İsrail-İran Çatışmasında Otoriter Rejimin Rolü

Makale

İsrail’in İran’a yönelik gerçekleştirdiği saldırılar yalnızca askerî operasyonlar olarak değil, aynı zamanda hedef aldığı devletin siyasal rejimiyle doğrudan ilişkili stratejik hamleler olarak da okunmalıdır. İran’daki otoriter ve teokratik yapı, hem içeride halk desteğinden yoksun bir rejim yaratmış hem de dış müdahalelere karşı savunma kapasitesini zayıflatmıştır....

13 Haziran 2025 tarihinde İsrail tarafından başlatılan ve Yükselen Aslan“ adı verilen geniş kapsamlı askerî operasyon, İran’ın farklı bölgelerinde bulunan yaklaşık yüz stratejik hedefi -nükleer altyapı tesislerinden füze üretim merkezlerine, bazı üst düzey askerî yetkililerin yerleşimlerine kadar - doğrudan hedef almıştır. Uluslararası hukukun sınırlarını zorlayan ve doğası gereği önleyici saldırı“ olarak tanımlansa da gerçekte siyasi, diplomatik ve askerî pek çok hesabı iç içe geçiren bu müdahale, yalnızca İran rejiminin bölgesel etkinliğine değil, aynı zamanda iç bütünlüğüne yönelik bir meydan okuma niteliği taşımaktadır. Bu saldırının hemen ardından, 14 Haziran 2025 tarihinde İran tarafından Gerçek Vaat III“ adı verilen misilleme operasyonu başlatılmış; bu kapsamda Tel Aviv ve Hayfa gibi merkezler başta olmak üzere İsrailin çeşitli bölgelerine füze ve İHA saldırıları düzenlenmiş, hem askerî hem de sivil hedeflerde ciddi hasarlar meydana gelmiştir. Uzun süredir vekil aktörler ve bölgesel çatışmalar üzerinden yürüyen İsrail-İran geriliminin bu kez doğrudan iki devletin açık çatışmasına dönüşmüş olması, yalnızca bölgesel güç dengeleri açısından değil, aynı zamanda uluslararası güvenlik mimarisi, caydırıcılık normları ve hukuki meşruiyet tartışmaları bakımından da yeni bir eşik olarak değerlendirilmektedir.

Bu bağlamda, İsrailin İrana yönelik gerçekleştirdiği saldırılar yalnızca askerî operasyonlar olarak değil, aynı zamanda hedef aldığı devletin siyasal rejimiyle doğrudan ilişkili stratejik hamleler olarak da okunmalıdır. İrandaki otoriter ve teokratik yapı, hem içeride halk desteğinden yoksun bir rejim yaratmış hem de dış müdahalelere karşı savunma kapasitesini zayıflatmıştır. Bu çalışma, özellikle İran rejiminin iç meşruiyet sorunları ile dışsal güvenlik tehditleri arasındaki bağlantıyı tartışmayı amaçlamakta; otoriter yönetim biçimlerinin dış saldırılar karşısındaki kırılganlığını ortaya koymaktadır.

İranda 1979 Devrimi sonrasında kurulan molla rejimi, dini meşruiyete dayalı ve halk egemenliğini ikincil planda değerlendiren bir siyasal sistem yaratmıştır. Bu sistem, temsili demokrasinin temel unsurlarından olan özgür seçimler, çoğulculuk ve hesap verebilirlik gibi kriterlerden önemli ölçüde uzaktır. Siyasal alanın daraltıldığı, ifade özgürlüğünün sınırlı kaldığı ve muhalefetin sistem dışı konumlandırıldığı bu rejim biçimi, hem iç kamuoyundaki meşruiyet sorununu derinleştirmiş hem de dış müdahalelere açık hale getirmiştir.

Operasyon, İran’ın nükleer tesislerini hedef almış, ancak aynı zamanda bazı sivil alanlara da zarar vermiştir. Bu tür bir saldırının uluslararası hukuk açısından meşruiyeti tartışmalı olmakla birlikte, saldırıya maruz kalan devletin içsel dayanıklılığı ve halk desteği, caydırıcılık üzerinde doğrudan etki yaratmaktadır. İranda ise rejimin halk nezdindeki meşruiyet sorunu, özellikle son yıllarda artan protestolar, ekonomik kriz ve kadın hareketleri ile derinleşmiştir[^1][^2].

Bu çerçevede, demokrasiden uzak bir yönetim biçiminin, dış saldırılar karşısında ülkeyi daha savunmasız hale getirdiği öne sürülebilir. Demokratik meşruiyete sahip bir devletin, hem uluslararası kamuoyunda daha yüksek bir meşruiyet zeminine sahip olacağı, hem de halkın saldırılara karşı devleti savunma eğiliminde daha birleştirici bir rol oynayacağı açıktır. Buna karşılık, İranda rejim karşıtı kitlesel hareketlerin çokluğu, dış saldırıların rejimi zayıflatma potansiyelini güçlendirmektedir.

Nitekim Nisan 2024teki benzer ölçekli İsrail saldırısında da bu durum gözlemlenmiştir. O dönem yapılan kamuoyu analizlerinde, saldırı sonrası sokaklara çıkan kitlelerin büyük çoğunluğu, saldırıyı İsrailden çok rejimin kendi sorumluluğu olarak değerlendirmiştir[^3]. Bu durum, demokratik meşruiyetin eksikliğinin sadece içeride değil, dış politika denkleminde de zayıflık yaratabileceğini göstermektedir.

İsrail hükümeti tarafından gerçekleştirilen son saldırı, yalnızca askerî hedeflerle sınırlı olmayan, aynı zamanda siyasi ve diplomatik boyutları da içeren çok katmanlı bir müdahale olarak değerlendirilmelidir. Bu saldırının üç temel hedefi olduğu açıktır: İran’ın üst düzey komutanlarını etkisiz hale getirerek operasyonel liderliğini zayıflatmak, nükleer programına zarar vermek ve savunma kapasitesini kırılganlaştırmak. Ancak saldırının zamanlaması ve kapsamı, askerî hedeflerin ötesine geçildiğini göstermektedir.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahunun bu operasyonla, İranla yeniden canlandırılmaya çalışılan nükleer anlaşma müzakerelerini sabote etmeyi, iç kamuoyunda rejime karşı hoşnutsuzluğu derinleştirmeyi ve aynı zamanda kendi iç siyasal konumunu güçlendirmeyi hedeflediği anlaşılmaktadır. Bu durum, saldırının yalnızca dış tehdit algısıyla değil, aynı zamanda iç politik hesaplarla da bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır.

İsrailin yalnızca İrana değil, son on yıllarda Suriye, Lübnan, Gazze ve hatta Irak gibi bölgelere yönelik gerçekleştirdiği çok sayıda tek taraflı hava saldırısı, bu ülkenin Ortadoğuda izlediği güvenlik stratejisinin giderek daha pervasız ve saldırgan bir hal aldığını göstermektedir. Bu müdahalelerin çoğu uluslararası hukukun temel ilkeleriyle çelişmesine rağmen, ciddi bir uluslararası yaptırımla karşılaşmaması, İsrailin bu tür eylemleri normalleştirilmiş güvenlik refleksi“ haline getirmesine olanak tanımaktadır. Böylece İsrail, güvenlik tehditlerini gerekçe göstererek çevresindeki devlet yapılarına karşı asimetrik üstünlüğünü sürdürmekte ve bölgesel düzeni fiili olarak yeniden tanımlama gücünü elinde tutmaktadır. Bu durum yalnızca İran gibi hedef alınan devletleri değil, aynı zamanda bölgedeki uluslararası hukuk normlarını da istikrarsızlaştırmakta; müdahaleyi istisna olmaktan çıkarıp politika aracına dönüştürmektedir.

Bu bağlamda söz konusu müdahale, “önleyici“ bir askerî eylem olmaktan çok, bölgesel düzeyde daha geniş çaplı bir tırmanma riskini beraberinde getiren ve aynı zamanda İran rejiminin hem iç hem de dış meşruiyetini istemeden de olsa pekiştirme potansiyeli taşıyan bir adımdır. Özellikle dış saldırılar karşısında halkın bir kısmında oluşan ulusal birlik“ hissi, rejimin kriz anlarında kendini tahkim etmesine zemin hazırlayabilmektedir.

Siyasal bilimler literatüründe rejim tipi ve dış müdahale ilişkisi“ üzerine yapılan araştırmalar, otoriter rejimlerin dış müdahaleye daha açık olduğunu göstermektedir. Bu durumun altında yatan temel nedenlerden biri, otoriter rejimlerin içsel meşruiyetlerini halktan ziyade güvenlik aygıtları, ideolojik manipülasyon ve dış tehdit söylemleri üzerinden kurmalarıdır. Bu rejimlerde siyasi iktidarın toplumsal tabana dayanmaması, rejimi dış baskılara karşı kırılgan hale getirir. Juan Linzin otoriterlik tipolojisinden Samuel Huntington’ın rejim istikrarı analizlerine kadar uzanan kuramsal literatür, otoriter yapılarla dış politika zafiyetleri arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir. Larry Diamond ve Thomas Carothers gibi çağdaş demokratikleşme kuramcıları da, demokrasiden uzak rejimlerin kriz anlarında halk desteğini mobilize edemediğini, bu nedenle dış müdahalelere karşı daha savunmasız olduğunu belirtmektedir[^4][^5][^6]. İran özelinde değerlendirildiğinde, rejimin kendisini sürekli bir dış tehdit“ üzerinden yeniden üretmeye çalışması, bu tehdidin gerçek hale gelmesi durumunda halk desteğini otomatik olarak garanti etmemektedir.

Sonuç olarak, İranda rejimin halk desteğinden yoksun, katı teokratik yapısı; İsrail gibi aktörler açısından bu tür saldırıları daha az maliyetli hale getirmektedir. Güçlü bir demokrasinin varlığı, hem caydırıcılığı hem de saldırıya karşı direnci artırabilir. Dolayısıyla rejim yapısının niteliği, yalnızca iç yönetim açısından değil; dış politika ve güvenlik bağlamında da belirleyici bir rol oynamaktadır. Özellikle dış müdahale tehdidinin mevcut olduğu bölgelerde, siyasal meşruiyetin halk tabanına dayalı biçimde kurulması, yalnızca iç barışı değil, aynı zamanda uluslararası caydırıcılığı da pekiştirici bir unsurdur.

Bu bağlamda, İran örneği, otoriter rejimlerin sadece iç baskılarla değil, aynı zamanda dışsal tehditler karşısında da yapısal olarak kırılgan olabileceğini göstermektedir. Meşruiyeti güvenlik aygıtları ve ideolojik kontrol üzerinden inşa eden siyasal yapılar, kriz anlarında toplumsal dayanışmayı mobilize etme kapasitesinden yoksun kalabilir. İsrailin stratejik hesaplarla gerçekleştirdiği bu tür müdahalelerin kolaylaşması, yalnızca askerî zafiyetlerden değil, aynı zamanda siyasal temsilin eksikliği ve rejimin halkla kurduğu kopuk ilişkiden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, demokrasi eksikliği, dış müdahalenin koşullarını kolaylaştıran asli bir zemin olarak yeniden düşünülmelidir.

Kaynakça

[^1]: Amnesty International. (2024). Iran: Systematic Repression of Dissent Continues. https://www.amnesty.org/
[^2]: Tavaana: E-Learning Institute for Iranian Civil Society. (2023). Iran Protest Movements Timeline. https://www.tavaana.org/
[^3]: Middle East Institute. (2024). Public Opinion Trends in Iran Post-Israeli Strikes. Washington D.C.
[^4]: Linz, J. J. (2000). Totalitarian and Authoritarian Regimes. Boulder: Lynne Rienner Publishers.
[^5]: Diamond, L. (2008). The Spirit of Democracy: The Struggle to Build Free Societies Throughout the World. New York: Henry Holt.
[^6]: Carothers, T. (2002). The End of the Transition Paradigm. Journal of Democracy, 13(1), 5–21.

Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.

Alanlar

Kıtalar ( 5 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2842 ) Etkinlik ( 228 )
Alanlar
TASAM Afrika 80 662
TASAM Asya 100 1149
TASAM Avrupa 23 661
TASAM Latin Amerika ve Karayip... 16 67
TASAM Kuzey Amerika 9 303
Bölgeler ( 4 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1415 ) Etkinlik ( 56 )
Alanlar
TASAM Balkanlar 24 297
TASAM Orta Doğu 25 630
TASAM Karadeniz Kafkas 3 297
TASAM Akdeniz 4 191
Kimlikler ( 2 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1308 ) Etkinlik ( 78 )
Alanlar
TASAM İslam Dünyası 58 786
TASAM Türk Dünyası 20 522
TASAM Türkiye ( 1 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2071 ) Etkinlik ( 84 )
Alanlar
TASAM Türkiye 84 2071

Her ülkenin kurucu ataları vardır. Doğal olarak onlar çok sevilirler ve gelecek kuşaklara gururla aktarılarak unutulmaları önlenmeye çalışılır. Buna rağmen birçoğu hem kendi tarihleri hem de dünya tarihi içinde unutulurlar. Bu nedenle onlar için devasa görsel anıtlar yapılır, resmi kurumlara resimle...;

Önümüzdeki günlerde “Savunma, Güvenlik ve İstihbarat Devrimi“ teması ile düzenlenecek 11. İstanbul Güvenlik Konferansı kayıtlarında artık sona yaklaşılıyor. Küresel bir “okul“ ve uluslararası “pazar“ imkanları ile katılımcılara sertifika ve konferans kitabı verilecek. Yurt içi ve dışından çok sayıda...;

Yeni modellemelere ilham vermek üzere kaynak eser niteliğindeki “Osmanlı Devleti’nde Tasavvuf Hayatının Yönetişimi | Meclis-i Meşâyih Defterleri", prestij standartlarda sınırlı sayıda özel kutulu ansiklopedik boy iki cilt 1378 sayfa olarak yayımlananarak ön siparişe özel indirimi ile TASAM Yayınları...;

Amerika için İşe Yarayan bir Ekonomik ve Güvenlik Düzeni Nasıl Oluşturulur? Oren CASS ABD, 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana geçen 80 yılda iki büyük strateji izledi. Bunlardan biri olağanüstü bir başarıydı: Soğuk Savaş sırasında Amerikan ekonomik yatırımlarını, dış ilişkilerini ve askeri konuşlanm...;

Yuri Aleksandrovich Bezmenov (1939–1993), aynı zamanda Tomas David Schuman olarak da bilinir, propaganda ve ideolojik yıkıcılık konusunda uzmanlaşmış bir Sovyet gazeteci ve KGB ajanıydı. İdeolojik yıkıcılık, bir toplumun gerçeklik algısını o kadar çarpıtma sürecidir ki, toplum kendini yok eder. ;

Güvenlik temalı 5 eş-etkinlikle birlikte bu ay “Savunma, Güvenlik ve İstihbarat Devrimi“ teması ile düzenlenecek 11. İstanbul Güvenlik Konferansı kayıtları hızla devam ediyor. Küresel bir “okul“ ve uluslararası “pazar“ imkanları ile Konferans katılımcılarına sertifika ve konferans kitabı verilirken ...;

2026 “hesap verebilir hızlanmadan” ölçekli performansa geçiş yılı olacak. Bütçeler ölçülebilir verimlilik/kârlılık hedeflerine bağlanıp, süreçler ajan/otonom iş akışları ışığında yeniden kurgulanacak. Bu not; Wharton Human-AI Research 2025 bulgularını temel alarak 2026’ya dönük öngörüleri “Yatırım g...;

“Yurtta sulh, cihanda sulh.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk Atatürk'ün bu sözü, sadece bir dönemsel barış çağrısı değil; Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzyılı aşan dış politikasının özüdür. Bugün, cumhuriyetimizin 102'nci yılında, Türkiye'nin Doğu ile Batı arasında savrulmadan denge kurabilmesi, her zamank...;

9. Türkiye - Körfez Savunma ve Güvenlik Forumu

  • 27 Kas 2025 - 28 Kas 2025
  • Wish More Hotel Istanbul -
  • İstanbul -

7. Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu

  • 27 Kas 2025 - 28 Kas 2025
  • Wish More Hotel Istanbul -
  • İstanbul -

4. İstanbul Siber-Güvenlik Forumu

  • 27 Kas 2025 - 28 Kas 2025
  • Wish More Hotel Istanbul -
  • İstanbul -

8. Türkiye - Afrika Savunma Güvenlik ve Uzay Forumu

  • 27 Kas 2025 - 28 Kas 2025
  • Wish More Hotel Istanbul -
  • İstanbul -

2. Yeniden Asya Güvenlik Forumu

  • 27 Kas 2025 - 28 Kas 2025
  • Wish More Hotel Istanbul -
  • İstanbul -

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programı | 2024 Dönem 1

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programları ile katılımcılara stratejik yönetim ve liderlik alanlarındaki yeniliklerin aktarılması, Türkiye ve dünyadaki gelişmeler ışığında ulusal ve uluslararası güvenlik stratejileri konularında çok yönlü analiz, sentez ve değerlendirmeler yapabilmelerine, çözüm önerileri, farkındalık ve gelecek öngörüleri geliştirmelerine destek sağlanması amaçlanıyor.

  • 20 Oca 2024 - 10 Şub 2024
  • İstanbul - Türkiye

11. İstanbul Güvenlik Konferansı (2025)

  • 27 Kas 2025 - 28 Kas 2025
  • Wish More Hotel Istanbul -
  • İstanbul -

1. Yeniden Asya Güvenlik Forumu

  • 21 Kas 2024 - 22 Kas 2024
  • İstanbul - Türkiye

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “ABD Hegemonyasına Meydan Okuyan Çin’in Zorlu Virajı; Güney Çin Denizi” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Küresel Rekabet Penceresinden Pasifik Adaları” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in uzun araştırmalar sonunda hazırladığı “TEKNOLOJİK ÜRETİMDE BAĞIMSIZLIK SORUNU; NTE'LER VE ÇİPLER ÜZERİNDE KÜRESEL REKABET” isimli stratejik raporu yayımladı

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Sri Lanka’nın Çöküşüne Küresel Siyaset Çerçevesinden Bir Bakış” isimli stratejik raporu yayımladı.

Rusya'nın hem Avrasya bölgesine hâkim olmak hem de dünya politikalarında lider aktörlerden biri olmak amacıyla geliştirdiği Avrasyacılık tartışmaları, analitik olarak klasik ve modern olarak değerlendirilebilir.

Soğuk savaşın ardından, “yeni dünya düzeni“ olarak adlandırılan dönem, hegomonik bir güç olarak beliren ABD’nin “büyük vaadi“ ile başladı: “Demokrasiyi dünyada yaygınlaştırmak“. Bu “büyük“ vaad, yoksulluk, adaletsizlik ve şiddet dolu bir dünyayı kurmak biçiminde gerçekleşti ve iki “siyasi/askeri“ ar...

Yemen, Coğrafi konumu itibarıyla kızıl denizin Hint Okyanusu’na açıldığı kapıdır. Afrika boynuzu ile birlikte Bab’ül Mendeb boğazının doğu kıyısında yer almaktadır. Yeryüzünde denizler üzerinde seyreden malların p gibi büyük bir oranı Süveyş kanalı, Kızıl Deniz ve Aden körfezinden geçtiği düşünülürs...

1 - İKT Üyesi Ülkeler Düşünce Kuruluşları Forumu 28 - 30 Ocak 2010 tarihleri arasında İstanbul’da yapıcı ve samimi bir ortam içinde cereyan etmiştir.