3.1.1 ABD
1789 yılından bu yana kıta ile ilişkileri bulunan ABD’nin dış politikasında Afrika’nın hiçbir zaman bu politikaların merkezinde bulunmadığı ve uzun bir dönem Afrika ülkelerine üst düzey ziyaretlerin gerçekleştirilmediği görülürken, buna karşın 1840’lı yıllarda bağımsız Liberya’nın oluşumuna önemli katkıların sağlandığı bilinmektedir. Genel anlamda ABD Dış Politikasının temelinde sürekli dostluğun ya da düşmanlığın olmadığı, ancak sürekli çıkarların bulunduğu ifade edilmektedir.1
ABD’nin Afrika politikası, Soğuk Savaş boyunca kıtada komünizmin sınırlandırılmasına yönelik olmuş ve SSCB’nin kendi ideolojisini yaymaya çalıştığı ülkelere karşı uygulamış olduğu çevreleme stratejisi ile komünizmin geniş alanlara yayılmasını engellemeyi amaçlamıştır.
Soğuk Savaş’ın sıkı iki kutuplu olarak ifade edilen dönemlerinde bölge ülkelerine yönelik ilginin arttığı ve bunun paralelinde ekonomik ve askeri yardımların da arttırıldığı görülmüştür.
1957 yılında Başkan Yardımcılığı döneminde Richard Nixon, söz konusu ilginin ve kıtaya verilen önemin bir göstergesi olarak 22 günlük Afrika kıtası ziyaretine çıkarken, ülkeye döndüğünde Başkan Dwight Eisenhower’a Ulusal Departman’da ayrı bir Afrika Bürosu’nun oluşturulmasını önermiş ve 1958 yılında öncelikli amacı çatışma çözümü olan Afrika ilişkileri Bürosu oluşturulmuştur.2 Özellikle yeraltı zenginlikleri açısından önemli kaynaklara sahip olan ülkelerle özel ilişkilerin tesis edildiği görülürken, bunlardan biri olan Kongo D.C.’de oldukça diktatör bir lider olarak bilinen Mobutu Sese Seko’nun ABD’nin kendisine göstermiş olduğu tölerans sayesinde 90’lı yılların ortalarına kadar ülkesinin başında bulunduğu ve günümüzde söz konusu ülkenin içinde bulunduğu kötü koşullarda büyük pay sahibi olduğu bilinmektedir.
60’lı yılların sonlarında Sovyetler Birliği tarafından Brejnev Doktrini’nin yayınlanması üzerine Jimmy Carter yönetimi de Etiyopya başta olmak üzere Sovyet yönetiminin yakın desteğini alan ülkelere ekonomik ve askeri yardımlar yapmıştır.
80’li yıllarda ise SSCB’nin çözülmeye başlaması ve kıtadaki müttefiklerinden desteğini çekmek zorunda kalması, dönemin Bush yönetimini diğer konularda olduğu gibi Afrika konusunda da tereddütte bırakmıştır. Bu dönemde özellikle Afrika Bürosu’na başta Liberya ve Afrika Boynuzu bölgesi olmak üzere kıtadaki çatışmalara siyasi çözümler bulabilmesi amacıyla geniş yetkiler verilmiştir.
1992’de BM öncülüğünde Somali’ye asker gönderilmesi ve ardından verilen kayıplar üzerine, söz konusu dönemde göreve gelen Bill Clinton’un ABD askerlerini geri çekmek zorunda kalması, 1994’de Ruanda’daki katliamları tüm dünya gibi ABD’nin de izlemesi, ABD’ye muhalif ülkelerde ABD yanlısı partilerin ve oluşumların desteklenmesi, Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk yıllarda görülen gelişmeler olmuştur.
1993- 2001 yılları arasındaki Clinton döneminde otoriter yönetimler üzerinde demokratik reformlara ağırlık verilmesi yönünde baskılar uygulanırken, 1995 yılında Senegal’de Afrika -Afrikalı Amerikalılar- Zirvesi’nin gerçekleştirildiği görülmektedir. 1998 yılında kıtayı ilk kez ziyaret eden Clinton’un “Afrika ile Yeni Ortaklık“ adı altında bölge ülkelerinin ekonomik açıdan büyümelerine yönelik yeni bir takım girişimleri yürürlüğe koyduğu görülmüştür.3 Bu türden platformlarda ABD’nin Afrika ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini güçlendirmek istediği mesajı verilirken; ticaret ve yatırımların arttırılması hedefi ön plana çıkartılmak istenmiştir. Bu kapsamda, Afrika ile ticari ilişkilerin temel taşı olarak bilinen Afrika Büyüme ve Fırsat Kanunu (AGOA), 18 Mayıs 2000’de imzalanarak yürürlüğe girmiştir.4 48 Sahraaltı Afrika ülkesinden 37’si söz konusu kanun kapsamında uygun ülkeler olarak değerlendirilirken5, söz konusu rakam günümüz itibariyle 39’dur.6
ABD’nin bu dönemde Afrika’nın küresel ekonomi ile bütünleşmesini amaçladığı ifade edilirken, ticari ve stratejik bir partner olarak Afrika’nın öneminin arttırılması amacıyla şu stratejilerin izlendiği bilinmektedir:
- Ekonomik kalkınmanın ve demokrasinin teşviki, insan haklarına saygı, çatışmaların önlenmesi ve kalıcı barışın tesis edilmesi aracılığıyla Afrika’nın küresel ekonomiyle bütünleşmesinin hızlandırılması,
- Terörizm, uluslararası suçlar, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi güvenlik tehditlerinin bertaraf edilmesi.
Başkan Clinton, ayrıca Küresel AIDS ve Verem Yardım Yasası’nı imzalayarak yürürlüğe koymuştur.
George W. Bush yönetiminin Afrika’ya yaklaşımı da Clinton yönetiminin politikalarından farklı olmamış ve mevcut politikaların daha fazla uygulamaya yönelik olduğu görülmüştür. Özellikle Bush’un iktidardaki ilk dört yılında ABD’nin yedi iç savaşa diplomatik olarak müdahalede bulunması, Afrika Bürosu’nun çalışmalarını büyük oranda bu alana yoğunlaştırmasına neden olmuştur.7 Daha sonra 11 Eylül’deki terör saldırılarıyla birlikte küresel terörle mücadele kapsamında Afrika’nın ABD Dış Politikası’ndaki önem ve konumunun daha da arttığını ifade etmek mümkündür. Başında da ifade edildiği üzere, 1789’dan bu yana kıtayla ilişkileri bulunan ABD’nin dış politikası açısından Afrika’nın hiçbir zaman bu politikaların merkezinde bulunmadığı ve uzun bir dönem Afrika ülkelerine üst düzey resmi ziyaretlerin gerçekleştirilmediği bilinmektedir. Ancak Clinton döneminde ABD’nin kıtaya yönelik politikaları George W. Bush’un iki dönemlik iktidarı süresince daha fazla ivme kazanmıştır. Öte yandan özellikle Clinton döneminden itibaren ABD’nin başını çektiği G-8 Zirveleri’nin gündeminde de Afrika sürekli olarak yer almaya başlamıştır.8
G-8’lerin oluşturduğu Afrika Eylem Planı, aynı zamanda Afrika’nın kalkınmasına yönelik yeni bir ortaklığın da tesisini öngörmektedir.9
George W. Bush’un görevi süresince Afrika ülkelerine gerçekleştirmiş olduğu her iki resmi ziyaretin de gündeminde, kıtada istikrarın ve barış ortamının tesis edilmesinin yanı sıra eğitim ve sağlık konuları geniş yer tutmuştur.10 Clinton döneminin ardından Bush’un Afrika’ya gerçekleştirmiş olduğu geziler, ABD’nin artık Afrika’ya yönelik devamlı ve sürdürülebilir politikalar izleme düşüncesinde olduğu yönünde değerlendirilmiştir.11 Öte yandan, ziyaret gündeminin dışında Tanzanya ve Ruanda’nın Darfur bölgesindeki BM Barış Gücü’ne verdikleri destekler ele alınırken, söz konusu destek çabalarının, bölgedeki soykırımın tamamen sona erene kadar devam ettirilmesi konusunda çeşitli askeri birliklerin bölgede konuşlandırılmaları gerektiği vurgulanmıştır.12 Mevcut askeri birliklerin eğitimleri, teçhizat ve diğer harcamalar da ABD tarafından finanse edilmektedir. ABD, bu şekilde Tanzanya ve Ruanda üzerinden Darfur konusunda Çin’in son dönemde uyguladığı aktif politikaları da dengeleme amacındadır. Gündem dışında ele alındığı tahmin edilen bir diğer konu ise ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) olmuştur.13
Bush Doktrini olarak da bilinen ve 2002 yılında kabul edilen Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Afrika’nın ABD Dış Politikası’nda daha büyük önem arz etmeye başladığı görülmektedir. ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde kıtaya yönelik üç temel stratejiye odaklanılacağı belirtilmekte ve söz konusu stratejiler;
- Bölgedeki kilit devletler olarak adlandırılan ve komşuları üzerinde büyük etkiye sahip olan G. Afrika, Nijerya, Kenya ve Etiyopya gibi bölge ülkeleriyle ve bölgesel örgütlerle küresel tehditlere karşı birlikte çalışılması,
- Süregelen çatışmalara arabuluculuk yapılması ve başarılı barış operasyonları için Avrupalı müttefiklerle ve uluslararası kuruluşlarla koordinasyon,
- İyi yönetimin teşviki, ekonomi, sağlık ve eğitim alanında reformların hızla uygulanması şeklinde sıralanmaktadır.14
Bush yönetimi, 11 Eylül sonrası küresel terörle mücadeleyi stratejik öncelik olarak belirlerken, bu konuda Afrika kıtasında barışın ve refahın tesisi için çalışacaklarını belirtmiştir. ABD, buna yönelik olarak 2002’de bölge ülkelerinin terörle mücadelelerinde kapasitelerinin arttırılması amacıyla yardım yapılmasına karar verirken, merkezi Cibuti’de bulunan “Ortak Özel Görev Kuvveti- Afrika Boynuzu“ (CJIF- HOA) oluşturulmuştur.15
Afrika’yla yapıcı ve karşılıklı kazanımlara dayalı ilişkilerin tesis edilmesi, Afrika menşeli ürünlerin tamamına yakınının ABD piyasalarına girişi, bölgedeki ABD yatırımlarının arttırılması, Dünya Ticaret Örgütü’ndeki müzakerelerde kıtaya yönelik kalkınma yardımlarının arttırılması16 ve bu yardımların özellikle HIV/AIDS gibi hastalıklara odaklanması, Afrika’nın kalan tüm borçlarının iptal edilmesi gerektiği yönündeki hususların gerekliliğine de dikkat çekilmektedir.
Bush Yönetimi, salgın hastalıkların önlenmesi amacıyla 15 milyar dolarlık bir yardım paketini onaylarken, ABD Kongresi “Millenium Challenge Account- MCA“ adı verilen yeni girişimlerle refah seviyesinin yükseltilmesi ve salgın hastalıklarla mücadele için küresel bir fon oluşturarak bu fona önemli katkılar sağlamıştır.17 2003 yılında uygulamaya konulan ABD Başkanı’nın Acil Yardım Planı (PEPFAR) kapsamında 1,4 milyon insan için anti-retroviral ilaçlar18 temin edilmiştir. Ayrıca Bush, PEPFAR’a destek amacıyla beş yıllık bir periyot için Kongre’den 30 milyar dolarlık ek bir bütçe talep ederken, Afrika’nın temel eğitimine destek sağlamak amacıyla da kıtaya yardımlarda bulunulmuştur.19
TASAM Yayınları'nın “Büyük Güçler ve Afrika“ kitabından alınmıştır. Kitabı incelemek için lütfen tıklayınız.