Kocaeli Üniversitesi
Doktora Öğrencisi
Çin yaklaşık olarak on yıldır Afrika kıtasındaki en büyük yatırımcı sıfatına haiz. Ayrıca Çin Gümrük Genel İdaresinin açıkladığı rakamlara göre Çin ve Afrika kıtası ülkeleri arasındaki ticaret hacmi bir önceki yıla göre %35,3’lük bir artışla 254,3 milyar dolara ulaşmıştır. Kıtada Aynı yıl Çin’in ekonomik alanda en büyük rakipleri olan ABD’nin 26,67 milyar dolar, Rusya’nın ise yaklaşık olarak 20 milyar dolar değerinde ticari işlemler gerçekleştirebilmiştir. Diğer yandan Batılı kurumlar yanında önemli bir borç veren aktör olarak beliren Çin 2020 yılında 11 taahhütle Afrikalı devletlere 1,9 milyar dolar borç vermiştir. Esasen bu rakam alışılageldik seviyenin biraz altındadır. Bunun nedeninin de küresel ekonomiyi sarsan Covid-19 pandemisiyle açıklamak mümkündür. Çünkü pandeminin hemen öncesinde 2019 yılında Çin Afrikalı hükûmetlerle yaptığı 32 borç anlaşmasıyla kıtaya 8,2 milyar dolarlık borç vermiştir.
Yukarıdaki rakamlardan da görüleceği üzere Afrika’da yakın süreçte hiçbir ülkenin ekonomik ve ticari alanda Çin’e karşı üstünlük kurması pek de ihtimaller dâhilinde değil. Ancak diğer yandan son yıllarda hem uluslararası kamuoyu tarafından hem de Afrika’daki bazı devletler ve yerel halklar tarafından Çin’in Afrika politikalarına karşı eleştiriler artmaya başlamıştır. Çin-Afrika ilişkilerini inceleyen birçok uzman da Çin’in Afrikalı devletler için bir tehdit mi yoksa bir fırsat kaynağı mı olduğunu sorgulamak için “Ejderha Avcıları“ (Dragon Slayer) ve “Panda Kucaklayıcıları“ (Panda Huggers) gibi ayrımlara da gitmiştir.
Başlangıçta birçok otokratik Afrika Devleti için Çin ile kurulacak ilişkiler büyük bir fırsat olarak nitelendirilmiştir. Birçoğunun bağımsızlık sonraki süreçte mücadele ettiği darbeler, iç savaşlar ve terörizm tehditleri sonrasında güvenlik yanında siyasi ve ekonomik yapılarında büyük çatlaklar mevcuttu. Ülkelerinin içinde bulunduğu durumdan kurtulup barış, kalkınma ve refah sağlanması için dış aktörlerin desteğine ihtiyaç vardı. Ancak Batılı ülkeler Washington Konsensüs bağlamında Afrikalı devletlere yapılacak yardım ve yatırımları bazı siyasi ve ekonomik şartlarla gerçekleştireceğini belirtmişti. Bu noktada Çin dış politikasının temeline yerleştirdiği “Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesi“ ile kimi Afrikalı devletlerin kurtarıcısı olarak belirmiştir. Çin dış politikasındaki bu beş ilke şunlardır:
· Devletlerin egemenliğine karşılıklı saygı
· Devletlerin iç işlerine karışmama
· Karşılıklı saldırmazlık
· Eşitlik ve karşılıklı fayda
· Barış içinde bir arada yaşama
Çin 2006 yılında yayınladığı ilk Afrika Politika belgesinde de kıta ülkeleriyle tesis edilen ilişkilerde bu ilkelerin önemini vurgulamıştır.
Örneğin 2002 yılında 27 yıllık iç savaşından çıkan Angola’nın kalkınma ve istikrar sağlamasında Batılılardan beklenen destek gelmemesi sonrasında Çin ile yapılan “altyapı için kaynak sözleşmeleri“ (Resources for Infrastructure- R4I) umut vaat edici görülmüştür. Çin ve Angola arasında 2004 yılında imzalanan bu sözleşmeler temel işleyişi bir kaynak (enerji kaynakları ve madenler) sözleşmesi ile bir alt yapı sözleşmesinin karşılıklı imzalanmasına dayanmaktadır. Çin böylece Afrikalı partnerinden aldığı kaynak imtiyazları karşılığında o ülkede alt yapı projelerini hayata geçirmektedir. “Angola Modeli“ adıyla anılan bu sistem kısa zaman içerisinde Batının yapısal dayatmalarına maruz kalmadan destek almak isteyen diğer Afrikalı devletlere de yayılmıştır. Çünkü birçoğu otokratik sisteme sahip olan ve uluslararası toplum tarafından insan hakları ihlalleriyle adı anılan kimi Afrikalı Devletlere göre kendi iç siyasetine karışmayan, ilişkilerinde kazan-kazan prensibini sıklıkla vurgulayan bir partnerin varlığı hem kalkınmalarını sağlayabilecek hem de Batı karşısındaki pazarlık payını arttırabilecekti. Bu nedenle çok kısa bir sürede çok sayıda Afrikalı lider Çin ile ilişkilerini geliştirmeye yönelmiştir.
Peki, Çin’in Afrika’daki büyük bir ivmeyle artan varlığını neokolonyalizmle açıklamak mümkün mü?
Gana’nın bağımsızlığında ilk devlet başkanı ve Pan-Afrika hareketinin önemli liderlerinden olan Kwame Nkrumah neokolonyalizmi şöyle tanımlamıştır: “Afrika devletlerinin egemenliğinin asimetrik ekonomik ilişkiler ve taraflar arasındaki adaletsizlik ticaret ve yatırım yoluyla azalması“. Nkrumah’ın bu tanımını son yıllarda Çin ile Afrika Devletleri arasındaki ilişkilerini mahiyeti kapsamında yorumlandığı zaman yukarıdaki soruya “evet“ olarak cevap verilebilir.
Bilindiği üzere Çin Afrikalı devletlerden R4I sözleşmeleriyle kaynaklar üzerinde imtiyaz sahibi olurken diğer yandan Afrika pazarında ucuz Çin ürünlerinin ihracatını da arttırmaktadır. Böylelikle hâlihazırda yapısal ve mali zorunluklar yaşayan yerli sanayi ve üreticiler pazardaki devasa Çin ihracatçılarıyla rekabet edememektedir. Bu orta ve uzun vadede çok sayıda Afrikalı girişimcinin yerel pazardan silinmesiyle sonuçlanacaktır.
Diğer yandan Çin’in Afrikalı devletlere en çok borç veren ülkedir. Tüm Afrika devletlerinin borçlarında Pekin Hükûmeti yaklaşık %20’lik paya sahiptir. Çin’in bu borçlandırma politikasıyla vadesi gelen ancak ödeme yapamayan Afrikalı devletlere dayatmalarda bulunmaktadır. Cibuti ve Zambiya örneklerinde de görüldüğü üzere borçlar karşılığında bazı yerel varlıklara Çinliler tarafından el koyulmaktadır. Diğer yandan borçlu olan bazı Afrikalı devletler Çin’in siyasi baskılarına da maruz kalmaktadır. Örneğin Pekin Hükûmetinin büyük bir ısrarla sürdürdüğü “Tek Çin“ (One China) politikası kapsamında Tayvan ile ilişkisi olan Afrikalı devletlere etki ederek bu devletlerin Tayvan ile bağını kesmiştir.
Çin’in Afrika’da yarattığı diğer bir olumsuz koşul da balıkçılık sektöründe yaşanmaktadır. Yakın zamanda Frontier in Marine Science’ın yaptığı bir araştırmaya göre sadece Batı Afrika bölgesi illegal balıkçılık nedeniyle her yıl 2 milyar dolar kayıp yaşamaktadır. Bu ekonomik kaybın yanında zaten gıda sıkıntısı yaşayan Afrikalı toplumlar için önemli bir protein kaynağı olan balığa erişiminin daha da zorlaşması dolaylı olarak Afrika’nın gıda güvenliğini tehdit eden bir unsurdur. Son yıllarda birçok illegal balıkçılık vakasında çok sayıda Çinli balık gemilerinin ve şirketlerinin adı geçmektedir. Bunun dışında Pekin Hükûmeti Madagaskar, Somali gibi bazı Afrikalı devletler üzerinde etki kurarak yerli halkların karşı çıktığı pek çok balıkçılık lisansı anlaşmasını imzalamıştır. Böylece Çinli balıkçılar Afrika sularında aşırı ve kural tanımaz şekilde balık avlama faaliyetlerini sürdürmektedir. Netice Çin’in balıkçılık sektöründeki bu tüm legal ve illegal girişimleri geçim kaynakları balıkçılığa dayanan ve beslenmesi için temel protein kaynağı balık olan Afrikalı topluluklara ciddi zararlar vermektedir.
Çin’in yaptığı yatırım ve gerçekleştirdiği politikalarda kıtanın sürdürülebilir ekonomisine kimi zaman kendi çıkarları uğruna zarar verdiğini de söylemek mümkündür. Öyle ki yine balıkçılık sektörüyle alâkalı bir örnek verilecek olursa Çin’in Kuşak ve Yol projesiyle de bağlantı kurulabilecek olan Darüsselam’ın yaklaşık 30 mil kadar kuzeyinde 4 köyü etkileyecek kadar büyük 10 milyar dolarlık liman projesi yüzyıllardır balıkçılıkla geçinen yerli halkları endişelendirmektedir. Hem alışageldikleri gelir kaynaklarını yitirecek hem de liman inşaatının çevreye verdiği zarardan etkilenecek bölge halkının durumu Çin ve Tanzanyalı siyasi elitleri tarafından göz ardı edilmektedir.
Uluslararası kamuoyu tarafından da sıkça eleştirilen Çin’in Afrika politikasındaki diğer olumsuz unsur Pekin Hükûmetinin kıtadaki otokratik ve despotik rejimleri doğrudan ve dolaylı olarak desteklemesidir. Yukarıda da bahsedildiği üzere dış politikasında iç işlerine karışmama prensibini vurgulayan Pekin Hükûmeti karşı tarafta muhatap olarak kabul ettiği hükûmetin/siyasi elitlerin yerelde ve uluslararası alandaki olumsuz faaliyetleri ve meşruluğuyla ilgilenmemektedir. Buradan da Çin ile ilişkilerden faydalanan aslında Afrika halklarının değil sayıca oldukça az, halkının çıkarını umursamayan bazı Afrikalı elitler olduğu sonucuna varabiliriz. BM’in aldığı kimi yaptırım kararlarına rağmen Darfur Krizinde Çin’in Sudan’a silah satması ve gerginliğin azalmadığı Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Frnaçois Bozize diktasına destek vermesi bu durumun en çarpıcı örnekleri olarak nitelendirilebilinir.
Çin’in Afrika güvenliği olumsuz etkilediği örnekler bunlarla sınırlı değildir. Çin tarafından yapılan yatırımlar projelerinde ve yerel devletlerle imzalanan alt yapı projelerinde Çinli mahkûmların çalıştırıldığı bilinmektedir. Der Spiegel’de çıkan bir haberde Michael Sata sadece Zambia’da 80.000’den fazla Çinli mahkûmun çalıştığını iddia etmiştir. Bu hem Çin yatırımlarda Afrikalıların istihdamını sınırlarken diğer yandan suça eğilimli bu kadar kişinin yerelde kriminal olaylara karışarak hâlihazırda kırılgan olan devletlerin güvenlik yapısını da aşındırma potansiyeline sahiptir.
Sonuç itibariyle Afrikalı Devletler istikrar ve kalkınması için muazzam fırsatlar sunabilen Çin’in diğer yandan adaletsiz ekonomik üstünlük, yerel unsurları ve insan haklarını göz ardı eden, dolaylı olarak dayatmacı ilişkiler sürdürmesi neticesiyle tehlikeli bir neokolonyal aktöre dönüştüğünü söylemek mümkündür. Eski sömürgecilerinden siyasi bağımsızlığını kazanıp uzun yıllar bu eski kolonicilere karşı siyasi ve ekonomik egemenlik mücadelesi veren Afrikalı devletler bu kez de Pekin Hükûmeti’nin varlığı gittikçe daha da sert bir şekilde hissedilen neokolonyal politikalarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Yakın zamanda 2000’li yılların başından itibaren Çin ile ilişkilerini geliştiren devletlerin bazıları son yıllarda içine düştükleri yüklü borç batağı, karşılaştıkları yapısal sıkıntılar ve geniş halk kitlelerinden gelen yoğun tepkiler nedeniyle Pekin ile ilişkilerini gözden geçirmeye başlamıştır. Afrikalı halklar nezdinde ilişkilerin ilk yıllarındaki Çin imajı ile ülkenin bugünkü imajı arasında büyük farklar mevcuttur. Ancak maalesef yakın zamanda Afrikalı devletlerin Çin’in bu neokolonyal politikalarından kaynaklanan olumsuz koşulları bertaraf etmesi mümkün gözükmemektedir.