecine giren İsrail de Afrika’da yeni bir açılıma yöneldi. İsrail’in kıtadaki bu hamleleri karşısında bölgesel rakibi konumundaki İran da Afrika politikalarına ivme kazandırdı. Ancak Tahran yönetiminin Afrika’da politikalarına ivme kazandırmasını sadece İsrail ile rekabetiyle açıklamak da doğru bir yaklaşım değildir. Bilindiği üzere 2012 yılından itibaren ABD ve Avrupalı devletler nükleer silah üretme kapasitesini engelleme iddiasıyla İran’a yaptırımlar uyguluyor. İran bu noktada itildiği yalnızlığı ve ekonomik çevrelemeyi, Batı'nın etkisini giderek kaybettiği Afrika kıtasında geliştireceği ilişkilerle bertaraf etmeyi amaçlıyor. Bu kapsamda, yaklaşık 2 hafta önce 11 yıl sonra ilk kez Afrika’ya ziyaret gerçekleştiren İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Kenya, Uganda ve Zimbabve’ye gitmesi büyük bir önem taşıyor. Özellikle petrokimya ve nükleer alanlar başta olmak üzere teknik ve bilimsel uzmanlık işbirliği vaatleriyle gittiği bu üç ülkede Reisi, Batılıların Afrika’nın doğal kaynaklarını sömürmesini eleştirerek İran’ın samimi, güvenilebilir bir dost olduğu algısını yaratmaya çalıştı. Batı tarafından yaptırımlara maruz kalan Zimbabve ve işbirliği yaptığı aktörleri çeşitlendirmeye çalışan Kenya ile Uganda’nın da İran’ın yeni işbirliği taleplerine yeşil ışık yaktığı söylenebilir.
KITAYI GELECEKTE NE BEKLİYOR?
Sonuç olarak, artan küresel rekabetin oldukça hız kazandığı günümüzde Afrika önemli cazibe ve rekabet merkezlerinden birisi olarak beliriyor. Batılı aktörlerin tarihsel etkilerini yitirmeye başladığı kıtada, küresel alanda etkilerini artırmaya çalışan Küresel Güney'de güçlenerek öne çıkan Rusya, Çin, İran, Hindistan ve Brezilya gibi aktörler yeni açılımlarıyla hem Batılılarla hem de kendi aralarında bir rekabete girişti. Bu rekabet ortamı Afrika için çeşitli sonuçlar yaratmaya muktedirdir. Öncelikle, yeni aktörlerin belirmesi kıtada Afrikalı liderlerin pazarlık gücünü artırması açısından olumlu sonuçlar yaratabilecek, dolayısıyla kıtanın ekonomik gelişimi ve kalkınmasına katkı sunabilecektir. Ancak diğer yandan çok sayıda aktörün kıtada etkisini artırma çabası zaman zaman siyasi ve askeri alanlarda olumsuz sonuçları da gündeme getirebiliyor. Örneğin, bir Afrika devleti üzerinde etki sahibi olmak isteyen farklı dış aktörler ülke içinde farklı güç merkezlerini destekleyerek iç siyasette kriz ve kaos ortamına sebebiyet verebiliyor. Bu da dolaylı olarak kıtada çoğunlukla otoriter rejim ve istikrarsız yönetimlerin oluşmasına neden oluyor. Ayrıca dış aktörler geliştirdikleri yerel işbirliği ağlarıyla Afrika’da yasadışı suç ve terör örgütlerinin güçlenmesine de neden olabilir. Son olarak ise yerel dinamiklerin göz önünde bulundurulmadığı ve Afrikalıların çıkarlarının dışlandığı yeni işbirliklerinin kıta devletlerinin kalkınma ve ekonomik sorunlarını kronikleştirebileceği de söylenebilir.