Giriş
Güvenlik, toplumun, onu oluşturan bireylerin, onların kişilik hakları ve insanlık onurlarının ve kamusal ve kişisel malların her türlü tehlike ve kazalardan korunması anlamına gelmektedir. Çağlar değiştikçe, insanoğlu, kendi güvenliğini tesis etmenin ve bu durumu istikrarlı şekilde sürdürebilmenin yollarını aramıştır. Gelişen teknolojiyle eşgüdümlü olarak artan suç ve bu suçların bireysellikten öteye geçip, organize terör ve uluslararası kapsama alınması, iç güvenlik sorununu ortaya çıkarmıştır. Güvenlik biliminin temel kavramlarından biri olan iç güvenlik; bir ülkenin siyasi sınırları içerisinde, halkının huzurunu ve devletinin bekasını sağlamak maksadıyla alınan tedbirlerdir. Türkiye’de iç güvenlik yönetiminin konfigürasyonundan sorumlu olan ana teşkilatlanma, İçişleri Bakanlığı çatısı altında kurumsallaşmıştır. İçişleri Bakanlığı, bu görevini, merkez teşkilatı, taşra teşkilatı ve bağlı kuruluşlar aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Bağlı kuruluşlar ise Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’dır.
İnsanoğlu, varoluşundan bu tarafa kendi çevresinde gelişen, nedenlerini açıklayamadığı olaylara, doğaüstü güçlere ve kendinden üstün olan güçlere karşı, insan, sürekli bir şekilde kendi güvenliğini sağlamanın yollarını aramıştır. Bir diğer ifadeyle, kişi, aile veya toplum yaşamının tehlikede olmadığı ve var oluşunun garanti altına alındığına inandığı bir çevrede yaşamak için mücadele etmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla güvenlik kavramı, insanların kendilerini ve yaşamlarını sağlayan araçların tehlikelerden uzak bir ortamda olma durumunu da kapsamaktadır. Geniş anlamda, bireyin başkasına karşı zor ve şiddet kullanmadığı bir barış ortamını ifade etmektedir. Güvenlik kavramına devlet ekseninde bakmak, kavramın edilgenliğini ortadan kaldırmakta ve “güvenli olma“ durumuna “güvenliği sağlama“ durumunu eklemektedir. Güvenliği sağlamak için, bireyin veya toplumun oluşan suçlara karşı korunması, temel hak ve özgürlüklerini kullanabilecek ortamın oluşturulması ve bunun için aktif bir rol üstlenilmesi gerekmektedir. Şüphesiz ki, bu, güvenliği bir hizmet olarak algılamayı ve bunu sağlayacak bir mekanizmayı kurmayı gerektirmektedir. Nitekim bu hizmet de, devletin otorite yetkisini kullanan güvenlik güçlerince yerine getirilmektedir. Güvenlik güçlerinin topluma yönelik sunduğu bu hizmetler, iç güvenlik kavramı kapsamında değerlendirilmektedir.
Devlet ve egemenlik kapsamında uluslararası ilişkileri belirleyen temel unsurların başında güvenlik kavramı gelmektedir. Güvenlik kavramı, tarihsel süreç içerisinde farklı dönemlerde farklı koşullarda ortaya çıkan tehdit ve risklere göre ve uluslararası teoriler kapsamında şekillenmiştir. 1970’li yıllarda dünya, petrol şokları, çevre felaketleri, nükleer felaketler, gibi bir devletin tek başına baş edemeyeceği küresel güvenlik tehditleri ile sarsılmış ve askerî güç odaklı olan realizm güvenlik yaklaşımı, artan bu tehditlerin çözümünde yetersiz kalmıştır. Günümüzde ise ulusal ve uluslararası boyutta ülkeler için tehdit unsuru oluşturan etnik bölücü ve inanç temelli radikal terör örgütlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte iç güvenlik yönetimi ve iç güvenlik stratejileri devlet olma vasfını taşıyan her ülke için bir zorunluluk haline gelmiştir.
İç Güvenlik Yaklaşımlarının Dönüşümü
İç Güvenlik kavramı, millî güvenlik kavramının içinde yer almakla beraber, bir ülkenin sınırları içindeki güvenliğe atfen ve özellikle de terörle mücadele bağlamında ilk kez Şubat 2001’de 21. Yüzyılda ABD Ulusal Güvenliği Hakkındaki Ulusal Komisyon Raporu’nda yer almıştır. Kavramın ontolojik olarak yaygınlaşması ise, özellikle 11 Eylül 2001 terör olayları sonrasında gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, 11 Eylül 2001 tarihi, “iç güvenlik“ kavramının ontolojik açıdan doğuşu olarak da değerlendirilebilir. Zira bu tarihten itibaren, ABD’de yurt içindeki terörle mücadele faaliyetleri ‘iç güvenlik yönetimi’ şeklindeki adlandırılmaya başlanmıştır. Toplumun her kesimine yönelik olan kapsamlı ve de tarihî bir harekete işaret eden “iç güvenlik çağı“, 11 Eylül 2001’de ilk defa konuşulmaya başlanmıştır. Diğer yandan, iç güvenlik yönetimi, bir ülkenin içindeki güvenliği, bilimsel yaklaşımlarla şekillendirilmiş bir örgüt yapılandırılması içinde ele alan ve yürüten çağdaş bir yönetim anlayışı şeklindeki tanımlamak yanlış olmasa gerekir. ABD İç Güvenlik Ulusal Stratejisi, iç güvenliği, “ülke içindeki terörist saldırıları önlemek, ülkenin teröre karşı hassasiyetini azaltmak, saldırı sonrası zararı azaltmak ve iyileştirmek“ şeklinde tanımlamıştır. Değişik ülkelerde bu kavrama yüklenilen anlamlar farklılaşmaktadır. Türkiye’de iç güvenlik kavramının resmî bir tanımlaması mevcut değildir. Çınar, iç güvenliği, “bir ülkenin coğrafi sınırları içerisinde oluşabilecek tehdit ve tehlikelerden bertaraf olarak, öncelikle vatandaşlarının huzur ve güvenliğinin sağlanması, daha sonra da devlete ve özel kişilere ait binaların her türlü sabotaj ve benzeri tehlikelere karşı korunması“ şeklinde tanımlamıştır.
İç Güvenlik kavramı insanlık tarihiyle yaşıt olduğu halde bu konuda yapılan bilimsel çalışmalar, ağırlıklı olarak 21. yüzyılın ilk çeyreğinde artış göstermiştir. İç güvenliği kavramsal olarak tanımlamak gerekirse, iç güvenlik, bir ülkenin coğrafi sınırları içerisinde oluşabilecek tehdit ve tehlikelerden bertaraf olarak öncelikle vatandaşlarının huzur ve güvenliğinin sağlanması, daha sonra da devlete ve özel kişilere ait binaların her türlü sabotaj ve benzeri tehlikelere karşı korunması halidir.
İç güvenlik kavramı, bazen millî güvenlik kavramının içerisinde bazen de eşdeğer gibi kullanılsa da, esasen bu iki kavram arasında net ve somut bir anlamsal fark mevcuttur. Zira millî güvenlik, bir devletin varlığını ve güvenliğini sağlamak için aldığı tüm önlemleri kapsamakla beraber, ağırlıklı çok uluslararası jeopolitikle ilgilidir. Bu bağlamda sınırlar dışındaki devletler ve uluslararası örgütler tehdit olarak değerlendirilebilir. Buna karşın, iç güvenlik kavramı ise ülke sınırlarında faaliyet yürüten ve fiziksel olanın ötesinde bir tehdide karşı ülke savunmasına yönelik olarak kullanılmaktadır. Retorik açıdan bakıldığında ise, iç güvenlik, ülke sınırları içerisinde, bireylerin can ve mal güvenliği ile müşterek şekilde olarak toplumun sahip olduğu her türlü varlık, değerler ve sistemler vb. yaşamsal öğelerin güvenliği amacıyla yürütülen faaliyetler olarak ifade edilmektedir.[1]
Soğuk Savaş’ın bitişinden bugüne değin geçen süreçte ülkelerin güvenlik algılamaları büyük oranda değişikliğe uğramıştır. Dolayısıyla, iki kutuplu sistemin hâkim olduğu dönem boyunca öncelikli güvenlik tehdidi olarak kabul gören ülkelerarası konvansiyonel savaş tehlikesinin yerini etnik ve dini radikal terör örgütleri, ekonomik savaş, siber saldırılar, yıkıcı istihbarat faaliyetleri, sosyal kargaşa, sabotaj faaliyetleri, organize suç faaliyetleri, bilgi savaşı ve propaganda ve biyolojik savaşlar almıştır. Tüm bu tehditlerin tek çatı altında topyekûn kullanıldığı savaş modeline ise hibrit savaş adı verilmektedir. Hibrit savaş modeli, hedefteki ülkelere karşı, düşman gizli servisler veya onların yönlendirdiği terör örgütlerince ya da devlet dışı silahlı oluşumlarca yürürlüğe sokulmuştur.
Terör örgütleri son yıllarda giderek artan bir biçimde hibrit taktikleri kullanmaya başlamıştır. Dış servislerin konfigüre ettiği terör örgütleri terörizmi amaçlarına ulaşma noktasında başlıca yöntem olarak benimserken, farklı unsurları da eş zamanlı olarak kullanarak daha büyük bir etki oluşturmaya çalışmaktadır. Özellikle ülkemizin toprak bütünlüğünü, kamu düzenini ve toplumsal huzurunu tehdit eden PKK, DEAŞ ve FETÖ’nün son yıllarda hibrit çatışma modelinden yararlandıkları gözlemlenmektedir. Dolayısıyla bu terör örgütlerinin klasik terör örgütlerinden farkını ortaya koymak amacıyla ‘hibrit terör’ kavramına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kavramın güvenlik literatürüne giriş yapması devlet dışı silahlı bir aktör olan Hizbullah’ın İsrail Savunma Kuvvetleri’ne karşı ortaya koyduğu sert mukavemet sonucunda gerçekleşmiştir. Hizbullah, İsrail ordusu karşısında bir yandan son teknolojik silahlardan yararlanmış bir yandan ise çatışmanın seyrini uzatmak amacıyla gayrinizami harp taktiklerini uygulamıştır. Ayrıca Hizbullah, 2006 yılındaki bu çatışmalar boyunca yürüttüğü propaganda faaliyetleriyle hem kendi iç kamuoyunun hem de uluslararası kamuoyunun algılarını amaçları doğrultusunda etkilemeyi başarmıştır. Hizbullah’ın pratiğe döktüğü bu yeni çatışma modeli, kısa sürede dünya üzerindeki diğer terörist örgütler tarafından da taklit edilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla çok sayıda terör örgütü klasik terörist taktiklerin ötesine geçerek bir dizi enstrümanı koordineli şekilde kullanmaya başlamıştır. Türkiye olarak karşı karşıya olduğumuz PKK, DEAŞ ve FETÖ terör örgütlerinin hibrit terörün bir unsuru olan organize suç faaliyetlerini de yoğun biçimde sürdürdüğü görülmektedir. Ayrıca bu üç terör örgütü de uyguladıkları ekonomik terör yöntemleri, siber saldırılar, bilgi savaşı ve propaganda teknikleriyle klasik terör örgütlerinden ayrılmaktadır.
Hibrit terör tehdidine karşı, ülkemizin iç güvenliğinin etkin bir şekilde sağlanması için elde edilen tecrübelerle belirlenen ihtiyaçların belli bir stratejik planlama çerçevesinde karşılanması elzemdir. Zira, yakın süreçte özellikle iç güvenlik teşkilatlanması konusunda yeni paradigmaların oluşturulamaması, millî güç unsurlarının önemli bir kısmının doğru şekilde konfigüre edilmesine engel olmuştur.
Kuşkusuz, iç güvenlik ile ilgili kurumların içinde bulundukları çevresel faktörlerde yaşanan hızlı değişimler, iç güvenlik kurumlarını bu değişimlere gecikmeden, zamanında ve etkili bir şekilde cevap verecek bir örgütsel yapıya dönüşüme zorlamaktadır. Dünyadaki gelişmelerle eşgüdümlü olarak Türkiye’nin iç güvenlik yapılanmasında da bu alanda yaşanan sorunlara çözüm olacak ve değişim zorunluluklarına cevap verebilecek şekilde yeni bir iç güvenlik teşkilatlanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. 21. yüzyılın ikinci çeyreğine doğru hızla yol alırken, Türkiye’nin iç güvenliği; görev, sorumluluk ve fonksiyonları net olarak belirlenmiş, hedef, süreç ve metodoloji odaklı, geniş kapsamlı bir yaklaşımla, merkezi sevk ve idare edilebilecek yeni bir iç güvenlik teşkilatı ile korunabilir.
Günümüzde yeni bir tehdit modeli olarak ortaya çıkan hibrit savaş unsurları ve hibrit terör tehditleri göstermiştir ki, çok yakında su yüzüne çıkacak olan yeni dünya dengelerinde sürprizler ve ezber bozan gelişmeler her zamankinden daha fazla olacaktır. Bu, tüm dünyada yeni güvenlik paradigmalarına ve post-istihbarat stratejisine ihtiyaç duyulacak bir dönemin de işaretidir. Özellikle ABD ve Avrupa ülkelerinde mevcut iç güvenlik paradigmalarının süratle değiştiği ve daha bütüncül paradigmalar oluşturulduğu göze çarpmaktadır. Dolayısıyla ABD ve Avrupa’da oluşan yeni güvenlik paradigmaları, emniyet ve asayişin, kamu düzeni ve güvenliği kavramlarının dışında, ülke içinde güvenliği tehdit edebilecek büyük çaplı salgın, doğal afet, göç hareketleri, siber saldırılar, sınır güvenliği vb. Çok geniş ve farklı alanları kapsamaktadır. Ülkemizde de yeni terör tehditleriyle mücadelede yeni sınırların ve ölçütlerin tanımlanması konusunda yeni bir paradigma stratejisi hızla hayata geçirilmelidir. Son yıllarda özellikle iç güvenlik ve terör harekâtlarında İçişleri Bakanlığı ve ona bağlı kurumların olağanüstü bir gayret ve kararlılıkla mücadele ettikleri görülmektedir. Dolayısıyla yeni güvenlik paradigmalarının oluşumu için ülkemizde oldukça güçlü bir İçişleri Bakanlığı güç konfigürasyonu mevcuttur. Kuşkusuz bu güçlü zeminde yeni paradigmalar ve yeni güvenlik teşkilatlanmaları somut biçimde oluşturulmak durumundadır.
21. yüzyılın bir realitesi olarak gelişmiş ve gelişmekte olan demokratik ülkelerde iç güvenlik anlayışına bütünsel bir konfigürasyonla yaklaşmak gerekmektedir. Ulusal ve uluslararası güvenliği tehdit eden terörizm çağımızın en büyük sorunlarından biridir. Terörizmle mücadele doğru ulusal politikalar kadar uluslararası işbirliği alanında güçlü politika ve stratejiler geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Zira içinde bulunduğumuz çağın değişim ve dinamizm özellikleri terör örgütlerinin saldırı kabiliyetlerini arttırmaktadır. Terör örgütleri kendi organizasyonlarını değişen konseptlere hızlı şekilde adapte edebilmektedir.
Asayiş, Birey Özgürlüğü ve İç Güvenlik Kavramı
Asayiş kavramının iç güvenliğin tesisi anlamında kullanıldığı durumda, bireylerin ve toplumun güvenlik ve huzur içinde olması, sağlıklı, istikrarlı bir ortamda ve refah içinde yaşamaları olarak ifade edilebilir. Dolayısıyla iç güvenliğin sağlanmış olması ile kamudaki düzenin sağlanmış olacağı yargısına varabiliriz. İç güvenliğin sağlanması, genel manada hukukun uygulanarak düzenin sağlanmasını ifade etmektedir. Bu nedenle iç güvenlik hizmeti, niteliği açısından bir kamu hizmeti olup, kamu gücü, düzeni sağlama ve devam ettirme görevini kollukla yürütür. Bu açıdan devlet, iç güvenlik teşkilatlarını kurmak zorundadır. Elbette muhtelif ülkelerde bu kavrama yüklenilen anlamlar ve bu bağlamda yürütülen çalışmalar farklılaşmaktadır.
Asayiş, retorik açıdan bakıldığında endişe, tasa, kaygı, taciz, sabotaj, yangın gibi her türlü canlı ve cansız varlıklardan gelebilecek tehlikelerden korunma hissiyatıdır. Bunun yanında bireyin psikolojik olarak ruh yönünün de göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Zira, son yıllarda gerek uluslararası gerekse de ulusal düzeyde yaşanılan siyasi, ekonomik kaosların yarattığı güvensizlik ortamına bağlı stres ile bireylerin günlük yaşantısında pek çok kolaylıklar sağlayan elektronik ve teknolojik aletlere rağmen bireylerin kendilerini yüzde yüz güvende hissettiği söylenememektedir. Çünkü bu gelişmeler yaşam standartlarımızı ve koşullarımızı ileriye taşısa da ters orantılı olarak ahlaki yozlaşma giderek artmaktadır. İç tatminden yoksun olan bireyler, sonunda adını bilmediğimiz yeni türeyen birçok hastalığın pençesine düşmekte paranoid kişilik bozuklukları, panik atak, depresyon gibi hastalıklara sebebiyet vermektedir.
Toplum yaşayan canlı bir kavramdır. Zira toplumu oluşturan bireylerdir. O yüzden değerlendirmelerimizde bireyin, toplumun özgürlüğünü göz ardı edemeyiz. Burada asayiş ve özgürlük kavramları birbirleriyle yakın ilişkilidirler. Birey ancak kendini güvenli ve emniyetli hissettiği ortamda özgürce düşünür, hisseder ve hareket eder. Bunun tam tersinin olması durumunda yani özgürlük adına herkesin istediğini yapması, durması gerektiği yerlerde durmaması, başkalarının özgürlük alanına girmesi durumunda çatışmalar oluşur ve çatışma kapsamı genişleyerek tüm topluma sirayet edebilir. Sonuçta kamu düzeninin varlığı tehlikeye girer. Dolayısıyla bireylerin temel haklarını kullanabilmesi için öncelikle asayişe ihtiyaç duymaktadır. Asayiş ve özgürlük kavramlarının eşdeğere sahip olmadığı buradan anlaşılmaktadır. Elbette asayiş bağımsız değildir. Birey özgürlüğünün elde edilmesinde bir araçtır.
Çağdaş İç Güvenlik Yaklaşımları ve Türkiye
Türkiye’deki iç güvenlik algısının bölgede, Avrupa’da ve ABD’de yaşanan değişim ve gelişimlerin ışığında kavramsal olarak yeniden ele alınması gerektiği, yeni ve modern bir anlayış içerisinde Türkiye’deki iç güvenlik yapılanmasının yeniden şekillendirilmesi gerektiği görüşü yaygınlık kazanmaktadır. Türkiye’de iç güvenlik teşkilatının yeniden yapılandırılması ihtiyacı, Türkiye’de iç güvenlik teşkilatının nasıl olması gerektiği, gelişmiş ülkeler ve Türkiye’deki iç güvenlik algısı ve teşkilatları arasındaki temel farklılıklar ortaya çıktıkça ve yeniden yapılandırmaya yönelik gereksinimler tespit edilebilmektedir. Bu kapsamda, iç güvenlik algısına dünya çapında yeni bir açılım getirdiği değerlendirilen ABD’nin 11 Eylül 2001 yılından itibaren geliştirmeye çalıştığı güvenlik algısı ve teşkilatı özellikle irdelenmesi gerekmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri İç Güvenlik Bakanlığı[2] 11 Eylül terör saldırılarından sonra kurulan ve ülkede terörle mücadele konusunda ana görevli olan devlet kurumudur. Bakanlık, ABD Kongresi tarafından 2002 yılında çıkartılan “Kamu Güvenlik Yasası“ ile kurulmuştur. Bu Kanun ile bakanlığın, anayasal düzeni koruma, afet hazırlığı ve iyileştirme, sınır muhafaza ve sivil savunma gibi görevleri olan diğer federal kurumlarla eş güdümlü çalışması sağlanmıştır. Terör saldırıları, insan kaynaklı felaketler, sınır asayiş ve güvenliği doğal afetler de kurumun veya kurumdaki birimlerin sorumluluğuna alınmıştır.
Günümüzde iç güvenlik birimlerinin içinde bulundukları çevresel faktörlerde yaşanan hızlı değişimler, iç güvenlik birimlerini bu değişimlere gecikmeden, zamanında ve etkili bir şekilde cevap verecek bir örgütsel yapıya dönüşüme zorlamaktadır. Dünyadaki bu gelişmelere paralel olarak Türkiye’nin iç güvenlik yapılanmasında da bu alanda yaşanan sorunlara çözüm olacak ve değişim gereklerine cevap verecek şekilde bir yeniden yapılanma ihtiyacı bulunmaktadır.
Ülkemizde iç güvenlik yapılanmasının karşı karşıya olduğu sorunlar incelendiğinde yedi temel sorun ortaya çıkmaktadır:
1-Hudut Güvenliği Sorunu: Hudut Güvenlik Teşkilatı’nın kurulması gerekmektedir.
2-Görev Alanı Yetkileri ve Emir Komuta Karmaşası: İç güvenlik hizmet ve görevlerin yürütülmesinde, kanunla verilen yetkilere dayalı bir görev paylaşımının dışında, aynı görevlerin farklı coğrafi alanlarda farklı kurumlarca yapılması iç güvenlik açısından büyük bir handikaptır.
3-İç İstihbarat Karmaşası: İstihbaratın stratejik, operatif ve taktik seviyede zamanında paylaşılması iç güvenlikte sağlanacak başarının anahtarıdır. Dolayısıyla, oluşturulmasını düşündüğümüz Millî İstihbarat Direktörlüğü Sistemi, ülkemizdeki tüm istihbarat kuruluşlarının stratejik ve yönetimsel liderliğini, genel güç konfigürasyonunun sağlanmasını ve aynı zamanda oluşturulması gereken Millî İstihbarat Programı’nın yöneticiliği ile gözlemciliğini yapma misyonunu yürütebilecektir.
4- İç Güvenlik Kurumları Arasında Koordinasyon ve Eş Güdüm Sorunu
5- Devlet Seviyesinde Stratejik Planlama Sorunu
6- Yeni Bir Tehdit Modeli olarak Ortaya Çıkan Hibrit Savaş ve Hibrit Terör Sorunu
7- Ülkenin bekasını ve bütünlüğünü bozabilecek her türlü tehdide ve ülke genelinde veya bir bölümünde düzeni bozabilecek büyük çaplı salgınlar ve doğal afetler.
İç güvenlik kurumları arasında eş güdüm ve devlet seviyesinde stratejik planlama sorununa yönelik bir değerlendirme yaptığımızda karşımıza çıkan sonuç ve çıkarımlar şu şekildedir:
Terörizmle mücadelenin yanında, çağdaş iç güvenlik anlayışının öngördüğü başka alanları da (iç güvenlikten kriz ve afet yönetimine kadar geniş bir alanda faaliyet yürüten) içeren yeni bir teşkilatın kurulması gerekmektedir. Bu teşkilat, iç güvenliğin bir merkez altında toplanması esasına uygun olarak “İç Güvenlik Teşkilatı“ olarak tanımlanabilir. Bu teşkilat, ülkemize yönelik tüm hibrit tehditleri etkisiz hale getirecek güçte operasyonel bir kurum olarak inşa edilmelidir. İç Güvenlik Teşkilatı’nın, yine kurulmasını savunduğumuz diğer oluşum ve teşkilatlar olan; Millî İstihbarat Direktörlüğü, Siber Güvenlik Teşkilatı, Hudut Güvenlik Teşkilatı ve Finans Güvenliği Teşkilatı ile sağlıklı bir eşgüdüm ve koordinasyon ile müşterek çalışabilmesi için Cumhurbaşkanlığı’na bağlı bir ‘Hibrit Terörle Mücadele Merkezi’ kurulabilir. Bu yeni model sayesinde, iç güvenlik ve hibrit terörle mücadeledeki tüm faaliyetlerin konfigürasyon ve koordinasyonunun tek bir merkezden sağlanması mümkün olacaktır. Hibrit terörle mücadelede klasik terörizmle mücadele yöntem ve taktiklerinin yeterli gelmeyeceği açıktır. Dolayısıyla hibrit terör örgütlerine karşı yürütülen mücadelenin de hibrit bir karaktere sahip olması gerekmektedir. Bu bağlamda, ilgili devlet kurumlarında hibrit terör tehdidine karşı farkındalık oluşturmak, yeni risk ve tehditler karşısında devletimizin mevcut kapasitesini daha da güçlendirmek ve hibrit terörün ülke sınırlarını aşan boyutu karşısında uluslararası işbirliği tesis temek için yukarıda ifade ettiğimiz yeni güvenlik paradigmasının inşa edilmesi gerekmektedir. Bu paradigmanın 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde başarıya ulaşabilmesi açısından en önemli unsur ise iç güvenlikte yapay zekâ stratejilerinin konfigüre edilmesidir.
İç Güvenlik ve Yapay Zekâ
21. yüzyılın ikinci çeyreğine doğru yol alırken, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler yapay zeka yönetimine ilişkin faaliyetlerini, özellikle iç ve dış güvenlik istihbaratını toplama ve analiz etme, yeni lojistik imkanlar yaratma, siber uzay operasyonları geliştirme ve yönetme ve kompleks askerî silah türleri üretme amaçları doğrultusunda planlamaya yönelmişlerdir.
Yapay Zekâ teknolojileri gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki güvenlik rekabeti süreçlerini tetiklemektedir. Dolayısıyla yapay zekâ teknolojileri kaynaklı gelişmelerin devletlere iç güvenlikle ilgili istihbaratı toplama ve analiz etme, daha etkili askerî araç ve gereç üretme, askerî lojistik imkânlarını kolaylaştırma, karmaşık siber saldırılar tasarlama ve gerçekleştirme konularında yeni yetenekler kazandırırken, aynı zamanda yeni bir rekabet sahasının doğumuna da zemin hazırlamaktadır.
Yapay zekâ otonom sistemlerinin yenilenme konusunda sorun yaşamadığı ve kolay regüle edilebilir oldukları göz önünde bulundurulduğunda yapay zekânın bu açıdan iç güvenlik yönetimi ve stratejisine yapacağı katkılar somut sonuçlar verebilecektir. Zira, yüksek işlem gücü sayesinde birçok risk ve varsayım algoritmasını hesaplayabilen yapay zeka teknolojileri, asayiş ve terörle mücadele konusunda iç güvenlik birimlerine rasyonel ve önemli katkılar sağlayabilecektir.
Yapay zekâ otonom sistemlerinin yenilenme konusunda sorun yaşamadığı ve kolay regüle edilebilir oldukları göz önünde bulundurulduğunda yapay zekânın bu açıdan iç güvenlik yönetimi ve stratejisine yapacağı katkılar somut sonuçlar verebilecektir. Zira, yüksek işlem gücü sayesinde birçok risk ve varsayım algoritmasını hesaplayabilen yapay zeka teknolojileri, asayiş ve terörle mücadele konusunda iç güvenlik birimlerine rasyonel ve önemli katkılar sağlayabilecektir.
Günümüzde yapay zekâ teknolojilerinin geliştirilmesinde ABD ve Çin ön planda yer almaktadır. Zira ABD İç Güvenlik Bakanlığı (DHS), Çin de Devlet Konseyi Enformasyon Bilgi Ofisi[3] (SCIO) için geliştirdikleri yapay zekâ model, program, algoritma ve makinaları ile askerî ve istihbarî yapay zekâ sektörlerinin gelişmesini sağlamaktadırlar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti yapay zeka yönetimine ilişkin faaliyetlerini, özellikle iç güvenlik istihbaratı toplama ve analiz etme, yeni lojistik imkanlar yaratma, siber uzay operasyonları geliştirme ve yönetme, kompleks kabiliyette askerî silah türleri üretme hedefleri doğrultusunda tasarlamak durumundadır.
Ülkemizdeki iç Güvenlik kurumlarının süratli karar alabilme kabiliyeti açısından yapay zekâ teknolojilerinin geleceğin belirsiz ve riskli koşullarında oldukça verimli katkılar sağlayacağı görülmektedir. Zira, otonom yapay zeka sistemlerinin yenilenme konusundaki başarısı ve kolaylıkla taşınabilir oldukları göz önünde bulundurulduğunda yapay zeka teknolojilerinin bu alanda iç güvenlik faaliyetlerimize yapacağı katkı yakın gelecekte artış gösterebilecektir. Yüksek işlem gücü sayesinde iç güvenlik tehditleri kapsamında birçok ihtimali hesaplayabilen yapay teknolojileri, üstün başarı ve performans konusunda da iç güvenlik konfigürasyonuna somut ve verimli katkılar verecektir. Ayrıca, iç güvenlik personeli eğitimi, analist ve teknisyen eğitimi gibi konularda yapay zekâ uygulamaları iç güvenlik stratejilerimizin geleceğinde etkin rol oynayacaktır. Örneğin, istihbarat amacli görüntü yazılımları, fotoğraf, video gibi verilerin süratli analizleri ve yüz tanıma sistemlerinde yapay zekâ teknolojileri belirleyici rol oynayacaktır. Dolayısıyla yapay zekâ teknolojilerinin iç güvenlik kurumlarının gelecekteki güç konfigürasyonlarında özel bir öneme sahip olacağı öngörülmektedir.
Genel Değerlendirme ve Özet
İçişleri Bakanlığı’mızın Kaçakçılık İstihbarat Harekât ve Bilgi Toplama Başkanlığı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, İç Güvenlik Stratejileri Dairesi Başkanlığı, Mülki İdare Hizmetleri, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri, Sivil Toplumla İlişkiler ve Güvenlik Hizmetleri (Emniyet, Jandarma, Sahil Güvenlik) gibi hizmetler bakanlığın tüm merkez ve taşra teşkilatlarının eşgüdüm ve koordinasyonu oldukça zor olan bir konfigürasyonla yönetilmesine neden olmaktadır. Terörizmle mücadelenin yanında, çağdaş iç güvenlik anlayışının öngördüğü başka alanları da kapsayan yeni bir teşkilatın kurulması gerekmektedir. Bu teşkilat, iç güvenliğin bir merkezden yönetilmesini esas alarak “İç Güvenlik Teşkilatı“ olarak adlandırılabilir. Bu teşkilat, ülkemize yönelik tüm hibrit terör tehditlerini etkisiz hale getirecek güçte operasyonel bir kurum olarak inşa edilmek durumundadır. Ayrıca İç Güvenlik Teşkilatı’nın, yine kurulmasını savunduğumuz diğer oluşum ve teşkilatlar olan; Millî İstihbarat Direktörlüğü, Siber Güvenlik Teşkilatı, Hudut Güvenlik Teşkilatı ve Finans Güvenliği Teşkilatı ile sağlıklı bir eşgüdüm ve koordinasyon ile müşterek çalışabilmesi için Cumhurbaşkanlığı’na bağlı bir ‘Hibrit Terörle Mücadele Merkezi’nin teşkil edilmesi gerekmektedir.
Kaynakça
Booth, K. (2007). Dünya Güvenliği Kuramı. Çağdaş Üngör (Çev.). İstanbul: Vefa.
Brauch, H. G. (2008). Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü. Uluslararası İlişkiler Dergisi. 5(18), 1-47.
Çınar, B. (1997). Devlet Güvenliği, İstihbarat ve Terör. Ankara: SAM.
Çıtak, E. (2014). Yeni Gerçekçilik ve Güvenlik. Emre Ç. Ve Osman Ş. (Ed.), Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Teorik Değerlendirmeler. İstanbul: Röle Akademik.
Çinar, Ş. (2014). Kamu Düzeninin Sağlanmasında İç Güvenlik İstihbaratının Önemi. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Doğan, F. (2010). Polis ve Jandarma Teşkilatları Açısından İç Güvenlik Yönetimi, Sorunları ve Değişimi. ( Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Erdoğan, İ. (2013). Küreselleşme Olgusu Bağlamında Yeni Güvenlik Algısı. Akademik Bakış. 6(12), 265-292.
Kennedy, Paul. (1994). ’21. Yüzyıla Hazırlanmak’, Harp Akademileri Komutanlığı, 1994.
Sullivan, Gordon. (1997).‘Umut Bir Yöntem Olamaz’, Epsilon Yayınları, 1997.
Tzu, Sun. (2019). ‘Savaş Sanatı’, Remzi Kitabevi.
Yılmaz, Sait. (2018). ‘ Temel İstihbarat’, Kripto Yayınları, 2018.