Sait YILMAZ*
Prof. Dr., Esenyurt Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr., Esenyurt Üniversitesi, Türkiye
ÖZET
Ortaçağ’ın feodalitesi, kralları, kaleleri ve din baskısından sonra şimdi devlet, aile, kapitalizm, üniversite, sosyal refah, özgürlük ve kurtuluşun yani ‘modernite’nin de dönemi geçiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan uluslararası kurumlar ve güvenlik anlayışı çağımızın güvenlik ihtiyaçlarına gittikçe cevap veremez hale gelmektedir. Artık, ulusal ya da uluslararası her seviyede güvenliği geçmişin anlayış ve kurumları ile sağlama imkânı zayıflamaktadır. Hızla gelişmekte olan teknolojilerin neden olacağı ekonomik ve toplumsal dönüşümler, uluslararası düzenin de yeni bir çerçeveye yani devletsiz (sınırların olmadığı post-modern) sisteme geçmesini dikte ediyor. Yeni yaşam biçiminde ahlak, hukuk, çalışma, eğitim, sağlık, erkek-kadın, aşk, mutluluk ilişkilerinin yeri ne olacak? Halen prototipleri geliştirilmiş olan geleceğin dünyasının teknolojileri hayatımıza nasıl yön verecek? Bu gibi soruların yanında yeni dünya düzeninde güvenliği kim ve nasıl sağlayacak sorusu cevaplanmayı bekliyor. Bu çalışmada ulus-devlet düzeninden post-modern düzene geçişte yol haritası ve post-modern güvenliğin esasları hakkında öngörülerde bulunmaya çalışacağız.
1. GİRİŞ
Modern dönem devlet ve sınıf ilişkilerinin kökenleri Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonraki birkaç yüzyıla kadar geri gider. Öncesinde feodal lordlar, mülkiyetlerini korumak ve halkı sömürmek için devlete ihtiyaç duymuyorlardı. Mülkiyet hakkı ile birlikte bağımsız tüccar sınıfı ortaya çıktı. Böylece ekonomik ağ içinde bağımsızlık arttı. Tüccarlık ve sanat, uygarlık içinde bağımsız konumlar edindiler. Bu dönemde, devletin sadece birkaç işlevi vardı; sınırları korumak, orduyu kontrol etmek ve bazı sorunları çözmek. Özel mülkiyet ve devlet ilişkisi askeri ağları tetikledi, büyük ve düzenli ordulara ihtiyaç duyuldu. O zamandan beri silahlanma yarışı devam ediyor ve sadece ordusu güçlü olan ülkeler hayatta kalabilir bugün de bu olgu uluslararası ilişkilerin gerçeğidir. Kapitalizm ve ulus-devletin birbirine ihtiyacı vardı ve bu da daha önceden var olan ideolojik ve askeri ağlara eklemlendi. Böylece Weber’in ‘devlet’ tanımına gelindi; belirli bir coğrafi alanda asker ve polisi kontrol eden örgütlenme. Devlet genişledikçe onun düzenleyici rolü ve kapitalizm de genişledi. Bugünün pek çok işlevi olan büyük modern devletine gelecek olursak, devlet içinde yasama yanında pek çok kurum, planlama yapmak ve kaynakları dağıtmak için eklemlenmiştir.21. yüzyılın temel zorluğu çağdaş küresel güvenlik problemlerin kapsamı, ölçeği ve doğası ile uyumlu kuramsal bir çerçeve yokluğudur. Güvenlik olgusuna yeni yaklaşımlar şimdiye kadar geleceğe ilişkin umut verici bir çerçeve sunamamışlardır. Westfalia döneminin ulus-devlet düzenin yeniden çağın şartlarına uydurulması ihtiyacı üzerinde durulurken, büyük güçler uluslararası güvenlik sorunlarının çözümünde yorulmuşlardır. İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya düzeninin temsilcisi olan uluslararası örgütler ise gittikçe daha fazla reform ihtiyacı içine girmişlerdir. 21. yüzyılın sürekli genişleyen gündemi ve derinleşen yapısı içinde çeşitlenen aktörleri yeni bir güvenlik yaklaşımını gerektirmektedir. Bu makalenin amacı; bu yüzyılın güvenlik sorunlarına yeni bir yaklaşım getireceği düşünülen ‘Post-güvenlik’ kavramı ve uygulaması ile ilgili öngörülerde bulunmaktır. Bu maksatla, önce Post-modern kavramı ve düzeni ile ilgili açıklamalarda bulunulacak, müteakiben yeni dünya düzenine geçişin muhtemel trendleri üzerinde durulacaktır. Son olarak, güvenlik ve güç kavramındaki değişimler, bölgeselleşme ve yeni güvenlik ihtiyaçları, zaman ve akıcılık faktörleri dikkate alınarak güvenlikleştirme (securitization) için yeni bir yaklaşım olan “post-güvenlik“ modeli ortaya konulacaktır.
2. POST-MODERN KAVRAMI VE POST-MODERN’İN DÜNYASI
Modernlik henüz tamamlanmamış bir projedir. Modernlik projesinden geriye atık bir toplum kalmıştır[1]. Ancak, insanoğlunun en büyük yetilerinden birisi durduramayacağı şeyleri başlatabilme gücüdür. Bunlar savaşlar, devrimler ya da büyük felaketler gibi büyük yıkımların yol açtığı yeni ve büyük başlangıçlardır. Bu elde kalmış post’lar evreninde bir kara deliktir. Nitekim karamsarlığın, hüsranın yalnızlığın, parçalanmışlığın, kargaşanın, acının ve ölümlerin hüküm sürdüğü bu ortamda düşünürler distopyaya yönelmektedir. Çünkü yaşanan acıları, yıkıcı olayları, hayal kırıklıklarını gördükten sonra, insanları, vatandaşları ve toplumları uyarmak, ikaz etmek, eleştirmek gibi kaygılar taşımaktadırlar. Yapılan distopik çalışmalarda sunulan hayali toplum düzeninde genellikle birey/ana karakter ve sistem arasındaki çatışmadan bahsedilir. Bu çatışmada, güç dengesi, hegemonik söylem, epistemolojik üstünlük, manipülatif tutum gibi faktörler önem kazanmaktadır. Modern dünyayı çözmenin yolu olarak bilgi dünyasına ilişkin yeni bir bakış açısı geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bu da Post-Modernizm’in temelinde olan şeydir.
Post-Modern kavramı ilk defa 1930’larda ortaya çıktı. 1950 ve 60’larda Batıdaki kültürel gelişmeleri açıklamak için kullanıldı. 1970’lerin sonunda ise bir sosyal teori haline gelmeye başladı[2]. Sosyal bilimler ile ilgili olarak, Post-Modernizm, objektif bilimsel metoda da karşı çıkıyor, gerçeğin şartlara ve kültüre bağlı olarak değişebileceğini iddia ediyordu. Post-Modernite, ilk kez 1979 yılında yazdığı bir raporda Jean François Lyotard’ın gündeme getirdiği, sınırlarını çizdiği ve tanımladığı bir kavramdır[3]. Bu tanımlama, uzun yıllar boyunca tartışılmış olsa da hemen her zaman temel alınmıştır. Lyotard, Modernist döneme ait büyük inançların, meta anlatıların ve büyük ütopyaların geçerliliğini yitirdiğini belirtir. Post-Modernizm’in ne olduğu hala çok tartışmalı bir konudur. Post-Modernite ve Post-Modernizm’in herkes tarafından kabul edilmiş tam bir tanımı da yoktur. İlginç olan Post-Modernizm, kullandığımız Modern yaklaşımın epistomolojik varsayımlarını ve metodolojik yöntemlerini reddeder[4].
[1] Mesut Hazır & Talha Deveci, Hayat Bir Distopyadır, Modernlikten Postmodernliğe Bir Ütopya-Distopya Dikotomisi İçinde Toplum, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl: 20, Sayı: 80, Mart, Nisan, Mayıs 2017, 113.
[2] Perry Anderson, The Origins of Postmodernity (London: Verso 1998);
[3] Jean François Lyotard, Postmodern Durum, Çev.: İ.Birkan, Bilgesu Yayıncılık, (İstanbul, 2013), 16.
[4] Pauline M. Rosenau, Postmodernism and the Social Sciences: Insights, Inroads and Intrusions Princeton University Press, (Princeton, 1992), 3.
* Prof.Dr.Sait Yılmaz, Esenyurt Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce) öğretim üyesi, saityilmaz@esenyurt.edu.tr