ÖZET
1. GİRİŞ
Bununla birlikte, iletişim teknolojisinin gelişmesi aynı zamanda iletişim etiğinin de zedelenmesine yol açmıştır. Hızla dolaşan küresel (ham) bilgi, manipülasyonların etkisiyle toplumları ve siyaseti yanıltıcı/yanlış istikametlere yönlendiren ve uluslararası ilişkilerde barış karşıtı gelişmelere çanak tutan ana sebeplerinden olmuştur. “Hakikat sonrası çağ“ (post-truth) döneminde dijital alanda ahlak ve güvenlik açısından olumsuz sonuçlar yaşanmakta, toplumun morali ve ahlaki değerlerinin aşınmasının ötesinde siyaset kurumunun etkilenmesi açısından ciddi tehdit boyutlarıyla karşılaşılmaktadır.
Bu durumun değiştirilmesi mümkün müdür? Hiç kuşkusuz söz konusu tehditlerle başa çıkmak için devletler çaresiz değildirler. Bununla birlikte bu çarelerin “zamanın ruhuna“ uygun ve mevcut siyasal sistemle uyumlu olması gerekmektedir. Toplumun aydınlatılması ve yönlendirilmesi, bu arada dijital okuryazarlığın geliştirilmesi en önemli tedbir olarak akla gelmektedir. Bu çalışmada daha sorumlu ve güvenli bir dijital ekosisteme yönelik makul adımlar olarak etik normları ve dijital güvenliği birlikte ele almanın önemini tartışmaya açmaktadır. Hakikat sonrası çağın getirdiği dezenformasyon olgusu ile mücadelede bilimsel bir bakış açısıyla hangi yöntemlerin söz konusu olabileceği çalışmamızın konusudur. Bu yöntemlerin etki gücünün gözleme dayalı araştırmaların yetersizliği nedeniyle ne kadar tatmin edici olduğuna ilişkin henüz tam bir tespit mümkün olmamaktadır. Bu durumun sebepleri de çalışmamızda ele alınmıştır.
II. HAKİKAT SONRASI ÇAĞ
Felsefede “gerçek“ kavramı antik çağlarda bilgi hakkında yanlış iddialarla ilgili düşünülmüştür. Daha açık bir ifadeyle, cehalet tamir edilebilir; cehalete kapılmış insan öğretilebilir. Asıl tehlike, kibrinden dolayı “gerçeği bildiğini“ düşünen ve aceleyle yanlış yapmaya ve bu yanlışı yaymaya çalışandan gelmektedir. “Gerçek olmayanı“ hata yaparak ve bir kastı olmadan yayanın yanlışlık yapması müsamahayla karşılanabilir. “Yanlışla“ yalan arasındaki farkın anlaşılması halinde bu kabulü göstermek meşru olacaktır. Cehaletin, daha hafif tabiriyle yeterli bilgi sahibi olmadan yanlışlığı yaymanın, alıcıları aldatmak maksadıyla bilerek yapılan doğruluk dışı “bilgi“- tabii buna bilgi denebilirse- yayanlara nazaran anlayışla karşılanması mümkündür. En azından cehalet eseri “bilginin“ yayılması ile mücadele daha kolay olmakta, yayıcısı da ancak bir dereceye kadar sorumlu tutulabilir. Müsamaha gösteriemeyecek olan, “kasıtlı cehalet“ ile yapılan dezenformasyondur. Bununla birlikte, yanlış aksettirilen gerçeklere kolaylıkla ulaşılabilir olunması en önemli şarttır.
Gerçeği kabul etmekten imtina eden inkarcılar ve diğer ideologlar, inanmak istemedikleri gerçeklere karşı rutin olarak aşırı yüksek bir şüphe standardı benimserken, kendi gündemleriyle uyumlu olan her türlü “gerçeğe“ karşı ise tam bir saflıkla yaklaşırlar. Ana kıstasları, önceden var olan inançlarına neyin hizmet ettiğidir. Bu, gerçeklerin reddi değil, gerçeklerin güvenilir bir şekilde toplanması ve kişinin gerçeklik hakkındaki inançlarını şekillendirmek için güvenilir kullanılma sürecinin yozlaşmasıdır. Böylece önemini yitiren gerçeğin reddedilmesi, yalanların bizim onları nasıl hissettiğimizden bağımsız olarak doğru olduğu fikrini ve gerçeği bulmaya çalışmamanın bizim çıkarlarımıza hizmet ettiğini ihsas etmektedir. Bu suretle post-truth bir tür ideolojik üstünlüğe yol açmakta, kanıtı olsun olmasın, mesajların alıcılarını bir şeylere inandırmak için zorlamakta ve bunun siyasal egemenliğin bir aracına dönüşmesi söz konusu olmaktadır.
Yalan bilinçli olarak gönderilen mesajları çarpıtma ve alıcıları kandırmak eylemidir. Fakat her yalanın bir alıcısı vardır. Mesajların hedefi olan alıcıların bilinçli olarak yalan olduğu bilinen gerçek dışı bilgilerle manipüle edilmesi amacı taşınıyorsa bunu post-truth olarak nitelendirmenin doğru olacağı düşünülmektedir. Gerçeklerin yorumlanmasında yanlış yapma ile yalan arasında ince bir çizgi var olmakla birlikte, neticeleri itibariyle hakikat sonrası çağın iletişiminde yaşanan mevcut sorun salt gerçeğe ve yalanın yol açtığı sonuçlar nedeniyle toplumsal yaşama ve devlete karşı ciddi bir tehdidin ortaya çıkmasıdır.
Bu tehditle başa çıkabilmek için cehaleti, yalanı, çıkarcılığı, kayıtsızlığı, siyasi manevraları veya hatta deliliği konumlandırmak ve açıklamak gereklidir. Esasen bunlarla yüzyıllardır tanışıyoruz. Asıl yeni olan şey, post-gerçeklik çağında sadece gerçeği bilme anlayışına değil, gerçeğin kendisinin varlığına yönelik bir meydan okumanın varlığıdır. Bir birey yanlış bilgilendirildiğinde veya yanıldığında, muhtemelen bedelini ödeyecektir; ancak toplumda sorumlu mevkilerde bulunanlar ya da toplumun bir kısmı temel gerçeklere inkârcı bir şekilde yaklaşırsa, bunun sonuçları ülkeyi ve giderek dünyayı sarsabilir. Bireyleri ve toplumsal kümeleri manipüle etme amacıyla yayılan yanlış ve yanıltıcı bilgi olarak tanımlayabileceğimiz dezenformasyon demokratik süreçlerin işleyişini olumsuz yönde etkilediği kadar toplumda radikalleşmeyi körüklemekte ve nefret tohumlarının serpiştirilmesine hizmet etmektedir. Bu nedenle dünyadaki birçok siyasal karar verici hızlı ve etkili yöntemlerle dezenformasyonla mücadele arayışı içindedir. Ancak bu mücadelenin yöntemlerini destekleyecek ampirik araştırmaların henüz çok yeterli olmadığı da bir vakıadır. Kısacası sorun, buzdağının suyun yüzünde kalan kısmından büyüktür.
O halde ne yapılması gerekmektedir? Öncelikle post-truth olgusunun kökenleri ve meydana geliş nedeninin tespitiyle işe başlamak gerekmektedir. Binlerce yıldır insanlığın ortak sorunu olan bilişsel mantıksızlık (cognitive irrationality) post-truth ya da hakikat sonrası çağımızda etkilerini sürdürmektedir. Aşağıda doğru ile yanlışın iç içe girdiği bu dönemde devlet ve toplum güvenliğinin temini maksadıyla siyaset kurumunun ve hukukun zaaflara uğramadan nasıl çözümler getirebileceği ele alınmıştır.
Devamı için tıklayınız.