Ekonomik güvenlik bireylerin, toplulukların ve ülkelerin ekonomik istikrar ve refahını koruma yeteneğini ifade etmektedir. Bu kavram makroekonomik faktörler, istihdam güvenliği, gelir güvenliği, finansal istikrar ve ticaret dengesi gibi boyutları içermektedir. Ekonomik güvenlik, aynı zamanda ekonomik şoklara ve krizlere karşı dirençli olmayı ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi desteklemeyi de kapsamaktadır. Ekonomik güvenlik anlayışına bireylerin yaşamlarını sürdürme yetenekleri, kurumların bu sürdürülebilirlikte etkileri ve sonuç olarak toplumsal refahın bireyler için etkinliği dahil edilmektedir (Sen, 1999, Rodrik, 2000).
Makroekonomik istikrar, ekonomik güvenlik için en önem arz eden göstergelerin başında gelmektedir. Blanchard & Fischer(1989) tarafından yapılan tanıma göre ekonomi güvenliği makroekonomik istikrar, düşük enflasyon, sağlam kamu finansmanı ve istikrarlı ekonomik büyüme ile karakterize edilmektedir. Bu, ekonomik faaliyetlerin öngörülebilirliğini ve yatırımcı güvenini artırmaktadır. Diğer yandan ekonomi güvenliği istihdam güvenliği, düşük işsizlik oranları ve iş piyasasının esnekliği ile ilişkilendirilmektedir. Bu, bireylerin işlerini koruyabilmesi ve ekonomik dönüşümlere uyum sağlayabilmesi anlamına gelmektedir (Ryder & Director-General, 2020).
Diğer bir ekonomik güvenlik boyutu olan gelir güvenliği, adil gelir dağılımı, yeterli asgari ücret ve etkin sosyal güvenlik sistemleri ile sağlanmaktadır. Bu, ekonomik eşitsizlikleri azaltmaya ve sosyal uyumu teşvik etmeye yardımcı olur (Atkinson, 2015). Ekonomik güvenliğin finansal istikrar boyutu olarak Ulusal Para Fonu (IMF) tarafından yapılan tanıma göre finansal istikrar, güçlü ve sağlam finansal kurumlar, etkin finansal düzenlemeler ve krizlere karşı koruma mekanizmaları ile karakterize edilmektedir (Schinasi, 2004). Son olarak ekonomik güvenlik için korunması gereken ticaret dengesi ise (Krugman vd., 2018)tarafından dış ticaretteki dengesizlikleri azaltma ve uluslararası ticaret ilişkilerinin istikrarını koruma yeteneğini olarak ifade edilmiştir.
Bu tanım ve yaklaşımlardan standart ekonomik yaklaşımlarda ‘ekonomik istikrar’ ya da ‘sürdürülebilirlik’ olarak ele alınagelen olguların güvenlik bağlamına evirildiğini görmekteyiz. Bu kapsamda ekonomik güvenlik, bireylerin ve toplumların refahını doğrudan etkileyen çok boyutlu bir kavramdır. Yukarıdaki sıklıkla kullanılan ekonomik güvenlik boyutlarına ek olarak; kaynak güvenliği, yenilik ve teknoloji güvenliği, altyapı güvenliği, sosyal güvenlik ve küresel ekonomik ilişkilerin sürdürülebilirliği de göz önünde bulundurulması gereken ekonomik güvenlik boyutlarındandır.
Olası bir deprem sonrası ekonomik güvenlik modellemelerine, can güvenliği ve yaşam kalitesini değişmelerini ölçmek adına kitlesel erken ölümler, yaralanma ve engellilik ve kitlesel yaşam kalitesi kaybı gibi değişkenler dahil edilmelidir.
Diğer yandan ekonomi güvenliği, ekonomik güvenlik ifadesi kadar kapsayıcı olmasa dahi bir ülkenin veya dünya ekonomisinin istikrarını, dayanıklılığını ve sürdürülebilir kalkınmasını korumak için ulusal veya küresel düzeyde uygulanan stratejileri ve politikaları içermesiyle ekonomik güvenlik boyutlarından önce bahsedilmelidir. Dolayısıyla ekonomi güvenliği, dışsal şoklara, jeopolitik risklere karşı korunmayı ve değişen küresel ekonomik dinamiklere uyum sağlama kapasitesini kapsamaktadır. Rekabetçi bir ekonomik pozisyonu sürdürme, yeniliği teşvik etme ve dış ekonomik ilişkileri yönetme stratejileri, ekonomi güvenliğini sağlama yolunda katkıda bulunmaktadır (Sachs & Warner, 1997), (World Bank Group, 2018), (UNDP, 2013).
Şekil 1’de de görüldüğü üzere depremler bir şok şeklinde ekonomik ve sosyal hasara yol açar. Sonrasında ekonomik güvenlik sorunlarına götüren ve kitlesel ölümler, nüfus hareketleri, kaynakların kıtlaşması, gelir dağılımının bozulması, aile yapısının bozulması, altyapı ve şebekelerin çökmesi, terör, suç ve yağma olayları, siyasi karışıklık ve ekonomik büyüme ve kalkınma kapasitesinin azalması gibi gelişmeleri içeren süreçler başlar. Ekonomik güvenlik sorunlarının şiddeti ve süresine bağlı olarak bu süreçlerin milli güvenlik sorunlarına yol açma ihtimali söz konusu olabilir.
Marmara ve İstanbul'un Türkiye Ekonomisindeki Yeri
Nüfus ve demografik yapı açısından Marmara Bölgesi ve İstanbul, Türkiye'nin en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri olarak dikkat çekmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2021 verilerine göre, İstanbul'un nüfusu Türkiye'nin toplam nüfusunun yaklaşık %18'ini oluşturmaktadır (TÜİK Kurumsal, 2021). Bu yoğun nüfus, tüketici talebini artırmanın yanı sıra, geniş bir işgücü kaynağı sağlamaktadır. Bu durum, bölgenin ekonomik büyümesine perakende, hizmetler ve sanayi sektörlerinin gelişimini destekleyerek önemli katkı sağlamaktadır. Bu sebeple İstanbul'un yüksek nüfus yoğunluğu, bir deprem durumunda, büyük insan kayıpları ve yaralanmalar riskini artırırken, aynı zamanda geniş çaplı tahliye ve acil yardım operasyonlarını zorunlu kılacaktır. 6 Şubat Pazarcık Depremi sonrası ülkemizde görüldüğü ve tecrübe edildiği üzere bu gibi bir durum hem yerel hem de ulusal düzeyde acil müdahale kaynaklarını zorlayabileceği öngörülmektedir.
Üretim ve sanayi açısından Marmara Bölgesi, Türkiye'nin sanayi ve üretim faaliyetlerinin merkezi konumundadır. TÜİK (2021)verilerine göre, Türkiye'nin toplam sanayi üretiminin önemli bir bölümü bu bölgede gerçekleşmektedir. T.C. Sanayi Bakanlığı’nın 2020 verilerine göre İstanbul’da 82,8 milyar dolar ile Türkiye ihracatının neredeyse yarısı, 126,9 milyar dolar ile ithalatın ise yarıdan fazlasının yapıldığı görülmektedir (T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, 2020). Ek olarak İstanbul, otomotiv, tekstil, gıda ve elektronik gibi çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren sayısız fabrikaya ev sahipliği yapmaktadır. Bu üretim kapasitesi, Türkiye'nin ihracat performansına ve ekonomik büyümesine önemli katkılar sağlamaktadır.
Kritik altyapı açısından bakıldığında, İstanbul Türkiye'nin en önemli ulaşım ve lojistik merkezlerinden biri olarak kabul edilmektedir. İstanbul Havalimanı uluslararası bir geçiş noktası olarak değerlendirilirken, şehirdeki limanlar ve iskeleler hem iç hem de uluslararası ticaret için kritik öneme sahiptir. Uluslararası irtibata bir örnek olarak havayolu bakımından İstanbul’da havalimanlarının kapasitesini artırmak amacıyla 2023 yılı itibariyle çalışmalar devam etmektedir. Havalimanının üçüncü pisti Haziran 2020'de açıldığında, yeni havalimanı yıllık 150 milyon yolcu kapasitesiyle dünyanın en büyük havalimanlarından biri haline getirilmiştir. Ayrıca, İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı için kullanılacak ikinci paralel pistin kurulumu ve inşası süreçleri devam etmektedir (DHMI, 2022). İstanbul Boğazı üzerindeki köprüler ve tüneller, Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayarak önemli bir lojistik avantaj sağlamaktadır. Bu sebeple olası bir Marmara depreminde havalimanları, limanlar ve İstanbul Boğazı'ndaki köprüler ve tünellerin hasar görmesi, ulusal ve uluslararası ticarette ciddi aksamalara neden olabileceği öngörülmektedir.
Kritik sektörler açısından Marmara bölgesi, gıda, enerji ve iletişim gibi alanlarda da Türkiye için stratejik bir konumda bulunmaktadır. Bu sektörler, sadece İstanbul ve dahi Marmara bölgesi için değil, aynı zamanda Türkiye'nin genel ekonomik istikrarı ve büyümesi için hayati öneme sahiptir. Ayrıca, İstanbul'un tarihi eserleri ve kültürel zenginlikleri, şehri dünya çapında önemli bir turizm destinasyonu olarak konumlandırırken, İstanbul'un ve genel olarak Türkiye'nin ekonomisine önemli katkılarda bulunmaktadır. Bir deprem sonucu bu yapıların zarar görmesi, turizm gelirlerinde düşüşe ve kültürel mirasın kaybına yol açabilir. Bu bağlamda, İstanbul'da olası bir depremin, sadece insan hayatı ve altyapı üzerindeki doğrudan etkileriyle sınırlı kalmayıp, ekonomik istikrar, üretim, ticaret ve kültürel miras üzerinde de uzun vadeli etkiler yaratabileceği açıktır. Bu nedenle, deprem riskine karşı etkili önlemler almak ve kapsamlı bir afet yönetimi stratejisi geliştirmek büyük önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, Marmara Bölgesi ve İstanbul'un Türk ekonomisi içindeki yeri, sadece ekonomik büyüklük ve üretim kapasitesi ile sınırlı değildir. Aynı zamanda stratejik coğrafi konumu, kritik altyapısı, pek çok sektördeki liderliği ve kültürel zenginliği ile Türkiye ekonomisinin dinamizminin ve çeşitliliğinin bir göstergesi kabul edilmektedir. Bu bağlamda, İstanbul'da olası bir depremin, sadece insan hayatı ve altyapı üzerindeki doğrudan etkileriyle sınırlı kalmayıp, ekonomik istikrar, üretim, ticaret ve kültürel miras üzerinde de uzun vadeli etkiler yaratabileceği açıktır. Bu nedenle, deprem riskine karşı etkili önlemler almak ve kapsamlı bir afet yönetimi stratejisi geliştirmek büyük önem taşımaktadır (TUIK, 2021; Durukal & Erdik, 2008; İstikbal, 2022).
Devamı için tıklayınız.