Filistin’de Gazze Şeridi’ni kontrol eden resmî adıyla İslâmî Direniş Hareketi (Hareket’ül Mukavemeti’l İslâmiyye) Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı saldırının, stratejik bir hedefinin olmaması, arkasında kimlerin olduğu ve hangi ülkelerin hesaplarına hizmet edeceği soruları çokça tartışılacak olsa da; saldırının Hamas ve diğer Filistinli örgütlere moral verdiği kesin. İsrail’in başlattığı karşı operasyonlar ise İsrail-Filistin meselesinde yeni bir dönüm noktası olma potansiyeli taşımakta.
Hamas’ın 7 Ekim'de İsrail’e yönelik başlattığı saldırı, ölçek ve şiddet açısından dikkat çekici olsa da; İsrail ve Filistinliler arasında yıllardır süregelen hesaplaşma ve gerginliğin bir sonucu olduğu tartışmasız. Gazze Şeridi, 41 kilometre uzunluğunda ve 10 kilometre genişliğinde bir bölge. Yaklaşık 2,3 milyon kişiyi barındırıyor ve dünyadaki en yüksek nüfus yoğunluklarından birine sahip. Batı Şeria ve Doğu Kudüs ile birlikte Filistin topraklarının bir bölümünü oluşturuyor ve Hamas’ın kontrolü altında. 2014 yılında Hamas’la yaşanan kısa süreli çatışmanın ardından İsrail, kendisini roket saldırılarından ve militanların sızmasından korumak için Gazze çevresinde bir tampon bölge oluşturmuş durumda.
Hamas’ın İsrail’e saldırısının nedenleri tartışmasız bütün dünyanın bildiği gerekçelere dayanıyor. Gazze’de yaşayan insanlar için günlük hayat zor. Nüfusunun yaklaşık yüzde 80’i uluslararası yardıma bağımlı ve yaklaşık bir milyon kişi de günlük gıda yardımına muhtaç. Elektrik, su kullanımı kısıtlı ve içmek, yıkanmak, yemek pişirmek ve banyo yapmak için verilen su miktarı yetersiz. İsrail, Gazze üzerindeki hava sahasını ve kıyı şeridini kontrol ediyor, sınır kapılarından kimlerin ve hangi malların giriş çıkışına izin verileceğini yine İsrail belirliyor.
İsrail’in Filistinliler’e karşı ayrımcı ve dışlayıcı yasa, politika ve uygulamaları; uluslararası kamu hukuku ihlâli, ciddi bir insan hakları ihlâli ve insanlığa karşı suç olarak karşımıza çıkmakta. Kısaca 'apartheid olarak tanımlanan bu durum çerçevesinde İsrail’in Filistinliler’e karşı kurumsallaşmış ve sistematik ayrımcılığı; Uluslararası Af Örgütü tarafından belgelenmiş ve raporlara da yansımış durumda.
Uluslararası Af Örgütü'nün 2022 yılında yayınladığı raporda; İsrail’in demografi yolu da dâhil olmak üzere İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları genelinde hegemonyasını kurarak ve kaynakları Filistinliler pahasına Yahudi nüfusunun yararına en üst düzeye çıkararak, tüm Filistinlere baskı ve tahakküm kurma kastı olduğunu anlatılmakta. Ardından raporda, zamanla bu sistemi kurmak ve sürdürmek için ana araçlar haline gelen ve bugün İsrail’de ve işgal altındaki Filistin topraklarında Filistinliler’e karşı ayrımcılık yapan ve onları ayrıştıran, yanı sıra Filistinli mültecilerin dönüş hakkını denetim altında tutan yasaları, politikaları ve uygulamaları ortaya koyduğunu belirtilmiş. Raporda; İsrail'in uyguladığı baskı ve tahakküm sisteminin temel bileşenleri anlatılırken, bölgesel parçalanma; eşit uyrukluk ve statü tanınmaması üzerinden ayrıştırma ve denetim altında tutma, dolaşım kısıtlamaları, ayrımcı aile birleşimi yasaları, askerî idare kullanımı ve siyasal katılım ve genel direniş hakkına yönelik kısıtlamalar; arazi ve mülklere el koyma ve Filistinliler’in insani gelişimini baskı altına alma, ekonomik ve sosyal haklarından yoksun bırakma suçlarını belgelenmiş ve bu baskı ile tahakküm sistemini sürdürme kastıyla Filistin halkına karşı işlenen belirli insanlık dışı ve zalimane eylemleri, ciddi insan hakları ihlâlleri olarak değerlendirerek, uluslararası hukuk kapsamındaki suçları ayrıntılamıştır. Şimdi raporun önemli kısımları üzerinden değerlendirme yapalım*:
Hamas’ın 7 Ekim'de İsrail’e yönelik başlattığı saldırı, ölçek ve şiddet açısından dikkat çekici olsa da; İsrail ve Filistinliler arasında yıllardır süregelen hesaplaşma ve gerginliğin bir sonucu olduğu tartışmasız. Gazze Şeridi, 41 kilometre uzunluğunda ve 10 kilometre genişliğinde bir bölge. Yaklaşık 2,3 milyon kişiyi barındırıyor ve dünyadaki en yüksek nüfus yoğunluklarından birine sahip. Batı Şeria ve Doğu Kudüs ile birlikte Filistin topraklarının bir bölümünü oluşturuyor ve Hamas’ın kontrolü altında. 2014 yılında Hamas’la yaşanan kısa süreli çatışmanın ardından İsrail, kendisini roket saldırılarından ve militanların sızmasından korumak için Gazze çevresinde bir tampon bölge oluşturmuş durumda.
Hamas’ın İsrail’e saldırısının nedenleri tartışmasız bütün dünyanın bildiği gerekçelere dayanıyor. Gazze’de yaşayan insanlar için günlük hayat zor. Nüfusunun yaklaşık yüzde 80’i uluslararası yardıma bağımlı ve yaklaşık bir milyon kişi de günlük gıda yardımına muhtaç. Elektrik, su kullanımı kısıtlı ve içmek, yıkanmak, yemek pişirmek ve banyo yapmak için verilen su miktarı yetersiz. İsrail, Gazze üzerindeki hava sahasını ve kıyı şeridini kontrol ediyor, sınır kapılarından kimlerin ve hangi malların giriş çıkışına izin verileceğini yine İsrail belirliyor.
İsrail’in Filistinliler’e karşı ayrımcı ve dışlayıcı yasa, politika ve uygulamaları; uluslararası kamu hukuku ihlâli, ciddi bir insan hakları ihlâli ve insanlığa karşı suç olarak karşımıza çıkmakta. Kısaca 'apartheid olarak tanımlanan bu durum çerçevesinde İsrail’in Filistinliler’e karşı kurumsallaşmış ve sistematik ayrımcılığı; Uluslararası Af Örgütü tarafından belgelenmiş ve raporlara da yansımış durumda.
Uluslararası Af Örgütü'nün 2022 yılında yayınladığı raporda; İsrail’in demografi yolu da dâhil olmak üzere İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları genelinde hegemonyasını kurarak ve kaynakları Filistinliler pahasına Yahudi nüfusunun yararına en üst düzeye çıkararak, tüm Filistinlere baskı ve tahakküm kurma kastı olduğunu anlatılmakta. Ardından raporda, zamanla bu sistemi kurmak ve sürdürmek için ana araçlar haline gelen ve bugün İsrail’de ve işgal altındaki Filistin topraklarında Filistinliler’e karşı ayrımcılık yapan ve onları ayrıştıran, yanı sıra Filistinli mültecilerin dönüş hakkını denetim altında tutan yasaları, politikaları ve uygulamaları ortaya koyduğunu belirtilmiş. Raporda; İsrail'in uyguladığı baskı ve tahakküm sisteminin temel bileşenleri anlatılırken, bölgesel parçalanma; eşit uyrukluk ve statü tanınmaması üzerinden ayrıştırma ve denetim altında tutma, dolaşım kısıtlamaları, ayrımcı aile birleşimi yasaları, askerî idare kullanımı ve siyasal katılım ve genel direniş hakkına yönelik kısıtlamalar; arazi ve mülklere el koyma ve Filistinliler’in insani gelişimini baskı altına alma, ekonomik ve sosyal haklarından yoksun bırakma suçlarını belgelenmiş ve bu baskı ile tahakküm sistemini sürdürme kastıyla Filistin halkına karşı işlenen belirli insanlık dışı ve zalimane eylemleri, ciddi insan hakları ihlâlleri olarak değerlendirerek, uluslararası hukuk kapsamındaki suçları ayrıntılamıştır. Şimdi raporun önemli kısımları üzerinden değerlendirme yapalım*:
Apartheid Suçu
Apartheid; uluslararası kamu hukukunun ihlâli, uluslararası koruma altındaki insan haklarının ağır ihlâli ve uluslararası ceza hukuku kapsamında insanlığa karşı işlenen bir suç olarak tanımlanmakta. Üç temel uluslararası sözleşme apartheid’ı yasaklar ve/veya açıkça suç saymakta: Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (ICERD); Apartheid Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (Apartheid Sözleşmesi) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü (Roma Statüsü).
Apartheid Sözleşmesi, Roma Statüsü ve uluslararası teamül hukuku uyarınca insanlığa karşı işlenen apartheid suçu, insanlık dışı ya da zalimane herhangi bir eylem (esas olarak ciddi bir insan hakları ihlâli), ırksal bir grup tarafından bir diğeri üzerinde kurumsallaşmış bir sistematik baskı ve tahakküm rejimi bağlamında, bu sistemi sürdürmek amacıyla gerçekleştirildiğinde işlenmiş olur. Bir tahakküm ve baskı rejimi, en iyi, ikinci ırksal grubu denetim altında tutmak amacıyla bir ırksal grubun diğerine yönelik uzun süreli ve acımasız ayrımcı muamelesi olarak tanımlanmaktadır.
Uluslararası Af Örgütü 2002 yılında yaptığı araştırmada; İsrail’in kurumsallaşmış sistematik baskı ve tahakküm rejimi kurup kurmadığını ve sürdürüp sürdürmediğini belirlemek için İsrail’in Filistin halkı üzerinde nasıl denetim uyguladığına incelemiş, Ayrıca, böyle bir baskı ve tahakküm sistemini sürdürmek kastıyla işlendiği takdirde insanlığa karşı işlenen apartheid suçu oluşturacak bir dizi ciddi insan hakları ihlâlini de araştırmış.
Uluslararası Af Örgütü’nün İsrail hükûmeti tarafından Filistinlilere uygulanan apartheid suçu raporu incelendiğinde; -çoğu ürkütücü, acımasız ve insan onurunu ayaklar altına alan uygulamalardır- karşımıza ciddi ihlâl ve yıldırıcı sistematik uygulamalar çıkmaktadır:
Apartheid Sözleşmesi, Roma Statüsü ve uluslararası teamül hukuku uyarınca insanlığa karşı işlenen apartheid suçu, insanlık dışı ya da zalimane herhangi bir eylem (esas olarak ciddi bir insan hakları ihlâli), ırksal bir grup tarafından bir diğeri üzerinde kurumsallaşmış bir sistematik baskı ve tahakküm rejimi bağlamında, bu sistemi sürdürmek amacıyla gerçekleştirildiğinde işlenmiş olur. Bir tahakküm ve baskı rejimi, en iyi, ikinci ırksal grubu denetim altında tutmak amacıyla bir ırksal grubun diğerine yönelik uzun süreli ve acımasız ayrımcı muamelesi olarak tanımlanmaktadır.
Uluslararası Af Örgütü 2002 yılında yaptığı araştırmada; İsrail’in kurumsallaşmış sistematik baskı ve tahakküm rejimi kurup kurmadığını ve sürdürüp sürdürmediğini belirlemek için İsrail’in Filistin halkı üzerinde nasıl denetim uyguladığına incelemiş, Ayrıca, böyle bir baskı ve tahakküm sistemini sürdürmek kastıyla işlendiği takdirde insanlığa karşı işlenen apartheid suçu oluşturacak bir dizi ciddi insan hakları ihlâlini de araştırmış.
Uluslararası Af Örgütü’nün İsrail hükûmeti tarafından Filistinlilere uygulanan apartheid suçu raporu incelendiğinde; -çoğu ürkütücü, acımasız ve insan onurunu ayaklar altına alan uygulamalardır- karşımıza ciddi ihlâl ve yıldırıcı sistematik uygulamalar çıkmaktadır:
Filistinliler Üzerinde Baskı ve Tahakküm Kurma
İsrail 1948’deki kuruluşundan beri, Filistinliler’in sayısını en aza indirmek, haklarını kısıtlamak ve mülksüzleştirme politikası sürdürerek bölgede Yahudi demografik hegemonyası kurmak ve sürdürmek ve toprak üzerindeki denetimini Yahudi İsrailliler yararına en üst düzeye çıkarmak üzere açık bir politika izlemektedir. 1967’de İsrail bu politikasını Yeşil Hat’ın ötesine, o tarihten beri işgal altında tuttuğu Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne kadar genişletmiştir. Bugün, İsrail tarafından denetim altında tutulan tüm topraklar hâlâ Filistinlilerin aleyhine İsrailli Yahudilere yarar sağlamak amacıyla yönetilirken, Filistinli mülteciler dışlanmaya devam etmektedir.
Demografik amaçlar, başından beri İsrail mevzuatına ve politikasına kılavuzluk etmiştir. Filistinliler -ister İsrail’in içinde, ister daha sonra İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda olsun- bir Yahudi çoğunluğun kurulmasına ve sürdürülmesine tehdit olarak algılamıştır. Yeni kurulan devletin demografisi Yahudi İsrailliler yararına değiştirilmiş; Filistinliler ise sürülecek, parçalanacak, ayrıştırılacak, denetim altında tutulacak, toprakları ve mülkleri ellerinden alınacak ve ekonomik ve sosyal haklarından mahrum bırakılacak politikalara maruz bırakılmıştır.
İsrail yasaları Yahudi kimliğine bağlı olarak, dinsel, soya dayalı ve/veya ulusal ya da etnik bir kimlik olarak görmüş ve buna uygun politikaları hayata geçirmiştir. Öte yandan, Filistinliler’i ırksallaştırılmış Yahudi olmayan, Arap statüsüne sahip ve bunun da ötesinde diğer Yahudi olmayan gruplardan farklı belirli niteliklere sahip bir grubun parçası olarak değerlendirdiği için İsrail devleti Filistinliler’e farklı davranmaktadır.
İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda ayrımcı toprak, planlama ve iskân politikalarının yanı sıra Filistinlilerin yararına herhangi bir tarımsal ya da endüstriyel gelişmenin reddi yoluyla Filistinli nüfusa baskı kurma ve onları denetim altında tutma kastı da aynı ölçüde açıktır. İsrail hükûmeti tarafından yayımlanan kamuya açık belgeler, İsrail’in milyonlarca Filistinli mülteciyi evlerine dönme hakkından yoksun bırakmaya yönelik uzun vadeli politikasına da demografik amaçların kılavuzluk ettiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Demografik amaçlar, başından beri İsrail mevzuatına ve politikasına kılavuzluk etmiştir. Filistinliler -ister İsrail’in içinde, ister daha sonra İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda olsun- bir Yahudi çoğunluğun kurulmasına ve sürdürülmesine tehdit olarak algılamıştır. Yeni kurulan devletin demografisi Yahudi İsrailliler yararına değiştirilmiş; Filistinliler ise sürülecek, parçalanacak, ayrıştırılacak, denetim altında tutulacak, toprakları ve mülkleri ellerinden alınacak ve ekonomik ve sosyal haklarından mahrum bırakılacak politikalara maruz bırakılmıştır.
İsrail yasaları Yahudi kimliğine bağlı olarak, dinsel, soya dayalı ve/veya ulusal ya da etnik bir kimlik olarak görmüş ve buna uygun politikaları hayata geçirmiştir. Öte yandan, Filistinliler’i ırksallaştırılmış Yahudi olmayan, Arap statüsüne sahip ve bunun da ötesinde diğer Yahudi olmayan gruplardan farklı belirli niteliklere sahip bir grubun parçası olarak değerlendirdiği için İsrail devleti Filistinliler’e farklı davranmaktadır.
İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda ayrımcı toprak, planlama ve iskân politikalarının yanı sıra Filistinlilerin yararına herhangi bir tarımsal ya da endüstriyel gelişmenin reddi yoluyla Filistinli nüfusa baskı kurma ve onları denetim altında tutma kastı da aynı ölçüde açıktır. İsrail hükûmeti tarafından yayımlanan kamuya açık belgeler, İsrail’in milyonlarca Filistinli mülteciyi evlerine dönme hakkından yoksun bırakmaya yönelik uzun vadeli politikasına da demografik amaçların kılavuzluk ettiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bölgesel Parçalanma ve Hukuki Ayrıştırma
İsrail’i 1948’de bir Yahudi devleti olarak kurarken, liderleri yüz binlerce Filistinli’nin toplu olarak sınır dışı edilmesinden ve etnik temizlikle aynı anlama gelen yüzlerce Filistin köyünün yıkılmasından sorumludur. O tarihten beri, Filistinliler’i zorla İsrail Devleti içindeki kuşatılmış yerleşim bölgelerine ve 1967’deki askerî işgallerinin ardından Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne toplamayı hedeflemiştir. Filistinliler’in topraklarının ve doğal kaynaklarının büyük çoğunluğuna el koymuştur. Onları coğrafi ve siyasi olarak parçalanmış, sürekli bir korku ve güvencesizlik halinde, çoğu kez yoksul bırakarak, Filistinliler’e karşı sistematik ve acımasızca ayrımcılık yapan yasaları, politikaları ve uygulamaları devreye sokmuştur.
İsrail, 2005’te İsrailli yerleşimcileri Gazze Şeridi’nden çekse de hukuka aykırı hava, deniz ve kara ablukası ve iki yıl sonra Hamas’ın bölgeyi almasının ardından Gazze’yi Batı Şeria’dan ayıran resmî bir politika yoluyla sıkılaştırdığı bölge üzerindeki etkili denetimini korudu. Sonuç olarak, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin tamamı, İsrail’in orada yaşayan Filistin nüfusunu, doğal kaynaklarını ve Gazze’nin Mısır’la kısa güney sınırı hariç, topraklarını ve deniz sınırlarını ve hava sahasını denetim altında tutmasıyla İsrail askeri işgali altında kalmayı sürdürüyor. İşgal Altındaki Filistin Toprakları üzerindeki etkili denetimle işgalci güç olarak İsrail’in tutumu için birbirini tamamlayan iki uluslararası yasal çerçeve geçerli olmayı sürdürüyor.
Bu ayrı yetki bölgelerinde yaşayan İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki Filistinliler’in, bölgeler arasında -Gazze Şeridi’ne, işgal altındaki Doğu Kudüs’e ve Batı Şeria’nın geri kalanına- geçiş için İsrail yetkililerinden izin almaları gerekmekte ve bunlar ayrıca hem coğrafi olarak hem de statülerine göre Filistinli İsrail vatandaşlarından ayrılmaktadır. Bu arada, 1947-49 ve 1967 çatışmalarında yerlerinden edilmiş Filistinli mülteciler, İsrail’in evlerine, kasabalarına ve köylerine dönme haklarını sürekli reddetmesi nedeniyle İsrail’de ve İşgal Altındaki Filistin topraklarında ikamet edenlerden fiziksel olarak tecrit edilmeye devam ediyor.
Bugün, Filistinli İsrail vatandaşları ve İsrail’de kalıcı oturma iznine sahip olanlar, İsrail nüfusunun yaklaşık %21’ini oluşturur ve sayıları yaklaşık 1,9 milyondur. İsrail vatandaşlığına sahip Filistinliler’in %90 kadarı, kasıtlı ayrıştırma politikalarının bir sonucu olarak, Kuzey İsrail’deki Celile ve Üçgen bölgelerinde ve güneydeki Necef bölgesinde, yoğun nüfuslu 139 kasaba ve köyde yaşıyor. Geri kalan %10’un büyük çoğunluğu ise “karma şehirler“de yaşıyor.
Temmuz 2021 itibarıyla, Kudüs Belediyesi sınırları içinde şehrin nüfusunun %38’ini oluşturan 358.000 Filistinli vatandaşın yaklaşık 150.000’i şehrin geri kalanından çit/duvar ve diğer askerî kontrol noktalarıyla ayrılmış bölgelerde yaşıyor. Yaklaşık 225.178 Yahudi İsrailli yerleşimci de Doğu Kudüs’te, İsrail yetkilileri tarafından inşa edilen 13 hukuka aykırı yerleşimde ve ayrımcı planlar kapsamında Filistinliler’den devralınan özel evlerde yaşıyordu. Batı Şeria’nın geri kalanında yaklaşık 3 milyon Filistinli’nin yanı sıra, İsrail hükûmeti tarafından resmî olarak inşa edilmiş 132 yerleşim ile 1990’lardan bu yana hükûmet onayı olmadan inşa edilmiş ve İsrail hukukuna göre bile yasadışı kabul edilen 140 izinsiz gecekondu yerleşim bölgesinde ikamet eden 441.600’den fazla Yahudi yerleşimci yaşıyor. İki milyon kadar Filistinli Gazze Şeridi’nde yaşıyor.
İsrail, 2005’te İsrailli yerleşimcileri Gazze Şeridi’nden çekse de hukuka aykırı hava, deniz ve kara ablukası ve iki yıl sonra Hamas’ın bölgeyi almasının ardından Gazze’yi Batı Şeria’dan ayıran resmî bir politika yoluyla sıkılaştırdığı bölge üzerindeki etkili denetimini korudu. Sonuç olarak, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin tamamı, İsrail’in orada yaşayan Filistin nüfusunu, doğal kaynaklarını ve Gazze’nin Mısır’la kısa güney sınırı hariç, topraklarını ve deniz sınırlarını ve hava sahasını denetim altında tutmasıyla İsrail askeri işgali altında kalmayı sürdürüyor. İşgal Altındaki Filistin Toprakları üzerindeki etkili denetimle işgalci güç olarak İsrail’in tutumu için birbirini tamamlayan iki uluslararası yasal çerçeve geçerli olmayı sürdürüyor.
Bu ayrı yetki bölgelerinde yaşayan İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki Filistinliler’in, bölgeler arasında -Gazze Şeridi’ne, işgal altındaki Doğu Kudüs’e ve Batı Şeria’nın geri kalanına- geçiş için İsrail yetkililerinden izin almaları gerekmekte ve bunlar ayrıca hem coğrafi olarak hem de statülerine göre Filistinli İsrail vatandaşlarından ayrılmaktadır. Bu arada, 1947-49 ve 1967 çatışmalarında yerlerinden edilmiş Filistinli mülteciler, İsrail’in evlerine, kasabalarına ve köylerine dönme haklarını sürekli reddetmesi nedeniyle İsrail’de ve İşgal Altındaki Filistin topraklarında ikamet edenlerden fiziksel olarak tecrit edilmeye devam ediyor.
Bugün, Filistinli İsrail vatandaşları ve İsrail’de kalıcı oturma iznine sahip olanlar, İsrail nüfusunun yaklaşık %21’ini oluşturur ve sayıları yaklaşık 1,9 milyondur. İsrail vatandaşlığına sahip Filistinliler’in %90 kadarı, kasıtlı ayrıştırma politikalarının bir sonucu olarak, Kuzey İsrail’deki Celile ve Üçgen bölgelerinde ve güneydeki Necef bölgesinde, yoğun nüfuslu 139 kasaba ve köyde yaşıyor. Geri kalan %10’un büyük çoğunluğu ise “karma şehirler“de yaşıyor.
Temmuz 2021 itibarıyla, Kudüs Belediyesi sınırları içinde şehrin nüfusunun %38’ini oluşturan 358.000 Filistinli vatandaşın yaklaşık 150.000’i şehrin geri kalanından çit/duvar ve diğer askerî kontrol noktalarıyla ayrılmış bölgelerde yaşıyor. Yaklaşık 225.178 Yahudi İsrailli yerleşimci de Doğu Kudüs’te, İsrail yetkilileri tarafından inşa edilen 13 hukuka aykırı yerleşimde ve ayrımcı planlar kapsamında Filistinliler’den devralınan özel evlerde yaşıyordu. Batı Şeria’nın geri kalanında yaklaşık 3 milyon Filistinli’nin yanı sıra, İsrail hükûmeti tarafından resmî olarak inşa edilmiş 132 yerleşim ile 1990’lardan bu yana hükûmet onayı olmadan inşa edilmiş ve İsrail hukukuna göre bile yasadışı kabul edilen 140 izinsiz gecekondu yerleşim bölgesinde ikamet eden 441.600’den fazla Yahudi yerleşimci yaşıyor. İki milyon kadar Filistinli Gazze Şeridi’nde yaşıyor.
Uyruk, İkamet Statüsü ve Aile Hayatının Tanınmaması
İsrail, parçalama ve ayrıştırma sistemini, Filistinliler’e vatandaşlık ve statü tanınmamasını sağlayan, aile birleşimini ve ülkelerine ve evlerine dönme haklarını ihlâl eden ve yasal statüye bağlı dolaşım özgürlüklerini ağır bir biçimde kısıtlayan farklı hukuk rejimleri aracılığıyla sürdürüyor. Bunların hepsi Filistin nüfusunu denetim altında tutmaya yöneliktir ve İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki önemli bölgelerde Yahudi İsrailli çoğunluğunu korumayı amaçlamaktadır.
İsrail vatandaşı Filistinliler’e vatandaşlık verilmekte ancak uyruk verilememektedir; bu da Yahudi İsrailliler’le aralarında hukuki bir farklılık oluşturmaktadır. Ayrıca askerlik hizmetiyle bağlantılı bir “muafiyet“ nedeniyle belirli haklardan mahrum bırakılmaktadırlar.
Diğer yandan, Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler İsrail vatandaşı değildir. Bunun yerine, kendilerine şehirde oturmalarını ve çalışmalarını, İsrail Ulusal Sigorta Enstitüsü ve ulusal sağlık sigortası tarafından sunulan sosyal yardımlardan yararlanmalarını sağlayan hassas bir kalıcı ikamet statüsü verilmektedir. Bununla birlikte, ayrımcı mevzuat ve politikalar uyarınca, İsrail yetkilileri, Kudüs’ün “hayatlarının merkezi“ olduğunu kanıtlayamadıkları takdirde binlerce Filistinli’nin statüsünü geçmişe dönük olarak da dâhil olmak üzere fesih etmiştir.
Aynı zamanda İsrail, Batı Şeria ve Gazze’deki nüfus kütüklerini 1967’den beri denetlemekte ve bölgenin demografisini denetim altında tutmak için politikalar, kısıtlamalar ve önlemler dayatmaktadır.
Batı Şeria’da kayıtlı olmayanlar sınır dışı edilme tehdidiyle karşı karşıya kalıyor, sağlık hizmetlerine, eğitime ve sosyal yardımlara erişemiyor, banka hesabı açamıyor, yasal işe sahip olamıyor ve bu kişiler, İsrail’in kontrol noktalarındaki kimlik sorgulaması endişesi nedeniyle fiilen kendi evlerinde mahpus durumdalar. Gazze’deki belgesiz Filistinlilerin de dolaşım özgürlükleri ve İşgal Altındaki Filistin topraklarının diğer bölgelerinde ve yurt dışında sağlığa ve eğitime erişimleri engelleniyor. Genel olarak, aile birleşimine yönelik kısıtlamalar, eşleri ile çocuklarına ikamet statüsü vermelerinin önünü keserek Filistinliler’in özel hayatın gizliliği, aile hayatı ve evlenme haklarından yararlanmalarına engel oluyor.
İsrail vatandaşı Filistinliler’e vatandaşlık verilmekte ancak uyruk verilememektedir; bu da Yahudi İsrailliler’le aralarında hukuki bir farklılık oluşturmaktadır. Ayrıca askerlik hizmetiyle bağlantılı bir “muafiyet“ nedeniyle belirli haklardan mahrum bırakılmaktadırlar.
Diğer yandan, Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler İsrail vatandaşı değildir. Bunun yerine, kendilerine şehirde oturmalarını ve çalışmalarını, İsrail Ulusal Sigorta Enstitüsü ve ulusal sağlık sigortası tarafından sunulan sosyal yardımlardan yararlanmalarını sağlayan hassas bir kalıcı ikamet statüsü verilmektedir. Bununla birlikte, ayrımcı mevzuat ve politikalar uyarınca, İsrail yetkilileri, Kudüs’ün “hayatlarının merkezi“ olduğunu kanıtlayamadıkları takdirde binlerce Filistinli’nin statüsünü geçmişe dönük olarak da dâhil olmak üzere fesih etmiştir.
Aynı zamanda İsrail, Batı Şeria ve Gazze’deki nüfus kütüklerini 1967’den beri denetlemekte ve bölgenin demografisini denetim altında tutmak için politikalar, kısıtlamalar ve önlemler dayatmaktadır.
Batı Şeria’da kayıtlı olmayanlar sınır dışı edilme tehdidiyle karşı karşıya kalıyor, sağlık hizmetlerine, eğitime ve sosyal yardımlara erişemiyor, banka hesabı açamıyor, yasal işe sahip olamıyor ve bu kişiler, İsrail’in kontrol noktalarındaki kimlik sorgulaması endişesi nedeniyle fiilen kendi evlerinde mahpus durumdalar. Gazze’deki belgesiz Filistinlilerin de dolaşım özgürlükleri ve İşgal Altındaki Filistin topraklarının diğer bölgelerinde ve yurt dışında sağlığa ve eğitime erişimleri engelleniyor. Genel olarak, aile birleşimine yönelik kısıtlamalar, eşleri ile çocuklarına ikamet statüsü vermelerinin önünü keserek Filistinliler’in özel hayatın gizliliği, aile hayatı ve evlenme haklarından yararlanmalarına engel oluyor.
Aile Hayatının Parçalanması
İşgal altındaki Filistin topraklarındaki aileleri ayıran uygulamalara ek olarak İsrail, İsrail’in bir tahakküm sistemi aracılığıyla Filistinlileri nasıl parçaladığının ve ayrıştırdığının açık bir örneği olarak, Yeşil Hat boyunca Filistinliler için aile hayatını dağıtan ayrımcı yasaları ve politikaları yürürlüğe sokmuştur.
2002’den bu yana, İsrail Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinliler’in İsrail ya da Doğu Kudüs’te evlilik yoluyla statü kazanmalarını yasaklayan bir politika benimsemiş, böylece aile birleşimini engellemiştir. Vatandaşlık ve İsrail’e Giriş Yasası 2003 ile Temmuz 2021’de sona ermesi arasında bu politikayı güvence altına aldı. Yasa, İsrail ve Doğu Kudüs’teki binlerce Filistinli’nin orada Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinli eşleriyle yaşamasını engelledi.
2002’den bu yana, İsrail Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinliler’in İsrail ya da Doğu Kudüs’te evlilik yoluyla statü kazanmalarını yasaklayan bir politika benimsemiş, böylece aile birleşimini engellemiştir. Vatandaşlık ve İsrail’e Giriş Yasası 2003 ile Temmuz 2021’de sona ermesi arasında bu politikayı güvence altına aldı. Yasa, İsrail ve Doğu Kudüs’teki binlerce Filistinli’nin orada Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinli eşleriyle yaşamasını engelledi.
Dolaşım Kısıtlamaları
1990’ların ortalarından beri İsrail yetkilileri İşgal Altındaki Filistin Toprakları içinde ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları ile İsrail arasında, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi de dâhil olmak üzere Batı Şeria’da yaşayan milyonlarca Filistinli’yi yavaş yavaş yasal statüleri temelinde daha da zorlu dolaşım kısıtlamalarına maruz bırakarak bir kapatma sistemi uygulamıştır. Bu kısıtlamalar, İsrail’in Filistinliler’i ayrı kuşatılmış yerleşim bölgelerinde ayrıştırdığı, onları birbirlerinden ve dünyadan tecrit ettiği ve nihai olarak kendi tahakkümünü dayattığı bir başka araçtır.
İsrail, Batı Şeria’daki tüm giriş ve çıkış noktalarını ve Batı Şeria’yla yurt dışı arasındaki seyahati denetim altında tutuyor. İsrail, ayrıca Gazze’den İsrail’e yolcu geçişi olan Erez Geçişi yoluyla, insanların Gazze Şeridi’nden İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nın geri kalanı ve İsrail’e giriş ve çıkış dâhil olmak üzere tüm hareketlerini kontrol ediyor. İsrail’de kalıcı ikamet statüsüne sahip Doğu Kudüslüler hariç, İşgal Altındaki Filistin topraklarındaki Filistinliler özel bir izin almadan İsrail havalimanlarından yurt dışına seyahat edemiyor ve bu izin sadece kıdemli iş insanlarına ve istisnai insani durumlarda veriliyor.
Gazze’deki Filistinliler için yurt dışına seyahat etmek, İsrail’in yasadışı ablukası ve Mısır’ın Refah Geçişi’nde sürdürdüğü sıkı kısıtlamalar nedeniyle neredeyse imkânsızdır. Gazzeliler, Gazze’den Erez Geçişi yoluyla çıkmak için İsrail Sivil Yönetimi’nden resmî izin almak zorundadır ve bu izne istisnai durumlarda onay verilmektedir. Bu durum, Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler’i İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nın geri kalanından, İsrail’den ve dünyanın geri kalanından fiilen ayırmıştır.
İsrail, Batı Şeria’daki tüm giriş ve çıkış noktalarını ve Batı Şeria’yla yurt dışı arasındaki seyahati denetim altında tutuyor. İsrail, ayrıca Gazze’den İsrail’e yolcu geçişi olan Erez Geçişi yoluyla, insanların Gazze Şeridi’nden İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nın geri kalanı ve İsrail’e giriş ve çıkış dâhil olmak üzere tüm hareketlerini kontrol ediyor. İsrail’de kalıcı ikamet statüsüne sahip Doğu Kudüslüler hariç, İşgal Altındaki Filistin topraklarındaki Filistinliler özel bir izin almadan İsrail havalimanlarından yurt dışına seyahat edemiyor ve bu izin sadece kıdemli iş insanlarına ve istisnai insani durumlarda veriliyor.
Gazze’deki Filistinliler için yurt dışına seyahat etmek, İsrail’in yasadışı ablukası ve Mısır’ın Refah Geçişi’nde sürdürdüğü sıkı kısıtlamalar nedeniyle neredeyse imkânsızdır. Gazzeliler, Gazze’den Erez Geçişi yoluyla çıkmak için İsrail Sivil Yönetimi’nden resmî izin almak zorundadır ve bu izne istisnai durumlarda onay verilmektedir. Bu durum, Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler’i İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nın geri kalanından, İsrail’den ve dünyanın geri kalanından fiilen ayırmıştır.
Siyasi Katılım Hakkına Yönelik Kısıtlamalar
İsrail yasaları ve politikaları devleti demokratik olarak tanımlarken, Filistin halkının parçalanması, İsrail’in demokrasi versiyonunun kararlı biçimde Yahudi İsrailliler’in siyasi katılımını ayrıcalıklı kılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Filistinli İsrail vatandaşları oy kullanabilirken ve ulusal seçimlerde aday olabilirken, uygulamada siyasal katılım hakları sınırlıdır.
İsrail’in 1958 tarihli Knesset Temel Kanunu, uyarınca Merkezî Seçim Komitesi, hedefleri ya da eylemleri İsrail’in Yahudi ve demokratik bir devlet olarak tanımını reddetmeyi; ırkçılığı kışkırtmayı ya da düşman bir devlet ya da terörist bir örgüt tarafından İsrail’e karşı yürütülen silahlı mücadeleleri desteklemeyi amaçlıyorsa bir partiyi ya da adayı seçimlere katılmaktan menedebilir. Buna ek olarak, herhangi bir partinin kaydı, hedefleri ya da eylemleri, “İsrail’in Yahudi ve demokratik bir devlet olarak varlığını“ doğrudan ya da dolaylı olarak yadsıyorsa 1992 tarihli Siyasal Partiler Yasası uyarınca yasaktır.
Filistinliler gözaltına alındıklarında rutin olarak tutuklu yargılanmaktadır; buna karşılık, Yahudi protestocular genellikle kefaletle serbest bırakılır. Bu durum, bireysel tehdidi değerlendirmek yerine tüm Filistinlilere “şüpheli“ gözüyle bakan ceza yargılaması sisteminin Filistinliler’e yönelik ayrımcı muamelesine işaret etmektedir.
İsrail’in 1958 tarihli Knesset Temel Kanunu, uyarınca Merkezî Seçim Komitesi, hedefleri ya da eylemleri İsrail’in Yahudi ve demokratik bir devlet olarak tanımını reddetmeyi; ırkçılığı kışkırtmayı ya da düşman bir devlet ya da terörist bir örgüt tarafından İsrail’e karşı yürütülen silahlı mücadeleleri desteklemeyi amaçlıyorsa bir partiyi ya da adayı seçimlere katılmaktan menedebilir. Buna ek olarak, herhangi bir partinin kaydı, hedefleri ya da eylemleri, “İsrail’in Yahudi ve demokratik bir devlet olarak varlığını“ doğrudan ya da dolaylı olarak yadsıyorsa 1992 tarihli Siyasal Partiler Yasası uyarınca yasaktır.
Filistinliler gözaltına alındıklarında rutin olarak tutuklu yargılanmaktadır; buna karşılık, Yahudi protestocular genellikle kefaletle serbest bırakılır. Bu durum, bireysel tehdidi değerlendirmek yerine tüm Filistinlilere “şüpheli“ gözüyle bakan ceza yargılaması sisteminin Filistinliler’e yönelik ayrımcı muamelesine işaret etmektedir.
Arazilere ve Mülkiyete El Konulması
1948’de Yahudi bireyler ve kurumlar manda altındaki Filistin’in yaklaşık %6,5’ine sahipken Filistinliler orada özel mülkiyete ait arazinin yaklaşık %90’ına sahipti. Ancak 70 yıldan biraz fazla bir süre içinde durum tersine döndü.
Kuruluşundan bu yana İsrail devleti, Filistinliler’i mülksüzleştirmek ve topraklarından ve evlerinden çıkarmak için çok büyük ve acımasız arazi gaspları uyguladı. İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki Filistinliler farklı hukuk rejimleri ve idari rejimlere tabi tutulsa da İsrail, Filistinliler’i tüm bölgesel etki alanlarında varlıklarını en alt düzeye indirmek için ayrı, yoğun nüfuslu kuşatılmış yerleşim bölgelerine kapatırken, toprak üzerindeki Yahudi denetimini en üst düzeye çıkarmayı amaçlayan “Yahudileştirme“ politikası kapsamında benzer arazi kamulaştırma uygulamalarına başvurdu. Bu politika İsrail’de 1948’den beri Celile ve Necef gibi kayda değer Filistinli nüfusu barındıran stratejik öneme sahip bölgelerde sürekli olarak izlendi ve İsrail’in 1967’deki askerî işgalinin ardından İşgal Altındaki Filistin Toprakları’na yönelik olarak genişletildi. Bugün, İsrail’in ayrımcı planlama ve inşa rejimleri kapsamında Necef, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’nın C Bölgesi’ndeki Filistinliler’i zorla nakletmeye yönelik süregiden gayreti, Filistinlilerin mülksüzleştirilmesinin yeni sınırlarıdır ve Yahudileştirme ve toprağı denetim altında tutma stratejisinin dışavurumudur.
Kuruluşundan bu yana İsrail devleti, Filistinliler’i mülksüzleştirmek ve topraklarından ve evlerinden çıkarmak için çok büyük ve acımasız arazi gaspları uyguladı. İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki Filistinliler farklı hukuk rejimleri ve idari rejimlere tabi tutulsa da İsrail, Filistinliler’i tüm bölgesel etki alanlarında varlıklarını en alt düzeye indirmek için ayrı, yoğun nüfuslu kuşatılmış yerleşim bölgelerine kapatırken, toprak üzerindeki Yahudi denetimini en üst düzeye çıkarmayı amaçlayan “Yahudileştirme“ politikası kapsamında benzer arazi kamulaştırma uygulamalarına başvurdu. Bu politika İsrail’de 1948’den beri Celile ve Necef gibi kayda değer Filistinli nüfusu barındıran stratejik öneme sahip bölgelerde sürekli olarak izlendi ve İsrail’in 1967’deki askerî işgalinin ardından İşgal Altındaki Filistin Toprakları’na yönelik olarak genişletildi. Bugün, İsrail’in ayrımcı planlama ve inşa rejimleri kapsamında Necef, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’nın C Bölgesi’ndeki Filistinliler’i zorla nakletmeye yönelik süregiden gayreti, Filistinlilerin mülksüzleştirilmesinin yeni sınırlarıdır ve Yahudileştirme ve toprağı denetim altında tutma stratejisinin dışavurumudur.
Ayrımcı İmar ve Planlama Politikaları
Arazi mülkiyeti ve dağıtımı sistemine koşut olarak, imar ve planlama politikaları, hem İsrail’de hem de İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda Filistinli toplulukları ötekileştirirken, İsrail’in Yahudi denetimi kurma politikalarını yerine getirmede merkezi olmuştur. Planlama, Yahudi İsrailli varlığını stratejik yerlerde genişletmek; Yahudi kasabaları, şehirleri ve yerleşimleri inşa etmek; Filistin kasabaları ve merkezlerinin coğrafi genişlemesini engellemek ve kalkınma adına araziyi yeşil alanlar, sanayi bölgeleri ya da askerî sahalar olarak bölgeleyerek arazi kullanımını ve Filistinliler’in toprağa erişimini düzenlemek için kullanılmaktadır.
Filistinlilerin İnsani Gelişiminin Baskı Altına Alınması
İsrail’in denetimi altındaki tüm alanlarda Filistinliler’e kasıtlı olarak yapılan onlarca yıllık eşitsiz muamele, Filistinliler’i ötekileştirdi; doğal ve finansal kaynaklara, geçim olanaklarına, sağlık hizmetine ve eğitime eşit erişimleri engelleyerek, onları sosyoekonomik açıdan yaygın ve sistematik bir biçimde dezavantajlı hale getirdi. İsrail yetkilileri tarafından İsrail’deki Yahudi İsrailli vatandaşların ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki İsrailli yerleşimcilerin yararına ayrımcı muamele ve kaynak dağıtımı, sahadaki eşitsizlikleri artırıyor.
İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları genelinde, milyonlarca Filistinli, genellikle az gelişmiş ve çöp toplama, elektrik, toplu taşıma ve su ve sıhhi tesisat altyapısı gibi yeterli temel hizmetlerden yoksun, yoğun nüfuslu bölgelerde yaşıyor. Necef, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’nın C Bölgesi gibi tamamen İsrail denetimi altındaki bölgelerde temel hizmetlerin esirgenmesi, özü itibarıyla ayrımcı planlama ve bölgeleme politikalarıyla bağlantılıdır ve Yahudi yerleşiminin genişlemesini mümkün kılmak üzere Filistinliler’i evlerini terk etmeye zorlamak için dayanılmaz yaşam koşulları yaratmayı amaçlamaktadır.
İşgal altındaki Batı Şeria’da yaşayan yerleşimciler de dâhil olmak üzere Yahudi İsrailliler’den daha yüksek yoksulluk oranlarına ve daha düşük iş gücü katılımı, eğitim alma ve sağlık düzeylerine sahipler. Bir dizi ekonomik ve sosyal haklardan yoksun olmaları; yalnızca İsrail, Filistin ekonomisi üzerindeki Yahudi tahakkümünü, İsrail içindeki Filistinli toplulukları dışlayarak ve kasıtlı olarak ihmal ederek ve sürekli bir askerî işgal bağlamında İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda bir ekonomik bağımlılık rejimi yaratarak sürdürmektedir.
Filistinli ve Yahudi İsrailli vatandaşlar arasındaki sosyoekonomik eşitsizlikler, on yıllar boyunca izlenen ayrımcı politikaların sonucudur. Tarihsel olarak İsrail, 18 yıllık askerî yönetimi altında Filistinli vatandaşların geçim kaynaklarına erişimini engelledi ve onları, farklı zamanlarda, Yahudi çoğunluğun çıkarlarını korumak için ucuz iş gücü kaynağı olarak kullandı. Amansız toprak gasplarına ek olarak, Filistinli yerleşim birimlerinin kalkınma için yüksek öncelikli alanlardan dışlanması, tarımda toprak ve suyun ayrımcı şekilde dağıtılması, ayrımcı imar ve planlama faaliyetleri ve Filistinli topluluklar yararına büyük altyapı geliştirme projelerinin uygulanmaması gibi politikalar Filistinliler’in sosyal ve ekonomik yoksunluğuna yol açtı.
İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki durum, anne ölümleri, okuryazarlık düzeyleri ve eğitim ve aşılama oranları dâhil olmak üzere bazı sosyal haklar bakımından son on yılda iyileşmiş de olsa, genel olarak, yaşam standartları sağlık hizmetlerine, istihdama, eğitime ve barınmaya erişimin özellikle etkilenmesiyle durgunlaşmış ya da kötüye gitmiştir.
Abluka ve İsrail’in yinelenen askerî saldırıları, Gazze’nin temel altyapısına ağır bir zarar verdi ve sağlık sistemini ve ekonomisini daha da zayıflatarak bölgeyi sürekli insani kriz durumunda bıraktı. Gerçekten de İsrail’in Gazze’nin çoğunluğu çocuk olan sivil nüfusunu toplu olarak cezalandırması; barınma, içme suyu ve elektrik kıtlığı ile temel ilaçlara ve tıbbi bakıma, gıdaya, eğitim ekipmanına ve yapı malzemelerine erişim eksikliği nedeniyle insan hayatına zararlı koşullar yarattı.
Ciddi dolaşım kısıtlamaları tarım sektörü üzerinde özellikle zararlı bir etki yarattı. 1967’den önce, tarım sektörü Batı Şeria’daki iş gücünün yaklaşık dörtte birini istihdam ediyor ve GSYİH’sinin ve ihracatının yaklaşık üçte birine katkıda bulunuyordu.
İsrail, “tampon bölge“ ve erişimin kısıtlı olduğu deniz sahasıyla yaptırım uygulayarak Gazze’deki tarım arazilerinin %35’inden fazlasının ve Gazze kıyısı boyunca uzanan balıkçılık alanlarının %85’ini Filistinliler için yasak bölge haline getiriyor. 113.000 çiftçi de dâhil olmak üzere tahmini 178.000 kişi artık “tampon bölge“deki tarım arazilerine erişemiyor.
İsrail yetkilileri, dolaşım üzerindeki ciddi kısıtlamalar yoluyla Filistinliler’in geçim kaynaklarına erişimini engellemenin yanı sıra, Filistinliler’in doğal kaynaklarına İsrail’deki ve yerleşimlerdeki kendi vatandaşlarının ekonomik çıkarları adına uluslararası hukuku ihlâl ederek sistematik ve hukuka aykırı bir şekilde el koyuyor. İsrail’in Filistin’in verimli tarım arazisi, su, petrol, gaz, taş ve Ölüdeniz minerali gibi doğal kaynaklarını sömürmesi, Filistinliler’i kendi kaynaklarına eşit erişimden ya da bunları yönetme, geliştirme ve bunlardan yararlanma fırsatından mahrum ediyor. Bu durum Filistinliler’in geçim kaynaklarına ve gıda ve yeterli yaşam standardı gibi sosyoekonomik haklara erişimlerini ciddi şekilde etkiliyor.
İsrail’in İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki su kaynakları ve suyla ilgili altyapı üzerindeki denetimi, Filistinliler ve Yahudi yerleşimciler arasında oldukça çarpıcı eşitsizliklerle sonuçlanıyor. İsrail yetkilileri, Filistinliler’in Batı Şeria’daki suya erişimini askerî emirlerle kısıtlayarak, İsrail ordusundan izin almadan yeni su tesisatı inşa etmelerini engelliyor. Filistinliler yeni kuyular açamaz, pompa kuramaz ya da mevcut kuyuları derinleştiremezler ve Ürdün Nehri’ne ve tatlı su kaynaklarına erişimleri engellenir.
Bu politikaların sonucu olarak, İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda ortalama Filistinli su tüketimi kişi başına günde yaklaşık 70 litredir. Batı Şeria’da yaklaşık 420.000 kişi günde 50 litre su tüketiyor, bu da İsrail’in ortalama kişi başı 300 litre su tüketiminin dörtte birinden az.
İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları genelinde, milyonlarca Filistinli, genellikle az gelişmiş ve çöp toplama, elektrik, toplu taşıma ve su ve sıhhi tesisat altyapısı gibi yeterli temel hizmetlerden yoksun, yoğun nüfuslu bölgelerde yaşıyor. Necef, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’nın C Bölgesi gibi tamamen İsrail denetimi altındaki bölgelerde temel hizmetlerin esirgenmesi, özü itibarıyla ayrımcı planlama ve bölgeleme politikalarıyla bağlantılıdır ve Yahudi yerleşiminin genişlemesini mümkün kılmak üzere Filistinliler’i evlerini terk etmeye zorlamak için dayanılmaz yaşam koşulları yaratmayı amaçlamaktadır.
İşgal altındaki Batı Şeria’da yaşayan yerleşimciler de dâhil olmak üzere Yahudi İsrailliler’den daha yüksek yoksulluk oranlarına ve daha düşük iş gücü katılımı, eğitim alma ve sağlık düzeylerine sahipler. Bir dizi ekonomik ve sosyal haklardan yoksun olmaları; yalnızca İsrail, Filistin ekonomisi üzerindeki Yahudi tahakkümünü, İsrail içindeki Filistinli toplulukları dışlayarak ve kasıtlı olarak ihmal ederek ve sürekli bir askerî işgal bağlamında İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda bir ekonomik bağımlılık rejimi yaratarak sürdürmektedir.
Filistinli ve Yahudi İsrailli vatandaşlar arasındaki sosyoekonomik eşitsizlikler, on yıllar boyunca izlenen ayrımcı politikaların sonucudur. Tarihsel olarak İsrail, 18 yıllık askerî yönetimi altında Filistinli vatandaşların geçim kaynaklarına erişimini engelledi ve onları, farklı zamanlarda, Yahudi çoğunluğun çıkarlarını korumak için ucuz iş gücü kaynağı olarak kullandı. Amansız toprak gasplarına ek olarak, Filistinli yerleşim birimlerinin kalkınma için yüksek öncelikli alanlardan dışlanması, tarımda toprak ve suyun ayrımcı şekilde dağıtılması, ayrımcı imar ve planlama faaliyetleri ve Filistinli topluluklar yararına büyük altyapı geliştirme projelerinin uygulanmaması gibi politikalar Filistinliler’in sosyal ve ekonomik yoksunluğuna yol açtı.
İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki durum, anne ölümleri, okuryazarlık düzeyleri ve eğitim ve aşılama oranları dâhil olmak üzere bazı sosyal haklar bakımından son on yılda iyileşmiş de olsa, genel olarak, yaşam standartları sağlık hizmetlerine, istihdama, eğitime ve barınmaya erişimin özellikle etkilenmesiyle durgunlaşmış ya da kötüye gitmiştir.
Abluka ve İsrail’in yinelenen askerî saldırıları, Gazze’nin temel altyapısına ağır bir zarar verdi ve sağlık sistemini ve ekonomisini daha da zayıflatarak bölgeyi sürekli insani kriz durumunda bıraktı. Gerçekten de İsrail’in Gazze’nin çoğunluğu çocuk olan sivil nüfusunu toplu olarak cezalandırması; barınma, içme suyu ve elektrik kıtlığı ile temel ilaçlara ve tıbbi bakıma, gıdaya, eğitim ekipmanına ve yapı malzemelerine erişim eksikliği nedeniyle insan hayatına zararlı koşullar yarattı.
Ciddi dolaşım kısıtlamaları tarım sektörü üzerinde özellikle zararlı bir etki yarattı. 1967’den önce, tarım sektörü Batı Şeria’daki iş gücünün yaklaşık dörtte birini istihdam ediyor ve GSYİH’sinin ve ihracatının yaklaşık üçte birine katkıda bulunuyordu.
İsrail, “tampon bölge“ ve erişimin kısıtlı olduğu deniz sahasıyla yaptırım uygulayarak Gazze’deki tarım arazilerinin %35’inden fazlasının ve Gazze kıyısı boyunca uzanan balıkçılık alanlarının %85’ini Filistinliler için yasak bölge haline getiriyor. 113.000 çiftçi de dâhil olmak üzere tahmini 178.000 kişi artık “tampon bölge“deki tarım arazilerine erişemiyor.
İsrail yetkilileri, dolaşım üzerindeki ciddi kısıtlamalar yoluyla Filistinliler’in geçim kaynaklarına erişimini engellemenin yanı sıra, Filistinliler’in doğal kaynaklarına İsrail’deki ve yerleşimlerdeki kendi vatandaşlarının ekonomik çıkarları adına uluslararası hukuku ihlâl ederek sistematik ve hukuka aykırı bir şekilde el koyuyor. İsrail’in Filistin’in verimli tarım arazisi, su, petrol, gaz, taş ve Ölüdeniz minerali gibi doğal kaynaklarını sömürmesi, Filistinliler’i kendi kaynaklarına eşit erişimden ya da bunları yönetme, geliştirme ve bunlardan yararlanma fırsatından mahrum ediyor. Bu durum Filistinliler’in geçim kaynaklarına ve gıda ve yeterli yaşam standardı gibi sosyoekonomik haklara erişimlerini ciddi şekilde etkiliyor.
İsrail’in İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki su kaynakları ve suyla ilgili altyapı üzerindeki denetimi, Filistinliler ve Yahudi yerleşimciler arasında oldukça çarpıcı eşitsizliklerle sonuçlanıyor. İsrail yetkilileri, Filistinliler’in Batı Şeria’daki suya erişimini askerî emirlerle kısıtlayarak, İsrail ordusundan izin almadan yeni su tesisatı inşa etmelerini engelliyor. Filistinliler yeni kuyular açamaz, pompa kuramaz ya da mevcut kuyuları derinleştiremezler ve Ürdün Nehri’ne ve tatlı su kaynaklarına erişimleri engellenir.
Bu politikaların sonucu olarak, İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda ortalama Filistinli su tüketimi kişi başına günde yaklaşık 70 litredir. Batı Şeria’da yaklaşık 420.000 kişi günde 50 litre su tüketiyor, bu da İsrail’in ortalama kişi başı 300 litre su tüketiminin dörtte birinden az.
İsrail'in Sistematik Baskısı ve Sonuçları
İsrail, Filistinliler üzerinde, İsrail ve işgal altındaki Filistin Toprakları genelinde ayrımcı yasaları, politikaları ve uygulamaları güçlendirerek dayatılan kurumsallaşmış bir sistematik baskı ve tahakküm sistemi yarattı ve bunu sürdürüyor.
Apartheid sistemi, 1948’de İsrail’in kurulmasıyla doğdu ve o sırada iktidarda olan siyasi partiden bağımsız olarak, denetim altında tuttukları tüm bölgelerde birbirini izleyen İsrail hükûmetleri tarafından on yıllar boyunca inşa edildi ve sürdürüldü. İsrail, önce 1948’de ve ardından 1967’de Doğu Kudüs’ü işgal ettiğinde ve Batı Şeria’nın ve Gazze Şeridi’nin geri kalanını işgal ettiğinde elde ettiği toprak kazanımlarına denk düşecek biçimde, farklı zamanlarda farklı Filistinli grupları farklı ayrımcı ve dışlayıcı yasalara, politikalara ve uygulamalara tabi tuttu. On yıllar boyunca, İsrail’in demografik ve jeopolitik amaçları, bu bölgesel alanların her birinde Filistinliler’e yönelik politikaları şekillendirdi.
İsrail’in apartheid’ı, etkin denetimi altındaki çeşitli alanlarda kendini farklı şekillerde gösterse de, bu sistem tutarlı olarak aynı amaca, nerede oturduklarına bakılmaksızın İsrail medeni yasasına göre ayrıcalıklı olan Yahudi İsrailliler yararına Filistinliler üzerinde tahakküm ve baskı kurma amacı taşıyor. Apartheid, Filistinliler’in toprakları ve mülklerine el konulmasına karşı çıkma haklarını kısıtlarken, edinilen ya da denetim altında tutulan en çok toprak ve arazi miktarına erişimi olan ve bu topraklardan en üst düzeyde yararlanan ezici bir Yahudi çoğunluğunu sürdürmek için tasarlanmıştır.
Filistinliler’in çoğunluğunun 1947-49’da ve ardından 1967’de zorla topraklarından ve mülklerinden edilmeleri; zorla sınır dışı etme, zora dayalı nakiller ve dolaşım özgürlüklerine getirilen keyfi kısıtlamalar; vatandaşlık ve geri dönüş haklarının inkârı, topraklarının ve mülklerinin ırksal ve ayrımcı şekilde gasp edilmesi ve bunu izleyen (toprak, konut ve su dâhil olmak üzere) ulusal kaynakların ayrımcı dağıtımı ve bunlara erişim; sadece geçim, istihdam, sağlık hizmetleri, gıda güvenliği, su ve sıhhi tesisat ve eğitim fırsatlarına erişim dâhil Filistinliler’in mevcut haklarından yararlanmalarını engellemek için değil, aynı zamanda Filistinliler’in, bireyler ya da topluluklar olarak İsrail’deki, İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki ve İsrail’in Filistinliler’in haklarını, özellikle de geri dönüş hakkını kullanmaları üzerinde denetim uyguladığı diğer durumlardaki Yahudi İsrailliler’le eşit statüye sahip olamamalarını sağlamak için birleşmektedir.
Filistinlilere yönelik ırksal ayrımcılık ve ayrıştırma, kasıtlı hükûmet politikasının bir sonucudur. Filistinliler’in haklarının düzenli olarak ihlâl edilmesi, suçların kazara tekrarlanması değil, kurumsallaşmış sistematik baskı ve tahakküm rejiminin bir parçasıdır.
İsrail, Filistin halkına karşı uygulanan her türlü ayrımcılık, ayrıştırma ve baskı uygulamalarını sona erdirmeye ve ırksal, etnik ya da dinî gerekçelerle ayrımcılık yapan tüm yasaları, yönetmelikleri, politikaları ve uygulamaları, nihai anlamda bunları uluslararası insan hakları hukuku ve standartlarına uygun olarak yürürlükten kaldırma ya da değiştirme amacı doğrultusunda gözden geçirmelidir.
İsrail hükûmetinin Filistinliler’e yönelik ırksal ayrımcılık ve ayrıştırma, kasıtlı hükûmet politikasının bir sonucu olduğu, kuruluşu olan 1948 yılından günümüze uzanan uygulamalarında değişiklik yaşanmamasında açıkça görülmektedir. İsrail üst düzey yönetimince ana hatları açıkça dile getirilen söylemlerde de görülen bu duruma en iyi örnek; 2019’da dönemin başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından çevrimiçi olarak yayımlanan mesaj olan, “İsrail bütün vatandaşlarının devleti değil… [daha ziyade] Yahudi halkının ve sadece onların ulus devleti.“ beyanıdır. Bu ve buna benzer beyanların, İsrail’in işgal ettiği topraklarda Yahudi bir toplum oluşturma dışında bir hedeflemesi olmadığını göstermesi açısından İsrail’in en net politikası olarak görülmeli ve Filistin meselesi bu gerçeklik üzerinden anlaşılmalıdır. Bu yapılmadığı sürece Filistin topraklarında savaş sonsuza kadar sürecektir. Ayrıca, İsrail bu politikadan vaz geçmediği sürece halkına hiç bir zaman huzurlu ve güvenli bir hayat sürme şansı vermemiş olacaktır.
* “İsrail’in Apartheıd Rejimi“ Filistinliler’e Yönelik Irksal Ayrımcılık ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar, Uluslararası Af Örgütü yayımı, 2022.
Apartheid sistemi, 1948’de İsrail’in kurulmasıyla doğdu ve o sırada iktidarda olan siyasi partiden bağımsız olarak, denetim altında tuttukları tüm bölgelerde birbirini izleyen İsrail hükûmetleri tarafından on yıllar boyunca inşa edildi ve sürdürüldü. İsrail, önce 1948’de ve ardından 1967’de Doğu Kudüs’ü işgal ettiğinde ve Batı Şeria’nın ve Gazze Şeridi’nin geri kalanını işgal ettiğinde elde ettiği toprak kazanımlarına denk düşecek biçimde, farklı zamanlarda farklı Filistinli grupları farklı ayrımcı ve dışlayıcı yasalara, politikalara ve uygulamalara tabi tuttu. On yıllar boyunca, İsrail’in demografik ve jeopolitik amaçları, bu bölgesel alanların her birinde Filistinliler’e yönelik politikaları şekillendirdi.
İsrail’in apartheid’ı, etkin denetimi altındaki çeşitli alanlarda kendini farklı şekillerde gösterse de, bu sistem tutarlı olarak aynı amaca, nerede oturduklarına bakılmaksızın İsrail medeni yasasına göre ayrıcalıklı olan Yahudi İsrailliler yararına Filistinliler üzerinde tahakküm ve baskı kurma amacı taşıyor. Apartheid, Filistinliler’in toprakları ve mülklerine el konulmasına karşı çıkma haklarını kısıtlarken, edinilen ya da denetim altında tutulan en çok toprak ve arazi miktarına erişimi olan ve bu topraklardan en üst düzeyde yararlanan ezici bir Yahudi çoğunluğunu sürdürmek için tasarlanmıştır.
Filistinliler’in çoğunluğunun 1947-49’da ve ardından 1967’de zorla topraklarından ve mülklerinden edilmeleri; zorla sınır dışı etme, zora dayalı nakiller ve dolaşım özgürlüklerine getirilen keyfi kısıtlamalar; vatandaşlık ve geri dönüş haklarının inkârı, topraklarının ve mülklerinin ırksal ve ayrımcı şekilde gasp edilmesi ve bunu izleyen (toprak, konut ve su dâhil olmak üzere) ulusal kaynakların ayrımcı dağıtımı ve bunlara erişim; sadece geçim, istihdam, sağlık hizmetleri, gıda güvenliği, su ve sıhhi tesisat ve eğitim fırsatlarına erişim dâhil Filistinliler’in mevcut haklarından yararlanmalarını engellemek için değil, aynı zamanda Filistinliler’in, bireyler ya da topluluklar olarak İsrail’deki, İşgal Altındaki Filistin Toprakları’ndaki ve İsrail’in Filistinliler’in haklarını, özellikle de geri dönüş hakkını kullanmaları üzerinde denetim uyguladığı diğer durumlardaki Yahudi İsrailliler’le eşit statüye sahip olamamalarını sağlamak için birleşmektedir.
Filistinlilere yönelik ırksal ayrımcılık ve ayrıştırma, kasıtlı hükûmet politikasının bir sonucudur. Filistinliler’in haklarının düzenli olarak ihlâl edilmesi, suçların kazara tekrarlanması değil, kurumsallaşmış sistematik baskı ve tahakküm rejiminin bir parçasıdır.
İsrail, Filistin halkına karşı uygulanan her türlü ayrımcılık, ayrıştırma ve baskı uygulamalarını sona erdirmeye ve ırksal, etnik ya da dinî gerekçelerle ayrımcılık yapan tüm yasaları, yönetmelikleri, politikaları ve uygulamaları, nihai anlamda bunları uluslararası insan hakları hukuku ve standartlarına uygun olarak yürürlükten kaldırma ya da değiştirme amacı doğrultusunda gözden geçirmelidir.
İsrail hükûmetinin Filistinliler’e yönelik ırksal ayrımcılık ve ayrıştırma, kasıtlı hükûmet politikasının bir sonucu olduğu, kuruluşu olan 1948 yılından günümüze uzanan uygulamalarında değişiklik yaşanmamasında açıkça görülmektedir. İsrail üst düzey yönetimince ana hatları açıkça dile getirilen söylemlerde de görülen bu duruma en iyi örnek; 2019’da dönemin başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından çevrimiçi olarak yayımlanan mesaj olan, “İsrail bütün vatandaşlarının devleti değil… [daha ziyade] Yahudi halkının ve sadece onların ulus devleti.“ beyanıdır. Bu ve buna benzer beyanların, İsrail’in işgal ettiği topraklarda Yahudi bir toplum oluşturma dışında bir hedeflemesi olmadığını göstermesi açısından İsrail’in en net politikası olarak görülmeli ve Filistin meselesi bu gerçeklik üzerinden anlaşılmalıdır. Bu yapılmadığı sürece Filistin topraklarında savaş sonsuza kadar sürecektir. Ayrıca, İsrail bu politikadan vaz geçmediği sürece halkına hiç bir zaman huzurlu ve güvenli bir hayat sürme şansı vermemiş olacaktır.
* “İsrail’in Apartheıd Rejimi“ Filistinliler’e Yönelik Irksal Ayrımcılık ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar, Uluslararası Af Örgütü yayımı, 2022.
Doç. Dr. Metin DUYAR
İstanbul Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi