Balkan coğrafyasının, modern dünya siyasi tarihi açısından, tarihsel süreci incelendiğinde kronolojik sıra şekliyle ve kabaca üç önemli kırılma noktasına dikkat çekilebilir. Bunlardan birincisi, Fransız İhtilali ve ihtilal sonrasında genelde Avrupa coğrafyasında, özelde ise Doğu Avrupa’ya doğru hızla yayılan milliyetçilik akımlarının etkisidir. İkincisi, I. Dünya Savaşı, savaş sonrası imparatorlukların dağılması ile oluşmaya başlayan yeni siyasi konjonktür ve Balkanlar özelindeki derin etkileridir. Üçüncü ve son olarak ise Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle sona eren soğuk savaş döneminin getirilerinin balkanlardaki değişimin yönünü belirlemedeki anlamlı sonuçlarıdır.
Avrupa Birliği’nin Balkanlar Politikası Ve Türkiye
Balkan coğrafyasının, modern dünya siyasi tarihi açısından, tarihsel süreci incelendiğinde kronolojik sıra şekliyle ve kabaca üç önemli kırılma noktasına dikkat çekilebilir. Bunlardan birincisi, Fransız İhtilali ve ihtilal sonrasında genelde Avrupa coğrafyasında, özelde ise Doğu Avrupa’ya doğru hızla yayılan milliyetçilik akımlarının etkisidir....
Özünde birçok tarihi-toplumsal süreçlerin getirilerini içinde barındırması itibariyle bir tür ayrışma, bölünme ve sorun anlamına gelen Balkanlaşma, kapsadığı anlam dahilinde, bir taraftan etnik yapı itibariyle bir iç içe geçmişlik diğer yandan ise teritoryal anlamda birbirlerinin topraklarına karşı bir mücadeleyi de bünyesinde taşımaktadır. Bu anlamda, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden başlayarak Balkanlarda günümüze kadar gelen birçok sorun, yukarıda sayılan üç önemli tarihsel kırılma noktaları ile anlaşılmaya çalışılması durumunda daha anlamlı hale gelir gibi gözükmektedir. Örneğin Makedonya ile ilgili problemlerin hala daha sürüyor olması tanımlamaya uygun bir biçimde örneklemeyi ve tarihsel-toplumsal sürekliliği gözler önüne sermektedir.
Bugün üzerinde yaşadığımız dünya, küreselleşme olgusunun yaşandığı toplumsal bir gerçeklik durumunu gözler önüne sermektedir. Ünlü bir akademisyenin kavramlaştırması ile ‘global köy’ biçiminde anlam kazanan bu yeni dünya, bir taraftan küreselleşme olgusunu yaşarken, diğer bir yandan da paradoksal karşıtlıklarını üretmeye devam etmektedir. Bu karşıtlıkların en önemlilerinden birisi ise ‘bölgeselleşme’ olgusudur.
Bu anlamda bölgeselleşme olgusuna verilebilecek en önemli örneklerden birisi olan Avrupa Birliği (AB), kıta üzerinde sürdürülebilir barışın temini için atılmış en önemli adımdır. AB’nin başarısı, kıta genelinde, istisnalar haricinde, başarılı bir barış girişimini gözler önüne sermektedir. Nitekim Fransa ve Almanya barışı, bu başarının en önemli göstergesi olarak nitelendirilmektedir.
AB açısından Balkan sorunu Sovyetler Birliği’nin çöküşünden itibaren ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden önce akla gelmeyen AB’nin doğuya doğru genişleyerek kıta genelinde barış ve istikrarın temini meselesi, bu olgunun temelde bir sorun olarak algılanmasını ortaya koymuştur. Bu anlamda genişlemeyle paralel olarak iki önemli saptama yapmak gerekmektedir. Bunlardan birincisi, AB’nin balkanları içine alarak kıta genelinde bütünleşmeye destek olmaya devam etmesi böylece istikrarın ihraç edilerek temini, diğeri ise özellikle Avrupa’yı bölen Batı Avrupa coğrafyasının bir anlamda af diler nitelikte hatasını telafi etme girişimidir.
AB’nin Balkanlar politikaları temelde iki ana temaya indirgenebilir. Bunlardan birincisi aynı zamanda bir problematiğe de dikkat çekmektedir. AB’ye göre coğrafi anlamda bir Doğu Balkanlar ve Batı Balkanlar ayrımı vardır. Çünkü AB, Doğu Balkanları (Bulgaristan, Romanya) üye olarak içine almıştır ve Avrupa açısından, doğu özelinde bir sorun kalmamıştır. Batı ile ilgili sorunlar ise devam etmektedir. Bu noktada AB’nin siyasi ve askeri bir güç ol(a)mama durumunu, Balkanlar özelinde olsa olsa ekonomik bir destek olma noktasında pozisyon alabileceğini unutmamamız gerekmektedir. Batı Balkanlar bölge olarak kısmen Birleşmiş Milletler’e (BM) emanet edilmiştir fakat orada da Rusya’nın, bir slav ırkı olarak, Balkanlar ile ilgili konularda ön plana çıkması ve zaman zaman tam olarak doğru kararların çıkmasına engel olması durumu gündeme gelmektedir. Balkanların, özellikle batının, Avrupa’nın göbeği olması, BM’nin karar çıkartamaması durumunda dahi kendi başına bırakılamama algılayışına sebep olmaktadır. Nitekim özellikle yakın geçmişte yaşanan savaş ve vahşet, bölgenin kendi başına bırakılması durumunda kan gövdeyi götürür bir hale geleceğini ispat etmiştir. Bu durumda da en azından NATO ile bölgeye müdahale ederek çözüm bulmaya çalışılmıştır. Ama her şeye rağmen bu girişimler kısa süreli çözümler olarak görülmektedir.
İkinci politika ise, ümit dağıtma politikası olarak adlandırılabilecek olan politikadır. AB, Balkan devletlerini üye olarak içine alacağını vaat ederek böylece sorunların kendiliğinden çözüleceği umudunu yaymaya çalışmaktadır. Tek şart ise Balkan devletlerinin, kabaca, AB’nin şartlarına, mevzuatına uymasının sağlanmasıdır. Bu şartlar ise, Avrupalı olmak, ‘Kopenhag Kriterleri’ olarak kodifiye edilen, demokratik bir yönetim yapısı ve serbest bir piyasa ekonomisi gibi minimum standartları yerine getirmektir. Bu standartlar sonucunda Bulgaristan ve Romanya AB’ye üye olmuş, sıraya Arnavutluk ve Makedonya alınmış ve Sırbistan’a da üyelik perspektifi verilmiştir. Sadece ‘yan sorunlar’ olarak halledilmesi gerekenler beklenmektedir. Bu anlamda, AB’nin tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi bölgede olmazsa olmaz bir barış politikası güttüğünü saptamasını yapmak doğru olsa gerekir.
Bu noktada bir diğer nokta da AB’nin, bir Karadeniz boyutu kazanması durumudur. AB, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) de bölgeye dahil olmaya çalışması ile beraber düşünüldüğünde, bölgede yeni ittifak arayışları oluşturabilecek politikalar geliştirmeye başlamıştır. Bu kadarını söylemekle yetinelim, zira Karadeniz politikaları ayrı bir yazı konusu olacak kadar geniştir.
AB’nin Balkan politikalarının Türkiye yönü ise hem AB, hem Balkanlar hem de Türkiye’nin yakın, orta ve uzun vadeli gelecek planlamaları açısından hayati öneme sahip gibi gözükmektedir. AB’nin Balkan politikalarının Türkiye yönünü belli satırbaşları ile ele alabiliriz. Bunlardan birincisi, Türkiye’nin Balkanlar için önemidir ve en önemli nokta Balkanlardaki Türk azınlıklar meselesidir. Tarihten gelen bir tür Osmanlı algısı artık bölgede yerini eşitler arası bir diyalog olarak göstermeye başlamıştır. İkincisi, Balkanların, Türkiye için Avrupa’ya açılma yolu olması durumudur. Üçüncüsü, Avrupa için, Batı Avrupa’ya en doğru şekilde enerji transferinin Türkiye ve Balkanlar yolu üzerinden geçmesidir. Dördüncüsü, ekonomik partnerler olarak Türkiye ile Balkan devletlerinin karşılıklı işbirliğinin önemi meselesidir. Son olarak beşinci önemli nokta, Türkiye’nin, Balkan devletlerini AB üyeliği noktasında teşvik ederek onlara destek olma realitesinin önemidir.
Türkiye, AB ‘ye üye olursa, parçalanma anlamına gelen Balkanlaşma yerini bölgede istikrar ve refah haline bırakacaktır. AB’nin birleştirici politikalarının Türkiye’nin menfaatine olacağı kesindir. Üye olması durumunda Türkiye, bölge ile ilgili geliştirilen politikalara katkı sağlayarak istenilen sonuçların alınması sürecini kısaltabilme yeteneğine sahiptir. Fakat, Türkiye üye olarak kabul edilmese yada Türkiye kendi isteğiyle üye olmak istemez ise Balkanlar meselesi hem kendi iç dinamikleri açısından, hem AB açısından hem de Türkiye açısından daha sorunlu bir sonuca varır ve gelecek, problemli hal olmaya devam eder. Bu doğrultuda düşünecek olursak, bölgenin istikrarlı, güvenli ve refah içinde bir hale gelmesi, tarafların her birinin menfaatine yarayacak gibi gözükmekte bu anlamda AB’nin genişleme politikalarının geniş bir görüş açısıyla yeniden gözden geçirilerek, daha kararlı bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir.
Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.