İstanbul İktisat Kongresi’ne tekrar hoş geldiniz. Benden evvelki değerli konuşmacılar aslında bu kongrelerde bizim de konuşmacı veya katılımcı olarak neden yer almak konusunda istekli davrandığımıza - davet edenlerin lütfu olmakla beraber- yeni bir delil teşkil ediyor. Çünkü ben katıldığım her kongrede o kadar güzel fikirler, bundan sonraki düşüncemde, çalışmalarımda, fikriyatımda, konuşmalarımda adeta destekleyecek, motive edecek fikirler elde ediyorum ki, bizim için bunlar yoğun tempomuz içerisinde ayrılmış “kaliteli zamanlar“. Bütün bu takdimlerden, bütün bu fikir alışverişinden, ufuk turundan besleniyoruz. Gerçekten ben de dinlerken notlarımı aldım ve bu çerçevede aslında hepimiz bir arayışın içindeyiz. Evet, zor zamanlarda yaşıyoruz ama zor zamanlarda yaşamak bizim bu problemlere karşı, zor zamanlara karşı onurlu duruşumuzu daha da güçlü hâle getiriyor.
Müsaade ederseniz konuşmamı adeta bir sloganla taçlandırmak istiyorum. Sonunda da bunu söyleyeceğim ama müsaade ederseniz başta ifade etmek istiyorum. Bugünümüzün belirsiz, öngörülemez, kaotik dünyasında “siyah kuğuların“ adeta vaka-i adiyeden sayıldığı bir dünyada sorunlardan değil, sorumluluklardan beslenmek durumundayız. Sorunlar elbette halı altına süpürülemez, sütre gerisine gizlenemez, görmezden gelinemez ama sorunları çözmek, analiz etmek bizim işimiz. En azından biz bu konuda yardımcı olmak durumundayız, bununla mükellefiz. Çünkü bu millet bizi bu konuda teçhizatlandırmış. Geliştirmemiz, gelişmemiz için her türlü imkanı sağlamış. O bakımdan şunu vurgulamakta fayda var; bizler bu birikimin kefaretini ödemek durumundayız.
Biz iktisat, işletme, yönetim, sosyal bilimler alanında çalışanlar; hayatın dinamiklerine karşı bilimin süzgecinden bakmayı seçenler, risk analizinden asla kaçmayız. Risk bizim ekmeğimizdir. Modern hayatın temeli risk ve problemlerden kaynaklanır. Onun için rahmetli babamın deyişiyle “Allah hiç birimizi problemsiz bırakmasın“. Hangi problemlerden ama? Ölüm ve ölümcül hastalıklar dışında! Çünkü eğer problemler varsa gelişme imkanı vardır; onları masaya yatırarak, elimizdeki imkanlarla analiz ederek. Prof. Sedat AYBAR güzel bir şey söyledi; “matematiğin soğuk saldırısından veya tasallutundan, ona boyun eğerek değil“ veya değerli Prof. Kerem ALKİN’in söylediği gibi “iktisat biliminin ortaya koyduğu basmakalıp hazır reçetelerle değil“. İşletme yönetiminde, işletme iktisadında “kütlesel özgünleştirme“ dediğimiz “kütlesel üretim“ var, bir de “kütlesel özgünleştirme“ var. Kütlesel özgünleştirmeyle adeta taçlandırılmış bir özel dokunuş gerçekleştirmek zorundayız.
TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY da bunu gayet güzel, etraflıca anlattı. Bu arayış bizim aslında insan olarak, toplum olarak, millet olarak onurlu bir duruşumuzdur. O bakımdan biz risk analizi yapmaktan, risk problemlerinden asla kaçınmayız. Cenab-ı Hakk bizi örneğin problemsiz bir ortamda huzur azgını veya refah bozgunu bir kişilik veya toplum hayatından uzakta tutsun diyelim. Ama netice itibarıyla şunu bilhassa söyleyeyim; “dertleri neşe edindim, bende zevk ne arar?“ şeklinde bir kaderci yaklaşıma teslim olmak durumunda değiliz.
İşte İstanbul İktisat Kongresi -ki İstanbul İktisat Konuşmaları’nın bir uzantısıdır - bu gibi bir anlayışın, duruşun bugün en güncel örneği ve burada biz de katkı sağlamaktan çok onur duyuyoruz. 75 aktif katılımcı ve 34 tebliğ ile bu konuları gündeme getirecek, tekrar bizi belirli konularda düşünmeye ve belirli bir perspektifle, belirli bir teçhizatlanmayla yürümeye davet edecek. O bakımdan hakikaten başta Prof. Sedat Aybar Hocamız olmak üzere bu konuda emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.
Bu konuda vurgulamamız gereken mesele şu; biliyorsunuz artık işi şu veya bu şekilde yapmak bir anlam ifade etmiyor. İşi etkin, etkili ve verimli yapmak zorundayız. Ben bir işletme iktisatçısı veya o ekole mensup bir kişi olarak bunun öneminin çok daha ön plana çıktığını düşünüyorum ve bunu vurguluyorum. Bunun üzerine bir de genel bir perspektifimiz var, o da sürdürülebilirlik. Sürdürürlük ile sürdürülebilirlik arasındaki farkları her bazda; kendi kişiliğimizde, kendi kurumumuzda, kendi ülkemizde, sektörümüzde ve dünyamızda sürekli sorgulamak zorundayız. Sürdürülebilirlik bizi sadece büyümenin o soğuk matematiğine hapsetmiyor. Bizi, büyümeyi insan faktörüyle zenginleştiren ve taçlandıran yaşam kalitesi ile taçlandırmaya zorluyor. Yani netice itibarıyla bizler büyümenin ancak kalkınmayla hemhal edilip ayaklarının yere bastırılması yoluyla sonuç alabileceğimizi düşünüyoruz.
Bizler ekonominin veya aracın amaç için, insan için olduğuna ve insanın öncelikli olduğuna inanıyoruz. Yani ekonomi teorisi; insan mutluluğu, insan refahı, insanın karşılaştığı problemlerin çözümü ve bunların sürdürülebilir şekilde ortaya konması için bir araçtır, bir perspektiftir. O bakımdan Ortodoks politikalardan ayrılıyoruz. Dünyaya sadece ekonomik modellerden bakan, kendi ifadeleri ile “günlük problemler veya gelişmeler bizim ilgi alanımızın dışındadır“ diyen konformist iktisatçılar bizden değildir. Netice itibarıyla biz temel bilimsel araştırma ve geliştirmelere en büyük saygıyı duyuyoruz ama bunlar eğer insan için kullanışlı, yararlı bilgi olan teknolojiye dönüşmüyorsa bir anlam ifade etmiyor. Bakınız eski Sovyet dönemindeki tetris oyunu. Piyasanın ve pazarın olmadığı bir yerde temel bilimsel araştırma ve buluşlar insan hayatını zenginleştirecek, insanı yaşam kalitesi kulvarında daha ileriye götürecek yarayışlı bilgiye, teknolojiye dönüşemezler.
Anadolu bilgeliği ne diyor; “ben güzele güzel demem, güzel benim olmaz ise“. Fonksiyonel bilginin peşinde koşmak zorundayız. Onun için sürdürülebilirlik, yeşil ekonomi vesaire bir fantezi veya gelişmiş ülkelerin bize dayattığı bir formasyon olarak öngörülmemeli, düşünülmemeli, birden bire silinip atılmamalıdır.
Maalesef ön görünümde herkes bu konuya eyvallah derken, arka planda - tabirimi mazur görün - “ya dur bakalım hele bir ne olacak, nasılsa bir süre sonra bu da tavsar“ gibi bir alt görüşe teslim olmamak zorundayız. Neden sürdürülebilirlik? Bundan sonraki perspektiflerin ayağının yere basması için... Bu açıdan düşünüldüğünde kesin ve açık olarak şunu vurgulamakta fayda var; bakın benim aslında sembolik önemine inandığım yeni bir indikatör, bir kıyaslama unsuru ortaya çıktı. Buna “Küresel Limit Aşım Günü“ diyorlar. Yani kaynakların kıt olduğu bir dönemde veya dünyada acaba yıl içerisinde kullandığımız kaynakları sürdürülebilir veya yenilenebilir bazda ne zaman tüketiyoruz? İdeali nedir? 31 Aralık itibarıyla bilançonun, cari dengenin, kaynak kullanım dengesinin bir olmasıdır. Maalesef böyle olmuyor. İnsanoğlu daha fazlasını tüketiyor. Sürdürülebilirlik işte bu bakımdan bizim için önemli bir ziynet, kaybettiğimiz bir değer. Onun için Çin’de bile olsa gidip arayıp bulmamız lazım.
Matematik bir araç bizim için. Biz fizikle kimyayla uğraşmıyoruz. Değerli Prof. Kerem ALKİN’in de belirttiği gibi biz temeli inkar etmeden özgüne gidiyoruz, dolayısıyla gram işi, milimetrik iş, kilo bunlar bizim işimiz değil. Biz insan faktörünün o değişken coğrafyasından, ikliminden besleniyoruz. İnsanlığın, dünyanın bize sunduğu 1 yıllık doğal kaynakları tükettiği gün olan Küresel Limit Aşım Günü, Küresel Ayak İzi Ağı (GFN) tarafından bu yıl 29 Temmuz olarak belirlendi. Diyelim ki biz Temmuz ayında tüketmişiz, yani son dört aydır aslında 2022’nin kaynaklarını tüketiyoruz. Bence önemli bir indikatör. Sembolik önemi daha fazladır. Yoksa kimse bunu matematiksel model muhipleri gibi böyle ölçüp biçemez. Keşke hayat bu kadar kolay olsaydı. Keşke uygulamalı bilimlerde, sosyal bilimlerde biz de fizikçinin, kimyacının o keskinliğine teslim olsaydık diyorum.
Ekonomi hep “daha az bir bilim dalı“, hatta “yarı bilimsel bilgi“ gibi gözükür. Hayır, biz belirli kalıplar içerisine sıkışmıyoruz; temel alıyoruz, ölçüyoruz, biçiyoruz; çünkü ölçmezsek bilemeyiz, yapamayız ama ondan sonra insanın değişken coğrafyasına, içinde bulunulan toplumun kendi dinamiklerine ve kalıtım dediğimiz kendi geçmişine bakarak özgün reçeteye bağlı bir takım formülasyonlar ortaya koyuyoruz. Yoksa konformist bir alana çekilip; üstat şöyle demiş, bilmem kim böyle demiş, Keynesyen mantığın bilmem nesine göre şudur, budur gibi - yine affediniz bu kavramı - “ahkâm kesme’ lüksüne sahip değiliz.
Onun için İstanbul İktisat Kongresi ve benzeri çalışmalar bu gidişata karşı onurlu bir duruş, vaziyet ediştir. Onun için “Siyah Kuğuların“ artık sıradanlaştığı bir dünyada, Kovid-19 pandemisinin ikinci yılını doldurup elimizdeki birikim ve donanımla ayakları yere basan keskin bir model kurmaktan uzak durduğumuz bir dünyada, teslim olmadan bilimin ışığında ve elbette vatanseverliğin coşkusunda mevcut ve gelecek atmosferik, toplumsal, iklimsel, psikolojik, estetik - ne derseniz deyin - değişimlere karşı onurlu ve dik durabilme işidir. Onun için bugün birlikteyiz, iki gün birlikte olacağız.
İki gün evvel İstanbul Sanayi Odası’nın 15. Sanayi Kongresinde katılımcıydım. Orada alternatif bir başlıkla hareket edildi. Sürdürülebilirlik ana temaydı. Alt başlıklardan biri “başka türlü mümkün“ idi. Ne demek “başka türlü mümkün“? Yani yine birlikte katılım sağladığımız değerli dostumuz Şeref OĞUZ’un ifadesi ile; “ne iş yapıyorsak yapalım, doğaya ve topluma karşı olumsuz etkileri azaltacak şekilde yapmak bu yolculuğun olmazsa olmazı“.
Ticaretin değişen küresel şartları, güncellenen kurallar, tüketici beklentileri ve en önemlisi gençliğin talepleri şirketleri sürdürülebilirlik konusunda uyarıyor. Daha yaşanılır bir dünya için işi şu veya bu şekilde yapmak, ciroların arkasına saklanmak, fırtınayı atlatmakla yetinemeyiz. Daha sonraki fırtınaları da öngörerek donanımımızı maddi ve manevi anlamda, zihinsel planda ve donanım alanında tahkim etmek, güçlendirmek durumundayız. O sanayi kongresindeki değerli konuşmacı Prof. Jeffrey SACHS’ın da ifade ettiği gibi; aslında zaman, şu anda stratejik plan yapmak, bugünü kurtarırken yarını feda etmemek zamanıdır.
Müsaade ederseniz, sürekli olarak yazılarımızda, konuşmalarımızda, konferanslarımızda söz ettiğimiz unsurla kapatalım: Elbette günü kurtaracağız, elbette maişet motorunu döndüreceğiz, elbette sıkıntılarla kaimiz. Bazıları için bizim yaptığımız bu ufuk turları; “efendim dolar TL karşısında kaç para olacak, bilmem ne hissesi çıkar mı, iner mi’ gibi gündelik perspektifler için bir fantezi, bir lüks gibi görünebilir. Ancak eğer siz resmin bütününü kaybederseniz veya bizim gibi resmin bütününe işaret edenler olmazsa o zaman günü kurtarayım derken, tüpten çıkan boyayı yerine tekrar koyayım derken, elinizde ne tüp kalır ne resim kalır. Ondan sonra havaya konuşmak durumunda oluruz.
O bakımdan Türkiye’nin de önündeki meydan okuma Prof. Sedat AYBAR’ın deyimiyle şudur: “bir taraftan günün problemleriyle maişet motorunu çevirmenin, yaşam kalitesindeki erozyonun önüne geçmenin hal çarelerini bulur ve geliştirirken, bu hal ve çarelerin önümüzdeki gelişmeleri engellemesine ve gölgelemesine asla müsaade etmeyen bir yapıda, taviz vermeyen bir yapıda devam etmek zorundayız“. Türkiye’de ekonominin gidişatında dolar değeri önemlidir, çünkü biz dualite içindeki bir ekonomide yaşıyoruz. Ama güneş ışığı hedefimizi, gideceğimiz yolu gözümüzden uzak tutmamalı ve gözümüzü kamaştırmamalı. İşte o güneş ışığından koruyacak olan vizör; bizim gibi biçarelerin, bizim gibi serdengeçtilerin, bizim gibi karıncaların, bizim gibi zor zamanlarda konuşmaya devam edenlerin, her kapasitede ucundan ve köşesinden ortaya koymaya çalıştıkları formüller, bakış açıları, motivasyonlar, meydan okumalar ve diğer unsurlar çerçevesinde devam edecektir.
Onun için risklerden korkmuyoruz ama her “aşım var“ diyene nasıl elde kaşık koşmuyorsak, biz de her riske bodoslama atlamıyoruz. Riskleri analiz ediyoruz, riskleri millet adına, insanlık adına analiz etmek ve ona göre vaziyet etmek aslında bütün bu işin esası. O bakımdan bilim, ekonomi, ilim bunların hepsi bir araçtır. Amaç insanımızın ve dünya insanının mutluluk ve refahıdır.
Burada da şuna veya buna rağmen komşusu açken tok olmak veya tokluğu sürdürebilmenin mümkün olmadığını görüyoruz. Onun için sürdürülebilirlik ekseni üzerinde şu anda yolumuza devam ediyoruz. Yarın daha iyi bir eksen çıkarsa o ekseni de temel almaktan veya orada yolculuk etmekten çekinmeyiz, asla geri durmayız.
Bu genel değerlendirme ve görüşler çerçevesinde müsaade ederseniz baştaki sloganımızı, mottomuzu tekrarlayalım. Değerli katılımcılar, muhterem hazırun; günümüzde temel meselemiz, anlayışımız, duruşumuz şu olmalı: Sorunlardan beslenmeyelim, sorunları öne atarak sadece sorunlar üzerinden yapıcı olmayan ihtiyatlı iyimserliğin dışında birtakım değerlendirmelerle topu başkasına atma lüksümüz yok. Sorunlardan beslenmeyelim, sorumluluktan beslenelim. Çünkü sorumluluk hepimizindir. Eğer bu sorumluluğu kabul etmezsek sorunları orta ve uzun vadeli uzun soluklu sürdürülebilir çözümlerle tahkim etmemiz veya onlara vaziyet etmemiz mümkün olmayacaktır vesselam.
Efendim bu genel değerlendirmeler çerçevesinde beni izlediğiniz için teşekkür ediyorum. İki günlük bu kongreye, bu bir araya gelişe, bu ufuk turuna, derdi olanların birbirlerinin dertlerine deva arayacakları bu fikir platformuna tekrar hoş geldiniz diyor, hayırlı olmasını temenni ediyorum.
( İstanbul İktisat Kongresi Açılış Konuşması Deşifresi | Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat FERMAN | 09.12.2021 )