Beyrut’ta Bombalı Saldırı Ve Tırmanan Gerilim

Yorum

Lübnan’da başkanlık seçiminin yaratığı siyasi kriz devam ederken Beyrut’tan yeni bir bombalı saldırı haberi geldi. Bu kez hedef doğrudan Lübnan’daki ABD diplomatik misyonuydu. 15 Ocak akşamı Hıristiyanların yoğun yaşadığı Ed-Dora semtinde ABD büyükelçiliğine ait bir araca bombalı bir araçla saldırı düzenlendi. ...

Lübnan’da başkanlık seçiminin yaratığı siyasi kriz devam ederken Beyrut’tan yeni bir bombalı saldırı haberi geldi. Bu kez hedef doğrudan Lübnan’daki ABD diplomatik misyonuydu. 15 Ocak akşamı Hıristiyanların yoğun yaşadığı Ed-Dora semtinde ABD büyükelçiliğine ait bir araca bombalı bir araçla saldırı düzenlendi. Araçta her hangi bir Amerikalı diplomat veya görevli bulunmuyordu. Saldırıda 4 kişi öldü, 16 kişi yaralandı. Ölenlerin hepsi Lübnanlı vatandaşıydı.

Lübnan’da son üç yıl içinde 30’dan fazla bombalı saldırı gerçekleşti. Bu bombalı saldırıların nerdeyse tamamı başkent Beyrut’ta oldu ve genellikle Suriye karşıtı olarak tanınan Lübnanlılar (siyasetçi, gazeteci vs.) hedef alındı. Bu saldırıların kısa vadedeki sonucu Batılı devletlerin ve onların desteğini alan şu anki Beyrut hükümetinin sert bir biçimde Suriye yönetimini suçlaması oldu. Bazı bombalamaların ise belli hedeflere yönelik olmaktan çok doğrudan toplumu güvensizlik ve korku psikolojisine sokmayı, ülke siyasetindeki hassas dengeleri bozmayı ve ülke ekonomisini zayıflatmayı amaçladığı düşünülüyor.

12 Aralık 2007’de Beyrut’ta yapılan saldırıda ilk kez hedefin profili farklılaştı. Marunî asıllı Tuğgeneral Fransua el-Hac yanında iki kişiyle birlikte öldürüldü. El-Hac Lübnan’da her kesimin desteklediği ve güven duyduğu ordunun bir mensubuydu. Suriye karşıtları içerisinde yer almıyordu. Aynı zamanda Lübnan’daki devlet başkanlık krizine bulunacak çözümler çerçevesinde yeni genelkurmay başkanı olarak görülen komutandı.

El-Hac suikastının ardından neredeyse bir ay sonra hedef ABD’nin bir elçilik aracı oldu. Bu patlama 1980’lerden bu yana Lübnan’daki Amerikalılara karşı girişilen ilk saldırıydı. 1980’lerde Lübnan’da ABD askeri ve diplomatik temsilciliklerine yönelik birçok eylemler düzenlenmişti. Örneğin 18 Nisan 1983’de ABD’nin Batı Beyrut’taki büyükelçiliğine düzenlenen saldırıda 63 kişi öldürülmüş, yine 23 Kasım 1983’de ABD ve Fransa askerlerinin bulunduğu Çok Uluslu Güç karargâhına bombalı bir kamyonla düzenlenen saldırıda 298 asker öldürülmüştü. ABD ve Fransa bu saldırıların ardından bir süre sonra Lübnan’ı askeri olarak terk etmek zorunda kaldı. Hatta bu saldırıların Hizbullah’ın Lübnan’da güçlenmesine büyük katkı yaptığı bir gerçektir. Peki, niye yıllar sonra Lübnan’da ABD tekrar doğrudan hedef alındı?

ABD Başkanı Bush ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Körfez’deki Arap ülkelerini ziyaret ettiği bir dönemde saldırının gerçekleşmesi, bu gezilere bir tepki olarak yapılmış olabileceğini düşündürebilir. Özellikle iki liderin İran’ı nükleer teknoloji konusunda uyarırken gittikleri ülkelerin Arap liderleriyle büyük silah satış anlaşmalarını görüşmeleri, Bush’un Orta Doğu barışını canlandırmaya çalıştığı sırada onlarca Filistinlinin ölmeye devam etmesi bölgedeki radikal unsurları harekete geçirmiş olabilir. Lübnan’daki patlamadan saatler önce İsrail’in Gazze’ye düzenlediği bir operasyonda Hamas’ın liderlerinden Mahmud ez-Zahhar’ın oğlunun da bulunduğu 19 kişinin öldürülmesi bölgede büyük yankı uyandırmıştır. Bölgedeki radikal örgütler ve kişiler için Lübnan’daki patlama Batı’nın ikiyüzlü ve saldırgan politikalarına bir cevap niteliği taşıyor olabilir. Batılı güçlere doğrudan yapılacak bir saldırı için Lübnan’ın da bölgedeki en uygun yerlerden biri olduğu söylenebilir. Geçen hafta da Güney Lübnan’da Birleşmiş Milletlere Bağlı UNIFIL güçlerine bombalı bir saldırı yapılmıştı. Tüm bunlarla birlikte saldırının ABD’yi Lübnan siyasetinin içerisine daha fazla çekeceği de bir gerçektir.

Lübnan devlet başkanlığı krizi gün geçtikçe uluslararası alana kaymaktadır. ABD ve Fransa’nın arabuluculuk çabalarının sonuçsuz kalmasından sonra Arap Birliği sorunu çözmek için gayret göstermeye başladı. Fakat arabuluculuk girişimlerinin yarattığı umut, iktidar ve muhalefetin istekleri üzerinde bir uzlaşma sağlanamamasından dolayı her seferinde kısa sürede ortadan kalkmaktadır. Lübnan’da devlet başkanını belirleyecek seçim sürekli ertelenmekte ve kriz bir çıkmaza sürüklenmektedir. Bu durumda uluslararası aktörler krize daha fazla müdahil olmaktadır.

Olayın ardından ABD Dışişleri Bakanı Rice yaptığı açıklamada, bu saldırının Lübnan’daki demokrasi sürecine verdikleri desteği engellemeyeceğini söyleyerek Lübnan siyasetine daha etkili olacaklarının işaretlerini vermektedir. Yine saldırının olduğu gün Lübnan siyasetinin önemli simalarından Marunî Patrik Nasrullah Sefir, ülkedeki krizin ancak uluslararası sorun haline getirilip uluslararası müdahale ile çözülebileceğini söylüyordu. Böyle bir dış müdahaleyi iktidardaki grupların da destekleyecekleri aşikârdır. Tabi burada kastedilen uluslararası müdahaleyi gerçekleştirecek güçler ABD ve Fransa olmak üzere Batılı devletler olacaktır. Bu bağlamda yapılacak bir uluslararası müdahalenin diplomatik girişimlerle sınırlı kalıp kalmayacağı veya askeri müdahaleye dönüşüp dönüşmeyeceği önemli bir konudur.

Lübnan, 1958’de Orta Doğu’da ilk Amerikan askeri müdahalesine maruz kalan yerdir. O dönem Hıristiyan- Müslüman çatışmasını bitirmek için Amerikan askerlerini çağıran Lübnan Devlet Başkanı Camille Chamoun’du. 1982’de benzer bir olay daha oldu. Lübnan Devlet Başkanı Amine Gemayel, ülkede güvenliği sağlamak ABD, Fransa ve İtalya’dan asker göndermesini istedi.

Günümüzde Lübnanlılardan bir talep gelse de ABD yönetiminin tek yanlı bir askeri harekâtta bulunması oldukça düşük bir olasılılıktır. ABD’nin bölgedeki önceliği Irak ve Körfez’deki enerji kaynaklarının güvenliğinin sağlanması ve İran’ın kontrol edilmesidir. Bununla birlikte ABD yönetimi İsrail’in güvenliği ve İran’ın bölgesel etkinliğini kontrol etme dâhilinde Hizbullah’ı zayıflatma çabalarına tam destek vermektedir. Bu desteğin bir yönünü Lübnan’da Hizbullah karşıtlarının merkezi iktidarı ve orduyu kontrol etmesinin sağlanması oluşturmaktadır. Bu açıdan Lübnan’daki devlet başkanlığı krizinin bölgedeki birçok devletin çıkar çatışmalarının bir ürünü olduğunu rahatlıkla söylenebilir.

ABD ve İsrail’in Lübnan’daki devlet başkanlığı nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Hizbullah ile topyekûn bir askeri çatışmayı göz almak yerine uzun vadede örgütün silah ve maddi kaynaklarını kesmek, kısa vadede ise örgütün üst düzey yetkilerine suikastlar düzenlemek gibi yöntemlere başvurabileceği söylenebilir.

(*) Yasin Atlıoğlu, TASAM Kafkaslar-Orta Asya-Orta Doğu Çalışma Grubu, Uzman Yardımcısı,

yatlioglu@tasam.org

Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.

Alanlar

Kıtalar ( 5 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2769 ) Etkinlik ( 223 )
Alanlar
TASAM Afrika 77 649
TASAM Asya 98 1109
TASAM Avrupa 23 649
TASAM Latin Amerika ve Karayip... 16 67
TASAM Kuzey Amerika 9 295
Bölgeler ( 4 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1406 ) Etkinlik ( 54 )
Alanlar
TASAM Balkanlar 24 297
TASAM Orta Doğu 23 623
TASAM Karadeniz Kafkas 3 297
TASAM Akdeniz 4 189
Kimlikler ( 2 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1304 ) Etkinlik ( 78 )
Alanlar
TASAM İslam Dünyası 58 786
TASAM Türk Dünyası 20 518
TASAM Türkiye ( 1 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2054 ) Etkinlik ( 83 )
Alanlar
TASAM Türkiye 83 2054

2000 yılından bu yana üç yılda bir dönüşümlü olarak gerçekleştirilen forumlar, Çin – Afrika ilişkilerini kurumsallaştıran iş birliği platformu olarak bilinmektedir. 2006, 2015 ve 2018’deki buluşmalar, Devlet ve Hükûmet Başkanları düzeyindeki yoğun katılımlarla “2006 Pekin Zirvesi ve 3. FOCAC”, “2015...;

I. Dünya Savaşı sonrasında ikinci bir dünya savaşının gerçekleşmesiyle idealizmin ürettiği teorilerin pratikteki yetersizliği uluslararası ilişkiler alanında bir teori krizi oluşturmuştur. Neorealizm, dış politikanın hem iç hem de dış faktörlerden etkilenmesiyle yeni bir teori olarak oluşmuştur. İra...;

Amerika Birleşik Devletleri normal bir büyük güç haline gelirse dünya nasıl bir yer olurdu? Burada sorulan, Amerika Birleşik Devletleri'nin tamamen izolasyonist bir tutuma geri dönmesi değil, tarihte birçok büyük gücün genellikle dar çıkarcı ve sıkça sömürücü şekilde davrandığı, liberal düzenin dü...;

Bölgemizdeki savaş ve çalkantıların ortasında İran'ın siyasi sistemi, bazı ülkelerde "İran uzmanları" tarafından ortaya atılan iddiaları boşa çıkaracak şekilde seçimleri rekabetçi, barışçıl ve düzenli bir şekilde gerçekleştirerek kayda değer bir istikrar sergilemiştir.;

Asya’dan sonra dünyanın en kalabalık insan nüfusunu barındıran Afrika, nice kadim kültüre ev sahipliği yapmış, insanlığın ve medeniyetin beşiği olmuş bir kıtadır. Dünyanın yedi harikasından biri olan Mısır piramitlerinin inşa sisteminin henüz çözülmemiş olması gibi tarihin çeşitli zaman aralıklarınd...;

Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerjinin bölge ülkeleri yanında Avrupa devletlerinin geleceğinde şekillendirici jeoekonomik, jeostratejik ve jeopolitik güç olacağının öne çıktığı 21’inci asırda, Rusya-Ukrayna savaşından sonra daha da önem kazanmış ve enerji güvenliği konusunda rekabet alanlarının enerji...;

Yapay Zeka (YZ), diğerlerinin yanı sıra piyasaları, toplumları ve siyasi sistemleri yöneten kuralları yeniden şekillendiriyor. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde bu durum, YZ'nin gelişimine rehberlik edecek, insanlık üzerinde olumlu bir etki yaratacak, faydaların adil bir şekilde dağıtılmasını sağlayacak...;

Stratejik konumu ve doğal kaynakları nedeniyle önemli bir rekabet alanı olan Afrika, 21. yüzyılda çok sayıda aktörün, kapsamlı politikalar geliştirdiği ve zirveler organize ettiği kıta olarak dikkat çekmektedir.;

10. İstanbul Güvenlik Konferansı (2024)

  • 21 Kas 2024 - 22 Kas 2024
  • İstanbul - Türkiye

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programı | 2024 Dönem 1

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programları ile katılımcılara stratejik yönetim ve liderlik alanlarındaki yeniliklerin aktarılması, Türkiye ve dünyadaki gelişmeler ışığında ulusal ve uluslararası güvenlik stratejileri konularında çok yönlü analiz, sentez ve değerlendirmeler yapabilmelerine, çözüm önerileri, farkındalık ve gelecek öngörüleri geliştirmelerine destek sağlanması amaçlanıyor.

  • 20 Oca 2024 - 10 Şub 2024
  • Cumartesileri 10.00-13.30 (Çevrimiçi) -
  • İstanbul - Türkiye

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programı | 2023 Dönem 1

21. yüzyıl güvenlik sorunlarının dönüşümünü takip edebildiğimiz bir dönem olarak dikkat çekmektedir.

  • 11 Kas 2023 - 02 Ara 2023
  • Cumartesileri 10.00-13.30 (Çevrimiçi) -
  • İstanbul - Türkiye

Doğu Akdeniz Programı 2023-2025

  • 17 Tem 2023 - 19 Tem 2023
  • Sheraton Istanbul City Center -
  • İstanbul - Türkiye

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “ABD Hegemonyasına Meydan Okuyan Çin’in Zorlu Virajı; Güney Çin Denizi” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Küresel Rekabet Penceresinden Pasifik Adaları” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in uzun araştırmalar sonunda hazırladığı “TEKNOLOJİK ÜRETİMDE BAĞIMSIZLIK SORUNU; NTE'LER VE ÇİPLER ÜZERİNDE KÜRESEL REKABET” isimli stratejik raporu yayımladı

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Sri Lanka’nın Çöküşüne Küresel Siyaset Çerçevesinden Bir Bakış” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Çin-Japon Anlaşmazlığında Doğu Çin Denizi Derinlerdeki Travmalar” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in uzun araştırmalar sonunda hazırladığı “MYANMAR; Büyük Oyunun Doğu Sahnesi” isimli stratejik raporu yayımladı

İngiltere’nin II. Dünya Savaşı sonrasında Hint Altkıtası’ndan çekilmek zorunda kalması sonucunda, 1947 yılında, din temelli ayrışma zemininde kurulan Hindistan ve Pakistan, İngiltere’nin bu coğrafyadaki iki asırlık idaresinin bütün mirasını paylaştığı gibi bıraktığı sorunlu alanları da üstlenmek dur...

Devlet geleneğimizde yüksek emsalleri bulunan Meritokrasi’nin tarifi; toplumda bireylerin bilgi, bilgelik, beceri, çalışkanlık, analitik düşünce gibi yetenekleri ölçüsünde rol almalarıdır. Meritokrasi din, dil, ırk, yaş, cinsiyet gibi özelliklere bakmaksızın herkese fırsat eşitliği sunar ve başarıyı...