Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler yıllardır gündemlerinde uzaya önemli ölçüde yer vermekte. Bürokrasilerindeki yeni düzenlemeler, özel şirketlere verilen teşvikler, uzaya hem bilim ve teknoloji hem savunma ve güvenlik alanlarında ayırdıkları bütçeler uzayda var olmanın önemini kanıtlar nitelikte. Bilim alanındaki ilerleyişlerde birçok ülkeden bahsetmek mümkün olsa da uzayda savunma ve saldırı yetenekleri söz konusu olduğunda en etkin üç devlet üzerinden konuyu yorumlamak yanlış olmayacaktır.
Güncel hâliyle iki büyük güç Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin her alanda birbirleriyle çatışmalarını sürdürüyorlar. Gerek başka ülkeleri hedef alarak uyguladıkları toprak işgali, gerek asker ve mühimmat konumlandırma ile ellerinde bulundurdukları nükleer koz ve gerekse de birbirlerine uyguladıkları ekonomik yaptırımlarla iki ülke arasındaki gerginlik gittikçe artan bir grafiğe sahip. Bununla birlikte, kuşkusuz başka ülkelerin de bu sürece dâhil olma ihtimali ve özellikle Çin’in güçlü olarak adlandırabileceğimiz devletlerle çevrili olması, bu iki ülkeyi aktif bir savaştan alıkoyabilir. Ancak iki ülkenin uzayda karşı karşıya gelmesi, bu açık husumetin üstün tarafını belirleyebilir.
ABD’nin diğer ülkelere kıyasla erken başlayan ve güçlü adımlarla devam eden uzay üstünlüğü son yıllarda Çin’in yükselişiyle tehdit altında. Rakiplerini sıkı takip eden ve bunlardan kendisine kılavuz oluşturan Çin, ABD’nin kendisini bir uzay yarışında ve - Amerikan analistlerin de tanımlamasıyla - İkinci Soğuk Savaş’ın içinde bulmasına sebep oldu.
ABD ile klasik savaş yöntemleri kullanarak çatışmanın yıkıcı olacağının bilincinde olan Jinping Hükûmeti hem yeni iş birlikleri başlattı hem de rekabeti tahmin ve takip edilebilirlik açısından en temiz silahlanmayı yapabileceği uzaya taşıdı. 3 ülke - Rusya, İran ve Kuzey Kore - ile CRINK adı verilen bir dayanışma anlaşması oluşturup gıda, petrol, silah, diplomatik destek ve askerî yardım konularında iş birliği yaparak ilişkilerini derinleştirmek üzere adım attı.
Uzay çalışmalarının başlangıç noktası olarak ise, artık her ne kadar doğruluğu tartışılsa da kısa süre önce Süper Güç olarak görülen ABD’nin adımlarını takip etti. 1980’li yıllardan sonra ABD’yi örnek alarak STEM (Bilim, Teknoloji, Mühendislik, Matematik) mezunları yetiştirmeye ağırlık verdi ve 40 yıllık bir süre içinde ABD’yi Hindistan’ın da arkasında üçüncü sırada bırakarak liderliğe oturdu.
Çin, devletin kuruluşunun 100. yılı olan 2049 yılına kadar askerî ve ekonomik alanlarda “bir numara“ olmayı hedeflediğini birçok kez dile getirdi. 2024 yılında bir ilki gerçekleştirerek Ay’ın uzak tarafından örnek toplamayı ve bunları Dünya’ya getirmeyi başardı. Özel şirketlerle iş birliklerini çoğaltarak yeniden kullanılabilir roket teknolojilerini geliştirerek SpaceX ile rekabet edebilecek seviyeye gelmeyi hedefliyor. Özellikle ultra modern bir askerî güç oluşturma yolunda ilerlerken, üzerinde durdukları en önemli bileşenlerden birinin de yapay zekâ olduğu Jinping tarafından belirtildi.
ABD’de ise yeniden başkanlık koltuğuna oturan Trump, 2017-2021 döneminde Ay’da tekrar insan varlığına yönelik çalışmaları önceliklendirmiş ve Nisan 2025 itibarı ile 53 üye ülkesi bulunan Artemis Anlaşmaları’nı yürürlüğe koymuştu. Her ne kadar zamana ihtiyaç olsa da insanlı Ay misyonları aynı zamanda Mars’a insan gönderme operasyonlarının da başlangıç noktası olarak görülmektedir. Yine bu dönemde sivil, ticari, ulusal ve uluslararası uzay politikası ve stratejilerinin oluşturulmasına ve uygulanmasına dair çalışmalar yapacak olan Ulusal Uzay Konseyi yeniden kurulmuş, bütçe ve verimlilik konularıyla tartışmalara sebep olan Uzay Kuvvetleri, Kongre tarafından onaylanarak resmen faaliyete geçirilmiştir.
Yeni dönem başkanlığında ise Trump’tan uzaya yönelik beklentiler arasında; Ay yüzeyinde keşif yapılmaya başlanması, özel sektörle de iş birliği yapılarak ulusal güvenlik için uzay kapasitesinin geliştirilmesi, Ay’a insanlı bir gidiş gerçekleştirilmesi bulunmaktadır. Bu hedeflerin temel motivasyonu ise ABD’nin sürekli ertelemek durumunda kaldığı projelerinin de yol açtığı “Çin tarafından yeniliyor“ olma düşüncesini bertaraf etmektir. Amerikan analistler, bu yeni rekabette Hükûmet’in yeterince aktif olmadığına, Konsey çalışmalarının verimsiz olduğuna dair eleştirilerde bulunmaktadır.
Bilimsel ilerleyişin odak noktası olan uzay, aynı zamanda savaşın en sessiz ve tahmin edilemez özellikleriyle yeni bir bölgesi. İletişim, navigasyon ve istihbaratın kaynağı olan uyduların savunmasız bırakılması ülkeler için en tehlikeli durumlardan biri olabilir. Uydulara yapılacak müdahale ile şehirler elektriksiz bırakılabilir; askerî bilgiler, uyduların kontrolü, radar görüntüleri ele geçirilebilir; iletişim ağı kesilebilir. Çin’in sahip olduğu yüksek irtifa elektromanyetik darbe silahları (HEMPs), güçlü elektromanyetik alanlar oluşturmayı ve elektronik yıkımı maksimum seviyeye taşımayı hedefleyen küçük ve düşük verimli nükleer silahlardır. Amerikan istihbaratı tarafından edinilen bilgiye göre, her ne kadar henüz tehditkâr bir seviyeye gelmiş olmasa da Rusya’nın da elektromanyetik darbe silahları (EMPs) üzerinde çalıştığı iddia ediliyor. Çin’in de geliştirdiği EMP, yüzlerce kilometrelik bir alandaki elektronik cihazları pasif hâle getirebilir ve yanmalarına sebep olarak imha edebilir. Bu silahlar kalıcı kesintilere yol açarlar, rakipler karşısında bilgi üstünlüğü elde etmek açısından da kritik öneme sahiptirler.
İstihbarat, uzay yetenekleri ve uydular sayesinde elde edilen en önemli güçlerden biridir. Teknolojik gelişmeler sayesinde artık savaşlar bilgi üstünlüğü üzerinden seyretmektedir. Çin Halk Kurtuluş Ordusu, iletişim altyapısını güçlendirmek, ağ savunmasını desteklemek ve edinilen bilgileri daha aktif şekilde işleyebilmek için Bilgi Destek Kuvvetleri adı altında özel bir birim oluşturmuştur. Rusya - Ukrayna savaşında Rusya devlet destekli karanlık bir paralı ordu olarak tanımlanan Wagner Grubu, Çin ile yaptığı anlaşmayla uydu ve bu uydulardan sağlanan istihbaratı satın alarak Ukrayna’ya karşı üstünlük elde etmiştir. Hem eski usul silahlardan hem de uydu istihbaratından faydalanan Grup, bu sayede Ukrayna, Libya, Sudan gibi ülkelerdeki karargâh alanlarını izlemiştir. Ayrıca Rusya, bu savaş sürecinde Viasat’ın yerdeki sistemlerine, SpaceX’in ise StarLink uydularına siber saldırı düzenleyerek iletişim için bu uyduları kullanan Ukrayna’nın iletişimini kesmeyi amaçlamış, birçok Avrupa ülkesinde de internet kesintilerine sebep olmuştur.
Çin’in de siber saldırılar konusunda kötü bir şöhrete sahip olduğu biliniyor. Sadece kendi vatandaşlarına dair bilgiler değil, Amerikan vatandaşlarının da bilgileri hem kendi yetenekleri hem devlet destekli bilgisayar korsanları aracılığıyla Çin devleti tarafından ele geçirilebilmekte. Bunun son örneği - her ne kadar Çin devleti tarafından inkâr ediliyor olsa da - Aralık 2024’te Çinli bilgisayar korsanlarının Amerikan Hazine Bakanlığı’na ve ayrıca Amerikan telekomünikasyon şirketlerine sızıp vatandaşların telefon verilerini ele geçirmesi. Bilgisayar korsanlığına maruz kalan şirketlerden birinin ifadesine göre, her ne kadar ilk gün şüpheli bir aktivite tespit edildiyse de saldırıya uğradıklarını belirlemeleri 3 gün sürdü. Bu siber saldırıların sebebinin ise para çalmak değil casusluk için bilgi aramak olduğu belirtildi. Sızdırılan bir Amerikan raporuna göre, Çin, uzaydaki stratejik varlıklara doğrudan müdahale edebilecek nitelikte güçlü teknolojiler üzerinde de çalışmalar yürütmektedir.
Uzaydaki varlıklarına dair bilgi güvenliği için, ABD de Çin’e benzer şekilde 2024’te Uzay Kuvvetleri’nin bir saha operasyon ajansı olarak Ulusal Uzay İstihbarat Merkezi’ni oluşturdu. 2025 yılında Veri ve Yapay Zekâ Stratejik Eylem Planı’nı yenileyerek yapay zekânın yörüngedeki nesneleri izlemesi, potansiyel tehditleri tespit ve analiz etmesi, gerekli durumlarda uyarılarda bulunması için kullanımının geliştirileceğini duyurdu. Burada edinilen bilgiler değerlendirilmek üzere Ulusal Uzay İstihbarat Merkezi’ne iletilecek. Bu bağlamda, özel şirketlerle de iş birliği yapılarak onlar da sürece dâhil ediliyor.
Düşük yoğunluklu aktivitelere ek olarak, uzay aktif çatışmalara ev sahipliğine de açık bir ortamdır. Amerikan askerî kaynakları, Çin’in alçak dünya yörüngesinde uydularıyla senkronize ve kontrollü şekilde, hava kuvvetleri terminolojisinde 'it dalaşı' olarak bilinen taktiksel manevralar gerçekleştirdiğini bildirdi. Bu çalışmaların, ülkenin alçak yörüngedeki kabiliyetlerini ve taktiklerini geliştirmeye yönelik olarak sadece navigasyon amaçlı değil takip ve izleme amacıyla da sürdürüldükleri tahmin edilebilir. Bu yeteneğe sahip olduğunu geçtiğimiz yıllarda Rusya da bir uydusunun içinden daha küçük boyutta bir uydu tahliye ederek ABD uydusunun yanında yaptığı birkaç takip manevrasıyla göstermişti. ABD’nin de uydulara yaklaşma, buluşma ve takip teknolojilerini “tehdit oluşturmayan“ amaçlarla kullandığı belirtiliyor.
Balistik füze temelli uydusavar (ASAT) testlerinin ise doğrudan saldırı amacı taşımadığı ileri sürülebilse de, bu tür denemelerin stratejik bir güç gösterisi niteliği taşıdığı göz ardı edilemez. Çin 2007 yılında kendisine ait kullanımda olmayan bir meteoroloji uydusunu parçalayarak yıkıcı bir ASAT testi gerçekleştirmişti. Hâlâ parçalarının bir kısmının yörüngede dolaştığı uydunun 3000’den fazla sayıda uzay enkazı bırakmasına sebep oldu. Buna cevaben 2008 yılında ABD de bir füze fırlatarak kendisine ait bir uyduyu parçaladı. Devamında 2019 yılında Hindistan, 2021 yılında ise Rusya bir ASAT testi gerçekleştirdi. Her bir test, yörüngede uzun süre var olacak uzay enkazları bıraktı.
Bununla birlikte ABD, tekrar bir ASAT testi gerçekleştirmedi. Aksine, Rusya’nın yıkıcı testinden sonra Harris 2022 yılı başkan yardımcılığı döneminde ASAT testlerine yasak getirildiğini duyurdu. Gerekçe olarak ise bu testler sonucu oluşan uzay enkazlarının uzay faaliyetlerini tehlikeye atması ve aktif bir çatışmaya zemin hazırlama ihtimali gösterildi. Güvenli ve sürdürülebilir bir uzay mevcudiyeti için bu karar isabetli olsa da ABD ulusal güvenliğine dair endişeler barındırıyor. Bu karar daha sonra Birleşmiş Milletler’e de taşındı ve bağlayıcı olmamakla birlikte devletlerin kendi isteği ile ASAT testleri yapmamasına dair karara 2022 yılında 155 ülke kabul verdi. Rusya ve Çin’in de içinde olduğu 9 ülke ise oylamada ret oyu kullandı.
Rusya’nın da taraf olduğu Dış Uzay Anlaşması, taraf devletleri uzayın barışçıl amaçlarla kullanımı konusunda taahhüt altına almış, uzayda silah kullanımını sınırlandırmıştır. Fakat Rusya son yıllarda silah kontrolünü savunan anlaşmalardan çekiliyor veya bunlara ret oyu veriyor. Çin’in de anlaşmalara sadakatine dair uluslararası toplumda güçlü bir güven duygusu mevcut değil.
ABD bu yarışta geri kalmakla eleştiriliyor olsa da birbirlerini kovalayan adımlar izleyen devletlerin rekabetinin en büyük motivasyonu - Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi - aslında uluslararası prestij. Rusya’yı son yıllardaki ekonomik yıpranmışlığından dolayı biraz sürecin dışında bırakırsak, ABD ve Çin’in iki hırslı başkanının da gelecek yıllar için planı, ülkelerinin uzayda ve dolayısıyla dünyada lider olması. Ve her ne kadar her fırsatta uzayda barışı savunduklarını iddia etseler de iki ülkenin de savunma ve gerektiğinde saldırı odaklı kapasitelerini geliştirmek üzere çalıştığı artık şüphe götürmez bir gerçek. Yönetimde iki agresif başkan bulunduğu sürece, sürecin nereye kadar soğuk kalacağını kestirmek biraz güç. Tarafsız aktörler ve uluslararası organizasyonların arabuluculuğu ve denge politikaları ile nükleer gücün caydırıcılığına rağmen bu iki devletin güvende ve güçlü hissetme arzusu sebebiyle gerginliğin dozunun yüksek bir seviyede seyretmesi muhtemel.
Bu ileri düzey gelişmelerin ardından, uzayda henüz etkin bir varlık gösteremeyen Türkiye’yi bu güçlerle değil, onlara karşı konumu üzerinden değerlendirmek daha isabetli olacaktır. Hâlihazırda Türkiye, Türksat uydularıyla iletişim altyapısını güçlendiriyor ve Türkiye Uzay Ajansı (TUA) ile “Ay’a Sert İniş“, “Yerli Roket“ gibi projeler üzerinde çalışıyor. Sert iniş için belirlenen tarih aslında 2023’tü, fakat şu an için 2026 yılına ertelendi. Türkiye ayrıca Somali’de bir roket fırlatma üssünü faaliyete geçirmeyi planlıyor.
Türkiye, Rusya’nın Çin ile yürüttüğü Uluslararası Ay Araştırma İstasyonu’na (ILRS) katılmak için de başvuru yaptı. Ayrıca, ABD ve Rusya ile astronot gönderme görüşmeleri yapmıştı. “Yerli Roket“ teknolojisi ve “Bağımsız Uzay Üssü“ gibi geliştirilmek istenen projeler, Türkiye’nin bu alanda bağımsız bir aktör olma isteğini gösteriyor. Ancak, Türkiye’nin uzay teknolojilerindeki kapasitesi henüz ABD, Çin veya Rusya ile rekabet edecek seviyede değil ve onlardan gelecek desteklere ihtiyacı var. Bilimsel çalışmaların gidişatında da aslında Türkiye’nin politik yaklaşımı etkili olacak.
Türkiye’nin ABD, Çin ve Rusya arasındaki uzaya dayalı güvenlik ve teknoloji rekabetinde alacağı pozisyon; stratejik çıkarları, teknolojik kapasitesi ve uluslararası ittifakları göz önünde bulundurularak şekillenmeli. Türkiye, NATO üyesi olarak ABD ile yakın bir ittifak içinde olsa da Rusya ve Çin ile de pragmatik ilişkiler sürdürüyor. Henüz emekleme aşamasında olduğu bu alanda, Türkiye bu üç güç arasında bir denge politikası izleyebilir.
Bununla birlikte, ABD ile NATO ittifakı, Rusya veya Çin ile yakınlaşmayı sınırlayabilir. Ayrıca, Türkiye’nin teknolojik altyapısı henüz bu üç ülkenin uzaydaki askerî kapasitesine karşı koyacak düzeyde değil; bu da bir bağımlılık riski yaratmakta. Bu güç savaşının içinde kalmamak ve ulusal güvenlik konularında bağımsız hareket edebilmek için Türkiye hızlı adımlarla teknoloji ve bilgi transferine odaklanıp, uzun vadede bağımsız bir uzay programı hedeflemeli. Bu, Türkiye’yi Batı ve Doğu arasında stratejik bir köprü haline getirirken, kendi çıkarlarını maksimize etmesini sağlayacaktır.
Fakat her şeyden önce, bütün bunlar için başlangıç aşamasına dönersek - ki öyle bir noktadayız - Türkiye’nin uluslararası arenada nasıl bir konumda olmak istediği netleştirilip, buna yönelik kurumlar arası bütçe dağılımının tekrar düzenlendiği; eğitim, bilim ve teknolojiyi önceliklendiren yatırımlar yapıldığı bir sistem tercih edilmelidir. Hem süper güçlerin hızlı ve hırslı ilerleyişlerinin arasında hem de gelecek perspektifinden uzak bir ideolojik yapıda bu kolay olmayacaktır; fakat bir noktada uzayda elde edilen bir konum; siyasi, ekonomik ve güvenlik bağımlılıklarından bir çıkış yolu sağlayacaktır.