Güncel medeniyet tartışmalarına, Türklerin geçmişte bütün dünyanın özenerek baktığı ve benzemeye çalıştığı özgün bir medeniyetin üreticisi ve taşıyıcısı olduğu gerçeğinden hareketle yaklaşmak yerinde olacaktır. Bu doğrultuda, medeniyetin “inşa“(1) veya “ihya“(2) edilmesi kavramsal tercihinde sözlük anlamları göz önünde tutularak ihya teriminin kullanılması daha tutarlı görünmektedir. Çünkü Türk ve İslam birikimlerinin üzerine bina edilmiş bir medeniyet yüzyılları aşan bir tarihsel dönemde alternatiflerine göre daha önde bir şekilde varlık sergilemiştir.
Bugün söz konusu edilmesi gereken husus, bu birikim temelinde bir medeniyetin yeniden kendisini üretmesi çabasıdır. Bu birikimi oluşturan unsurlardan biri de dip dedeler başka bir ifade ile referans kişilerdir.
MEDENIYET TASARIMI SORUNU:
Medeniyet, salt bir tasarım ürünü olmayıp kaynaklardan beslenen ve hayatın olağan akışı içerisinde ortaya çıkmaktadır. Bu kaynaklar, öncelikle felsefi bir temel olarak tasarıma dayanmaktadır. Felsefi altyapı, kişinin evren, insan, tanrı, toplum, devlet, doğa vs. karşısında konumlanışını belirler. Bu felsefenin çerçevelediği bir dünya görüşü ve kurumsal yapılar ile tezahürü gözlenmektedir. Medeniyet, doğanın dönüştürülmesi ile teknolojik üretimler dahil olmak üzere mekana, ilişkiler dolayısıyla insana ve davranışa yansımasıyla varlık kazanır. Bir medeniyet bünyesinde gerçekleştirilen her türlü üretim ile kendisini göstermektedir.
Dolayısıyla medeniyet, bir tasarımı içermekle birlikte bu tasarımı da kapsayan sürekli üretim ile hayat bulabilir ve canlılığını sürdürebilir. Yoksa medeniyet tasarısı girişimleri ya tarih ya da kurgu çalışması durumunda kalacaktır. Medeniyet, onun çevrelediği insanlar tarafından üretilen bilgi, teknoloji ve mekan kullanımı sayesinde varlık kazanır ve ancak böylece varlığını sürdürebilir. Dolayısıyla masa başında bir kurgulanmış bir medeniyet projesi, medeniyet olmakta ve medeniyeti kavramaktan uzak kalmıştır.
TÜRK MEDENIYETI VE DIP DEDELER
Medeniyetimizin köklerinin üzerinde yeniden canlanabilmesi, köklerinin nerede olduğu sorusu ile doğrudan bağlantılıdır. Bu sorunun cevabı, medeniyete verilecek ad ile ortaya çıkmaktadır. Çevresinde yaşamaya devam ettiğimiz ve canlandırılmasını beklediğimiz medeniyetin adı, Türk Medeniyetidir. Buna sağladığı katkıların önemine binaen Türk İslam Medeniyeti veya İslami Türk Medeniyeti adının da verilmesi uygun görülebilir. Ancak sadece küçük bir coğrafi alan olarak “Anadolu Medeniyeti“ (3) gibi isimlendirmeler; medeniyet olma iddiasıyla çelişkili sıkıntılar barındırmaktadır.
Anadolu, Türk Medeniyet coğrafyasının merkezinde olmakla beraber bu medeniyeti tanımlayıcı nitelikten uzak kalmaktadır. Zira Ortaasya mirası, Horasan, Kafkasya, Mezopotamya tecrübeleri, Anadolu’ya kök salma becerisi, Balkanlar’dan Mağrib’e kadar fütuhat hamleleri sadece Anadolu adlandırması ifade bulamamaktadır. Ayrıca Anadolu medeniyeti, Türk Medeniyetinin öncesinde tarihe mal olmuş ve sürdürecek milleti de yok olmuş antik dönemlerdeki medeniyetleri işaret ederken kullanılmaktadır. Bu değerlendirmeye sadece Anadolu Medeniyetleri Müzesi yeterli bir delil oluşturmaktadır.
Dünyaya Türk’ün şekillendirdiği bir medeniyeti yeniden takdim edebilmek; ancak doğal kaynakların canlandırılması ve kendisini yeniden üretebilir hale gelmesi ile mümkündür. Medeniyetin doğal kaynaklarını oluşturabilecek olan felsefi alt yapı, inanç çerçevesi, beşeri ve teknik yansımaları,gündelik hayatta temsil edilmesi gibi noktalarda; mevcut birikimin analiz edilmesi gereklidir. Bu analiz, her şeyden önce bir envanter çalışmasına dayanmalıdır. Tarihi olan, folklorik olan ile milli olan kültür unsurlarının tespiti yapılmalı ve bu temelden hareketle evrensele taşınabilecek unsurların belirlenerek güçlendirilmesi yoluna gidilmelidir. Yoksa mesele küreselleşen pazara “farklı“ ürün sunmak için girişilen coğrafi işaretlerin yaygınlaştırılması düzeyinde algılanarak ucuzlatılabilir.
Bu değerlendirmeler ışığında bir medeniyetin yeniden hayat bulması için dip dedelerden aktarılan birikimin günün şartlarına göre yeniden değerlendirilmesi önerilmektedir. Çünkü tarihin bir döneminde medeniyetin doruğu eğer Anadolu yaylasında konumlanmışsa; bu ancak o dönemin insanları tarafından üretilmiş varlık tezahürleri ile gerçekleşmiştir.
Dip dedeler, kendilerinden öncekilerin birikimini nasıl işleyip aşmışlar ise; güncel Türk de ancak bu gayretin sayesinde yeni ya da yeniden bir medeniyet mimarı olarak ortaya çıkabilecektir. Dip dedeye verilen kıymet, ne “eskiye rağbet gösterip bit pazarına nur indirmektir“ ne de antika eserlere yönelmiş bir finansal yatırımdır. Dip dede, dün ve yarın durakları arasındaki yolun döşeme malzemesidir. Bu yolun üzerinden ilerleyebilmek için, yolun haritasının çizilmesine hizmet edeceği için dip dedelerin birikimi önem kazanmaktadır.
Anadolu toprakları medeniyet üretmekte verimlidir. Dedelerimiz bu üretimde deneyimlidir. Torunlarının istek, iddia ve gayreti dışında bir eksik görünmemektedir. Dip dedelerin birikimi, ne onların ihtişamı ile büyülenmek ne de “ilkel“ bulup önemsizleştirmek hatalarına düşmeden değerlendirilmelidir. Yeniden bir medeniyet kuruluyorsa; bu geçmişin birikimini tekrarlamak ya da taklit etmek de olmamalıdır.
DIP DEDE ÖRNEĞI OLARAK NASRETTIN HOCA
Bu çalışmada Türk medeniyet deneyiminde referans niteliği taşıyan kişilere bir örnek olarak Nasrettin Hoca ele alınmaktadır. Folklorik, tarihi ve milli sacayağından evrensele taşınmış bir kişi olan Nasrettin Hoca, Türkçe konuşulan her coğrafyada “içlerinden birisi“ haline gelebilmesi(4) ve dünyanın pek çok dilinde fıkraları ile tanınması dolayısıyla dip dede örneği olarak sunulmaktadır.
Yeri gelince anlatılan bir fıkrası ile sözü tatlıya bağlayan Nasrettin Hoca’nın hayatı maalesef ayrıntılı şekilde bilinmemektedir. Bilinen 13. yüzyılda Sivrihisar’da doğduğu ve Akşehir’de yaşadığıdır. Belirli bir tarih kesitinde yaşayan kişinin değil, sözlü kültürde anlatılan ve zamanla yazıya geçirilmiş hikayeciklerdeki Nasrettin Hoca’nın Türk Medeniyet çevresinin tamamına ulaşan şöhreti, onu dip dede haline getirmektedir.
----------------------------------------------
(1) Develioğlu, s.441’de yer alan tanım. İnşa: 1- yapma, yapılma, vücuda, meydana getirme.
(2) Develioğlu, s. 422’de yer alan tanım. İhya: 1- diriltme, diriltilme, canlandırma. 2- taze can verircesine iyilik, lutfetme. 3- yeniden kuvvetlendirme. 4- uyandırma, canlandırma tazelik verme.
(3) TASAM, Medeniyet İnşası - Türkiye Vizyonu Projesi - Referans Değerler, Kurumlar, Kişiler, 2015. http://tasam.org/Files/Etkinlik/File/VizyonBelgesi/DIT_vizyon_TR.pdf_c6652670-c3fa-445e-acc1-77eb08b9877e.pdf, Erişim Tarihi: 01.11.2015. 237
(4) 4 Özkan, ss.17-20.
İlgili kitaba erişmek için tıklayın: Değerler İnşası Referans Değerler, Kurumlar, Kişiler
İlgili kitaba erişmek için tıklayın: Değerler İnşası Referans Değerler, Kurumlar, Kişiler