Türkiye AB ilişkilerinin temelini Tanzimatla başlıyan “batılılaşma” ideali oluşturduğu söylenebilir. Ortacağda Avrupa feodal dönemi yaşarken, Türkler Osmanlı İmparatorluğu ile dünyada önemli bir cazibe merkezi haline gelmişti. Tıp, Bilim, teknoloji, sanayi gibi alanlarda Osmanlı Avrupa'nın çok üstündeydi. Böyle bir konjonktürde “batılılaşma” gibi bir ideal yoktu.
Bilim ve teknolojide meydana gelen göz kamaştırıcı gelişmeler hem iktisadi hem de siyasi anlamda birçok yapısal değişimlere yol açmaktadır. İçinde bulunduğumuz yüzyıl, sermayenin yeryüzünde ulus-ötesi bir nitelik arz ederek dolaştığı bir yüzyıldır. Eskiden saatlerce kol gücü kullanılarak yapılan işler ileri teknoloji ürünü makineler vasıtasıyla çok kısa bir zaman diliminde yapılabilmektedir.
1648 Vestefalya’nın inşa ettiği uluslararası sistemde ulus devletler ve liderler uluslararası ilişkilerde temel aktörlerdi. Klasik uluslararası ilişkiler teorileri bağlamında uluslararası politikada askeri güç, ekonomik güç ve politik güç ana belirleyici faktörlerdir. Elbette bu faktörler her devletin mümkün olan kaynakları bağlamında ortaya çıkmaktadır.
ABD'li gazeteci ve yazarlardan birisi olan John K. Cooley, bir makalesinde 1960'lı ve 70'li yıllarda ABD Başkanı Nixon'un Dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir ile anlaşarak İsrail'in Nükleer Silah geliştirme programına nasıl başladıklarını yazdı.
Milletlerarası sistemde ulusal çıkarlara en fazla zarar veren hususlar genel olarak güvenlik koşullarına bağlı olarak gelişmektedir. Günümüzde güvenlik, kalkınmanın temel faktörlerinden biri haline gelmiştir. Güvenliğin olmadığı bir yerde yatırımın olması imkânsız hale gelmiştir. Ancak devletlerarası ilişkilerin temelini oluşturan güvenlik olgusu hali hazırda sadece askeri bir boyutu ihtiva eden mesele olmaktan çıkmış, çok boyutlu bir hal almıştır.
İktisadi meseleler zaman içinde farklı nitelik alabildikleri gibi aynı zamanda, farklı mekânlarda da farklı olabilirler. Bu nedenledir ki, Avrupa’nın farklı ya da çok uçtaki kapitalizmleri aynı nitelikte olmadıkları gibi, aynı tarihi sürece sahip değildirler ve aynı ritimde de gelişmemişlerdir.
Cooley’in verdiği İsrail örneği bugün, İran bağlamında, uluslararası kamuoyunda tartışılmakta olan Kitle İmha Silahlarının (KİS) yayılmasına neden olan faktörlerin tahlil edilmesi için önemli bir argüman oluşturmakta.
Dolayısıyla, 1972 itibariyle AT bölge ülkelerinin ekseriyetiyle birkaç şekilde ekonomik anlaşmalar akdetmiştir. Bu gelişmelere bakıldığında genel anlamda bir sistemsel bakışı yansıtan ilişki biçiminin olmadığı anlaşılmaktadır.
Ekim 1972 Paris zirvesinde Küresel Akdeniz Politikası (A Global Mediterranean Policy) duyurulmuştur.
11 Eylüll 2002'den beri "güvenlik" dünyamızda en öncelikli konu haline gelmiştir. Hem AB üyesi devletler, hem de Kuzey Afrikalı ülkeler büyük çaplı terörist saldırılardan muzdarip olmuşlardır. Vatandaşların güvenliği hem Afrika hem de Avrupa için en öncelikli konu haline gelmiştir.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerin geliştirilmesi yönünde önemli girişimlerde bulunulmuştur. Bu girişimlerin sürekli ve kalıcı bir sistem anlayışı içerisinde planlanması ve yürütülmesi büyük önem arz etmektedir.
1959 yılında ortaklık başvurusu ile başlayan Türkiye-AB ilişkileri 17 Aralık 2004 tarihinde önemli bir noktaya geldi. 17 Aralık’ta AB Devlet ve hükümet başkanları Türkiye açısından milat sayılabilecek önemli bir karara imzalarını atmıştır. 3 Ekim 2005 tarihinde tam üyelik müzakerelerinin başlayabileceğini deklare eden bu karar içerik olarak kimilerine göre sorunlu olarak da görülse Türkiye için bir milat sayılabilir niteliktedir.
Üretim ilişkilerinin kol gücüne dayandığı, mülkiyetin derebeylerinde olduğu Ortaçağda Avrupa Toplumu serf hayatı yaşarken, Osmanlı İmparatorluğu’nda iyi işleyen bir tımar sistemi ve özgür köylü vardı. Kol gücüne dayalı bir tarım toplumu olan Osmanlı 17’nci yüzyıla kadar önemli bir ekonomik ve askeri güç olma özelliğine korumuştur.