Geçen hafta Cuma günü (10 Mart 2023) Suudi Arabistan ve İran arasında yeni bir anlaşma imzalandı. Buna yeni bir “Kutsal Cuma“ anlaşması denebilir mi? İki ülke arasındaki en büyük fayın mezhep farkının siyasileştirilmesinden kaynaklandığı düşünülür ve mezhep anlaşmazlığının arkasına gizlenen bölgesel güç rekabetinin 2016 yılından[1] bu yana yarattığı yüksek gerilim, Çin’in yardımı ile kotarılan bu anlaşma sonrası gevşeyecekse, elbette. Ama normalleşmesi beklenen ilişkilerin kalıcı olup olmayacağını söylemek için zaman henüz erken. Anlaşmanın hem her iki ülke, hem de üzerinde siyasi güç iddiası taşıdıkları bölge için olumlu bir rüzgâr yaratması ise pek çok etkene bağlı. Şimdi Orta Doğu’da daha geniş bir etki alanı isteyen ve bunu ABD’ye bölgedeki en büyük ortağı Suudi Arabistan üzerinden çalım atarak yapmak isteyen Çin’in yardımı ile sonlandırılan sürece bakalım.
Karşılıklı Güvensizlikle Beslenen Rekabet
Karşılıklı güvensizliğin karanlık gölgesi yıllardır Suudi Arabistan ve İran ilişkilerinin normalleşmesini engellemiştir. Suudi Arabistan, belki biraz da ABD’nin etkisi ile İran’ın bölgede bulunan ülkeleri kendi güvenlik şemsiyesi altına çekeceğinden hep kuşkulanmıştır. Bu kuşku 2015 yılında İran’ın ABD ve Avrupa Ülkeleri arasında(P5 1) imzalanan nükleer anlaşma JCPOA (Joint Comprehensive Plan of Action) ile had safhaya ulaşmış, Suudi Arabistan, anlaşmaya İsrail gibi şiddetle itiraz etmiştir. Öte yandan İran OPEC enerji kotaları ve fiyat kararları konusunda Suudi Arabistan’ın oynadığı rolü hep kınamıştır. Yaptırımların pençesinde kıvranan İran’ın çıkarı yüksek petrol ve doğal gaz fiyatları iken Suudi Arabistan’ın gerektiğinde üretimi artırarak piyasa fiyatlarını aşağı çekmesi İran’ın ekonomik çıkarlarını zedelemiştir. İki ülke arasında hac kotaları bile sorun olmuştur. Ayrıca mezhep farklarına dayanan vesayet savaşlarında her iki ülkenin de Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da farklı tarafları tutmaları, bu defa aradaki ideolojik uçurumu derinleştirmiştir. Bu çatışma alanının 2003’ten beri giderek genişlemesi ile Yemen ateş topuna dönmüştür. Yemen’i zaten kendi coğrafyasının uzantısı olarak gören Suudi Arabistan, İran’ı hiç olmazsa Yemen’de yenmeyi amaçlamıştı. Katar ve Suudi Arabistan arasındaki sınır geriliminin de İran ile olan rekabete tuz biber ektiğini söylemek ve İran’ın Katar üzerindeki etkisinin de Suudi Arabistan için tehdit olarak kabul edildiğini düşünmek yanlış olmaz.
Anlaşmanın Yayılma Alanı “Ortak Yeni Komşuluk Politikası“
Aslında Suudi Arabistan ve İran arasındaki ikili görüşmelerin yıllardır devam ettiği bir sır değildi. Normal koşullar altında dini farkların arkasına sığınan rekabetin sonlandırılması ve böylece 2001 yılında imzalanan Suudi-İran Güvenlik anlaşması koşullarına geri dönülmesi Orta Doğu için önemli. Suudi-İran “Kutsal Cuma“ Anlaşması ile iki ülke birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklarını ve birbirlerinin egemenlik haklarına saygı göstereceklerini kabul ettiler[2]. İran Dışişleri Bakanı Abdullahyan, ilişkilerin tekrar normalleşmesiyle ortaya büyük bir bölgesel kapasite çıkacağını ve bunun “yeni bir komşuluk politikasına“ dönüşmesini beklediğini açıkladı. Ama tabii yenilenen ittifak kadar bu ortak politika vurgusuna bağlılığın ne kadar devam edeceğini zaman gösterecek. Suudi Arabistan’ın Filistin hassasiyetinde fazla bir değişme beklememekle birlikte Suudi Şefaatli İran etkisinin Gazze’de daha fazla hissedilmesi mümkündür. Bu Hamas için umut, El Fetih ve Filistin uzlaşması için umutsuzluk, İsrail için ise büyük bir tehdit olarak algılanacaktır. Suudi Arabistan ve İran’ın güdeceği “ortak yeni komşuluk“ politikasının taktik ve stratejik yönlerini eminim şimdi İsrail hem kendi bekası, hem de Gazze ve Batı Şeria açısından değerlendirecektir. Belki zevahiri kurtarmak ve Suudi Arabistan’ı tamamen kaybetmemek için Batı Şeria’daki yeni yerleşim yerleri açma hesaplarını biraz değiştirebilir. Ama özellikle Netanyahu despotik hukuk reformu planlarını bir kenara bırakıp, daha çok bütün karşılıklı göz kırpmalara karşılık, Suudi Arabistan’ın Abraham normalleşme sürecine hala uzak durduğunu hatırlamalı ve bundan sonra pek yaklaşmamasının risklerini düşünmeli.
Irak’ın Beklentisi
Irak Suudi Arabistan ve İran arasındaki buzları eritmek için Çin’den önce epey mesai harcamıştı. Sanırım burada Irak’ın en önemli beklentisi İran’ın iç işlerine müdahalesine Suudi ayarı getirerek bir dengeleme sağlamak. Irak’ta Şii nüfusun, Sünnilere göre daha fazla olması nedeniyle, Saddam’ın alaşağı edilmesinden ve Baas partisinin etkinliğinin ortadan kalmasından sonra bazı tehlikeler daha fazla gün ışığına çıkmıştı. Aralarındaki kimlik farklarına rağmen Kum ve Necef arasındaki dayanışma, Şii nüfusun, İran desteği ile Irak kaynakları üzerinde daha fazla hak iddia etmelerine neden olmuştu. Şimdi Suudi Arabistan, İran’ın bu yönde kurduğu ağırlığı dengelemek için ne yapar veya yapabilir? İşte birbirlerinin iç işlerine karışmama sözü veren iki ülkenin, üçüncü ülke durumunda olan Irak’a “komşuluk politikası“ başlığı altında nasıl yaklaşacakları, nasıl bir yetki paylaşımı içine girecekleri soruları hassas bir politika alanı olmaya namzet. Tabii bu arada Irak’ın egemenlik haklarına ne kadar saygı gösterecekleri konusu da sorunun bir başka boyutu. Aynı durum mutlaka Suriye ve Yemen için de söz konusu olacaktır. Tabii Suudi Arabistan yaptırımlarla kıvranan İran’a yeterince yatırım yapar ve böylece bu ülkedeki etkinlik alanını genişletirse, belki Irak ve Suriye’ye de bunun yansıması olur. Ancak bu noktada Suudi Arabistan’ın, ABD’nin İran yaptırımlarını ne ölçüde delebileceği sorusu önemli. Bunu ise zamanla göreceğiz. Hoş belki Çin’in de istediği asıl bu. Bir taşla iki kuş vurup, Suudi Arabistan ile İran barışını kotarırken, Suudilerle Amerika arasına nifak sokmak. Zaten Çin Suudi Arabistan’ın en büyük ticaret ortağı. Şimdi İran için de aynı sıraya yükselirse, eminim bu üçlüyü Şanghay beşlisine tercih etmese bile, en az onun kadar değerli kabul edecektir. Varsın bunun da adı “Bağdat Üçlüsü“ hatta Irak’la birlikte dörtlüsü olsun. Çin ABD’ye Orta Doğu’da da çalım atsın da ne olursa olsun.
Çin’in Kazancı, Dünyanın Kaybı mı?
Bölgesel barış her zaman bir kazanç. Bunun önemini reddetmek mümkün değil. Ancak kaprisli bir coğrafyada, bu yeni yakınlaşmanın ne kadar süreceği belirsiz. Ama geçici bile olsa esmeye başlayan dostluk rüzgârı önce Çin’in yelkenlerini şişirmeye başlayacaktır. Nitekim bir zamandır süren ikili görüşmelere makyaj tazelemenin Çin tarafından yapılması, yeni uzlaşmaya bambaşka bir boyut kazandırdı. Çin’in bu önemli enerji bölgesinde yenilenen ittifaktan, yapılacak yeni ve yenileme yatırımlarından pasta payı alma hevesi kadar, Kovid nedeni ile duraksayan Kuşak ve Yol projesinin İran üzerinden Suudi Arabistan’a uzanmasının kendisi için önemi büyük olmalı. Çin’in halen Cibuti’de[3] bir üssü olduğunu biliyoruz. Şimdi Suudi Arabistan’a yapacağı yatırımlara karşı bu ülkeden, Kızıl Deniz’de Mısır’ın Suudi Arabistan’a devrettiği adalardan birinde kuracağı askeri veya sivil üs, önemli bir kazanç olacaktır. Zaten gerisi çorap söküğü gibi gelir. Ama İran’a daha fazla nüfuz edecek olan Çin, İran’ın Batı’ya karşı elini güçlendirip, müdanasını azalttığı oranda dünya ve Orta Doğu yeni bir nükleer tehlike ile karşı karşıya kalabilir.