Fildişi Sahili'nden Nijerya'ya dek Batı Afrika'da pek çok siyasi sorun, istikrarsızlık ve kanlı çatışmalar yaşanmaktadır. Askeri darbeler, diktatörlükler, açlık, AIDS, terörizm, insan kaçakçılığı gibi sayısız sorun günümüzde Batı Afrika'nın kökleri oldukça geriye giden bir sorununa dayanmaktadır: sömürgecilik.
Afrika ve Afrikalıların kaderinde onulmaz bir iz bırakan sömürgecilik dönemi Portekizlilerin kıtaya adım atmasıyla (15. Yüzyılın başlarında) başlamıştır. Önceki dönemde Sahra Çölü doğal bir set oluşturduğu için kıtanın kuzey kesimleri hariç diğer bölgeleri dünya için bir gizem olarak yer alırken, Portekizlilerin günümüzdeki Benin topraklarına adım atarak kıtayı Batı Afrika'dan itibaren keşfetmeye ve ele geçirmeye başlamasıyla bu gizem artık ortadan kaybolmuş ve az bir bedelle kıtanın yeraltı ve yerüstü kaynakları Avrupalı sömürgeci güçler için ulaşılabilir olmuştur.
Afrikalıların İkinci Dünya Savaşı sonrası bağımsızlık kazandıkları süreci birçok iç savaş, darbe ve özellikle Soğuk Savaş döneminde pek çok ideolojik karmaşa takip etmiştir. Sömürgecilik sonrası büyük bir güç boşluğu yaşayan Batı Afrika ülkeleri, sosyo-ekonomik pek çok sorunla baş başa kalmıştır. Kötü yönetişim, yolsuzluk, hukuk devleti ilkesine aykırılık gibi pek çok yönetime ait eksiklikler Batı Afrika'da köklü problemlerin türemesine ve bu problemlerin güçlenmesine neden olmuştur. Bölge sorunları etki ve sonuçları bakımından uluslararası bir boyut kazanırken, sorunlara yönelik uzun vadeli çözümler getirilememiş ve bölge ülkeleri bu noktada yalnız bırakılmıştır.
Batı Afrika gerek doğal kaynakları gerekse deniz canlıları ile zengin rezervlere sahip bir bölgedir. Fakat bölgenin ulus devlet inşası sürecine yeni geçmiş olması, yönetime dair eksiklikler, iç çatışmalar ve karışıklıklar söz konusu rezervlerin yeterli ve doğru miktarda kullanılmasını engellemektedir. Sonuç itibariyle sömürge döneminin bıraktığı pek çok olumsuz etki ile bölge, ekonomik geri kalmışlık, sağlık ve gıda sorunları ile baş başa kalmaktadır.
Bölge ülkelerinin kendi kimliklerine dair algılamaları, benliklerini tanımlama biçimleri, sömürgeci ülkeler tarafından dayatılan kavramlara karşı duyulan yabancılık, iç ve dış politikada duydukları güvensizlikleri arttırmaktadır. Neticede bölge pek çok, Ulusötesi suça ev sahipliği yapmakta, çatışma ve istikrarsızlık ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu bağlamda öncelikle sömürge sonrası dünyayı anlamak için uluslararası ilişkilerde eleştirel bir teori olarak ortaya çıkan postkolonyalizm ele alınacak daha sonra bölgede var olan sorunların dayandırılacağı güvenliğe ilişkin kavramlara yer verilecektir.
Bir uluslararası ilişkiler disiplini olarak postkolonyalizm, geleneksel uluslararası ilişkiler teorilerini Batı-merkezci olmakla ve sömürgeci geçmişe sahip ülkeleri korumakla eleştirmiştir. Postkolonyalizm, geleneksel teorileri postkolonyal süreçte sömürgeciliği yeniden dizayn etmekle ve Batılı ülkelerin hegemonyasını bu şekilde meşrulaştırmakla suçlamaktadır. Martinik asıllı filozof Franz Fanon, sömürgeciliği ötekinin sistematik bir şekilde inkâr edilmesi ve insani herhangi bir özellikle özdeşleştirilmemesi olarak tanımlamaktadır. Kısacası sömürgecilik sadece maddi çıkarla ilişkili bir kavram olmamakla birlikte, karşısındakinin kimliğini hiçe sayan bir şiddet eylemi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Kolonyalizm, insani özellikleri Batı'ya atfetmekte ve sömürülen ötekinin insani özellikleri edinmesinin tek yolu olarak Batılı değerleri taklit etmesini göstermektedir.
Postkolonyalizm, Batı'nın Doğu üzerindeki egemenliğini eleştirirken bunu dekolonize etmeye çalışmaktadır. Fransız filozof Michel Foucault ise postkolonyalizmi kimlik oluşum süreci ile ele almıştır. “Biz“ ve “ötekinin“ inşasında, Batı Doğu'yu öteki olarak tanımlamakta ve kendisinin “ötekisini“ ilkel olarak betimlemektedir. Böylece Batı, gelişmişliğinin kaynağı olarak kendisini kabul ederken bunun dağıtımını üstlendiği bir rolü benimsemiştir. Fakat gelinen nokta, Batı'nın bu yolla egemenliğini meşrulaştırdığını göstermektedir.
Egemenliklerini 1950'li yıllarla birlikte tesis etmeye çalışan Batı Afrika ülkeleri, ulus-devlet inşa etme noktasında yönetime ilişkin pek çok problemle karşı karşıya kalmaktadırlar. İç istikrarı oluşturmak, devlet yönetimine ilişkin sorunlar, ekonomik geri kalmışlık, insan sağlığı ve güvenliğindeki yetersizlikler, terörizm, çatışma, kaynaklarını etkin ve yeterince kullanılamaması gibi bir dizi sorunla karşı karşıya kalan bölge, sorunlarına çözüm getirememektedir. Bölgedeki sorunlara ilişkin bazı önemli kavramlar şu şekildedir:
Afrika ve Afrikalıların kaderinde onulmaz bir iz bırakan sömürgecilik dönemi Portekizlilerin kıtaya adım atmasıyla (15. Yüzyılın başlarında) başlamıştır. Önceki dönemde Sahra Çölü doğal bir set oluşturduğu için kıtanın kuzey kesimleri hariç diğer bölgeleri dünya için bir gizem olarak yer alırken, Portekizlilerin günümüzdeki Benin topraklarına adım atarak kıtayı Batı Afrika'dan itibaren keşfetmeye ve ele geçirmeye başlamasıyla bu gizem artık ortadan kaybolmuş ve az bir bedelle kıtanın yeraltı ve yerüstü kaynakları Avrupalı sömürgeci güçler için ulaşılabilir olmuştur.
Afrikalıların İkinci Dünya Savaşı sonrası bağımsızlık kazandıkları süreci birçok iç savaş, darbe ve özellikle Soğuk Savaş döneminde pek çok ideolojik karmaşa takip etmiştir. Sömürgecilik sonrası büyük bir güç boşluğu yaşayan Batı Afrika ülkeleri, sosyo-ekonomik pek çok sorunla baş başa kalmıştır. Kötü yönetişim, yolsuzluk, hukuk devleti ilkesine aykırılık gibi pek çok yönetime ait eksiklikler Batı Afrika'da köklü problemlerin türemesine ve bu problemlerin güçlenmesine neden olmuştur. Bölge sorunları etki ve sonuçları bakımından uluslararası bir boyut kazanırken, sorunlara yönelik uzun vadeli çözümler getirilememiş ve bölge ülkeleri bu noktada yalnız bırakılmıştır.
Batı Afrika gerek doğal kaynakları gerekse deniz canlıları ile zengin rezervlere sahip bir bölgedir. Fakat bölgenin ulus devlet inşası sürecine yeni geçmiş olması, yönetime dair eksiklikler, iç çatışmalar ve karışıklıklar söz konusu rezervlerin yeterli ve doğru miktarda kullanılmasını engellemektedir. Sonuç itibariyle sömürge döneminin bıraktığı pek çok olumsuz etki ile bölge, ekonomik geri kalmışlık, sağlık ve gıda sorunları ile baş başa kalmaktadır.
Bölge ülkelerinin kendi kimliklerine dair algılamaları, benliklerini tanımlama biçimleri, sömürgeci ülkeler tarafından dayatılan kavramlara karşı duyulan yabancılık, iç ve dış politikada duydukları güvensizlikleri arttırmaktadır. Neticede bölge pek çok, Ulusötesi suça ev sahipliği yapmakta, çatışma ve istikrarsızlık ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu bağlamda öncelikle sömürge sonrası dünyayı anlamak için uluslararası ilişkilerde eleştirel bir teori olarak ortaya çıkan postkolonyalizm ele alınacak daha sonra bölgede var olan sorunların dayandırılacağı güvenliğe ilişkin kavramlara yer verilecektir.
Bir uluslararası ilişkiler disiplini olarak postkolonyalizm, geleneksel uluslararası ilişkiler teorilerini Batı-merkezci olmakla ve sömürgeci geçmişe sahip ülkeleri korumakla eleştirmiştir. Postkolonyalizm, geleneksel teorileri postkolonyal süreçte sömürgeciliği yeniden dizayn etmekle ve Batılı ülkelerin hegemonyasını bu şekilde meşrulaştırmakla suçlamaktadır. Martinik asıllı filozof Franz Fanon, sömürgeciliği ötekinin sistematik bir şekilde inkâr edilmesi ve insani herhangi bir özellikle özdeşleştirilmemesi olarak tanımlamaktadır. Kısacası sömürgecilik sadece maddi çıkarla ilişkili bir kavram olmamakla birlikte, karşısındakinin kimliğini hiçe sayan bir şiddet eylemi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Kolonyalizm, insani özellikleri Batı'ya atfetmekte ve sömürülen ötekinin insani özellikleri edinmesinin tek yolu olarak Batılı değerleri taklit etmesini göstermektedir.
Postkolonyalizm, Batı'nın Doğu üzerindeki egemenliğini eleştirirken bunu dekolonize etmeye çalışmaktadır. Fransız filozof Michel Foucault ise postkolonyalizmi kimlik oluşum süreci ile ele almıştır. “Biz“ ve “ötekinin“ inşasında, Batı Doğu'yu öteki olarak tanımlamakta ve kendisinin “ötekisini“ ilkel olarak betimlemektedir. Böylece Batı, gelişmişliğinin kaynağı olarak kendisini kabul ederken bunun dağıtımını üstlendiği bir rolü benimsemiştir. Fakat gelinen nokta, Batı'nın bu yolla egemenliğini meşrulaştırdığını göstermektedir.
Egemenliklerini 1950'li yıllarla birlikte tesis etmeye çalışan Batı Afrika ülkeleri, ulus-devlet inşa etme noktasında yönetime ilişkin pek çok problemle karşı karşıya kalmaktadırlar. İç istikrarı oluşturmak, devlet yönetimine ilişkin sorunlar, ekonomik geri kalmışlık, insan sağlığı ve güvenliğindeki yetersizlikler, terörizm, çatışma, kaynaklarını etkin ve yeterince kullanılamaması gibi bir dizi sorunla karşı karşıya kalan bölge, sorunlarına çözüm getirememektedir. Bölgedeki sorunlara ilişkin bazı önemli kavramlar şu şekildedir:
- Uluslararası Terörizm: “Bilinçli olarak ve ayrım gözetmeksizin sivilleri hedef alan siyasal şiddet“ olarak tanımlanan terörizmin ortak bir tanımı olmamakla birlikte çok çeşitli tanımlamaları mevcuttur. Terörizmin temelde hedefi halkın moralini bozarak, korku salarak ve medyanın dikkatini çekerek varlığını dünyaya ilan etmektir. Her terör örgütünün temelde ortak özelliği şiddetin diğer aktörleri etkilemek amacıyla kullanılmasıdır. Terörün varlığını insanlık tarihine dayandırmak mümkündür fakat son elli yılda terörist taktiklerin gelişmesi, sivillerin öldürülmesi için daha şiddetli yöntemlerin kullanmasına ve sonuç itibariyle terörist saldırıların daha ölümcül hale gelmesine neden olmuştur.
- Uluslararası Organize Suç: Uluslararası suç olarak kabul edilebilecek bazı suçlar şu şekilde sıralanabilir: kaçakçılık faaliyetleri — uyuşturucu, silah, zararlı atıklar, insan —, fuhuş, yasadışı göç, korsanlık, yasadışı teknoloji transferi vb. Söz konusu ulus-aşırı organize suçlar, zayıf ve başarısız devletlerle, yolsuzlukla ve istikrarsızlıkla ilişkilendirilen rejimlerle, terörün ve çatışmanın var olduğu bölgelerle ilişkilendirilmektedir. Belirtilen suçlar ortaya çıktığı bölgeyi aşıp, uluslararası alanda ciddi tahribata neden olmaktadır.
- İnsan Güvenliği: Soğuk Savaş'ın ardından güvenlik kavramının yaşadığı derinleşme ve genişleme süreci, kavramın askeri güvenliğin dışında yeni güvenlik konularını içine almasıyla sonuçlanmıştır. İnsan güvenliği ilk defa 1994 yılında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının yayınladığı İnsani Kalkınma Raporunda tanımlanmıştır. Söz konusu programda insani güvenlik, “korku ve yoksulluğun olmaması“ şeklinde kavramsallaştırılmıştır. Kalkınma Programında insan güvenliğine ilişkin iki önemli kavram ön plana çıkmaktadır: “freedom from fear“ ve “freedom from wants“. “ Freedom from wants“, şiddet ve çatışmadan ziyade salgın hastalıklar, doğal felaketler ve kıtlığa ilişkin konularla ilgilidir. “Freedom from fear“ ise daha çok yoksulluk ve eşitsizlik konuları bağlamında şekillenmiştir.“ İşbu belgenin gıda güvenliğini ele alış biçimi de bölgesel olarak değişiklik göstermektedir. Örneğin, gelişmiş ülkelerdeki gıda güvenliği sorunları insanların hormondan ve GDO'dan uzak besinlere ulaşabilmesi olarak belirlenmişken Afrika kıtasında gıda güvenliği, insanların gıdaya ulaşabilmesi olarak ele alınmıştır.
(Batı Afrika Bölgesel Güvenlik ve Tehdit Analizi, Hatice Demirci, Elif Bilge Aksu, 2021)
(Batı Afri̇ka'da Teröri̇zm, Grah Marc Ange-Samuel Kevin, Başak Özoral, 2022)
Devamı için...
(Batı Afri̇ka'da Teröri̇zm, Grah Marc Ange-Samuel Kevin, Başak Özoral, 2022)
Devamı için...