Dedenin Yediği Koruktan, Torunun Dişini Korumak İçin
Aynı anda ve her yerde sürekli bir bilinçlendirme yaratmak için BM, her güne bir tematik başlık ve içerik atfetmiş durumda. Dünya Kadın Günü, Çocuk Günü, Engelliler Günü gibi artık sıradanlaşan ama sıradanlaştıkça, altında yatan endişeleri karmaşıklaşan temalar, gereksinmelere göre daha da dikkatli ihtisas başlığı haline gelmeye başladı. İşte bunlardan biri şiddeti artan doğal ve doğal olmayan afetlerle ilgili olanı. Tabii günler birbirini kovalarken bunlar arasındaki bağlantılar da birbirine ekleniyor. “İklim değişikliği ve küresel ısınma“, doğal afetleri ne kadar tetikliyor? Şiddetini ne kadar etkiliyor ve buna karşılık işin kaynağından başlayarak ne gibi önlemler alınabilir? Bu konularda ulusal ve uluslararası düzeyde yapılan işbirliği nasıl bir semere verdi ve verecek? Bütün bu sorular işte 13 Ekim 2024 yaklaşırken yine gündemde. Evet, şimdi dedenin koruk yemesine engel olamayan dünya, torunun dişi sızlamasın çabasında. Ama nasıl? Eğitimle, bilinçlendirerek ve bir afetle karşılaşınca fenersiz yakalanmasını engellemek, insani dayanışmanın en az kamusal önlemler kadar önemli olduğunu hatırlatmak için. Umut bundan sonra afet yönetiminin daha etkin hale gelmesi ve zararın asgariye indirilmesinde. Engellenebilir ve engellenemeyen afet ayırımı yapılmaksızın hep afet şiddetinin, ekonomik ve sosyal maliyetinin nasıl asgariye indirilebileceğine kafa yoruluyor. Bilinçlenmenin özü belki bu. Ama bunun kültürel şifrelerinin değiştirilmesi o kadar kolay değil. Bunun da ötesinde deprem gibi engellenemeyen, tahmin edilmesi kolay olmayan afetlerde, yasal zorunlukla, eğitim ve teknoloji yardımı ile bir etki azaltma penceresi olsa bile, iş yapma ahlakı, kurallara uyma ve sosyal yardımlaşma keyfiyeti açısından zafiyet gösteren ülkelerde bunun gerçekleştirilmesi, bir günlük göstermelik eğitim ve bilinçlendirmeyle sağlanamıyor. Neden deprem sonrasında bazı ülkelerde yağma oluyor da, Japonya’da olmuyor sorusunun cevabı, sadece dayanıklı inşaat, dikkatli zemin seçimi, uygun ve gelişmiş inşaat teknolojisinden değil, insanların fırsat çıkınca kendilerine ait olmayana tenezzül etmemesinden geçiyor. Ama bir kültürde “yağma Hasan’ın böreği“ diye bir deyim varsa, bir durup düşünmek gerek.
Afet Yaratma ve Yaratmama Tercihi
Ormansızlaştırma, heyelan gibi doğal afetleri tetikliyor. Kuraklığı ve kıtlığı beraberinde getiriyor. Açlık ve açlık sonucu gelen göçler gibi afetlere veya afet benzerlerine aşamalı geçiş yaratıyor. Denetimsiz veya denetim eksikliği olan sanayi dallarında ve tarımda kullanılan girdiler, yapılan aşırı üretim, atık azaltma ve arıtma gibi önemli faaliyetlerdeki bilinç eksikliği, tedrici değişimlere bozulmalara ve sonunda hava kirliliği, su kirliliği, toprak erozyonu, obruk gibi yavaş ve ani afetlere neden olabiliyor. Ama savaşlarla gelen doğa tahribatı ve insan kıyımı engellenemiyor. İki ayrı savaş bölgesi arasında sıkışıp kalmış olan Türkiye bunu en iyi gözleyecek konumda. Savaşlar engellenemediği sürece afet yaratmak çocuk oyuncağı. Ukrayna’da ekili topraklar ve ormanlar yanıyor. Dünyanın tahıl ambarı olan bu ülkenin Güneyindeki, Nova Kakhovka barajının 6 Haziran 2023 de patlaması, başlı başına bir afetti. Ekili alanları su bastı; yerleşim yerleri sular altında kaldı. Dünya içine sindirip, günlük yaşamına bakmaya devam etti. Rusya’nın saldırıları karşısında Zaporizhzhia nükleer santralı her an patlayıp yeni bir Çernobil felaketine yol açabilecekken, bu konudaki bilinçlendirme, koruyucu maske temini veya bunu yapacak birimlerin hazırlığı elbette önemli. Ama bu bekleyişin yarattığı moral bezginlik, adeta şüyuun vukuu kadar kötü olması gibi. Nitekim BM e bağlı olarak faaliyet gösteren Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu(IAEA), Ağustos 2024 de Zaporizhzhia santrali ile ilgili bir güvenlik uyarısında bulunarak, santral yakınına düşen, patlayıcı yüklü bir insansız hava aracının yarattığı riski açıklamıştı[1]. Genç veya yaşlı kuşaklara yapılacak bilinçlendirme ve eğitim ne olursa olsun durdurulamayan Ukrayna –Rusya Savaşı sadece Ukrayna için değil, Karadeniz’i ve Hazar denizini çevreleyen tüm ülkeler için büyük bir afet riski. Öte yandan İsrail-Gazze savaşının yarattığı insan dramı üzerine, şimdi tekrar Lübnan’ın Güneyine sıçrayan savaşa “ denetimli misilleme“ ile katılan İran, İsrail ile birlikte yeni bir afet riski yaratma peşinde.
Katmerli Afet
Orta Doğu zaten başlı başına bir afet üretme merkezi. Kızıl Deniz çevresi hem Yemen, hem de Sudan ve Eritre’de yaşanan savaşlarla bir açık afet alanı. Etkileri hem Akdeniz’e, hem de Hint Okyanusu’na uzanıyor. Petrol tankerleri isabet alıyor ve sıvı petrolün denize akması, bir afet riski olarak bölgeyi tehdit ediyor. Kızıl Deniz’in Hint Okyanusuna kavuştu Bab-ül Mendep boğazı nice afete tanıklık ettiği için mi “Göz Yaşı Boğazı“ adını almış bilmiyorum. Ama şimdi İsrail İran’ın Hürmüz Boğazı çevresindeki petrol kuyularını, ülkenin çeşitli yerlerindeki doğal gaz alt yapısını ve en önemlisi Nükleer santrallarını vurmaktan söz ediyor. Denetimli misilleme İran’ın İsrail’deki Demona nükleer santralını mı hedef alır? Yoksa Leviathan doğal gaz kuyularını mı bilinmez. Ama her iki ülke de karşılıklı birer “Afet Kuluçka Makinası“ olma yarışında. Bu duruma BM eli böğründe, dünyaya bir başka “Afet Riski Azaltma Etkinlikleri“ düzenleme talkını vermekle meşgul. Etkinlik düzenlemek savaş üreticilerini tembih etse iyi olur. Tabii bilinç olmasa olmaz. Ama olunca da bir şey olmuyor.