Dün resen Suriye karasularından çıkarıldı o iki gencecik pilotun aziz naşı. Acımız büyük. Çağın yüksek teknolojik imkânları bile bizi neredeyse 10 gün bekletti. Umutla, hayalle ve büyük ölçüde abesle iştigalle bekledik. Geride acılı 2 aile, doğmamış bir bebe, acılı bir hava kuvvetleri, bir silahlı kuvvetler camiası ve acı ile yaşamaya yüzyıllarca zaten alışık bir ulus bıraktılar.
Yeni Yemen Türküleri İstemiyoruz
Acılı bir baba “acım büyük ama savaş istemiyoruz“ dedi. Evet, hiç birimiz, hiçbir yerde ve özellikle eski Osmanlı topraklarında gereksiz savaş istemiyoruz. Nice canları, genç fidanları bir güç gösterisi uğruna kaybetmek istemiyoruz.
Bir insan, bir çocuk kolay yetişmiyor. Hele hele yüksek bilgi donanımına sahip insanı kolay yetiştirmiyor bu çorak topraklar.
Ama en önemlisi yüzden fazla yıl önce, Yemen çöllerinde, geride bıraktığı çantasında “bir çift kundura ile bir de fesini“ bulduğu o garip yiğidine ağıtlar yakan bu millet, postal ve kaskların, Akdeniz’in fani derinliğine bıraktığı o yiğitlerine şimdi ağıt yakmadan ağlıyor. Ne değişti ki geçen zaman aralığında?
Barış Savaştan çok daha Zor
Yaşadığımız bu büyük acıya rağmen, Suriye çöllerine artık tek bir evladımızı daha gereksiz yere gömmek istemiyoruz. Bu böyle biline.
Allah gani gani rahmet eylesin o güzide evlatlarımıza. Mekânları zaten cennet. Akdeniz’in karanlık derinliklerinden pür nur birer kabre intikal edecekler. Tanrıdan onlara mağfiret, acılı ailelere ve milletimize sonsuz sabır, yöneticilerimize itidal ve basiret dilemekten başka çaremiz yok.
Biz geride kalanlar “Yurtta sulh“ tesisi için uğraşılmasını diliyoruz. “Bölge ve cihanda sulh“ istiyoruz. Bu nedenle, bir bölgesel güç olma hevesi ile “sıfır sorun“dan, bol soruna geçmek için özel bir çaba göstermeyelim. Savaş her şeye rağmen barıştan daha kolay. Barış ve barış içinde yaşamak ise zor olan. Biz zor olanı seçelim.