Strateji Geliştirme ve
Planlama Uzmanı
Yaşadığımız çağın en ayırt edici yönü; teknoloji hızlandıkça küreselleşmenin (sınırların kalkması), hak ve özgürlük talepleri arttıkça yerelleşmenin (yerel demokrasi) hızlanmasıdır. Hem küreselleşmenin hem de yerelleşmenin birlikte hüküm sürdüğü bu piyasa merkezli çağda “Küresel düşün ama yerel hareket et“ sloganı[1] (think globally, act locally); küresel dünyaya entegre olmaya çalışan halkları, önce yaşadıkları coğrafyanın potansiyellerini keşfetmeye ve toplumsal ihtiyaçlarını gözetmeye davet eder.
Önce Bireysel Sorumluluk
“Kendi alışkanlıklarını değiştirmek için zorlu çabalara girmeden, bir şeylerin değişeceğini ummak, şapkadan tavşan çıkarmaktan daha da imkânsızdır“.
Tınaz Titiz, 1999
Bir devletin küresel dünyaya uyumu; o devletin vizyonu, sosyo-ekonomik ve teknolojik koşulları, diplomatik ilişkileri gibi özelliklerinin gücü nispetinde mümkünken, toplumsal ihtiyaçlarını gözetmesi ve yerelleşmesi; o toplumun dokusuyla, bireylerinin sorumluluk duygusuyla ilişkilidir. Nitekim “Halkın kendi kendini yönetmesi“ ifadesiyle ezberlediğimiz demokrasi aslında; bireylerin yaşadıkları topluma ve dünyaya, hem canlı hem de cansız varlıklara karşı adil ve sorumlu eylemlerde bulunmalarıyla çok yakın ilişkilidir.
Örneğin, idarecilerin sorumlulukları arasında; herkes için eşit, âdil ve tutarlı imar politikalarını hayata geçirmek, kamu arazilerini korumak, haksız emsal artışı yapmamak, kontrol ve denetimde etkinliği sağlamak sayılabilecekken, vatandaşların sorumlulukları arasında; haksız taleplerde bulunmamak, kolon kesmemek, kaçak kat çıkmamak, düzenli vergi ödemek gibi örnekler yer alabilir. Karşılıklı sorumluluğa dayanan ve tüm toplumda örnek teşkil eden böyle bir düzenin kurulması; bireylerin iyi yönetişimin ilkelerine bağlı kalma sorumluluğunu ya gönüllü olarak üstlenmeleriyle ya da onların buna mecbur kılınmasıyla mümkündür.
Dengede Kalmak için İyi Yönetişim
Ülkemizde ve dünyada 1980’lerden itibaren etkisini gösteren Yeni Kamu Yönetimi İşletmeciliği[2] aslında devletleri hantal ve kırtasiyeci yapılarından kurtarmak ve daha verimli hizmet sunmalarını kolaylaştırmak amacıyla bir çözüm arayışıydı[3] ancak dünün çözümleri bugünün yeni sorunlarını doğurdu. Devletlerin küçülmesi ve özel sermayenin büyümesi, kamuda yürütülen işlerin piyasaya gördürülmesi, kamuda çıkar çatışmalarının görünürlüğünü artırdı. Bunun en büyük nedeninin hukukun üstünlüğü ekseninde; izleme, gözetim, iç kontrol ve denetim uygulamalarının ihmale uğraması[4] ve çağımızda neyin doğru neyin yanlış olduğunun anlaşılmasının gittikçe zorlaşması olduğu anlaşıldı.
Bu sebeple günümüzde yönetişim uygulamaları; özellikle ekonomide istikrar sağlayamamış, henüz hukuk düzeni ve demokratik ilkelere olan bağlılıkları yerleşik hâle gelmemiş ülkelerde kamuda güven iklimini sağlamak[5] ve böylece toplumsal refah seviyesini yükseltmek amacıyla tavsiye edilmekte olup Türkiye’nin de On Birinci Kalkınma Planı’nda (2019-2023) Hukuk Devleti, Demokratikleşme ve İyi Yönetişim başlığı altında takip edilmektedir.
Sosyo-Ekonomik Refah için İyi Yönetişim
Devletlerde iyi yönetişim politikalarının kalkınmayla doğrudan ilişkisi olduğu bilinmektedir[7]. Kamunun iyi yönetişiminin sosyo-ekonomik kalkınmaya şöyle bir kelebek etkisi vardır:
Kamu kaynaklarının âdil, tutarlı, fırsat eşitliğine uygun ve denetimli biçimde toplumun tüm kesimlerine bölüştürüldüğü bir hukuk düzeninde hem kamu kurumlarına hem de insanların birbirine karşı güveni artar. Güvenin yüksek olduğu yerde hukuk daha hızlı işler. Bu ortam bir yandan dış yatırımcıların ilgisini çekerken, bir yandan halkın üretime katılma cesaretini artırır, ortaklıkları çoğaltır. Açılan yeni iş sahaları istihdamı artırır. İş gücü ve üretimin artması vergi gelirlerini yükseltir. Yani makroekonominin artan gücü (devlet) mikroekonomilere (işveren) yansır. Böylece ekonomi güçlenir. Elde edilen kaynaklar katma değeri yüksek ürünlerin üretimine, AR-GE ve teknolojiye, eğitime, sağlığa aktarılır; ihracat rakamlarında sağlanan artışla bölgesel eşitsizlikler giderilir, fırsat eşitliği ve ekonomik istikrar sürdürülür. Bireysel refah ve huzurun artması ailede ve toplumda huzuru ve dayanışmayı güçlendirir. Böyle bir ortamda yetişen bireyler de nitelikli ve eğitimli olur.