Bu yazınımızda coğrafyanın insana ve topluma etkisi üzerinden devletleri ve politikaları nasıl şekillendirdiğini inceleyeceğiz. Coğrafyanın güvenlik ile yakın ilişkisine odaklanacağız ve Ortadoğu’daki ulus devletler özelinde güvenlik stratejileri ve ulusal güvenlik stratejilerini tartışacağız. Bununla birlikte metnimiz; kaynak tarama yöntemi gibi nitel araştırma yöntemleri kullanılarak, örnekleme yöntemi gibi yazınsal anlatım yöntemleriyle metnin içeriği güçlendirilerek ve tematik analizler çerçevesinde elde edilen veriler ışığında şekillendirilerek kaleme alınmıştır.
GİRİŞ
Coğrafya, Tarihi çağlardan bu yana insanın dünyada kurduğu düzeni şekillendirmiş yegâne fiziki faktördür. İnsanlar tarihi çağlardan günümüze kadar kimi ilkel, kimi kompleks yapılarda toplumsal gruplar oluşturagelmişlerdir. Bu grupları dönemleri çerçevesinde şekillendiren pek çok faktör bulunmaktadır ama en önemli ortak faktör her daim coğrafya olmuştur.İnsanların en temel ihtiyaçlarından biri güvenlik ihtiyacıdır. Hayvanlar gibi kendilerini korumaya yönelik güçlü yanları, özellikleri olmayan insanlar en ilkel çağlardan bu yana toplumsal ilişkiler içerisinde, birlik ve beraberlikle yaşamaya başlamışlardır. Bu birlik ve toplumsal bütünlük zaman içerisinde sistematik bir hal almış ve devletleşme sürecine gitmiştir. Bu devletleşen kompleks, toplu yaşam biçimleri çağlarına göre sitem açısından farklılık gösterse de güvenlik, her çağda devletin en temel amaçlarından biri olagelmiştir. Özellikle Ortadoğu coğrafyasında güvenlik her şeyin ötesinde bir varlık mücadelesi halini almıştır. Ortadoğu’nun etnik ve dini çok kimlikli yapısı bölgede bulunan ulus devletleri için çetin bir mücadeleyi kaçınılmaz kılmaktadır.
Egemenlik ve Hegemonya
Devlet, gelişmiş toplumların zorunlu bir sonucudur. Kompleks hayatlar yaşayan ve sosyal ilişki ağları ile birbirine bağlı olan toplumlar; bu ağları organize edebilecek, düzenleyip denetleyebilecek bir otoritenin varlığına muhtaçtır. “Aristoteles insanın en iyiye ulaşabilmesi ve yetkinleşebilmesi için topluma, yasalara ve devlete ihtiyacı olduğunu söyler. Aristoteles’in “İnsan doğası gereği politik bir hayvandır.“ derken kastettiği şey insanın en iyiye yani mutluluğa ancak toplum ve polis içerisinde ulaşabileceğidir.“ (Akkağıt, 2022) Bu zorunlu gereklilik çeşitli devlet yapılanmalarını meydana getirmiştir. Bu devlet yapılanmalarının en temel ortak paydası ise egemenliktir.
Egemenlik, bir devletin güç, kanun ve otorite tekelini elinde bulundurmasıyla ve bu durumu kendi halkı tarafından, çevre halklar tarafından ve devletler tarafından tanınmasıyla gerçekleşir. Egemen devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda rahatça hareket edebilmesi, dış müdahalelere karşı engelleyici gücünün olabilmesiyle mümkündür. Birincil önceliği kendi halkı ve kendi çıkarlarıdır. Bunların yanında hâkim bir devlet, ideolojik, kültürel ve siyasal araçları da kendine göre dizayn ederek toplumdaki genel kabulleri ve insanların düşünce tarzlarını yönlendirebilmelidir.
Hegemonya ise, ilk olarak 19. Yüzyılda yaşamış Marksist bir teorisyen ve siyasetçi olan Antonio Gramsci tarafından ortaya atılmış bir terimdir. Marksizmin devlet ve siyaset üzerindeki kuramını eksik bularak, yine Marksizm’i temel alarak oluşturduğu ve toplumsal değişimi hedef alarak geliştirdiği teorisinin bir parçasıdır. Gramsci’ye göre hegemonya, egemen devletlerin uluslararası arenada baskın güç olma, sözünü dinlettirebilme kapasitesine sahip olmasıdır. Kendi çıkarlarını, kendisine göre daha az güçlü olan devletlere ve toplumlara karşı kabullendirebilme kapasitesidir. Hegemonya (güç rıza) şeklinde ifade edilebilir. Bu tanımındaki en önemli unsur ise “rıza“ unsurudur. Bu da meşruiyetin olabilmesi için gerekli en önemli unsurdur.
Bu güce, bu kapasiteye sahip egemen devletler hegemonik bir güçtürler. Bu güç bazen bölgesel kalabilmekte bazen bazı devletler bölgesel bir güç haline gelebilmişken bazı devletler ise dünya gücü olmayı başarmışlardır. Bu duruma örnek vermek gerekirse Türkiye Cumhuriyeti Devleti bölgesel bir güç aktörü olarak söylenebilir. Dünya çapında hegemonyasını kabul ettirmiş bir devlete ise Amerika Birleşik Devletleri söylenebilir.
Egemenlik ve hegemonya kavramları devletler arası ilişkileri ve uluslararası sistemi anlamada çok önemli referans noktaları olmuştur. Uluslararası sistemdeki güç dengesi ve buna yönelik politikaların dayanak noktaları olagelmişlerdir. Bu uluslararası sistemde devletler, bir yandan hegemonik bir güç olabilmek için mücadele verirken bir yandan da diğer devletlere karşı kendilerini korumak zorunda kalmışlardır. Bu durum ulusal çıkarlar ve ulusal güvenlik için önemli bir konudur. Bundan dolayı ulusal güvenlik stratejileri her ne kadar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra pek tercih edilmese de devletler tarafından önemini korumaya devam eden güvenlik stratejileri olagelmişlerdir.