Modern zamanlar, erdem ve değerlerin yitirilmesini hızlandıran bir dönem olarak zihinlerde yer etmektedir. Cemiyetimize, insan ilişkilerinin örselendiği ve tüketilmeye yüz tutan toplumsal bir doku hakim olmaktadır. Dolayısıyla en yüksek iyiyi ve güzel ahlâkı gerçekleştirecek bir vasatın hayat bulması insanî ve ilahî bir vazife olarak algılanmalıdır.
Müslümanların Birbirine Karşı Samimi Olması
Hakikî inanç, insanı, samimiyetin sıcaklığıyla hemhâl olmuş bir değer ve norm modeli olmalıdır. Bunun için samimiyet, ihlâs ve sadakatle bezenmelidir. Müslümanın, Müslüman üzerindeki haklarından birisi de gıyabında kardeşine karşı samimiyetini muhafaza etmesidir.
Samimiyet, aynı zamanda sadakattır, yani aldatmamaktır. Eşini, çocuğunu, ailesini, çevresini, toplumunu ve nihayet insanları aldatmamaktır.
Ailenin temel unsuru olan eşlerin sadakatı, içten ve gönülden bağlılık üzerine temellenir. Nitekim Efendimiz bir hikmetli sözünde şunları ifade etmektedir:
“Bir mü’min için takvadan sonra, saliha bir eş kadar hayırlı ve yararlı bir şey olamaz; emrettiğin de itaat eder, yüzüne baktığında sevinç duyar, üzerine yemin içtiğinde yeminini boşa çıkarmaz ve onun gıyabında gerek nefsi ve gerekse malı konusunda samimiyeti ve bağlılığı devam eder.“
Yöneticilerin toplum ve tebaasına karşı samimi olması, cemiyet içindeki barışın teminatıdır. Eğer idareci, halkını samimiyetle kucaklamaz ve kuşatmazsa, onun adaleti sorgulamayla karşı karşıya kalır.
Samimiyet, ticarette güvenden de önce gelen bir erdemdir. En hayırlı kazanç, Kutlu Elçi’nin dilinde, çalışan samimî olduğu müddetçe elde ettiği kazançtır.
İbadetin En Sevimlisi Samimi Olandır
Hayırları ve her şeyin en mükemmelini Yaratan’ın buyruğu açıktır: “…kulumun kendisiyle bana ibadet ettiği en sevimli şey, bana karşı ihlaslı ve samimi olmasıdır.“
Samimiyet ve sadakatten nasiplenmemiş her türlü ibadet ve iyilik/hayır, yapılmamış hükmündedir. Çünkü orada riya, gösteriş, çıkar ve yaranma söz konusudur. Saflığı bozan ve yozlaştıran her türlü faaliyet, arınmanın içtenliğine muhtaç kalacaktır. İyi niyet ve halis niyetten uzak kalan eylem; şirk (Allah’a ortak koşmak), nifak (iki yüzlülük), riya (gösteriş) ve süm’a (ibadetlerini halka duyurma) gibi erdemsizliklerin cenderesinde buharlaşır.
İslâm’la özdeşleşen bir olgu olarak ihlâs, şirk ve riyadan, batıl hurafelerden, kötü duygulardan çıkar ve gösterişten kalbi arındırmayı ifade eder. Arındırma ve saflaştırma, Var Eden’in rızasıyla zirveye ulaşır. Adaletle özdeşleşen yönetici Hz. Ömer’in halkından temennisi, samimiyet talebidir. O, bunu kendisinin tebaası üzerindeki hakkı olarak görür.
Kardeşinin kendisine yönelik konuşmasından ve eyleminden
güvenlik içinde bulunan Müslüman, buna karşılık o da kardeşinin elem ve kederlerinden dolayı hüzünlenir; onun acılarına ortak olur. Yanlışlıklarda uyarır, güzellikler ve hayırlarda teşvik eder, üreklendirir.
İhlâsın Anlam Dünyası Zengindir
İhlâsın mana bahçesi, zenginlikler içerir: Yaratan’ın rızası her dâim, yapılanlarla birlikte olmalı ki, Allah’ı düşünmek kalıcı olsun. Kalp, gönül, zihin ve bedenen Hakk’ı unutmamak, O’na ulaştıran tüm bentleri ve setreleri aradan çıkarmaktır.
İhlâs, övgü ve medih beklemeden O’na karşı kulluğun tüm ilkelerini yerine getirmektir. Eylemleri pislik ve necisten kurtarmaktır.
“İnsanlar görüyor diye ameli terk etmek riya; insanlar görsün diye amel etmek şirktir. İhlas da, Allah’ın insanı bu ikisinden korumasıdır.“
İçten ve samimi niyet sahibi ihlâslı kişi, insanların övgüsünden bülbülün şahinden kaçtığı gibi kaçandır.
Görünen ile görünmeyenin birbirine eşit ve aynı olduğu her türlü fiil ve davranış, ihlâsın işaretlerini verir.
İbadetin Ruhu ihlâstır
İbadetin ruhu ve bedeni ihlâstır. Samimiyetten uzak her türlü ibadet ve fiilin kula faydası ulaşmaz. İhlâssız amel, amelsiz ihlâstan kötüdür. Zira her türlü hareketi şereflendiren husus, ihlâs ve samimiyettir. Çok ibadetten ziyade, yapılanın riya ve gösterişten bağımsız olması önemlidir.
Dünya ve öte dünyadaki kurtuluş, ihlâsla mümkündür. Ruhta gizli olan ihlas, bir sırdır. Bundan dolayı Yaratan, “ihlâs sırlarımdan bir sırdır. Onu sevdiğim kulumun kalbine tevdi ederim“ diye bildirmektedir.
Meleğin Bilmediği Erdem: İhlas
İslâm mutasavvıfların “usta“larından kabul edilen Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre “ihlâs o kadar gizlidir ki melek onu bilmediği için sevap hanesine yazmaz, şeytan bilmediği için bozamaz, nefis bilmediği için şımarmaz. Böyle olunca başkaları bir yana ihlâslı olduğunu kişinin kendisi bile kesin olarak bilemez, onun için de nefsini daima denetim altında tutması gerekir.“
Kırk gün ihlâsın lezzetinden nasiplenen kul, kalbinden fışkıran hikmetlerin lisanından dökülmesi şerefine nail olur. Bu bir anlamda Hz. Peygamber’e (s) nübüvvetin/peygamberliğin ulaştığı sınırdır.
(Makalenin tamamı alttaki ilgili dokümanda)