İzninizle, her yıl olduğu gibi, başkan olmanın gerektirdiği bazı bilgilendirme ve anonsları yaparak başlamak istiyorum. Bu yıl toplantılarımızı serbest katılıma kapattık; sadece ilgilisinin ve davetlisinin katıldığı, atölye ağırlıklı bir yaklaşımı tercih ettik. Bunun hem daha efektif hem de daha verimli olacağını düşündük, özellikle bunun altını çizmek istiyorum.
Her yıl bir toplantı bittiğinde, bir diğeri hemen başlıyor. Bu yıl özellikle "Teknopolitik Yeni Dünya, Güvenliğin Güvenliği, Akıl, Nesil, Aile, İnanç ve Devlet Güvenliği" konsept kağıdı, belki de son 10 yıl içinde benim ve kıymetli hocalarımızın en çok zaman ayırdığı çalışma oldu. Bu belgenin olgunlaşması 2-3 yıl süren yoğun bir emekle gerçekleşti; defalarca üzerinden geçtik. Çünkü bu konu çok yeni ve önemli bir alanı kapsıyor. Dünyada da henüz çok yeni tartışılmaya başlanan bu alanda, TASAM Başkan Yardımcımız Emekli General Prof. Dr. Fahri Erenel Beyefendi’ye, Doç. Dr. Muharrem Hilmi ÖZEV Beyefendi’ye ve diğer tüm değerli hocalarımıza müteşekkirim.
Bu program, genç bir ekip tarafından hazırlandı. Onlar büyük kahramanlar. Büşra BÜYÜK, Hanife Şeyma SAY, Verda ŞENSOY KARAGÖZ, Beyza BEYENAL, Zeki AYDIN ve ayrıca isimlerini burada anamadığım diğer kahramanlarımıza teşekkür ediyorum. Ayrıca bu programa kurumsal katkı sağlayan ilgili bakanlıklarımıza görevlendirme yaparak buraya uzman gönderen tüm kuruluşlarımıza, ana sponsor olan ASELSAN’a, TÜBİTAK’a ve bu sürece maddi-manevi destek veren tüm kişi ve kurumlara içtenlikle teşekkür ediyorum.
Bilginin, stratejinin ve düşüncenin ne kadar değerli olduğu, o ülkenin genel fotoğrafını da çeken bir konu. Bu konuda ciddi bir öz eleştiriye de ihtiyacımız var. Her ülke, kendi ölçeğinde bunu yapabilir. Çünkü artık şunu sloganlaştırdık: Eğer bir ülke kendi düşünce ekosistemini kurmamışsa ya da kurmak gibi bir iradesi yoksa, bugün ve gelecekte var olması mümkün değil. Bunun başarılı örnekleri çeşitli ülkelerde var. Buralarda da ciddi bocalama var. Biz yakın zamanlarda RAND Corporation ile Washington’da bir toplantı gerçekleştirdik. Orada biraz provokatif olmak için, açıklamalarımın ardından şunu söyledim: “Önümüzdeki 10 yıl içinde, Washington’daki düşünce kuruluşları da dahil olmak üzere, düşünce kuruluşlarının en az %50’si kapanacak.“ Çünkü bu işi hâlâ akademik alışkanlıklarla sürdürüyoruz. Aslında hayatın her alanının doğası değişirken, düşünce kuruluşlarının işlevi ve anlamı da değişiyor. Çünkü bugün birçok düşünce kuruluşunun yaptığı çalışmayı, üniversiteler zaten birçok kez gerçekleştiriyor. Dolayısıyla bir düşünce kuruluşunun amacı nedir bu toplantının konusu değil ama bir düşünce ekosistemine sahip olmanın, bütün farklı görüşleriyle – muhalif dâhil – ekmek, su, ateş ve tuz kadar önemli olduğunu yaşayarak öğreniyoruz.
10. İstanbul Güvenlik Konferansı kapsamında, 3. İstanbul Siber Güvenlik Forumu, 6. Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu, 7. Türkiye-Afrika Savunma, Güvenlik ve Uzay Forumu, 8. Türkiye-Körfez Savunma ve Güvenlik Forumu ve ilk kez düzenlenecek olan Yeniden Asya Güvenlik Forumu (Türkiye’nin Yeniden Asya girişimini desteklemek amacıyla ismi bu şekilde), atölye tarzında bir üslupla üç farklı salonda yaklaşık 100 konuşmacı ve 30 moderatör tarafından yönetilip icra edilecekler. Ben iki gün içerisinde burada olan, bu programlarda yer alacak bütün hocalarımıza, uzmanlarımıza ve büyüklerimize en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Toplantı ile ilgili, her zamanki geleneğe uygun olarak, genel bir ufuk çizmek istiyorum. Zaten içini dolduracak olan sizler ve katılacak uzmanlar. Bugün, geldiğimiz noktada dünyada fotoğraf gittikçe netleşiyor: teknopolitikteki yerinizin, jeopolitikte nerede olduğunuzu belirlediği bir dünya içindeyiz. Dolayısıyla, popüler bir konu olan çip savaşları başta olmak üzere, yarı iletkenlerde 1 nanomilimetreye kadar yaklaşıldığını biliyoruz. Muhtemelen yakın bir zamanda tam iletkenler de tartışılmaya başlanacak. Teknopolitik rekabet kapsamında Çin’e 7 nanomilimetre altındaki çiplerin ihracı yasaklandı. Ancak bu tür yasakların, Türkiye’de olduğu gibi ilgili ülkelerin daha fazla çalışarak kendilerini geliştirmelerine yol açtığının altını çizmek gerekiyor.
Asıl önemli konu, teknopolitikteki yerinizin, jeopolitik yerinizi belirlediği bir dünyaya doğru ilerlediğinizdir. Bunun içerisine yumuşak ve sert güvenlikten hayatın her boyutunun işleyişine kadar sayısız alanı dâhil edebiliriz. Özellikle yapay zekanın gelişim hızı ve asimetrik bir biçimde kontrolü ele almaya başlamasıyla bu dönüşümün daha da hızlanacağını siz çok daha iyi biliyorsunuz. Bu konuda güçlü bir kariyere sahip bir uzmanın görüşlerini TASAM’da da yayınlamıştık. Onun temel görüşü şuydu: “Bu süreç artık kontrolden çıktı.“ Bunun bir komplo teorisi olmadığını, laboratuvar ortamında yalıtılmış bir şekilde sürdürülmesi gerekli olan yapay zekanın çok erken serbest bırakıldığını belirtiyor. Şu an yapay zekayı kontrol altına almak için geriye sadece interneti kapatmak gibi bir seçenek kalmış durumda. Ancak, internetin kapatılması hayatı durdurmak anlamına geleceği için ciddi sürprizlere hazır olunması gerektiğini ifade eden bu kişinin iddialı, iyi temellendirilmiş görüşlerini ben de okudum.
Yapay zeka kaynaklı dönüşüm, teknopolitiğin ve hayatın doğasının gelecekte ne olacağı adına önemli bir gösterge. Konu sadece teknoloji üretmek değil; aynı zamanda, o teknolojinin getirdiği kültür biçiminin hayatın tüm alanlarını dönüştürmesiyle ilgilidir. Biz de bu kapsamda yaklaşık 6-7 yıldır “BRAINS2 Türkiye“ adını verdiğimiz bir program yürütüyoruz. Bu programdaki harfler, biyoteknoloji, robotik, yapay zeka, nanoteknoloji, uzay ve ikinci “S“ de stratejik hizmetler gibi altı sektörü ifade ediyor. Bu sektörler, teknopolitik ve jeopolitik dönüşümün temel kodlarını içeriyor. Bu başlıklar temel sorunlara da işaret ediyor. Ancak, bu başlıkların uygulamayla olan bağlantısını kurma noktasında devletler tarafında ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Çünkü geleneksel yöntemlerle yetişmiş kadrolar, hem karar alıcılar hem güvenlik üreticileri belli bir altyapıya sahip. Dolayısıyla bu yeni paradigmalar ile uygulama arasında doğru zamanlı bir ilişki kurmakta büyük zorluk yaşıyoruz.
Bu durumun bir de felsefi boyutu var. Çok detayına girmeyeceğim ancak Avrupa’nın sanayi devrimi sonrası dönüşümünde pozitivizmin zirveye ulaşmasıyla birlikte dinin yerine bilim konuldu ve bugüne kadar hangi inanç olursa olsun dini görüşler Avrupa tecrübesinden yola çıkarak dikkate alınmadı. Örneğin, Sovyetler Birliği’nde komünizm deneyi yaşandı ve orada temel ideoloji ateizmdi. Birçok kültür ve ülkede din kaynaklı referanslar geri plana itildi. Teknopolitiğin getirdiği hayat tarzının yansımalarına baktığımızda, bugün inanç güvenliğiyle ilgili ciddi bir riskin de ortaya çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla devletlerin, inanç ve inanç güvenliği konularında kendi kültürleri çerçevesinde daha fazla inisiyatif alması gereken bir döneme giriyoruz. Burada etik de devreye giriyor; çünkü etik ahlaki sınırları olmayan bilim yokoluşu; sanat çürümeyi getiriyor. Bugünün dünyasında, özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı başta olmak üzere, her an yaşanabilecek bir nükleer kaza riskiyle karşı karşıyayız. Nükleer tehdit, 1945'lerin mirasıdır, ancak bugün yeni yöntemlerle insanlığın varlığına yönelik daha geniş bir riskler bütünüyle karşı karşıyayız.
Bugünkü dünyada insan kalmanın birinci sıraya yerleştiği bir döneme doğru ilerliyoruz. Bu süreç, asimetrik bir hızla artıyor. İnsan kalabildikten sonra diğer kavramlar -din, milliyet ya da farklı kültürler- anlam kazanmaya devam edecek. Ancak insanın varoluş sürecine yönelik ciddi bir meydan okumayla karşı karşıyayız. Özellikle teknolojinin kontrolden çıktığını düşündüğümüzde, bu sürecin boyutlarını daha iyi anlamak mümkün hale geliyor.
Bu mevcut oy çokluğuna dayanan demokratik sistemlerin de sürdürülebilemeyeceği ve önümüzdeki birkaç yıl içinde bu konuda ciddi tartışmaların başlayacağı öngörülüyor. Bunun sebeplerinden biri, teknoloji bağımlılığı ve kültürel tek tipleşme nedeniyle birçok ülkede ciddi bir IQ düşüşü yaşanması. Bu düşüşe paralel olarak, seçilen siyasi liderlerin de ortalamasının düşmesi dikkat çekiyor ve bu durum yönetilebilir değil. Hollywood bu konularla ilgili bazı filmler çekmeye başladı bile.
Son birkaç yıldır üzerinde çalıştığım bir kavram var: “meritokratik demokrasi“. Bu kavram, elitizm ile demokrasinin arasında bir kavram. Çünkü temel kavşak noktalarını koruyamazsanız, toplumsal bağışıklık sistemini, devleti ve uluslararası hukuku da korumanız mümkün olmaz. Bu nedenle demokrasinin dönüşümü konusu, önümüzdeki dünya açısından güvenlik bağlamında daha fazla tartışılacaktır. ABD seçimlerinden bir örnek verecek olursak; Trump gibi agresif ve öngörülemez bir iş insanı, (Pentagon’a bağlı bir kurumla yapılan toplantılarımızda da bu durum birçok defa öz eleştiri konusu olmuştur.) Yetkililer, yıllarca pişirilen kararların, süreçlerin bir kenara bırakılarak başkanın tek sözüyle sistemin dumura uğradığını, bunun ciddi bir kaosa yol açtığını belirtiyorlardı. Ancak bugün Trump'ın kabinesi, medya başlıklarında "en makul kişi Trump" olarak nitelendiriliyor. Bu durum, Amerikan hükümetini, toplumu ve uluslararası siyaseti sürükleyen bir sosyolojik gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor.
Gelişen teknoloji ile ilgili doğru orantılı olarak bir diğer önemli konu, iklim manipülasyonu. Eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson (ki dedesiTürk’tür biliyorsunuz) bugünkü dünya sistemiyle ilgili 6 madde açıklamıştır. En az 30 yıldır insanların söylediği ancak komplo teorisi olarak alay edilen konuları kendisi bir gerçeklik olarak açıklamıştır. İklim manipülasyonu meselesini, biz ilk İstanbul Güvenlik Konferansı’nda ele alınmış ve iddialı isimleri ABD’den davet ederek tartışmıştık. O dönem komplo teorisi olarak nitelendirilen bu konu, bugün ABD hükümetinin gündem maddelerinde yer alarak engellenmesi politika haline geldi. Bunu hangi irade yapıyor? Bunun gerçekleşmesi, ulusal hükümetlerin üzerinde bir iradenin varlığına işaret ediyor. Daha önceki konferanslarda belirttiğim gibi merkeziyetsiz bir merkez kavramı ile karşı karşıyayız. Bu yapı, sayısız dağıtık enstrümana sahip ve adeta tanrısal biçimde bir muhatap alma şansınız yok. Çünkü adres yok, tarifi yok, kim olduğu konusunda komplo teorileri var ama ulus devletlerin hiç çalışmadığı yerlerden geliyor ve bunları yönetemiyorsunuz ve bunların var olduğunu ispat edene kadar çok büyük bir zaman kaybı oluyor. Hatırlıyorsunuz aşı olanlar olmayanları bizim de sağlığımızı tehlikeye atıyorsunuz diye tahkir etmişlerdi. Ama bugün olmayanların iyi bir iş yaptığı konusunda güçlü bir kanaat oluştu. Sayısız otorite artan ölüm oranları düşen doğum oranları, kronik hastalıklarla ilgili konuları aşıyla bağdaştırmaya başladılar. Dolayısıyla merkeziyetsiz merkez ve dağıtık enstrümanların kullanım aracı teknopolitik üstünlüktür.
Örneğin, Fentanil ve amfetamin gibi uyuşturucuların yarattığı krizler, güvenlik tehditlerinin yalnızca fiziksel alanla sınırlı olmadığını göstermektedir. 2023 yılında ABD’de aşırı doz fentanil kullanımından ölenlerin sayısı 100.000 kişi bu durum Biden yönetiminde ulusal acil durum ilan edilmesine yol açmıştır. Ovax firması da buna yönelik aşı geliştiriyor. Çünkü belirli bir saniyeden sonra yani madde beyine ulaştıktan sonra ölümü engellemek mümkün değil. Bunun önüne geçecek bir aşı üzerinde çalışıyorlar ve uluslararası yatırımcılardan da pay topluyor ve bu ilgili firma Trump destekçisidir aynı zamanda. Yeni dönemde bu aşının ve bu çalışmaların da çok daha etkili olacağı konuşuluyor. Yine İçişleri Bakanlığı kaynaklı uzmanlara danıştığımıza göre bundan sonraki dönemin özellikle Afganistan'daki eroin üretiminin ciddi oranda düşmesiyle (Taliban yönetimiyle birlikte) tüketimin bu fentanil ve amfetamin odaklı uyuşturuculara kayacağı ve buradaki nesil kaybının, işgücü kaybının, güvenlik kaybının, insan kaybının, IQ kaybının ki mutsuzluk da artık bir salgın haline dönüştüğü için ne olacağını güvenlik açısından öngörmek çok zor.
İran'da 1980'lerde 1 milyon uyuşturucu bağımlısı vardı. Burada dini bir yönetim var çok sert kurallar getiriyor, 30 gram ve üzerinde uyuşturucu yakalatan herkes temyizsiz, afsız idam ediliyor. Bütün bunlara rağmen şu anda İran'da yaklaşık 10 milyon bağımlı var. Çünkü niye insanlar umutsuz niye tektip bir yönetim var niye bir gelecek görmüyorlar ve bir kere bunu deneyip beyninize öğrettiğinizde de artık o bir bağımlılığa dönüşüyor. Çünkü bir antidepresanı bile bırakmak zor bir konu ancak doktor kontrolünde işte 15 gün bir ay gibi sürelerle bıraktırılabiliyor. Bugün dünyadaki ciddi bağımlı sayısının 100 milyon olduğu tahmin ediliyor, bunun sadece 10 milyonu İran'da ki İran’ın dünya nüfusundaki payı yüzde birin çok altında, bunu bir örnek olarak veriyorum. Dolayısıyla bizim salt klasik narkotik daireleri, uyuşturucu yakalama gibi genel geçer kurallar içerisinde yönetmeye çalıştığımız hususların aslında ülkelerin enerjilerini ve nesillerini emen ve daha fazla etkileyecek olan bir süreç olduğunu dikkat çekmek için bu örneği verdim.
Bir diğer konu geçen yılda gündeme getirdiğim gizli açlık konusu. İnsanların bugünkü hastalıklarının %90'ı gerekli olan yaratılıştan gelen vitaminleri vücutlarının alamamasından kaynaklanıyor ve bu da özellikle tarım gıda hayvancılık üretimindeki sorunlardan yapaylıktan üretim fıtratının bozulmasından kaynaklanıyor. Yaklaşık 3 milyar insan gizli açlık (yiyor aslında fiziksel olarak yemesin de sorun yok) sorunu ile yüzleşmektedir. Dolayısıyla da bunun meydana getirdiği boşluğun bağışıklık sistemi, üreme sorunları, birçok kronik hastalıklar gibi alanlara yansıdığını görüyoruz. Dolayısıyla bizi aşağıya çeken, insanlığı aşağıya çeken o kadar çok konu varki. Bir diğer konu sanal oyun ve kumar bağımlılığı konusu. Örneğin, Türkiye’de 2023 yılı için yalnızca sanal kumardan elde edilen cironun resmi rakamlara göre 50 milyar doları bulduğu belirtilmektedir. Bir genç oraya düştüğünde işi olmasa bile ciddi kredi açıyorlar ve kaybettikten sonra da o sanal para gerçek paraya dönmüş oluyor. Onun ya rızasıyla ya da rızası dışında birtakım organizasyonlar o paraları ailelerinden, kendilerinden tahsil ediyorlar. Türkiye'nin ihracat karlılığı %4.7’dir Türkiye'nin yıllık ihracat karlılığının birkaç katı bir rakamı bir güvenlik zaafı olarak yurt dışına transfer etmiş olunmaktadır. Tabi bu tür işler çok kirli ilişkileri de getiriyor ve bunları engellemek, hukuk içerisinde engellemek daha da zorlaşıyor.
Bütün bunların toplamında demografik ölüm ve bir demografik felaket süreci yaşıyoruz. Dolayısıyla ordulara nükleer bombalara ihtiyacımız olmadan kendi kendimizi imha eden bir sürecin içerisindeyiz. Bu sözler çok iddialı geliyorsa hoşgörün ama ben başka türlü ifade edilebileceğini düşünmediğim için böyle konuşuyorum. Dolayısıyla akıl nesil aile inanç ve devlet güvenliği bağlamında hem uluslararası sistem açısından hem ulus devletler açısından makro politikayla uyumlu bir güvenlik devrimine ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Devrim lafını da özellikle seçiyorum çünkü reform bunu karşılamıyor. Çünkü defalarca yapıldı.
Bakınız, biz 2024’ten itibaren akıl hastalıklarına yönelik bir pandemi ihtimalinden söz etmiştik. 2024’teki şiddet, cinnet ve intihar istatistiklerine bakıldığında ki bazı ülkeler bu verileri açıklamıyor anormal artışlar var. Türkiye’ye baktığınızda ise çok ciddi bir yükselme var ve bu durumun 2025’te çok daha fazla artacağını öngörüyoruz. Bunun bir pandemiye dönüşme ihtimali hiç de uzak değil. Ancak bunun nasıl başarıldığını bilmiyoruz. İnsanlara bir şey mi koklatılıyor, görülmeyen bir şey mi veriliyor yoksa sadece ümitsizlik pompalayarak mı yapılıyor? Bu sorular mutlaka ilgili birimlerin, istihbarat birimlerinin gündemindedir. Ancak bunun nasıl yapıldığı yalnızca ülkelerdeki ekonomik sorunlarla açıklanabilir bir durum değil. Dolayısıyla bir “akıl pandemisi“ ve bunu tetikleyecek sayısız faktörle karşı karşıyayız. Akılla ilgili bir sorun ortaya çıktığında, gerisini konuşmaya gerek bile kalmıyor. Bu bağlamda, “güvenliğin güvenliği“ kavramını ele aldığımızda, aslında bir bilgiçlik yapmıyoruz. Çünkü polis, asker, jandarma ve istihbarat gibi güvenlik sağlamaktan sorumlu olanların bile artık kendi güvenliklerine ihtiyaç duyduğu sofistike bir dönemden geçiyoruz. Bu durum, zihinsel olarak çok radikal bir dönüşümü ve devrimi gerektiriyor.
Bu dönüşümü şekillendiren sayısız alan mevcut. Programda yer alan QR koddan indirilebilecek vizyon belgesinde de bu alanlar detaylı olarak ele alınıyor. Notlarımda yer alan bazı örnekler ise nöroçeşitlilik ve nöroyetenekler, bilinç bilimi, teknoloji ve uzay, kaos matematiği, tersine matematik, duygular matematiği ve biyomimikri gibi yeni ve tartışılacak konular var. Bu teknopolitik yeni dünyanın hangi rekabetlerle, hangi bölgelerde, hangi ülkeler üzerinden ve kimlerin liderliğinde şekilleneceği tartışma konuları arasında. Şu anda teknopolitik yapı, tekno-otokrasiler ve tekno-demokrasiler olarak ikiye ayrılmış durumda. ABD liderliğindeki geleneksel Batılı ülkeler ve Çin liderliğindeki daha anti demokratik olarak nitelendirilen yönetim modelleri bu ayrımın örnekleridir.
Teknopolitik temel teknolojik alanlar arasında; yapay zeka ve birleşik zeka, robotik, sürü sistemleri, blok zincir ekosistemi, dijital para ve finans, kuantum teknolojileri, termonükleer füzyon, gen teknolojileri, biyoteknoloji ve nanoteknoloji gibi başlıklar bulunuyor. Özellikle Rusya, termonükleer füzyon konusunda dikkat çekici çalışmalar yapıyor. Bu alanlarda teknopolitik dönüşümün hızla geliştiğini ve değiştiğini gözlemliyoruz.
Tüm bu ufuk turu içerisinde umarım faydalı bir şeyler söyleyebilmişimdir. Bu konferansın, önümüzdeki iki gün boyunca yapılacak tartışmaların ve ortaya çıkacak deklarasyonlar ile kitabın hem bizim hem de ülkelerimizin karar alıcılarının daha bilinçli kararlar almasına vesile olmasını diliyorum. Saygılarımı sunuyorum.
(21 Kasım 2024 Wish More İstanbul Otel 10. İstanbul Güvenlik Konferansı ve Eş Etkinlikleri Açış Oturumu Deşifre Metni)
Her yıl bir toplantı bittiğinde, bir diğeri hemen başlıyor. Bu yıl özellikle "Teknopolitik Yeni Dünya, Güvenliğin Güvenliği, Akıl, Nesil, Aile, İnanç ve Devlet Güvenliği" konsept kağıdı, belki de son 10 yıl içinde benim ve kıymetli hocalarımızın en çok zaman ayırdığı çalışma oldu. Bu belgenin olgunlaşması 2-3 yıl süren yoğun bir emekle gerçekleşti; defalarca üzerinden geçtik. Çünkü bu konu çok yeni ve önemli bir alanı kapsıyor. Dünyada da henüz çok yeni tartışılmaya başlanan bu alanda, TASAM Başkan Yardımcımız Emekli General Prof. Dr. Fahri Erenel Beyefendi’ye, Doç. Dr. Muharrem Hilmi ÖZEV Beyefendi’ye ve diğer tüm değerli hocalarımıza müteşekkirim.
Bu program, genç bir ekip tarafından hazırlandı. Onlar büyük kahramanlar. Büşra BÜYÜK, Hanife Şeyma SAY, Verda ŞENSOY KARAGÖZ, Beyza BEYENAL, Zeki AYDIN ve ayrıca isimlerini burada anamadığım diğer kahramanlarımıza teşekkür ediyorum. Ayrıca bu programa kurumsal katkı sağlayan ilgili bakanlıklarımıza görevlendirme yaparak buraya uzman gönderen tüm kuruluşlarımıza, ana sponsor olan ASELSAN’a, TÜBİTAK’a ve bu sürece maddi-manevi destek veren tüm kişi ve kurumlara içtenlikle teşekkür ediyorum.
Bilginin, stratejinin ve düşüncenin ne kadar değerli olduğu, o ülkenin genel fotoğrafını da çeken bir konu. Bu konuda ciddi bir öz eleştiriye de ihtiyacımız var. Her ülke, kendi ölçeğinde bunu yapabilir. Çünkü artık şunu sloganlaştırdık: Eğer bir ülke kendi düşünce ekosistemini kurmamışsa ya da kurmak gibi bir iradesi yoksa, bugün ve gelecekte var olması mümkün değil. Bunun başarılı örnekleri çeşitli ülkelerde var. Buralarda da ciddi bocalama var. Biz yakın zamanlarda RAND Corporation ile Washington’da bir toplantı gerçekleştirdik. Orada biraz provokatif olmak için, açıklamalarımın ardından şunu söyledim: “Önümüzdeki 10 yıl içinde, Washington’daki düşünce kuruluşları da dahil olmak üzere, düşünce kuruluşlarının en az %50’si kapanacak.“ Çünkü bu işi hâlâ akademik alışkanlıklarla sürdürüyoruz. Aslında hayatın her alanının doğası değişirken, düşünce kuruluşlarının işlevi ve anlamı da değişiyor. Çünkü bugün birçok düşünce kuruluşunun yaptığı çalışmayı, üniversiteler zaten birçok kez gerçekleştiriyor. Dolayısıyla bir düşünce kuruluşunun amacı nedir bu toplantının konusu değil ama bir düşünce ekosistemine sahip olmanın, bütün farklı görüşleriyle – muhalif dâhil – ekmek, su, ateş ve tuz kadar önemli olduğunu yaşayarak öğreniyoruz.
10. İstanbul Güvenlik Konferansı kapsamında, 3. İstanbul Siber Güvenlik Forumu, 6. Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu, 7. Türkiye-Afrika Savunma, Güvenlik ve Uzay Forumu, 8. Türkiye-Körfez Savunma ve Güvenlik Forumu ve ilk kez düzenlenecek olan Yeniden Asya Güvenlik Forumu (Türkiye’nin Yeniden Asya girişimini desteklemek amacıyla ismi bu şekilde), atölye tarzında bir üslupla üç farklı salonda yaklaşık 100 konuşmacı ve 30 moderatör tarafından yönetilip icra edilecekler. Ben iki gün içerisinde burada olan, bu programlarda yer alacak bütün hocalarımıza, uzmanlarımıza ve büyüklerimize en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Toplantı ile ilgili, her zamanki geleneğe uygun olarak, genel bir ufuk çizmek istiyorum. Zaten içini dolduracak olan sizler ve katılacak uzmanlar. Bugün, geldiğimiz noktada dünyada fotoğraf gittikçe netleşiyor: teknopolitikteki yerinizin, jeopolitikte nerede olduğunuzu belirlediği bir dünya içindeyiz. Dolayısıyla, popüler bir konu olan çip savaşları başta olmak üzere, yarı iletkenlerde 1 nanomilimetreye kadar yaklaşıldığını biliyoruz. Muhtemelen yakın bir zamanda tam iletkenler de tartışılmaya başlanacak. Teknopolitik rekabet kapsamında Çin’e 7 nanomilimetre altındaki çiplerin ihracı yasaklandı. Ancak bu tür yasakların, Türkiye’de olduğu gibi ilgili ülkelerin daha fazla çalışarak kendilerini geliştirmelerine yol açtığının altını çizmek gerekiyor.
Asıl önemli konu, teknopolitikteki yerinizin, jeopolitik yerinizi belirlediği bir dünyaya doğru ilerlediğinizdir. Bunun içerisine yumuşak ve sert güvenlikten hayatın her boyutunun işleyişine kadar sayısız alanı dâhil edebiliriz. Özellikle yapay zekanın gelişim hızı ve asimetrik bir biçimde kontrolü ele almaya başlamasıyla bu dönüşümün daha da hızlanacağını siz çok daha iyi biliyorsunuz. Bu konuda güçlü bir kariyere sahip bir uzmanın görüşlerini TASAM’da da yayınlamıştık. Onun temel görüşü şuydu: “Bu süreç artık kontrolden çıktı.“ Bunun bir komplo teorisi olmadığını, laboratuvar ortamında yalıtılmış bir şekilde sürdürülmesi gerekli olan yapay zekanın çok erken serbest bırakıldığını belirtiyor. Şu an yapay zekayı kontrol altına almak için geriye sadece interneti kapatmak gibi bir seçenek kalmış durumda. Ancak, internetin kapatılması hayatı durdurmak anlamına geleceği için ciddi sürprizlere hazır olunması gerektiğini ifade eden bu kişinin iddialı, iyi temellendirilmiş görüşlerini ben de okudum.
Yapay zeka kaynaklı dönüşüm, teknopolitiğin ve hayatın doğasının gelecekte ne olacağı adına önemli bir gösterge. Konu sadece teknoloji üretmek değil; aynı zamanda, o teknolojinin getirdiği kültür biçiminin hayatın tüm alanlarını dönüştürmesiyle ilgilidir. Biz de bu kapsamda yaklaşık 6-7 yıldır “BRAINS2 Türkiye“ adını verdiğimiz bir program yürütüyoruz. Bu programdaki harfler, biyoteknoloji, robotik, yapay zeka, nanoteknoloji, uzay ve ikinci “S“ de stratejik hizmetler gibi altı sektörü ifade ediyor. Bu sektörler, teknopolitik ve jeopolitik dönüşümün temel kodlarını içeriyor. Bu başlıklar temel sorunlara da işaret ediyor. Ancak, bu başlıkların uygulamayla olan bağlantısını kurma noktasında devletler tarafında ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Çünkü geleneksel yöntemlerle yetişmiş kadrolar, hem karar alıcılar hem güvenlik üreticileri belli bir altyapıya sahip. Dolayısıyla bu yeni paradigmalar ile uygulama arasında doğru zamanlı bir ilişki kurmakta büyük zorluk yaşıyoruz.
Bu durumun bir de felsefi boyutu var. Çok detayına girmeyeceğim ancak Avrupa’nın sanayi devrimi sonrası dönüşümünde pozitivizmin zirveye ulaşmasıyla birlikte dinin yerine bilim konuldu ve bugüne kadar hangi inanç olursa olsun dini görüşler Avrupa tecrübesinden yola çıkarak dikkate alınmadı. Örneğin, Sovyetler Birliği’nde komünizm deneyi yaşandı ve orada temel ideoloji ateizmdi. Birçok kültür ve ülkede din kaynaklı referanslar geri plana itildi. Teknopolitiğin getirdiği hayat tarzının yansımalarına baktığımızda, bugün inanç güvenliğiyle ilgili ciddi bir riskin de ortaya çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla devletlerin, inanç ve inanç güvenliği konularında kendi kültürleri çerçevesinde daha fazla inisiyatif alması gereken bir döneme giriyoruz. Burada etik de devreye giriyor; çünkü etik ahlaki sınırları olmayan bilim yokoluşu; sanat çürümeyi getiriyor. Bugünün dünyasında, özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı başta olmak üzere, her an yaşanabilecek bir nükleer kaza riskiyle karşı karşıyayız. Nükleer tehdit, 1945'lerin mirasıdır, ancak bugün yeni yöntemlerle insanlığın varlığına yönelik daha geniş bir riskler bütünüyle karşı karşıyayız.
Bugünkü dünyada insan kalmanın birinci sıraya yerleştiği bir döneme doğru ilerliyoruz. Bu süreç, asimetrik bir hızla artıyor. İnsan kalabildikten sonra diğer kavramlar -din, milliyet ya da farklı kültürler- anlam kazanmaya devam edecek. Ancak insanın varoluş sürecine yönelik ciddi bir meydan okumayla karşı karşıyayız. Özellikle teknolojinin kontrolden çıktığını düşündüğümüzde, bu sürecin boyutlarını daha iyi anlamak mümkün hale geliyor.
Bu mevcut oy çokluğuna dayanan demokratik sistemlerin de sürdürülebilemeyeceği ve önümüzdeki birkaç yıl içinde bu konuda ciddi tartışmaların başlayacağı öngörülüyor. Bunun sebeplerinden biri, teknoloji bağımlılığı ve kültürel tek tipleşme nedeniyle birçok ülkede ciddi bir IQ düşüşü yaşanması. Bu düşüşe paralel olarak, seçilen siyasi liderlerin de ortalamasının düşmesi dikkat çekiyor ve bu durum yönetilebilir değil. Hollywood bu konularla ilgili bazı filmler çekmeye başladı bile.
Son birkaç yıldır üzerinde çalıştığım bir kavram var: “meritokratik demokrasi“. Bu kavram, elitizm ile demokrasinin arasında bir kavram. Çünkü temel kavşak noktalarını koruyamazsanız, toplumsal bağışıklık sistemini, devleti ve uluslararası hukuku da korumanız mümkün olmaz. Bu nedenle demokrasinin dönüşümü konusu, önümüzdeki dünya açısından güvenlik bağlamında daha fazla tartışılacaktır. ABD seçimlerinden bir örnek verecek olursak; Trump gibi agresif ve öngörülemez bir iş insanı, (Pentagon’a bağlı bir kurumla yapılan toplantılarımızda da bu durum birçok defa öz eleştiri konusu olmuştur.) Yetkililer, yıllarca pişirilen kararların, süreçlerin bir kenara bırakılarak başkanın tek sözüyle sistemin dumura uğradığını, bunun ciddi bir kaosa yol açtığını belirtiyorlardı. Ancak bugün Trump'ın kabinesi, medya başlıklarında "en makul kişi Trump" olarak nitelendiriliyor. Bu durum, Amerikan hükümetini, toplumu ve uluslararası siyaseti sürükleyen bir sosyolojik gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor.
Gelişen teknoloji ile ilgili doğru orantılı olarak bir diğer önemli konu, iklim manipülasyonu. Eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson (ki dedesiTürk’tür biliyorsunuz) bugünkü dünya sistemiyle ilgili 6 madde açıklamıştır. En az 30 yıldır insanların söylediği ancak komplo teorisi olarak alay edilen konuları kendisi bir gerçeklik olarak açıklamıştır. İklim manipülasyonu meselesini, biz ilk İstanbul Güvenlik Konferansı’nda ele alınmış ve iddialı isimleri ABD’den davet ederek tartışmıştık. O dönem komplo teorisi olarak nitelendirilen bu konu, bugün ABD hükümetinin gündem maddelerinde yer alarak engellenmesi politika haline geldi. Bunu hangi irade yapıyor? Bunun gerçekleşmesi, ulusal hükümetlerin üzerinde bir iradenin varlığına işaret ediyor. Daha önceki konferanslarda belirttiğim gibi merkeziyetsiz bir merkez kavramı ile karşı karşıyayız. Bu yapı, sayısız dağıtık enstrümana sahip ve adeta tanrısal biçimde bir muhatap alma şansınız yok. Çünkü adres yok, tarifi yok, kim olduğu konusunda komplo teorileri var ama ulus devletlerin hiç çalışmadığı yerlerden geliyor ve bunları yönetemiyorsunuz ve bunların var olduğunu ispat edene kadar çok büyük bir zaman kaybı oluyor. Hatırlıyorsunuz aşı olanlar olmayanları bizim de sağlığımızı tehlikeye atıyorsunuz diye tahkir etmişlerdi. Ama bugün olmayanların iyi bir iş yaptığı konusunda güçlü bir kanaat oluştu. Sayısız otorite artan ölüm oranları düşen doğum oranları, kronik hastalıklarla ilgili konuları aşıyla bağdaştırmaya başladılar. Dolayısıyla merkeziyetsiz merkez ve dağıtık enstrümanların kullanım aracı teknopolitik üstünlüktür.
Örneğin, Fentanil ve amfetamin gibi uyuşturucuların yarattığı krizler, güvenlik tehditlerinin yalnızca fiziksel alanla sınırlı olmadığını göstermektedir. 2023 yılında ABD’de aşırı doz fentanil kullanımından ölenlerin sayısı 100.000 kişi bu durum Biden yönetiminde ulusal acil durum ilan edilmesine yol açmıştır. Ovax firması da buna yönelik aşı geliştiriyor. Çünkü belirli bir saniyeden sonra yani madde beyine ulaştıktan sonra ölümü engellemek mümkün değil. Bunun önüne geçecek bir aşı üzerinde çalışıyorlar ve uluslararası yatırımcılardan da pay topluyor ve bu ilgili firma Trump destekçisidir aynı zamanda. Yeni dönemde bu aşının ve bu çalışmaların da çok daha etkili olacağı konuşuluyor. Yine İçişleri Bakanlığı kaynaklı uzmanlara danıştığımıza göre bundan sonraki dönemin özellikle Afganistan'daki eroin üretiminin ciddi oranda düşmesiyle (Taliban yönetimiyle birlikte) tüketimin bu fentanil ve amfetamin odaklı uyuşturuculara kayacağı ve buradaki nesil kaybının, işgücü kaybının, güvenlik kaybının, insan kaybının, IQ kaybının ki mutsuzluk da artık bir salgın haline dönüştüğü için ne olacağını güvenlik açısından öngörmek çok zor.
İran'da 1980'lerde 1 milyon uyuşturucu bağımlısı vardı. Burada dini bir yönetim var çok sert kurallar getiriyor, 30 gram ve üzerinde uyuşturucu yakalatan herkes temyizsiz, afsız idam ediliyor. Bütün bunlara rağmen şu anda İran'da yaklaşık 10 milyon bağımlı var. Çünkü niye insanlar umutsuz niye tektip bir yönetim var niye bir gelecek görmüyorlar ve bir kere bunu deneyip beyninize öğrettiğinizde de artık o bir bağımlılığa dönüşüyor. Çünkü bir antidepresanı bile bırakmak zor bir konu ancak doktor kontrolünde işte 15 gün bir ay gibi sürelerle bıraktırılabiliyor. Bugün dünyadaki ciddi bağımlı sayısının 100 milyon olduğu tahmin ediliyor, bunun sadece 10 milyonu İran'da ki İran’ın dünya nüfusundaki payı yüzde birin çok altında, bunu bir örnek olarak veriyorum. Dolayısıyla bizim salt klasik narkotik daireleri, uyuşturucu yakalama gibi genel geçer kurallar içerisinde yönetmeye çalıştığımız hususların aslında ülkelerin enerjilerini ve nesillerini emen ve daha fazla etkileyecek olan bir süreç olduğunu dikkat çekmek için bu örneği verdim.
Bir diğer konu geçen yılda gündeme getirdiğim gizli açlık konusu. İnsanların bugünkü hastalıklarının %90'ı gerekli olan yaratılıştan gelen vitaminleri vücutlarının alamamasından kaynaklanıyor ve bu da özellikle tarım gıda hayvancılık üretimindeki sorunlardan yapaylıktan üretim fıtratının bozulmasından kaynaklanıyor. Yaklaşık 3 milyar insan gizli açlık (yiyor aslında fiziksel olarak yemesin de sorun yok) sorunu ile yüzleşmektedir. Dolayısıyla da bunun meydana getirdiği boşluğun bağışıklık sistemi, üreme sorunları, birçok kronik hastalıklar gibi alanlara yansıdığını görüyoruz. Dolayısıyla bizi aşağıya çeken, insanlığı aşağıya çeken o kadar çok konu varki. Bir diğer konu sanal oyun ve kumar bağımlılığı konusu. Örneğin, Türkiye’de 2023 yılı için yalnızca sanal kumardan elde edilen cironun resmi rakamlara göre 50 milyar doları bulduğu belirtilmektedir. Bir genç oraya düştüğünde işi olmasa bile ciddi kredi açıyorlar ve kaybettikten sonra da o sanal para gerçek paraya dönmüş oluyor. Onun ya rızasıyla ya da rızası dışında birtakım organizasyonlar o paraları ailelerinden, kendilerinden tahsil ediyorlar. Türkiye'nin ihracat karlılığı %4.7’dir Türkiye'nin yıllık ihracat karlılığının birkaç katı bir rakamı bir güvenlik zaafı olarak yurt dışına transfer etmiş olunmaktadır. Tabi bu tür işler çok kirli ilişkileri de getiriyor ve bunları engellemek, hukuk içerisinde engellemek daha da zorlaşıyor.
Bütün bunların toplamında demografik ölüm ve bir demografik felaket süreci yaşıyoruz. Dolayısıyla ordulara nükleer bombalara ihtiyacımız olmadan kendi kendimizi imha eden bir sürecin içerisindeyiz. Bu sözler çok iddialı geliyorsa hoşgörün ama ben başka türlü ifade edilebileceğini düşünmediğim için böyle konuşuyorum. Dolayısıyla akıl nesil aile inanç ve devlet güvenliği bağlamında hem uluslararası sistem açısından hem ulus devletler açısından makro politikayla uyumlu bir güvenlik devrimine ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Devrim lafını da özellikle seçiyorum çünkü reform bunu karşılamıyor. Çünkü defalarca yapıldı.
Bakınız, biz 2024’ten itibaren akıl hastalıklarına yönelik bir pandemi ihtimalinden söz etmiştik. 2024’teki şiddet, cinnet ve intihar istatistiklerine bakıldığında ki bazı ülkeler bu verileri açıklamıyor anormal artışlar var. Türkiye’ye baktığınızda ise çok ciddi bir yükselme var ve bu durumun 2025’te çok daha fazla artacağını öngörüyoruz. Bunun bir pandemiye dönüşme ihtimali hiç de uzak değil. Ancak bunun nasıl başarıldığını bilmiyoruz. İnsanlara bir şey mi koklatılıyor, görülmeyen bir şey mi veriliyor yoksa sadece ümitsizlik pompalayarak mı yapılıyor? Bu sorular mutlaka ilgili birimlerin, istihbarat birimlerinin gündemindedir. Ancak bunun nasıl yapıldığı yalnızca ülkelerdeki ekonomik sorunlarla açıklanabilir bir durum değil. Dolayısıyla bir “akıl pandemisi“ ve bunu tetikleyecek sayısız faktörle karşı karşıyayız. Akılla ilgili bir sorun ortaya çıktığında, gerisini konuşmaya gerek bile kalmıyor. Bu bağlamda, “güvenliğin güvenliği“ kavramını ele aldığımızda, aslında bir bilgiçlik yapmıyoruz. Çünkü polis, asker, jandarma ve istihbarat gibi güvenlik sağlamaktan sorumlu olanların bile artık kendi güvenliklerine ihtiyaç duyduğu sofistike bir dönemden geçiyoruz. Bu durum, zihinsel olarak çok radikal bir dönüşümü ve devrimi gerektiriyor.
Bu dönüşümü şekillendiren sayısız alan mevcut. Programda yer alan QR koddan indirilebilecek vizyon belgesinde de bu alanlar detaylı olarak ele alınıyor. Notlarımda yer alan bazı örnekler ise nöroçeşitlilik ve nöroyetenekler, bilinç bilimi, teknoloji ve uzay, kaos matematiği, tersine matematik, duygular matematiği ve biyomimikri gibi yeni ve tartışılacak konular var. Bu teknopolitik yeni dünyanın hangi rekabetlerle, hangi bölgelerde, hangi ülkeler üzerinden ve kimlerin liderliğinde şekilleneceği tartışma konuları arasında. Şu anda teknopolitik yapı, tekno-otokrasiler ve tekno-demokrasiler olarak ikiye ayrılmış durumda. ABD liderliğindeki geleneksel Batılı ülkeler ve Çin liderliğindeki daha anti demokratik olarak nitelendirilen yönetim modelleri bu ayrımın örnekleridir.
Teknopolitik temel teknolojik alanlar arasında; yapay zeka ve birleşik zeka, robotik, sürü sistemleri, blok zincir ekosistemi, dijital para ve finans, kuantum teknolojileri, termonükleer füzyon, gen teknolojileri, biyoteknoloji ve nanoteknoloji gibi başlıklar bulunuyor. Özellikle Rusya, termonükleer füzyon konusunda dikkat çekici çalışmalar yapıyor. Bu alanlarda teknopolitik dönüşümün hızla geliştiğini ve değiştiğini gözlemliyoruz.
Tüm bu ufuk turu içerisinde umarım faydalı bir şeyler söyleyebilmişimdir. Bu konferansın, önümüzdeki iki gün boyunca yapılacak tartışmaların ve ortaya çıkacak deklarasyonlar ile kitabın hem bizim hem de ülkelerimizin karar alıcılarının daha bilinçli kararlar almasına vesile olmasını diliyorum. Saygılarımı sunuyorum.
(21 Kasım 2024 Wish More İstanbul Otel 10. İstanbul Güvenlik Konferansı ve Eş Etkinlikleri Açış Oturumu Deşifre Metni)