Araştırma Görevlisi, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Türkiye
Göç, ulus-devletlerin düzenlemesi ve kontrol altında alması gereken bir 21. yüzyıl gerçekliği midir? Bu sorunun yanıtına farklı Uluslararası İlişkiler (Uİ) teorilerinden görece farklı yanıtlar verilebileceği düşünülse de ortak bir kabule varılabilir: Uluslararası göçün düzenlenmesi. Göç ve güvenlik dengesi ise, özellikle son on yılda artan zorunlu göç ve yerinden edilmişlik fenomenleri çerçevesinde yeniden düşünülmesi mutlak hale gelen bir olgudur. Uluslararası güvenliğin yapıtaşlarından olan kontrol, önleme ve istihbarat faaliyetleri, artan kontrolsüz göç dalgaları sonucunda zafiyete uğramaktadır. Sınır kontrolü, adli suç geçmişi taraması ve istihbarı faaliyetler gerçekleştirilemeden yaşanan kontrolsüz uluslararası göç, liberal teorinin dâhi ön görmediği bir düzensizlik (de-regulation) içermektedir. Bu bağlamda uluslararası göçün düzenlenmesi, uluslararası güvenlik çerçevesinde bir gerekliliktir.
Uluslararası göçün düzenlenmesine ilişkin yaklaşımlarda Türkiye’nin yeni göç yönetim paradigması, özellikle Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler’in (GKAS) dış politikada bir kaldıraç olarak kullanılması hususunda literatürde eleştirilere tabi tutulmuştur. Bu bakış açısı, Türkiye’nin liberal-ötesi olarak adlandırılabilecek göç yönetim paradigmasını yeniden okumaya elverişlidir. Öyle ki, Türkiye’nin göç yönetim paradigmasında özellikle Suriye iç savaşı kaynaklı göçlere yönelik uygulanan açık kapı politikası ve liberal söylem, zamanla yerini kapıları açma tehdidi örneğinde Avrupa Birliği (AB) ülkelerine karşı bir koz sahibi olma argümanına evrilmiş ve realist bir dış politika aracına dönüşmüştür.
Bu hususta incelenmesi gereken nokta ise, Türkiye’nin yeni göç yönetim paradigmasında dış politika eksenli bir avantaj elde etmek isterken, güvenlik zafiyeti yaratıp yaratmadığı tartışmasıdır. Uluslararası göçün, devletler tarafından özellikle üç temel sektöre tehdit yarattığı iddiasıyla düzenlenmekte olduğu görülmektedir: ekonomi, ulusal güvenlik ve kimlik. Türkiye’nin 2011 sonrasına işaret eden yeni göç yönetim paradigması da ekonomik büyüme, dış politika kazanımları ve ulusal çıkar odaklı geliştiği iddia edilmektedir. Ancak bu hedefler gerçekleştirilirken, yukarıda ifade edilen üç sektördeki güvenlik tehditleri görmezden gelindiğine de işaret edilmektedir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’nin geleceğine yönelik bir perspektif sunarak kontrolsüz uluslararası göçün ulusal güvenliği nasıl tehdit edebileceğini tartışmaktır.
- GİRİŞ
19. yüzyıldan itibaren devletlerin dikkatini çekmeye başlayan göç hareketleri, Castles vd. tarafından da belirtildiği gibi özellikle 20. ve 21. yüzyıllarda düzenlenmesi ve kontrol edilmesi gereken bir olgu olarak devletlerin gündemine girmeye başlamıştır.[5] Göç, insanlık tarihiyle ilişkilendirilse de bunu denetleyecek ve düzenleyecek bir devlet yapısının ortaya çıkması zaman almıştır. Antik Yunan döneminde görülen yabancılar kategorileştirmesi, göçün ulus-üstü yapıda dikkate alındığına işaret edebilir. Ancak bu dönemde göç, endişe edilen ve üzerine politika geliştirilen bir konu olmamıştır.[6] Anılan Antik dönemlerde göç, sömürgecilik üzerinden şekillenmiş ve kente gelen yabancı tüccarları ifade etmiştir. Bir diğer taraftan sığınma kavramı da milattan önce 2. yüzyıla kadar dayanır. Bilindiğine göre bu kavram, dokunulmazlık sağlanan yer ve tehlikeden azade olan yer anlamlarına gelen asylon kelimesinden türemiştir.[7] Ancak mülteci teriminin ortaya çıkışıyla birlikte uluslararası göç, devletlerin konu ve müdahale alanına giren bir fenomen olarak belirmiştir. Mülteci kavramının, uluslararası göçün önemli bir unsuru olarak, binlerce Fransız Kalvinist’in 1572 yılındaki St. Bartholomew gecesinde katledilmesiyle ortaya çıktığı düşünülmektedir.[8] Önce Hollanda’dan Fransa’ya sığınan Kalvinistler, daha sonrasında 1685 Nantes Buyruğu ile Fransa’dan ayrılmaya zorlanarak İngiltere’ye sığınmışlardır ve bu bağlamda mülteci terimi ilk defa Fransız Huguenotları’nı (Kalvinist-Protestanlar) ifade eder şekilde kullanılmıştır (Haddad, 2003). Bu bağlamda mülteciler, 17. yüzyıldan itibaren ve modern devlet sisteminin kurulmasıyla uluslararası anlamda önemli bir mesele haline gelmiştir.[9]