Küresel konjonktürün de ivme kazandırıcı etkisiyle son yıllarda enerji kaynaklarının önemi katlanarak artmıştır. Özellikle hidrokarbon yataklarının tespit ve işletmesine yönelik faaliyetlerin kurulu ve faal haldeki geleneksel teknolojilerin işlevini sürdürmesi için hızlandırıldığı aşikârdır. Türkiye de gelişen ve büyüyen ekonomik, teknolojik ve stratejik bünyesinin artan talebine karşılık olarak gerek kara alanlarında gerekse denizlerdeki münhasır ekonomik bölgelerinde (MEB), ek olarak da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ruhsat sahalarında araştırma, arama ve keşif faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Bu kapsamda büyük bir potansiyel barındırdıkları konusunda hemen tüm otoritelerin hemfikir olduğu Akdeniz ve Karadeniz’deki aramalar kritik kabul edilerek çalışmalar planlanmıştır. Ancak 462 bin km²’yi bulan deniz yetki alanlarının tamamının taranması çok büyük mali yük getireceği gibi zaman ve kaynak israfına yol açacak, aynı zamanda da sonuç alınamayan sondajların sayılarının artmasından dolayı motivasyon kaybına sebep olacaktır. Böylesi olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için arama, keşif ve sondaja yönelik faaliyetlerin daraltılmış alanlara yönlendirilerek daha yüksek potansiyelli sahalarda yoğunlaşması gerekmektedir. Deniz tabanı söz konusu olduğunda birçok keşifte belirleyici rol oynayan çamur volkanları, graben ve yarı grabenler, deniz dibi sırtları, dom yapıları, deniz dağları, akma/kayma yapıları, bindirme ve antiklinaller, deniz altı kanyon ve vadileri, kademeli ve/veya intrüzyonlar içeren sedimanter depolar ile kıvrım sistemleri gibi Türkiye denizlerinde de çok sayıda karakteristik örnekleri bulunan jeomorfolojik yapıların mercek altına alınması bu bakımdan önemli faydalar ve kolaylıklar sağlayacaktır.
Türkiye’nin Mavi Vatan’daki münhasır ekonomik bölgelerinin tektonik, jeofizik (sismik ve gravite), morfolojik ve stratigrafik verilerini ve bu verilerin muhtelif disiplinlerdeki yorumlarını içeren çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bunlar hem jeolojik ve litolojik temel yapısının anlaşılmasında etkin bir dayanak teşkil etmekte hem de deniz tabanlarının strüktüral ve jeomorfolojik karakterlerinin ortaya konmasına katkı sağlamaktadırlar. Türkiye’nin deniz yetki alanlarındaki hidrokarbon rezervuar ve kapanlarının konumlanabilecekleri jeomorfolojik yapıların belirlenmesine ek olarak diğer yer bilimsel verileri de göz önünde bulundurmak suretiyle daha isabetli ve tutarlı bilgiler üretilmeye çalışılmıştır. Bu sebeple öncelikle ana yapısal morfolojik üniteler haritalandırılmış, daha sonra da farklı çözünürlüklerdeki batimetrik modeller, deniz tabanının karadaki temaslı yapılarının özellikleri ile taban jeolojisi, jeomorfolojisi ve strüktürüne ait verilere dayanılarak yapısal nitelikleri açısından hidrokarbonların kapanlanabileceği birimler ile hidrokarbon rezervuarlarına has göstergeler barındıran morfolojik yapılar belirlenmiştir.
Çalışmanın bir sonraki basamağında daha detaylı jeomorfolojik veriler özelinde odaklanılacak potansiyel rezervuar sahaları belirlenmiştir. Çünkü hidrokarbon istihsali için olmazsa olmaz şartlardan biri rezervuarlar, yani hidrokarbonların toplanabileceği yapısal kabuk birimleridir. Bu birimlerin tespitiyle sondaj öncesi detaylı çalışmaların doğru ve daraltılmış sahalara odaklanması mümkün olacaktır. Çalışma kapsamında, Türkiye'nin Akdeniz, Karadeniz ve Marmara Denizi'nde gelecekteki hidrokarbon arama hedef alanlarını keskinleştirmek için bu büyük veri setiyle desteklenen jeomorfolojik tanımlama ve yorumların ışığında yüksek potansiyelli sondaj lokasyonlarına dair öngörü ve çıkarımlar ortaya konmuştur. Her üç denizde de yapısal olarak kapan ve rezervuar sahası olmaya aday yapısal birimlerin bulunuğu ve detaylı tetkilerin yönlendilmesi için buraların uygun lokasyonlar oldukları anlaşılmıştır.
2. AKDENİZ’İN HİDROKARBON OLANAKLARINA DAİR JEOMORFOLOJİK PROKSİLER
Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı Tetis sahası Alpin Mobil Kuşağı olarak tanımlanan önemli bir petrol ve doğalgaz havzası konumundadır. Paleotetis ile Neotetis’in açılıp kapanma süreçlerince de desteklenen Tip-II kerojen içerikli kaynak kaya oluşumu bu sahanın kendine has bir hidrokarbon rezervuar yapısıyla temsil edilmesine yol açmıştır. Bu kuşağın Doğu Akdeniz Havzası olarak tanımlanan bölümünde karadaki işletim sahalarının yanı sıra denizde de Nil Deltası’nın deniz dibindeki kısımları ve İsrail açıklarındaki Leviathan bölgesi gibi önemli hidrokarbon yatakları keşfedilmiştir. Akdeniz’deki offshore yatakların zenginliğine delil teşkil eden bu tip keşifler sahaya ilgiyi artırmış ve yeni kaynakların keşfine yönelik çalışmaları hızlandırmıştır. Türkiye de mevcut verilere ek olarak Oruç Reis ve Barbaros Hayreddin Paşa gemileriyle sismik araştırmalarını sürdürürken Antalya Körfezi ve Taşucu Platosu açıklarında, bunlara ek olarak da KKTC’nin ruhsat sahalarında Yavuz ve Abdulhamid Han derin deniz sondaj gemileriyle sondajlara devam etmektedir. Ancak henüz kayda değer bir keşif söz konusu olmamıştır. Bu sebeple daha önceki bazı çalışmalarda da vurgulanan ve jeomorfolojik proksileri dikkate alan lokasyonların öncelenmesinin keşif başarı oranını artıracağı düşünülmektedir. Akdeniz’de tamamen Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi içerisinde yer alan beş potansiyel hidrokarbon sahası bulunmaktadır.
Genel yapısal ve jeomorfolojik üniteleri göz önünde bulundurulduğunda Akdeniz’de;
- Finike açıklarında Amsterdam, Atina, Kazan, Kula ve Selanik çamur volkanlarını da barındıran Anaksimander Deniz Dağı,
- Karadaki Likya yığışım prizmasının deniz tabanındaki devamı konumundaki Fethiye Körfezi ve devamındaki Rodos Havzası,
- Akma/kayma yapıları ile deniz altı kanyonlarına ev sahipliği yapan Antalya Havzası’nın kuzey kıta yamacı,
- Kıbrıs Adası’nın batısında yer alan Florence yükseliminin güneydoğu uzantısı
- İskenderun Körfezi güneyine doğru sıralanan graben ve yarı grabenler Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi içerisindeki hidrokarbon barındırma potansiyel yüksek kapan ve rezervuar sahaları olarak öne çıkmaktadır.
3. KARADENİZ’İN HİDROKARBON OLANAKLARINA DAİR JEOMORFOLOJİK PROKSİLER
Dünya’nın en büyük iç deniz sahalarından biri olan Karadeniz Havzası, içerisindeki çamur volkanları, sediment taşınma ve yerleşiminde etkili rol oynayan aktif deniz dibi kanalları, tektonik jeomorfolojiyi şekillendiren aktif faylar, riftleşme ve sütur hatları ile anoksik koşullardaki organik madde çökelimiyle zenginleşen kademeli sedimanter depolar sayesinde hidrokarbonların oluşumu için çok elverişli yapı, birim ve süreçlere ev sahipliği yapmaktadır. Ancak bu cazip görünümüne rağmen önemli keşiflerin yapıldığı Tuna Deltası ve Türkiye’nin 2020’de ilk keşfini yaptığı Sakarya Gaz Sahası dışında şimdiye kadar açılan derin deniz sondaj kuyusu sayısı sınırlı düzeyde kalmıştır. Özellikle sıklıkla rastlanan hidrokarbon sızıntıları, kıta kenarları ve şevlerdeki potansiyel kaynak kayalara ait mostralar ve sismik kesitlerde tespit edilen muhtemel kapanlar sahanın zengin potansiyelini tasdik eder niteliktedir. Bu sebeple son dönemde Türkiye’ye ait Fatih ve Kanuni derin deniz sondaj gemileriyle sahada yürüttüğü arama ve keşif çalışmalarını hızlandırmıştır. Karadeniz’in güney sektörünü boydan boya kaplayan görünümüyle Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi sınırları içerisinde yer alan sahada beş farklı yapısal birime yayılmış şekilde potansiyel hidrokarbon sahaları bulunmaktadır.
Ana yapısal ve jeomorfolojik birimler perspektifinden Karadeniz’de;
- İnebolu-Cide hattı ile Ordu-Çarşamba hattı açıklarındaki çamur volkanları, paleovolkan sahaları,
- Rize-Hopa hattının açıklarındaki bindirme ve antiklinallere bağlı ortaya çıkan bindirme ve bindirme altı antiklinalleri ile antiklinallerin merkezinde yer alan balık kuyruğu tipi potansiyel kapanların yanı sıra bölgeye yakın konuşlanmış paleovolkan sahaları,
- Tuna ve Sakarya delta çökelleri ile bu çökeller içerisinde yer alan alüvyal vadiler ve kerojen içeren yatak çökelleri,
- Bafra ve Çarşamba delta çökelleri ile bu çökellerin yanında konumlanan Arkhangelsky Yükselimi,
- Doğu Karadeniz Havzası’nın merkezi kısmında jeosenklinale yerleşmiş kademeli sedimanter depolar Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi dâhilinde yer alan yüksek potansiyelli kapan ve rezervuar sahaları olarak sıralanabilir.
4. MARMARA DENİZİ’NİN HİDROKARBON OLANAKLARINA DAİR JEOMORFOLOJİK PROKSİLER
İki boğaz vasıtasıyla Akdeniz-Karadeniz bağlantısını sağlayan Marmara Denizi Kuzey Anadolu Fay Zonu’ndaki aktivitelerle şekillenen tektonik bir havza ve iç denizdir. Basınç sırtları ve pull-apart havzalarıyla taban engebesi artmış bu çanakta verev eksenli antiklinaller, tektonik kökenli havzalar, çamur volkanları ve akma/kayma yapıları da içeren deforme haldeki sediment depoları hidrokarbon arama ve keşif çalışmaları açısından dikkat çeken yapısal unsurlar olarak sıralanabilir (Şekil 5). Bununla birlikte, ekonomik nitelikteki hidrokarbon yataklarının bulunduğu Ergene Havzası’ndaki Eosen-Oligosen rezervuar kayalarının Marmara Denizi tabanına doğru uzandığı düşünülmektedir. Bazı bölümlerinde sondajlar yapılmış olmakla birlikte henüz derin deniz sondajlarının yapılmadığı ve işletilebilir bir yatağın keşfedilemediği sahada, organik karbon içeriği fazla olan sedimentler ile hidrokarbon olduğu belirlenen gaz/akışkan sızıntıları bölgenin yüksek bir potansiyeli olduğuna işaret etmektedir. Tamamı Türkiye’nin tasarrufunda olan Marmara Denizi Havzası’nda potansiyel hidrokarbon kapan ve rezervuarları üç bölgede konumlanmış durumdadır.
Yapısal ve tektonik özelliklerine göre Marmara Denizi’nde;
- Tekirdağ Havzası ile Orta Havza arasında yer alan Batı Yükselimi’nde, Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun kuzey kolu boyunca sıralanmış çamur volkanları ile fay zonunun batıya doğru Tekirdağ Havzası’nın batı ucuna kadar olan devamı,
- Orta Marmara Oluğu’nun doğusnda konuşlanmış yarı grabenler ve basınç sırtları,
- Doğu Marmara Havzası’nın kuzeybatısı kesimine denk gelen kısımdaki havza tabanı ile buraya komşu durumdaki yarı grabenler sahada jeokimyasal, jeofizik ve sondajlı hidrokarbon arama çalışmalarda odaklanılması gereken başlıca jeomorfolojik yapılar olarak öne çıkmaktadır.
5. SONUÇ
Türkiye denizlerindeki çalışan hidrokarbon sistemlerinin jeomorfolojik proksilerle tespitine yönelik faaliyetlerin alan daraltıcı, daha hızlı ve ekonomik şekilde sonuç almayı kolaylaştırıcı etkileri olduğu görüşü bu çalışmayla daha güçlü bir biçimde vurgulanmaya ve somut bulgular üzerinden ifade edilmeye çalışılmıştır. Sonraki süreçte yürütülecek arama ve keşif faaliyetlerinde ilk aşamada yapısal ve jeomorfolojik özelliklerin belirlenmesinin yerinde bir hamle olduğu iddiası ileriki dönemlerde bu tarz bir planlamayla yapılacak sondajların başarı oranındaki artışla teyit edilebilecektir. Öte yandan karada Seferihisar, Karaburun Yarımadası ve Büyük Menderes Grabeni gibi hidrokarbon emareleri içeren yapıların denizdeki uzantılarının araştırılması ve Adalar (Ege) Denizi’ndeki potansiyel kapan ve rezervuarların da ortaya konulmasına dair çalışmaların vakit geçirmeksisin yapılmasına ihtiyaç vardır. Ancak Adalar Denizi’ndeki karasuları ve oniki ada gibi bazı tartışmalı meselelerin varlığı şimdilik bu denizdeki kaynakların sağlıklı bir şekilde keşif ve işletmesine müsaade etmemektedir. Şüphesiz çok katmanlı bir yapısal inceleme gerektiren hidrokarbon aramalarında tek başına jeomorfolojik yorumlar da kadük kalacağından, denizlerde yürütülen çalışmalarda jeolojik, jeomorfolojik, jeokimyasal ve jeofizik verilerin bir arada ve koordineli olarak değerlendirilmesi başarı oranını artırılabilmesi için bir zorunluluktur. Zaten günümüz teknik imkan ve kabiliyetlerine endeksli olarak veri miktarı ve türündeki artış böylesi bir koordinasyonu zorunlu kılmaktadır. Türkiye denizlerindeki çamur volkanları, graben ve yarı grabenler, deniz dibi sırtları, dom yapıları, kıvrım sistemleri ve delta depoları gibi rezervuar ya da kapan ortamı oluşturma potansiyeli bulunan jeomorfolojik birimlerin kuyu lokasyonları belirlenirken mutlak surette göz önünde bulundurulmasının önemli olduğu düşünüldüğünden bu çalışmada söz konusu yapıların genel bir tanımlaması ve ana hatlarıyla topluca haritalandırma işlemi gerçekleştirilmiştir. Çünkü daha önceki birçok sondajda keşif yapılamamasının en önemli sebebi veri eksikliği değil, maalesef sondaj yeri belirlemede yapılan hatalar olmuştur. Ayrıca, yürütülecek çalışmalar esnasında tavsiye edilen sondaj yerlerinin doğrulanması için söz konusu sahalarda su sütunundan ve deniz tabanından jeolojik ve jeokimyasal numunelerin alınması hata payını azaltacak, amaçlandığı üzere daha az zaman ve kaynak harcayarak yeni keşifler yapmanın yolunu açacaktır.
Türkiye’nin Mavi Vatan’daki münhasır ekonomik bölgelerinin tektonik, jeofizik (sismik ve gravite), morfolojik ve stratigrafik verilerini ve bu verilerin muhtelif disiplinlerdeki yorumlarını içeren çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bunlar hem jeolojik ve litolojik temel yapısının anlaşılmasında etkin bir dayanak teşkil etmekte hem de deniz tabanlarının strüktüral ve jeomorfolojik karakterlerinin ortaya konmasına katkı sağlamaktadırlar. Türkiye’nin deniz yetki alanlarındaki hidrokarbon rezervuar ve kapanlarının konumlanabilecekleri jeomorfolojik yapıların belirlenmesine ek olarak diğer yer bilimsel verileri de göz önünde bulundurmak suretiyle daha isabetli ve tutarlı bilgiler üretilmeye çalışılmıştır. Bu sebeple öncelikle ana yapısal morfolojik üniteler haritalandırılmış, daha sonra da farklı çözünürlüklerdeki batimetrik modeller, deniz tabanının karadaki temaslı yapılarının özellikleri ile taban jeolojisi, jeomorfolojisi ve strüktürüne ait verilere dayanılarak yapısal nitelikleri açısından hidrokarbonların kapanlanabileceği birimler ile hidrokarbon rezervuarlarına has göstergeler barındıran morfolojik yapılar belirlenmiştir.
Çalışmanın bir sonraki basamağında daha detaylı jeomorfolojik veriler özelinde odaklanılacak potansiyel rezervuar sahaları belirlenmiştir. Çünkü hidrokarbon istihsali için olmazsa olmaz şartlardan biri rezervuarlar, yani hidrokarbonların toplanabileceği yapısal kabuk birimleridir. Bu birimlerin tespitiyle sondaj öncesi detaylı çalışmaların doğru ve daraltılmış sahalara odaklanması mümkün olacaktır. Çalışma kapsamında, Türkiye'nin Akdeniz, Karadeniz ve Marmara Denizi'nde gelecekteki hidrokarbon arama hedef alanlarını keskinleştirmek için bu büyük veri setiyle desteklenen jeomorfolojik tanımlama ve yorumların ışığında yüksek potansiyelli sondaj lokasyonlarına dair öngörü ve çıkarımlar ortaya konmuştur. Her üç denizde de yapısal olarak kapan ve rezervuar sahası olmaya aday yapısal birimlerin bulunuğu ve detaylı tetkilerin yönlendilmesi için buraların uygun lokasyonlar oldukları anlaşılmıştır.
2. AKDENİZ’İN HİDROKARBON OLANAKLARINA DAİR JEOMORFOLOJİK PROKSİLER
Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı Tetis sahası Alpin Mobil Kuşağı olarak tanımlanan önemli bir petrol ve doğalgaz havzası konumundadır. Paleotetis ile Neotetis’in açılıp kapanma süreçlerince de desteklenen Tip-II kerojen içerikli kaynak kaya oluşumu bu sahanın kendine has bir hidrokarbon rezervuar yapısıyla temsil edilmesine yol açmıştır. Bu kuşağın Doğu Akdeniz Havzası olarak tanımlanan bölümünde karadaki işletim sahalarının yanı sıra denizde de Nil Deltası’nın deniz dibindeki kısımları ve İsrail açıklarındaki Leviathan bölgesi gibi önemli hidrokarbon yatakları keşfedilmiştir. Akdeniz’deki offshore yatakların zenginliğine delil teşkil eden bu tip keşifler sahaya ilgiyi artırmış ve yeni kaynakların keşfine yönelik çalışmaları hızlandırmıştır. Türkiye de mevcut verilere ek olarak Oruç Reis ve Barbaros Hayreddin Paşa gemileriyle sismik araştırmalarını sürdürürken Antalya Körfezi ve Taşucu Platosu açıklarında, bunlara ek olarak da KKTC’nin ruhsat sahalarında Yavuz ve Abdulhamid Han derin deniz sondaj gemileriyle sondajlara devam etmektedir. Ancak henüz kayda değer bir keşif söz konusu olmamıştır. Bu sebeple daha önceki bazı çalışmalarda da vurgulanan ve jeomorfolojik proksileri dikkate alan lokasyonların öncelenmesinin keşif başarı oranını artıracağı düşünülmektedir. Akdeniz’de tamamen Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi içerisinde yer alan beş potansiyel hidrokarbon sahası bulunmaktadır.
Genel yapısal ve jeomorfolojik üniteleri göz önünde bulundurulduğunda Akdeniz’de;
- Finike açıklarında Amsterdam, Atina, Kazan, Kula ve Selanik çamur volkanlarını da barındıran Anaksimander Deniz Dağı,
- Karadaki Likya yığışım prizmasının deniz tabanındaki devamı konumundaki Fethiye Körfezi ve devamındaki Rodos Havzası,
- Akma/kayma yapıları ile deniz altı kanyonlarına ev sahipliği yapan Antalya Havzası’nın kuzey kıta yamacı,
- Kıbrıs Adası’nın batısında yer alan Florence yükseliminin güneydoğu uzantısı
- İskenderun Körfezi güneyine doğru sıralanan graben ve yarı grabenler Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi içerisindeki hidrokarbon barındırma potansiyel yüksek kapan ve rezervuar sahaları olarak öne çıkmaktadır.
3. KARADENİZ’İN HİDROKARBON OLANAKLARINA DAİR JEOMORFOLOJİK PROKSİLER
Dünya’nın en büyük iç deniz sahalarından biri olan Karadeniz Havzası, içerisindeki çamur volkanları, sediment taşınma ve yerleşiminde etkili rol oynayan aktif deniz dibi kanalları, tektonik jeomorfolojiyi şekillendiren aktif faylar, riftleşme ve sütur hatları ile anoksik koşullardaki organik madde çökelimiyle zenginleşen kademeli sedimanter depolar sayesinde hidrokarbonların oluşumu için çok elverişli yapı, birim ve süreçlere ev sahipliği yapmaktadır. Ancak bu cazip görünümüne rağmen önemli keşiflerin yapıldığı Tuna Deltası ve Türkiye’nin 2020’de ilk keşfini yaptığı Sakarya Gaz Sahası dışında şimdiye kadar açılan derin deniz sondaj kuyusu sayısı sınırlı düzeyde kalmıştır. Özellikle sıklıkla rastlanan hidrokarbon sızıntıları, kıta kenarları ve şevlerdeki potansiyel kaynak kayalara ait mostralar ve sismik kesitlerde tespit edilen muhtemel kapanlar sahanın zengin potansiyelini tasdik eder niteliktedir. Bu sebeple son dönemde Türkiye’ye ait Fatih ve Kanuni derin deniz sondaj gemileriyle sahada yürüttüğü arama ve keşif çalışmalarını hızlandırmıştır. Karadeniz’in güney sektörünü boydan boya kaplayan görünümüyle Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi sınırları içerisinde yer alan sahada beş farklı yapısal birime yayılmış şekilde potansiyel hidrokarbon sahaları bulunmaktadır.
Ana yapısal ve jeomorfolojik birimler perspektifinden Karadeniz’de;
- İnebolu-Cide hattı ile Ordu-Çarşamba hattı açıklarındaki çamur volkanları, paleovolkan sahaları,
- Rize-Hopa hattının açıklarındaki bindirme ve antiklinallere bağlı ortaya çıkan bindirme ve bindirme altı antiklinalleri ile antiklinallerin merkezinde yer alan balık kuyruğu tipi potansiyel kapanların yanı sıra bölgeye yakın konuşlanmış paleovolkan sahaları,
- Tuna ve Sakarya delta çökelleri ile bu çökeller içerisinde yer alan alüvyal vadiler ve kerojen içeren yatak çökelleri,
- Bafra ve Çarşamba delta çökelleri ile bu çökellerin yanında konumlanan Arkhangelsky Yükselimi,
- Doğu Karadeniz Havzası’nın merkezi kısmında jeosenklinale yerleşmiş kademeli sedimanter depolar Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi dâhilinde yer alan yüksek potansiyelli kapan ve rezervuar sahaları olarak sıralanabilir.
4. MARMARA DENİZİ’NİN HİDROKARBON OLANAKLARINA DAİR JEOMORFOLOJİK PROKSİLER
İki boğaz vasıtasıyla Akdeniz-Karadeniz bağlantısını sağlayan Marmara Denizi Kuzey Anadolu Fay Zonu’ndaki aktivitelerle şekillenen tektonik bir havza ve iç denizdir. Basınç sırtları ve pull-apart havzalarıyla taban engebesi artmış bu çanakta verev eksenli antiklinaller, tektonik kökenli havzalar, çamur volkanları ve akma/kayma yapıları da içeren deforme haldeki sediment depoları hidrokarbon arama ve keşif çalışmaları açısından dikkat çeken yapısal unsurlar olarak sıralanabilir (Şekil 5). Bununla birlikte, ekonomik nitelikteki hidrokarbon yataklarının bulunduğu Ergene Havzası’ndaki Eosen-Oligosen rezervuar kayalarının Marmara Denizi tabanına doğru uzandığı düşünülmektedir. Bazı bölümlerinde sondajlar yapılmış olmakla birlikte henüz derin deniz sondajlarının yapılmadığı ve işletilebilir bir yatağın keşfedilemediği sahada, organik karbon içeriği fazla olan sedimentler ile hidrokarbon olduğu belirlenen gaz/akışkan sızıntıları bölgenin yüksek bir potansiyeli olduğuna işaret etmektedir. Tamamı Türkiye’nin tasarrufunda olan Marmara Denizi Havzası’nda potansiyel hidrokarbon kapan ve rezervuarları üç bölgede konumlanmış durumdadır.
Yapısal ve tektonik özelliklerine göre Marmara Denizi’nde;
- Tekirdağ Havzası ile Orta Havza arasında yer alan Batı Yükselimi’nde, Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun kuzey kolu boyunca sıralanmış çamur volkanları ile fay zonunun batıya doğru Tekirdağ Havzası’nın batı ucuna kadar olan devamı,
- Orta Marmara Oluğu’nun doğusnda konuşlanmış yarı grabenler ve basınç sırtları,
- Doğu Marmara Havzası’nın kuzeybatısı kesimine denk gelen kısımdaki havza tabanı ile buraya komşu durumdaki yarı grabenler sahada jeokimyasal, jeofizik ve sondajlı hidrokarbon arama çalışmalarda odaklanılması gereken başlıca jeomorfolojik yapılar olarak öne çıkmaktadır.
5. SONUÇ
Türkiye denizlerindeki çalışan hidrokarbon sistemlerinin jeomorfolojik proksilerle tespitine yönelik faaliyetlerin alan daraltıcı, daha hızlı ve ekonomik şekilde sonuç almayı kolaylaştırıcı etkileri olduğu görüşü bu çalışmayla daha güçlü bir biçimde vurgulanmaya ve somut bulgular üzerinden ifade edilmeye çalışılmıştır. Sonraki süreçte yürütülecek arama ve keşif faaliyetlerinde ilk aşamada yapısal ve jeomorfolojik özelliklerin belirlenmesinin yerinde bir hamle olduğu iddiası ileriki dönemlerde bu tarz bir planlamayla yapılacak sondajların başarı oranındaki artışla teyit edilebilecektir. Öte yandan karada Seferihisar, Karaburun Yarımadası ve Büyük Menderes Grabeni gibi hidrokarbon emareleri içeren yapıların denizdeki uzantılarının araştırılması ve Adalar (Ege) Denizi’ndeki potansiyel kapan ve rezervuarların da ortaya konulmasına dair çalışmaların vakit geçirmeksisin yapılmasına ihtiyaç vardır. Ancak Adalar Denizi’ndeki karasuları ve oniki ada gibi bazı tartışmalı meselelerin varlığı şimdilik bu denizdeki kaynakların sağlıklı bir şekilde keşif ve işletmesine müsaade etmemektedir. Şüphesiz çok katmanlı bir yapısal inceleme gerektiren hidrokarbon aramalarında tek başına jeomorfolojik yorumlar da kadük kalacağından, denizlerde yürütülen çalışmalarda jeolojik, jeomorfolojik, jeokimyasal ve jeofizik verilerin bir arada ve koordineli olarak değerlendirilmesi başarı oranını artırılabilmesi için bir zorunluluktur. Zaten günümüz teknik imkan ve kabiliyetlerine endeksli olarak veri miktarı ve türündeki artış böylesi bir koordinasyonu zorunlu kılmaktadır. Türkiye denizlerindeki çamur volkanları, graben ve yarı grabenler, deniz dibi sırtları, dom yapıları, kıvrım sistemleri ve delta depoları gibi rezervuar ya da kapan ortamı oluşturma potansiyeli bulunan jeomorfolojik birimlerin kuyu lokasyonları belirlenirken mutlak surette göz önünde bulundurulmasının önemli olduğu düşünüldüğünden bu çalışmada söz konusu yapıların genel bir tanımlaması ve ana hatlarıyla topluca haritalandırma işlemi gerçekleştirilmiştir. Çünkü daha önceki birçok sondajda keşif yapılamamasının en önemli sebebi veri eksikliği değil, maalesef sondaj yeri belirlemede yapılan hatalar olmuştur. Ayrıca, yürütülecek çalışmalar esnasında tavsiye edilen sondaj yerlerinin doğrulanması için söz konusu sahalarda su sütunundan ve deniz tabanından jeolojik ve jeokimyasal numunelerin alınması hata payını azaltacak, amaçlandığı üzere daha az zaman ve kaynak harcayarak yeni keşifler yapmanın yolunu açacaktır.
Atilla KARATAŞ
Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, Türkiye.
(9. İstanbul Güvenlik Konferansı Bildiri Makalesi, 23 Kasım 2023)
Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, Türkiye.
(9. İstanbul Güvenlik Konferansı Bildiri Makalesi, 23 Kasım 2023)