* * *
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki bugün ki Arnavutluk coğrafyasının fethi diğer Rumeli toprakları yanında en geç gerçekleşen bölgeyi teşkil eder. Buna göre Makedonya toprakları neredeyse Ohri gölüne yani Arnavutluk sınırına kadar ki kısmı ile 14. yüzyıl sonlarında büyük oranda fethedilirken Arnavutluk’un Draç gibi Arnavut kıyı şehirlerinin askeri ve siyasi ele geçirilişi 16. yüzyıl başını bulur. (Çağ,2023). Sonrasında bölgeye aktarılan ilk Müslüman nüfus Anadolu’dan değil hemen yanı başındaki Ohri ve Üsküp bölgesinden olur. Dolayısı ile bölgede idari olarak başlayan dönüşüm İslamlaşma noktasında güçlü bir şekilde kendini göstermez (İnalcık,1953). Lakin sonraki 40 yıl ile birlikte 1500 sonlarına gelindiğinde Arnavutluk bölgesinin nüfusunun İslam oranı %70’lere ulaşır. (İzeti,2004).
Şüphesiz ki Rumeli’nin diğer tüm topraklarında olduğu gibi Arnavutluk’ta da İslamlaşmanın öncüleri Osmanlı öncesinde bölgeye ulaşan başta Sarı Saltık olmak üzere Horasan erenleri ve kurdukları tarikatların temsilcileri olur. Kısa sürede hemen her bölgede kurdukları tekkeleri ile Avrupa’nın bitim ucundaki Arnavutluk’ta da Katolik baskısı ile ezilen halka yeni bir din imkânı sunarlar. Konuya dair çalışmalara bakılırsa Bektâşilik bu evrede içerdiği mistik yapı ve bir halk tarikatı olması sebebiyle kısa sürede karşılık bulur ve İslamlaşma 17. yüzyıl sonlarındaki büyük yaygınlığını Bektâşilik sayesinde kazanır(Maden, 2013). Evliya Çelebi 1670’de buraya geldiğinde, Sultan II. Bayezid’in damadı Konyalı Gazi Sinan Paşa tarafından yaptırılan ve varlıklı bir vakfa bağlanan Avlonya Bektaşi Tekkesini tafsilatı ile anlatır. Tekke burada adeta bir dini ve kültür merkezi olarak çalışmaktadır. Tepedelenli Ali Paşa’nın Epir bölgesini Alevîlik için bir merkez üs haline getirmesi ile de mesele zirve noktaya ulaşır. Dolayısıyla Aleviliğin Arnavutluk’taki mazisi 1530’lar hatta daha erkenlere kadar götürülür. Ayrıca Karlofça ile Kuzey Arnavutların güneye doğru kaymaları ile başlayan hareketlilik sırasında da Aleviliğin önemli bir düzenleyici rol oynadığı kaydedilir.
19. yüzyıla gelindiğinde tüm Rumeli’de yaşanan ulusçu hareketlilik zamanla Arnavutluk’ta da kendini gösterir. Zira Rumeli’nin en uzak ucundaki bu bölge Avrupa’dan gelecek her türlü fikir akımına sonuna dek açıktır. Çok geçmeden Arnavut alfabesi(1825) tesis edilir ve Arnavut kültür dernekleri kurulmaya başlar(1850). Bu sırada Arnavut dilinde gazete ve diğer yayınlar da peşi sıra gelir. Ayrıca çok eski bir Bektâşi aileye mensup olan Şemsettin Sami(Fraşeri) başta olmak üzere Arnavut milliyetçilerin Arnavutluk’taki faaliyetleri de Osmanlı merkezinin dikkatini menfi manada çeker. Süreç oldukça hızlı ve sert ilerler zira Osmanlı Devleti için sona oldukça yaklaşılmıştır.
93 Harbi’nin son günlerinde her şeyin büyük oranda sonunu getirecek olan Berlin Kongresi’nden birkaç gün önce Prizren’de Osmanlı Yanya mebusu Abdül Fraşeri önderliğinde toplanan Prizren Birliği Rumeli’deki tüm Arnavutları bir çatı altında toplama noktasındaki ilk ve ne kapsamlı hamleyi yapar. Ancak II. Abdülhamit’in hamleleri ile dağıtılan birlik sonrasında İpek ve Peja’da yeni toplantılar tertip edilir. Yine de kendi içlerinde sağlanamayan birlik sebebiyle istenilen sonuç elde edilemez.
20. yüzyıl başında oldukça güçlenen Arnavut çetelerin büyük oranda Bektâşi tekkelerinde korunduğu hatta buralarda teşkil edildiğine dair bilgiler oldukça güçlüdür(Clayer,1994). Bu anlamda Bektâşilik’in Arnavutluk için kurucu bir ulus miti haline geldiği açıktır.
Balkan Harplerinde yaşananlar sonunda Osmanlı idaresinin bölgeden çekilişi ile Arnavutların da artık kaderleri ile başbaşa kalması sonucunda bağımsız bir Arnavutluk devleti ilan etmek kaçınılmaz olur. Bu manada ölümü sonrasında memleketi Avlonya’daki Bektâşi tekkesine defnedilecek olan Avlonyalı İsmail Kemal Bey önderliğinde başlayan mücadele 28 Kasım 1912’de bağımsızlığın ilan edilmesi ile son bulacaktır. Dolayısıyla Arnavutluk’ta İslamlaşmayı ve Türk hakimiyetini tesis eden Bektâşilik bu kez bağımsız bir Arnavutluk’un tesisinde de başrolü oynayacaktır. Kaldı ki konu bu çalışmanın sınırlarına sığmayacak kadar tafsilatlı olduğundan sürece dair ayrıntılı bilgi için Maden’in yukarıda da atıf yapılan çalışmasına bakılabilir.
Arnavutluk’ta Alevî Devleti Planı
Yukarıda verilen tüm bu tarih bilgisi aslında 21 Eylül 2024’te Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın BM 79. Genel Kurulu’nda duyurduğu ve New York Times’ın muhabiri Andrew Higgins’in kaleminden çıkan Albania Is Planning a New Muslim State Inside Its Capital başlıklı raporuna konu olan planının doğru anlaşılması için çok önemli. Zira, Rama’nın durduk yere ve bir anda ortaya attığı bu planın doğru okunabilmesi için siyaset bilimi ya da teolojinin sundukları yeterli olmayacaktır. Yine de bu açıklamayı bir hatırlamakta fayda var.
Edi Rama geçtiğimiz Eylül ayında Birleşmiş Milletlerin 79. Genel Kurulu’na katılmak için ABD’de bulunmuş hatta devlet planını açıklamadan evvel burada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile de Türkevi’nde basına kapalı bir görüşme yapmıştı. Arnavutluk’taki Türk ve İslam nüfus söz konusu olunca bir Balkan ülkesi ile Türkiye’nin diplomatik görüşme yapması oldukça olağan olduğundan önemli bir ayrıtı olarak da göze batmamıştı. Ancak bu yazıya da konu olan Alevî-Bektaşî Devleti kurulma planının da aynı gün bir mülakata konu olması bir anda gündeme düşen bir bomba olarak da dikkat çekici olmuştu.
Rama’nın açıklaması sonrasında kaleme alınan raporda ilginç analizler varken aslında plana özellikle Türkiye’den verilen tepkilerin anlaşılırlığına dair önemli fikirler verir. Buna göre Higgins mikro devletin kuruluşuna dair planın ayrıntılarını hem Baba Mondi hem de Rama ağzından anlatırken kurulacak olan devlette özellikle kadınların kıyafetlerine karışılmayacak, içki serbest olacak ve fikri özgürlük sağlanacak gibi ifadeler kullanır. Bu anlamda mikro Bektaşî devletin uygulamayı vaat ettiklerinin İslam’da yeri olmayan şeyler olduğunu da kasteder. Ayrıca raporun bir bölümünde Alevî ve Bektaşîler’in tarih boyunca hem Sûnni hem de Şii devletlerce baskı ve zulme uğratıldıklarını da iddia edilir. Dolayısı ile bu yeni devlet ile yeni bir kurtarılmış alan iddiası da ortaya koyar. Kaldı ki raporda tarihî olarak çarpıtılmış çok fazla bilginin de olduğunu ifade etmek yanlış olmayacak.
Bu noktada durduk yere ortaya atılan bu iddia ile iki temel soru da cevaplanmayı bekliyor: Böyle bir devlete ihtiyaç var mıdır? ve Böyle bir devletin kurulması kimin işine yarar ya da bunu kim ister?
Cevaplara geçmeden belirtmek gerekir ki böyle bir devletin kurulma planı kadar Baba Mondi’nin dîni lider olarak seçilmesi de oldukça maksatlı ve manidar görünüyor. Zira Baba Mondi’nin Bektaşiliği İslam dışı bir yere konumlandırarak kurulacak devletin temel dinamiklerini “tanrı hiçbir şeyi yasaklamaz“ mottosu ile ifade etmesi başlı başına bir sapma ve kötü niyet. Menfi bir planın parçası olduğunu açık eden güçlü bir argüman. Belki de bu noktada 2008’de Baba Mondi’ye Türkiye’den verilen destek konusunda bir özeleştiri yapmak da zaruri olacaktır.
Öte yandan böyle bir devlete ihtiyaç var mıdır sorusu da çok düşünmeye gerek duyulmadan cevaplandı birçok kesimce. Aleviliğin ve elbette Bektaşiliğin kökü Anadolu’dur. Dolayısı ile Arnavutluk’ta kurulması planlanan böyle bir “devletçik“ ile planlanan şey Bektaşiliğin merkezini Arnavutluk’a taşıyarak onu Anadolu’dan koparmak fikrini uygulamaktır. Elbette yukarıda verilen tüm tarihi bilgi ve Aleviliğin temel dinamiği böyle bir planı geçersiz kılar. Zira Aleviliğin ve Bektaşiliğin bir devlete ihtiyacı yoktur. Hem konunun uzmanları hem de Alevi-Bektaşî önderleri -ki sadece Türkiye’den değil bizatihi Arnavutluk’ta da- bunu açıkça ve ivedi şekilde ifade ettiler. Hatta böyle bir planın uygulanmasının Arnavutluk’taki üniter devlet yapısı yanında birlikte yaşama kültürüne büyük darbe vuracağını da belirttiler. Ancak özellikle Bosna ve Kosova Savaşları sonrasında Balkanlaşmak olarak ifade edilen yeni politik proje de bölge ülkelerinin olabilecek en mikro hale etnik, dini ve kültürel manada getirilmesi çabası da burada açıkça devreye sokulmuş oldu.
Bu noktada planlanan devletin başına geçmesi beklenen ve tüm Alevî-Bektaşilerin siyasi de lideri olması düşünülen Baba Mondi’ye de bir parantez açmak şarttır. Zira bu mikro devlet planı ortaya atıldıktan hemen sonra Türkiye Bektaşilerinin en üst temsil makamı olan, 88 yaşındaki Ali Haydar Ercan Dedebaba’nın talimatıyla, Halifebaba Hacı Dursun Gümüşoğlu tarafından bir açıklanma yayınladı ve baba Mondi hakkında şu bilgilere dikkat çekildi: Arnavutluk’ta ikâmet eden Baba Mondi’nin kendisini Dedebaba ilan etmesi, Bektaşilik erkânına göre geçersizdir. Çünkü Enver Hoca döneminden sonra Arnavutluk’tan Reşat Bardi Baba’ya, Bektaşi camiasının lideri rahmetli Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba tarafından İzmir’de halifebabalık verilmiş ve kendisi halifebaba olarak Arnavutluk’a gönderilmiştir. O zaman derviş olan Mondi, Reşat Bardi Halifebaba’dan babalık almıştır. Reşat Bardi Halifebaba’nın vefatından sonra kimse halifelik erkânı görmediği için Bektaşi erkânına göre Arnavutluk’ta bırakın dedebabayı, halifebaba bile yoktur. Baba Mondi’nin dedebabalığı bir yana; dedebabalığın bir alt mertebesi olan halifebabalık erkânı dahi kendisine uygulanmamıştır. Bu durum inkâr edilmez bir gerçektir. Başka bir söylemle bir yüzbaşının albay olmadan general rütbesi takması kadar abes bir durumla karşı karşıyayız. Yüzyıllardır devam eden geleneğe ve kurala göre dedebabanın Türkiye sınırları içinde ikamet etmesi şarttır. Türkiye’de bu hiyerarşik sistem, tarih boyunca devam ettiği gibi kesintisiz bir şekilde bugün de devam etmektedir. Bugün dedebabalık makamını Ali Haydar Ercan Dedebaba temsil etmektedir. Onun yönetsel alt kurumları ise halifebabalar, babalar, dervişler, muhipler şeklinde bir hiyerarşiye sahiptir. Dedebaba makamının alacağı kararlar, Bektaşiliğin yönetim kurulu sayılabilecek Halifebabaların onayı ve dedebabanın tasdiki ile hayata geçer. Bu bağlamda Baba Mondi’nin kendisini Dünya Bektaşilerinin lideri olarak iddia etmesi asla kabul edilemez.( https://serbestiyet.com/featured/tirandaki-bektasi-vatikanina-turkiye-bektasilerinden-tepki-emperyal-devletlerin-tuzagi-182309/)
Dolayısıyla bırakın bir devlet kurulması Baba Mondi’nin bu devletin başına geçirilme çabası bile erkana aykırıdır, usulsüzdür. Bu da planın daha en başta ölü doğum olduğunu ortaya koyar.
Ve son soru; böyle bir oluşum kimin işine yarar? Bu kısım hem bu soruya cevap verecek hem de yazının sonucunu teşkil edecektir.
Balkan coğrafyası üzerine tarihî, dinî ve siyasi çalışmalar yapan uzmanların uzun süredir bölgede yürütülen selefileşme ve Şiileştirme faaliyetlerine dair tedirginlikleri zaman zaman dile getiriliyordu. Hatta 2024 Ocak ayında verdiği bir röportajda; Hacı Bektaş Veli Dergâhı postnişini görevini Sefa Ulusoy ile birlikte yürüten Veliyettin Hürrem Ulusoy da İran ve Katolik Kilisesi’nin Bektaşileri kendilerine benzetmeye çalıştıklarını üzülerek söylemişti. Bu anlamda Makedonya ve Bosna’daki selefileşme tehdidi yanında İran’ın Arnavutluk’ta yürüttüğü iddia edilen Şiileştirme çabaları da dikkat edilmesi gereken hususlardır. Buna bağlı olarak Balkanlar’da olası bir İran ya da selefi etkinlik artışı karşısında emperyal bir refleks olarak karşı bir hamle zaten bekleniyordu. Kaldı ki Rama’nın bir Katolik olması ve planını ABD’de açıklaması da bu anlamda önemli bir kod. Planın devamında özellikle Balkan coğrafyasındaki Alevî-Bektaşîler’in hedef alındığı ve Anadolu’dan bir karşılık görülmeyeceğinin de bilindiği gayet açık. Zira yukarıda da ifade edildiği gibi en üst perdeden tepkiler de gecikmeden verildi. Ancak Rama’nın bu kurulması planlanan 27 dönümlük devletçiğin laik-seküler bir İslam anlayışını yerleştirmeye gayret edeceğini ve artık “İslam’da olmayan“ hoşgörü ve anlayışı geri getireceklerini ifade etmesi konuyu siyasi olmak yanında dinî bir sorun olarak da karşımıza çıkarıyor. Bu anlamda meseleye verilecek tepkilerin diplomatik düzeyde olmak yanında dinî bir karşı duruş ile izah edilmesi de şart. Hatta belki de bu sayede ülkemizde halen tam istenilen düzeyde sağlanamayan Alevi-Bektaşi-Sûnni toplumsal mutabakatının ilerletilmesine imkân sağlaması kıymetli bir fırsat olarak karşımızda duruyor.
Son söz olarak kurulması öngörülen Bektaşi egemen devletinin tarihî gerçeklik, Alevi-Bektaşî geleneği ve İslam inancı açısından maksatlı bir saptırma ve Balkanlar üzerindeki yeni bir balkanlaştırma ya da emperyal çaba olarak anlaşılması en doğrusu olacaktır.
Kaynakça
Çağ, Galip, “Adriyatik Kıyısında Bir Osmanlı Şehri: Draç / Durrës (1574 Tarihli Tahrir Kaydı ve Şehrin Fethine Dair Düşürülen Tarihe Göre)“, Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, 10/27, 2023, s. 455-475.
İzeti, Metin, Balkanlar’da Tasavvuf, İstanbul, 2004,
İnalcık, Halil, “Arnavutluk’ta Osmanlı Hâkimiyetinin Yerleşmesi ve İskender Bey İsyanının Menşei“, Fatih ve İstanbul, C. I, S. 2, İstanbul, 1953, ss. 153-175.
Maden, Fahri, “Arnavutluk’ta Bektaşilik ve Arnavutluk’un Bağımsızlığına Giden Süreçte Bektaşiler“, Avrasya Etüdleri, 44/2013-2, ss.141-176.
Clayer, Nathalie, “Bektaşilik ve Arnavut Ulusçuluğu“, Terc. O. Koloğlu, Toplumsal Tarih, S. 2, Şubat 1994, s. 58-61.