Türkiye'nin iç ve dış değişim dinamiklerinin son yıllarda sergilediği ivme, ekonomiden dış politikaya, bilim ve teknolojiden sanata kadar geniş bir alanda cereyan etmekte ve yeni risk ve fırsat alanlarının doğmasına imkân tanımaktadır. Kendi tarihi ve coğrafyasıyla yeniden barışmaya çalışan Türkiye, küreselleşen dünyada bu iki unsuru yani zaman ve mekânı stratejik bir değer haline getirmekte ve soğuk savaş döneminin tek boyutlu ve indirgemeci ayrımlarını hızla geride bırakmaktadır. Dış politikadan ekonomiye Türkiye'nin yeni aktörleri, kendilerini tarihin bir seyircisi değil aktörü olarak konumlandırmakta ve küresel merkez-çevre ilişkilerinin değişmesini ve daha demokratik ve adil bir yapıya kavuştum İmasını talep etmektedirler. Ekonomik kaynaklar, uluslararası kurum ve kuruluşlar, medya, popüler kültür, girişim ve seyahat özgürlüğü gibi jeopolitik sistemi oluşturan unsurların tek bir merkezden ve tek bir model üzerinden tanzim edilmesinin ürettiği maliyet, giderek ileri sanayi toplumları tarafından da taşınamaz hale gelmektedir.
Bu maliyetin bir diğer temel kaynağı, siyasi meşruiyet meselesidir. Küresel sistem içerisinde meşruiyeti olmayan herhangi bir politikayı temellendirmek ve uygulamak mümkün değildir. Bu meşruiyetin sağlanamadığı durumlarda sistem her zaman krize girmiş ve büyük maliyetler üretmiştir. Dünya kamuoyu, ülkelerin dış politikalarını belirlerken ve uygularken dikkate almak zorunda oldukları önemli referans noktalarından biri haline gelmiştir. Modernitenin meşruiyet krizi büyük oranda kendini merkeze alan ve bunu başkalarına izah etme ihtiyacı duymayan tutumundan kaynaklanmaktaydı. Bugün küresel sistemin temel meşruiyet sorunlarından biri, mevcut (niceliklerinin ve yöntemlerinin dünya kamuoyunun kahir ekseriyeti tarafından benimsenmemesidir. Meşruiyetin birinci şartı adil paylaşımdır ve bu ilke, uluslararası sistem için de geçerliliğini muhafaza etmektedir. Küresel sistemin meşruiyet krizinin aşılması, dünyanın ekonomik, siyasi ve kültürel kaynaklarının adil bir şekilde paylaşılması ve etno-sentrik hiyerarşilerin terk edilmesi ile mümkün olacaktır.
Küresel ekonomik sistemin giderek derinleşen bağımlılık ilişkileri üretmesi, küresel siyasal sistemin tek bir merkezden kontrol edilmesinin ağırlaşan maliyeti ve çoğul modernite tecrübesi, ulusal ve bölgesel dinamikleri doğaldan etkilemekte ve yeni ilişki biçimlerinin doğmasına imkân sağlamaktadır. 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan "kaotik düzen'" hali, merkezkaç güçlerin merkezi güçler üzerinde doğrudan etki yapabilmesini mümkün hale getirmektedir. Soğuk savaş döneminin başlıca aktörü olan ulus-devletlerin ve bölgesel blokların yanına medya, kamuoyu araştırmaları, insan hakları örgütleri ve sivil toplum kuruluşları (STK'lar) gibi yeni aktörler eklenmekte ve bu, küresel sistemin daha dinamik, çok boyutlu ve daha az kontrol edilebilir bir nitelik kazanmasını zorunlu hale getirmektedir.
Bu baş döndürücü gelişmelerin en önemli sonuçlarından biri, yeni bir jeopolitik muhayyilenin ortaya çıkması ve Avrupa-merkezci tarih ve toplum tasavvurunun aşılmasına yönelik çabaları güçlendirmesidir. Modern i ten in Batı medeniyeti içinde yaşadığı kırılmalar ve Batılı olmayan toplumlarda sergilediği zikzaklı tarihi süreçler, yeni bir küresel düzen fikrini hem zorunlu kılmakta hem de mümkün hale getirmektedir. 21'inci yüzyılda Aydınlanma anlatısının ve Fransız Devrimi'nin insanlığın tarih ve coğrafya, zaman ve mekân, birey ve toplum, akıl ve din, ben ve öteki, merkez ve çevre arasındaki dinamik ilişkiye yön veren tek anlatı olduğunu söylemek artık mümkün değildir. Yeni bir "coğrafi muhayyile'' kendini her gün biraz daha hissettirmektedir.(2)
Güçlü bir özgüvenle derinlik kazanan bu yeni zaman ve mekân tasavvuru, Türkiye'nin kendine özgü kavramlar üretmesine ve yeni bir dil evreni inşa etmesine de imkân sağlamaktadır. Semiyolojik açıdan bakıldığında Türk siyasetinin ve dış politikasının yeni kelimeleri ve kavramları, derindeki zihinsel dönüşümün kayda değer göstergeleri olarak not edilmelidir. Bu yeni tasavvur ve idrak düzlemi, Türk bilim adamlarının, aydınların ve politika yapıcıların kendi kavramlarını ve kuramlarını üretmelerine imkân tanımakta ve Türk düşünce hayatının ufkunu genişletmektedir. Ufuk metaforunun işaret ettiği gibi, bu değişim sürecinin sağladığı "açık ufuk", Türkiye'nin temel meselelerinin yeni bir gözle ele alınmasını sağlamaktadır. Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik: Türkiye'nin Uluslararası Kontunu adlı çalışmasında ortaya koyduğu dünyaya Türkiye'den bakma gayreti, giderek normal bir söylem haline gelmekte ve yeni kavramsallaştırmaların önünü açmaktadır.(3) Türkiye'nin bir Üçüncü Dünyacılık hevesine kapılmadan böyle bir zihinsel çabanın içinde olması, kaydedilmesi gereken önemli bir gelişmedir.
Türkiye toplumunda ve dış politikasında yaşanan bu değişim, Türkiye'de olduğu kadar bölgede ve küresel sistemde meydana gelen büyük kırılmalar aracılığıyla da tetiklenmektedir. Küresel sistemin önemli aktörlerinden biri haline gelen Türkiye, bu değişimi aynı zamanda kendi özgün şartlarında yaşamaktadır. Bu manada "yeni bir Türkiye hikâyesi''nin zuhur etmekte olduğunu söylemek yanlış olmaz. Türkiye'nin iç dinamiklerinden kaynaklanan bu değişim ve bunun dış politikaya yansıması, Avrupa'dan Amerika'ya, Ortadoğu'dan Asya'ya kadar geniş bir coğrafyada ve uluslararası ilişkilerden siyaset bilimine ve kültür çalışmalarına kadar farklı zeminlerde yeni bir Türkiye tartışmasının doğmasına da neden olmaktadır.(4) Türk modernleşmesinin bu son evresinde ortaya çıkan yeni dinamikler, Türkiye'nin Avrupa ve Amerika'yla olan geleneksel ilişkilerine de yeni boyutlar eklemektedir."(5) Bir başka yazımızda ele aldığımız üzere Türkiye'nin sergilediği bu değişim, bir tarafta yeni bir jeopolitik tasavvurun ve küresel muhayyilenin, öbür tarafta Türkiye'nin ekonomik ve güvenlik temelli önceliklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu manada Türk dış politikasında değişim ne tek başına ideolojik mülahazalara ne de reelpolitik kaygılara indirgenebilir.(6)
Bu yazıda Türk dış politikasının iki önemli unsuru olan "ince güç'" (soft power) ve "kamu diplomasisi'' kavramlarını, özet olarak işaret ettiğimiz bu dönüşüm bağlamında ele alacağız. Türkiye'nin ince güç kapasitesi, onun tarihinin, coğrafyasının, kültürel derinliğinin, ekonomik gücünün ve demokrasisinin sağladığı imkânların bileşkesi olarak değerlendirilecek ve dış politikadaki yerine işaret edilecektir. İnce gücün bir uygulanım alanı olan kamu diplomasisi, Türkiye'de yeni bir kavramdır ve Başbakanlık bünyesinde bir Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü'nün kurulmasından sonra yaygın bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Dünyanın önde gelen ülkelerinin etkin bir siyasi iletişim dili olarak kullandığı kamu diplomasisi, bir ülkenin dünyayla paylaşmak istediği hikâyesinin tutarlı ve ikna edici bir şekilde ortaya konma çabasıdır. Yazının ikinci bölümünde kamu diplomasisine ilişkin kavramsal bir çerçeve sunulacak, dünya pratiklerinden kısa örnekler sunulacak ve Türkiye'nin kamu diplomasisi konsepti üzerinde bazı gözlemlerde bulunulacaktır.
Türkiye'nin ince gücü
"İnce güç" kavramını ilk olarak 1980 1i yıllarda kullanmaya başlayan Joseph Nye, uluslararası ilişkilerde ekonomik ve askeri yığınak yapmanın ötesinde farklı güç biçimlerinin bulunduğu düşüncesinden hareket eder. Nye'a göre istediğiniz bir şeyi elde etmenin üç yolu var: Karşınızdakini kaba kuvvetle tehdit etmek ve gerekirse savaşmak; muhatabınızı çeşitli biçimlerde "satın almak'"; ve "ince güç" kullanarak ikna etmek. İnce güç, "istediğiniz bir şeyi, kaba güç kullanarak değil, başkalarının sizin hedeflerinizi kabul etmesini sağlayarak elde etmenizdir". Bu, karşı tarafı inandırıcı argümanlar ve rasyonel politikalarla ikna ederek mümkündür. Burada inandırıcılık ve ikna kabiliyeti, temel güç unsurlarıdır. Bunlar aynı zamanda güç kullanımına meşruiyet sağlayan unsurlardır.
Bir ülkenin izlediği politikaların doğruluğu ve etkinliği kadar, sahip olduğu ince güç potansiyeli de kamu diplomasisinin başarısını belirleyen unsurlar arasındadır. "Değer-merkezli bir güç tanımına dayanan ince güç, bir ülkenin başkaları tarafından ne kadar cazip ve örnek alınmaya değer görüldüğünü ifade eder. Kavramı formüle eden Joseph Nye'a göre ince güç, "bir ülkenin kültürünün, siyasi fikirlerinin ve politikalarının çekiciliğini'" ifade eder. Bir ülkenin izlediği politikaların başkaları nezdinde meşru kabul edilmesi, o ülkenin ince güç kapasitesini de arttırır.(7)
Nye, Amerika'nın soğuk savaşın ardından ve özelikle 11 Eylül'den sonra inandırıcılığını, ikna kabiliyetini ve cazibesini kaybettiğini, bunun maliyetinin ise hiçbir ekonomik göstergeyle ölçülemeyeceği görüşündedir. Ona göre Amerika'nın soğuk savaş dönemindeki başarısını devam ettirebilmesi, Afganistan ve Irak gibi ülkeleri işgal etmesine değil, kaybettiği ince gücünü yeniden kazanmasına bağlıdır. Amerikan karşıtlığının küresel bir olgu haline geldiği bir dünyada Amerika'nın tercih edilen ve güvenilen bir siyasi güç ve cazibe merkezi olması giderek zorlaşmaktadır. Barak Hüseyin Obama'nın 2008 yılında başkan seçilmesiyle Amerikanın küresel algısında önemli bir değişiklik yaşanmış ancak son bir buçuk yılda yaşanan hadiseler ve Obama'nın bu sürede beklentileri karşılayacak düzeyde büyük başarılara imza atamaması. Amerikan algısının tekrar negatife doğru kaymasına neden olmuş görünmektedir.(8)
"Kaba güç"ün (hardpoıuer) tersine ince güç, askeri ve ekonomik göstergelerin ötesinde farklı nüfuz ve çekim alanlarını ifade eder. İnce gücü pek çok unsur besler: Kültür, eğitim, sanat, yazılı ve görsel medya, film, şiir, edebiyat, mimari, yüksek öğretim (üniversiteler, araştırma merkezleri, vd.), sivil toplum kuruluşları, bilim ve teknoloji altyapısı ve inovasyon kapasitesi, turizm, ekonomik işbirliği platformları ve diplomasi. Bu unsurların bileşkesinden ortaya çıkan ince güç, bir ülkenin sosyal sermayesinin derinliğini de ortaya koyar.
Bunların yanı sıra bir ülkenin ince güç kapasitesini belirleyen en önemli unsurlardan biri de sahip olduğu siyasal sistemdir. Özgürlüklerin önünü açan, paylaşımcı, insanı merkeze alan, adil, şeffaf ve demokratik bir siyasal düzen, bir ülkenin ince güce sahip olmasını sağlayan unsurların başında gelir. Bu manada Türkiye'nin ince gücünün temel dayanaklarından biri, onun demokrasi tecrübesidir. inişli çıkışlı tarihine rağmen Türkiye'de demokrasinin her gün biraz daha kurumsallaşması ve halk arasındaki meşruiyetinin güçlenmesi, Türkiye'nin bölgesel ve küresel bir aktör olmasını sağlayan dinamiklerin başında gelmektedir.
Bu meyanda ince güç, bir ülkenin askeri ve ekonomik kuvvetinin dışında ürettiği bütün değer unsurlarını ihtiva eder. Kaba güçle ince güç arasında zorunlu bir oran ilişkisi yoktur. Kaba gücün varlığı, ince gücün garantisi değildir. Nye, sınırlı ekonomik ve askeri gücüne karşın etkin ince gücü olan ülkelere örnek olarak Kanada, Hollanda ve İskandinav ülkelerini gösterir. Bu ülkeler, ürettikleri değerler, organizasyon kapasitesi, eğitim, inovasyon ve uluslararası platformlardaki iş tutma biçimleri sayesinde askeri ve ekonomik güçleriyle orantılı olmayan bir etki alanına sahipler.
Türkiye'nin sahip olduğu ince güç, hem biçimi hem de kapsamı itibariyle diğer ülkelerden farklılıklar arz eder. Balkanlarda başlayıp Orta Asya'nın içlerine kadar uzanan Türkiye'nin ince güç potansiyeli, askeri yahut teknolojik üstünlükten ziyade, tevarüs ettiği tarih ve kültür derinliğinden kaynaklanmaktadır. Türkiye'nin bu coğrafyada temsil ettiği değerler, tarihi birikim ve kültürel derinlik, bir tarafta bölge dinamiklerini harekete geçirmekte, öbür tarafta yeni etkileşim alanlarının doğmasına imkân sağlamaktadır. Balkanlardan Ortadoğu'ya ve Asya'nın içlerine uzanan geniş coğrafyada Türklerin, Kürtlerin, Boşnakların, Arnavutların, Çerkezlerin, Abazaların, Arapların, Azerilerin, Kazakların, Kırgızların, Özbeklerin, Türkmenlerin ve diğer etnik grupların ortak paydası, paylaştıkları ve beraber inşa ettikleri Osmanlı tecrübesidir. Bu farklı grupları bir araya getiren, onların ortak bir zaman ve mekân tecrübesini idrak etmelerini sağlayan, bu Osmanlı mirasıdır. Bugün Türkiye bu mirasın merkez coğrafyasını temsil etmektedir. Fakat bu, bazılarının iddia ettiği gibi "yeni-Osmanlıcılık" adı altında ortaya çıkan yeni bir emperyal güç macerası değildir. Tersine, şu anda tecrübe edilen şey, yukarıda işaret ettiğimiz yeni jeopolitik tasavvurun ve küresel muhayyilenin bölge insanının kendi referanslarıyla barışık hale gelmesine imkân tanımasıdır. Bu tecrübenin yeniden hatırlanması, bugüne ve yarına ilişkin ince güç alanlarının teşekkülü açısından önemli bir işleve sahiptir.(9)
Bütün bu unsurlara ilaveten, Türk demokrasisi ve Türk sivil toplum sektörünün canlı yapısı, Türkiye'nin ince gücünün en önemli dayanaklarını oluşturmaktadır. Çok partili hayata geçtiğimiz 1950 yılından bu yana Türk demokrasisi inişli çıkışlı bir tarihi serüven yaşamıştır. Türk toplumunun farklı kesimlerinin adil paylaşım, katılım, temsil, şeffaflık ve hesap verebilirlik talebi, Türk demokrasisini besleyen ve gelişmeye zorlayan en önemli saiklerdir. Türkiye'nin doğal coğrafi hinterlandı olan Balkanlarda ve Ortadoğu'da bir cazibe merkezi haline gelmesi, özgürlük-güvenlik dengesini tutarlı bir şekilde kurabilmesine ve demokratik fırsat alanlarını genişletebilmesine bağlıdır.
Bu noktada Türkiye son derece önemli kaynaklara ve değerlere sahiptir. Joseph Nye'ın formüle ettiği ince güç kavramı, son tahlilde Amerikan gücünün dayandığı "havuç-sopa" diyalektiğine dayanmaktadır. Oysa Türkiye'nin merkezinde yer aldığı coğrafyada her şeyi havuç-sopa diyalektiğinde izah etmek mümkün değildir. Ortak hafızanın, vicdanın ve kelimenin en geniş manasıyla efkâr-ı umumiyenin sunduğu tahayyül ve idrak düzeyi, içinde yaşadığımız coğrafyanın en büyük imkânları arasında yer almaktadır. Bu imkânların doğru ve etkili bir şekilde kullanılması halinde sorunların çözümünde yeni imkânlar devreye girecek ve yeni fırsat alanları doğacaktır. Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerin gerçek ince güç kapasitesine ulaşması, bu dinamikleri harekete geçirmesine bağlıdır. Bunun için Türkiye'nin yeni hikâyesinin ne olduğunu ve nasıl anlatmamız gerektiğini bilmemiz gerekmektedir. Kamu diplomasisi, bu hikâyenin mahiyetine ve aktarılmasına ilişkin bize önemli ipuçları sunmaktadır.
Kamu Diplomasisi
Stratejik bir iletişim aracı olarak kamu diplomasisi, "kamuoyunun anlaşılması, bilgilendirilmesi ve etkilenmesi'" faaliyetlerinin toplamı olarak tanımlanmaktadır.(10) Bu sürecin önemli bir parçacı olan siyasi iletişim ise "siyasi bir imkân ve kaynak olarak bilginin devletler, örgütler yahut bireyler tarafından üretilmesi, dağıtılması, kontrolü, kullanımı ve proses edilmesi'" olarak tasvir edilmektedir.(11) Kamu diplomasisinin amacı propaganda değil, nesnel verilere ve gerçeklere dayalı stratejik bir iletişim dili inşa etmek ve farklı kesimlerin hizmetine sunmaktır.
Kamu diplomasisi faaliyetleri, "devletten-halka" ve "halktan-halka" iletişim olmak üzere iki ana çerçevede yapılmaktadır. Devlet-halk eksenindeki faaliyetler, devletin izlediği politikaları, yaptığı faaliyet ve açılımları resmi araçları ve kanalları kullanarak kamuya anlatmasıdır. Halktan halka doğrudan iletişim faaliyetlerinde ise STK'lar, araştırma merkezleri, kamuoyu araştırma şirketleri, basın, kanaat önderleri, üniversiteler, mübadele programları, dernek ve vakıflar gibi devlet dışı sivil araçların kullanılması esastır. Bu manada kamu diplomasisi, kavramın orijinal anlamında mündemiç olan "diplomatlar" ile "yabancı kamuoyları' arasında cereyan eden iletişim faaliyetlerinin ötesine geçer.(12) "Kamu diplomasisi "diplomatik iletişim"den daha geniş bir alanı kapsar.
Kamu diplomasisi çift taraflı bir iletişim ve etkileşimi öngörür. Öncelikli hedef, muhatap kitlenin dinlenmesi ve önceliklerinin tespit edilmesidir. İkinci olarak bilgilendirme, paylaşım, ikna ve etkileme amaçlanır. Bu yüzden kamu diplomasisi dinamik ve çok boyutlu bir iletişim sürecidir. Konuşmak kadar dinlemek, anlatmak kadar anlamak, iletmek kadar iletişime açık olmak önemlidir.
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi ince güç, kamu diplomasisinin en önemli araçlarından biridir. Kamu diplomasisinin bir diğer önemli unsuru, ulusal ve küresel politikaların belirlenmesinde giderek daha merkezi bir rol üstlenen, kamuoyudur. Ulusal ve uluslararası politika süreçleri, yakından izlenmekte ve basın aracılığıyla dünya kamuoyuna duyurulmaktadır. Kamuoyunun belli bir desteğini almadan ekonomi, dış politika, enerji yahut çevre konularında bir politika belirlemek ve uygulamak mümkün değildir.
Fakat başarılı bir kamu diplomasisinin en temel şartı, izlenen politikaların rasyonel, ikna edici ve savunulabilir olmasıdır. Evrensel hukuk kurallarını ihlal eden, adaletten uzak, tehdit, zorbalık ve işgal gibi gayr-ı meşru yöntemlere dayanan ve benzer çağrışımlar yapan bir politikayı ne savunmak ne de dünya kamuoyuna anlatmak mümkündür. Örneğin insan haklarını sistematik bir şekilde ihlal eden yahut bir başka ülkeyi işgal altında tutan bir ülkenin başarılı bir kamu diplomasisi izlemesi mümkün değildir. Çin'in Doğu Türkistan bölgesindeki politikaları, İsrail'in Filistin topraklarını işgal etmesi ve Bush döneminde Afganistan ve Irak'ın işgal edilmesi ve Guantanamo ve Ebu Gureyb hapishanesi gibi skandalların ortaya çıkması, birbirinden farklı siyasi ve coğrafi özelliklere sahip bu ülkelerin başarılı bir kamu diplomasisi yapmasını imkânsız hale getirmektedir. Aşağıda temas edeceğimiz gibi Türkiye de izlenen yanlış politikalar yüzünden uzun yıllar negatif bir imaja sahip olmuş ve fiilen kamu diplomasisi yapabilecek bir noktaya gelememiştir.
TASAM Yayınlarının “Kamu Diplomasisi“ isimli kitabından alınmıştır.
KİTABIN KÜNYESİ
Bu maliyetin bir diğer temel kaynağı, siyasi meşruiyet meselesidir. Küresel sistem içerisinde meşruiyeti olmayan herhangi bir politikayı temellendirmek ve uygulamak mümkün değildir. Bu meşruiyetin sağlanamadığı durumlarda sistem her zaman krize girmiş ve büyük maliyetler üretmiştir. Dünya kamuoyu, ülkelerin dış politikalarını belirlerken ve uygularken dikkate almak zorunda oldukları önemli referans noktalarından biri haline gelmiştir. Modernitenin meşruiyet krizi büyük oranda kendini merkeze alan ve bunu başkalarına izah etme ihtiyacı duymayan tutumundan kaynaklanmaktaydı. Bugün küresel sistemin temel meşruiyet sorunlarından biri, mevcut (niceliklerinin ve yöntemlerinin dünya kamuoyunun kahir ekseriyeti tarafından benimsenmemesidir. Meşruiyetin birinci şartı adil paylaşımdır ve bu ilke, uluslararası sistem için de geçerliliğini muhafaza etmektedir. Küresel sistemin meşruiyet krizinin aşılması, dünyanın ekonomik, siyasi ve kültürel kaynaklarının adil bir şekilde paylaşılması ve etno-sentrik hiyerarşilerin terk edilmesi ile mümkün olacaktır.
Küresel ekonomik sistemin giderek derinleşen bağımlılık ilişkileri üretmesi, küresel siyasal sistemin tek bir merkezden kontrol edilmesinin ağırlaşan maliyeti ve çoğul modernite tecrübesi, ulusal ve bölgesel dinamikleri doğaldan etkilemekte ve yeni ilişki biçimlerinin doğmasına imkân sağlamaktadır. 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan "kaotik düzen'" hali, merkezkaç güçlerin merkezi güçler üzerinde doğrudan etki yapabilmesini mümkün hale getirmektedir. Soğuk savaş döneminin başlıca aktörü olan ulus-devletlerin ve bölgesel blokların yanına medya, kamuoyu araştırmaları, insan hakları örgütleri ve sivil toplum kuruluşları (STK'lar) gibi yeni aktörler eklenmekte ve bu, küresel sistemin daha dinamik, çok boyutlu ve daha az kontrol edilebilir bir nitelik kazanmasını zorunlu hale getirmektedir.
Bu baş döndürücü gelişmelerin en önemli sonuçlarından biri, yeni bir jeopolitik muhayyilenin ortaya çıkması ve Avrupa-merkezci tarih ve toplum tasavvurunun aşılmasına yönelik çabaları güçlendirmesidir. Modern i ten in Batı medeniyeti içinde yaşadığı kırılmalar ve Batılı olmayan toplumlarda sergilediği zikzaklı tarihi süreçler, yeni bir küresel düzen fikrini hem zorunlu kılmakta hem de mümkün hale getirmektedir. 21'inci yüzyılda Aydınlanma anlatısının ve Fransız Devrimi'nin insanlığın tarih ve coğrafya, zaman ve mekân, birey ve toplum, akıl ve din, ben ve öteki, merkez ve çevre arasındaki dinamik ilişkiye yön veren tek anlatı olduğunu söylemek artık mümkün değildir. Yeni bir "coğrafi muhayyile'' kendini her gün biraz daha hissettirmektedir.(2)
Güçlü bir özgüvenle derinlik kazanan bu yeni zaman ve mekân tasavvuru, Türkiye'nin kendine özgü kavramlar üretmesine ve yeni bir dil evreni inşa etmesine de imkân sağlamaktadır. Semiyolojik açıdan bakıldığında Türk siyasetinin ve dış politikasının yeni kelimeleri ve kavramları, derindeki zihinsel dönüşümün kayda değer göstergeleri olarak not edilmelidir. Bu yeni tasavvur ve idrak düzlemi, Türk bilim adamlarının, aydınların ve politika yapıcıların kendi kavramlarını ve kuramlarını üretmelerine imkân tanımakta ve Türk düşünce hayatının ufkunu genişletmektedir. Ufuk metaforunun işaret ettiği gibi, bu değişim sürecinin sağladığı "açık ufuk", Türkiye'nin temel meselelerinin yeni bir gözle ele alınmasını sağlamaktadır. Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik: Türkiye'nin Uluslararası Kontunu adlı çalışmasında ortaya koyduğu dünyaya Türkiye'den bakma gayreti, giderek normal bir söylem haline gelmekte ve yeni kavramsallaştırmaların önünü açmaktadır.(3) Türkiye'nin bir Üçüncü Dünyacılık hevesine kapılmadan böyle bir zihinsel çabanın içinde olması, kaydedilmesi gereken önemli bir gelişmedir.
Türkiye toplumunda ve dış politikasında yaşanan bu değişim, Türkiye'de olduğu kadar bölgede ve küresel sistemde meydana gelen büyük kırılmalar aracılığıyla da tetiklenmektedir. Küresel sistemin önemli aktörlerinden biri haline gelen Türkiye, bu değişimi aynı zamanda kendi özgün şartlarında yaşamaktadır. Bu manada "yeni bir Türkiye hikâyesi''nin zuhur etmekte olduğunu söylemek yanlış olmaz. Türkiye'nin iç dinamiklerinden kaynaklanan bu değişim ve bunun dış politikaya yansıması, Avrupa'dan Amerika'ya, Ortadoğu'dan Asya'ya kadar geniş bir coğrafyada ve uluslararası ilişkilerden siyaset bilimine ve kültür çalışmalarına kadar farklı zeminlerde yeni bir Türkiye tartışmasının doğmasına da neden olmaktadır.(4) Türk modernleşmesinin bu son evresinde ortaya çıkan yeni dinamikler, Türkiye'nin Avrupa ve Amerika'yla olan geleneksel ilişkilerine de yeni boyutlar eklemektedir."(5) Bir başka yazımızda ele aldığımız üzere Türkiye'nin sergilediği bu değişim, bir tarafta yeni bir jeopolitik tasavvurun ve küresel muhayyilenin, öbür tarafta Türkiye'nin ekonomik ve güvenlik temelli önceliklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu manada Türk dış politikasında değişim ne tek başına ideolojik mülahazalara ne de reelpolitik kaygılara indirgenebilir.(6)
Bu yazıda Türk dış politikasının iki önemli unsuru olan "ince güç'" (soft power) ve "kamu diplomasisi'' kavramlarını, özet olarak işaret ettiğimiz bu dönüşüm bağlamında ele alacağız. Türkiye'nin ince güç kapasitesi, onun tarihinin, coğrafyasının, kültürel derinliğinin, ekonomik gücünün ve demokrasisinin sağladığı imkânların bileşkesi olarak değerlendirilecek ve dış politikadaki yerine işaret edilecektir. İnce gücün bir uygulanım alanı olan kamu diplomasisi, Türkiye'de yeni bir kavramdır ve Başbakanlık bünyesinde bir Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü'nün kurulmasından sonra yaygın bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Dünyanın önde gelen ülkelerinin etkin bir siyasi iletişim dili olarak kullandığı kamu diplomasisi, bir ülkenin dünyayla paylaşmak istediği hikâyesinin tutarlı ve ikna edici bir şekilde ortaya konma çabasıdır. Yazının ikinci bölümünde kamu diplomasisine ilişkin kavramsal bir çerçeve sunulacak, dünya pratiklerinden kısa örnekler sunulacak ve Türkiye'nin kamu diplomasisi konsepti üzerinde bazı gözlemlerde bulunulacaktır.
Türkiye'nin ince gücü
"İnce güç" kavramını ilk olarak 1980 1i yıllarda kullanmaya başlayan Joseph Nye, uluslararası ilişkilerde ekonomik ve askeri yığınak yapmanın ötesinde farklı güç biçimlerinin bulunduğu düşüncesinden hareket eder. Nye'a göre istediğiniz bir şeyi elde etmenin üç yolu var: Karşınızdakini kaba kuvvetle tehdit etmek ve gerekirse savaşmak; muhatabınızı çeşitli biçimlerde "satın almak'"; ve "ince güç" kullanarak ikna etmek. İnce güç, "istediğiniz bir şeyi, kaba güç kullanarak değil, başkalarının sizin hedeflerinizi kabul etmesini sağlayarak elde etmenizdir". Bu, karşı tarafı inandırıcı argümanlar ve rasyonel politikalarla ikna ederek mümkündür. Burada inandırıcılık ve ikna kabiliyeti, temel güç unsurlarıdır. Bunlar aynı zamanda güç kullanımına meşruiyet sağlayan unsurlardır.
Bir ülkenin izlediği politikaların doğruluğu ve etkinliği kadar, sahip olduğu ince güç potansiyeli de kamu diplomasisinin başarısını belirleyen unsurlar arasındadır. "Değer-merkezli bir güç tanımına dayanan ince güç, bir ülkenin başkaları tarafından ne kadar cazip ve örnek alınmaya değer görüldüğünü ifade eder. Kavramı formüle eden Joseph Nye'a göre ince güç, "bir ülkenin kültürünün, siyasi fikirlerinin ve politikalarının çekiciliğini'" ifade eder. Bir ülkenin izlediği politikaların başkaları nezdinde meşru kabul edilmesi, o ülkenin ince güç kapasitesini de arttırır.(7)
Nye, Amerika'nın soğuk savaşın ardından ve özelikle 11 Eylül'den sonra inandırıcılığını, ikna kabiliyetini ve cazibesini kaybettiğini, bunun maliyetinin ise hiçbir ekonomik göstergeyle ölçülemeyeceği görüşündedir. Ona göre Amerika'nın soğuk savaş dönemindeki başarısını devam ettirebilmesi, Afganistan ve Irak gibi ülkeleri işgal etmesine değil, kaybettiği ince gücünü yeniden kazanmasına bağlıdır. Amerikan karşıtlığının küresel bir olgu haline geldiği bir dünyada Amerika'nın tercih edilen ve güvenilen bir siyasi güç ve cazibe merkezi olması giderek zorlaşmaktadır. Barak Hüseyin Obama'nın 2008 yılında başkan seçilmesiyle Amerikanın küresel algısında önemli bir değişiklik yaşanmış ancak son bir buçuk yılda yaşanan hadiseler ve Obama'nın bu sürede beklentileri karşılayacak düzeyde büyük başarılara imza atamaması. Amerikan algısının tekrar negatife doğru kaymasına neden olmuş görünmektedir.(8)
"Kaba güç"ün (hardpoıuer) tersine ince güç, askeri ve ekonomik göstergelerin ötesinde farklı nüfuz ve çekim alanlarını ifade eder. İnce gücü pek çok unsur besler: Kültür, eğitim, sanat, yazılı ve görsel medya, film, şiir, edebiyat, mimari, yüksek öğretim (üniversiteler, araştırma merkezleri, vd.), sivil toplum kuruluşları, bilim ve teknoloji altyapısı ve inovasyon kapasitesi, turizm, ekonomik işbirliği platformları ve diplomasi. Bu unsurların bileşkesinden ortaya çıkan ince güç, bir ülkenin sosyal sermayesinin derinliğini de ortaya koyar.
Bunların yanı sıra bir ülkenin ince güç kapasitesini belirleyen en önemli unsurlardan biri de sahip olduğu siyasal sistemdir. Özgürlüklerin önünü açan, paylaşımcı, insanı merkeze alan, adil, şeffaf ve demokratik bir siyasal düzen, bir ülkenin ince güce sahip olmasını sağlayan unsurların başında gelir. Bu manada Türkiye'nin ince gücünün temel dayanaklarından biri, onun demokrasi tecrübesidir. inişli çıkışlı tarihine rağmen Türkiye'de demokrasinin her gün biraz daha kurumsallaşması ve halk arasındaki meşruiyetinin güçlenmesi, Türkiye'nin bölgesel ve küresel bir aktör olmasını sağlayan dinamiklerin başında gelmektedir.
Bu meyanda ince güç, bir ülkenin askeri ve ekonomik kuvvetinin dışında ürettiği bütün değer unsurlarını ihtiva eder. Kaba güçle ince güç arasında zorunlu bir oran ilişkisi yoktur. Kaba gücün varlığı, ince gücün garantisi değildir. Nye, sınırlı ekonomik ve askeri gücüne karşın etkin ince gücü olan ülkelere örnek olarak Kanada, Hollanda ve İskandinav ülkelerini gösterir. Bu ülkeler, ürettikleri değerler, organizasyon kapasitesi, eğitim, inovasyon ve uluslararası platformlardaki iş tutma biçimleri sayesinde askeri ve ekonomik güçleriyle orantılı olmayan bir etki alanına sahipler.
Türkiye'nin sahip olduğu ince güç, hem biçimi hem de kapsamı itibariyle diğer ülkelerden farklılıklar arz eder. Balkanlarda başlayıp Orta Asya'nın içlerine kadar uzanan Türkiye'nin ince güç potansiyeli, askeri yahut teknolojik üstünlükten ziyade, tevarüs ettiği tarih ve kültür derinliğinden kaynaklanmaktadır. Türkiye'nin bu coğrafyada temsil ettiği değerler, tarihi birikim ve kültürel derinlik, bir tarafta bölge dinamiklerini harekete geçirmekte, öbür tarafta yeni etkileşim alanlarının doğmasına imkân sağlamaktadır. Balkanlardan Ortadoğu'ya ve Asya'nın içlerine uzanan geniş coğrafyada Türklerin, Kürtlerin, Boşnakların, Arnavutların, Çerkezlerin, Abazaların, Arapların, Azerilerin, Kazakların, Kırgızların, Özbeklerin, Türkmenlerin ve diğer etnik grupların ortak paydası, paylaştıkları ve beraber inşa ettikleri Osmanlı tecrübesidir. Bu farklı grupları bir araya getiren, onların ortak bir zaman ve mekân tecrübesini idrak etmelerini sağlayan, bu Osmanlı mirasıdır. Bugün Türkiye bu mirasın merkez coğrafyasını temsil etmektedir. Fakat bu, bazılarının iddia ettiği gibi "yeni-Osmanlıcılık" adı altında ortaya çıkan yeni bir emperyal güç macerası değildir. Tersine, şu anda tecrübe edilen şey, yukarıda işaret ettiğimiz yeni jeopolitik tasavvurun ve küresel muhayyilenin bölge insanının kendi referanslarıyla barışık hale gelmesine imkân tanımasıdır. Bu tecrübenin yeniden hatırlanması, bugüne ve yarına ilişkin ince güç alanlarının teşekkülü açısından önemli bir işleve sahiptir.(9)
Bütün bu unsurlara ilaveten, Türk demokrasisi ve Türk sivil toplum sektörünün canlı yapısı, Türkiye'nin ince gücünün en önemli dayanaklarını oluşturmaktadır. Çok partili hayata geçtiğimiz 1950 yılından bu yana Türk demokrasisi inişli çıkışlı bir tarihi serüven yaşamıştır. Türk toplumunun farklı kesimlerinin adil paylaşım, katılım, temsil, şeffaflık ve hesap verebilirlik talebi, Türk demokrasisini besleyen ve gelişmeye zorlayan en önemli saiklerdir. Türkiye'nin doğal coğrafi hinterlandı olan Balkanlarda ve Ortadoğu'da bir cazibe merkezi haline gelmesi, özgürlük-güvenlik dengesini tutarlı bir şekilde kurabilmesine ve demokratik fırsat alanlarını genişletebilmesine bağlıdır.
Bu noktada Türkiye son derece önemli kaynaklara ve değerlere sahiptir. Joseph Nye'ın formüle ettiği ince güç kavramı, son tahlilde Amerikan gücünün dayandığı "havuç-sopa" diyalektiğine dayanmaktadır. Oysa Türkiye'nin merkezinde yer aldığı coğrafyada her şeyi havuç-sopa diyalektiğinde izah etmek mümkün değildir. Ortak hafızanın, vicdanın ve kelimenin en geniş manasıyla efkâr-ı umumiyenin sunduğu tahayyül ve idrak düzeyi, içinde yaşadığımız coğrafyanın en büyük imkânları arasında yer almaktadır. Bu imkânların doğru ve etkili bir şekilde kullanılması halinde sorunların çözümünde yeni imkânlar devreye girecek ve yeni fırsat alanları doğacaktır. Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerin gerçek ince güç kapasitesine ulaşması, bu dinamikleri harekete geçirmesine bağlıdır. Bunun için Türkiye'nin yeni hikâyesinin ne olduğunu ve nasıl anlatmamız gerektiğini bilmemiz gerekmektedir. Kamu diplomasisi, bu hikâyenin mahiyetine ve aktarılmasına ilişkin bize önemli ipuçları sunmaktadır.
Kamu Diplomasisi
Stratejik bir iletişim aracı olarak kamu diplomasisi, "kamuoyunun anlaşılması, bilgilendirilmesi ve etkilenmesi'" faaliyetlerinin toplamı olarak tanımlanmaktadır.(10) Bu sürecin önemli bir parçacı olan siyasi iletişim ise "siyasi bir imkân ve kaynak olarak bilginin devletler, örgütler yahut bireyler tarafından üretilmesi, dağıtılması, kontrolü, kullanımı ve proses edilmesi'" olarak tasvir edilmektedir.(11) Kamu diplomasisinin amacı propaganda değil, nesnel verilere ve gerçeklere dayalı stratejik bir iletişim dili inşa etmek ve farklı kesimlerin hizmetine sunmaktır.
Kamu diplomasisi faaliyetleri, "devletten-halka" ve "halktan-halka" iletişim olmak üzere iki ana çerçevede yapılmaktadır. Devlet-halk eksenindeki faaliyetler, devletin izlediği politikaları, yaptığı faaliyet ve açılımları resmi araçları ve kanalları kullanarak kamuya anlatmasıdır. Halktan halka doğrudan iletişim faaliyetlerinde ise STK'lar, araştırma merkezleri, kamuoyu araştırma şirketleri, basın, kanaat önderleri, üniversiteler, mübadele programları, dernek ve vakıflar gibi devlet dışı sivil araçların kullanılması esastır. Bu manada kamu diplomasisi, kavramın orijinal anlamında mündemiç olan "diplomatlar" ile "yabancı kamuoyları' arasında cereyan eden iletişim faaliyetlerinin ötesine geçer.(12) "Kamu diplomasisi "diplomatik iletişim"den daha geniş bir alanı kapsar.
Kamu diplomasisi çift taraflı bir iletişim ve etkileşimi öngörür. Öncelikli hedef, muhatap kitlenin dinlenmesi ve önceliklerinin tespit edilmesidir. İkinci olarak bilgilendirme, paylaşım, ikna ve etkileme amaçlanır. Bu yüzden kamu diplomasisi dinamik ve çok boyutlu bir iletişim sürecidir. Konuşmak kadar dinlemek, anlatmak kadar anlamak, iletmek kadar iletişime açık olmak önemlidir.
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi ince güç, kamu diplomasisinin en önemli araçlarından biridir. Kamu diplomasisinin bir diğer önemli unsuru, ulusal ve küresel politikaların belirlenmesinde giderek daha merkezi bir rol üstlenen, kamuoyudur. Ulusal ve uluslararası politika süreçleri, yakından izlenmekte ve basın aracılığıyla dünya kamuoyuna duyurulmaktadır. Kamuoyunun belli bir desteğini almadan ekonomi, dış politika, enerji yahut çevre konularında bir politika belirlemek ve uygulamak mümkün değildir.
Fakat başarılı bir kamu diplomasisinin en temel şartı, izlenen politikaların rasyonel, ikna edici ve savunulabilir olmasıdır. Evrensel hukuk kurallarını ihlal eden, adaletten uzak, tehdit, zorbalık ve işgal gibi gayr-ı meşru yöntemlere dayanan ve benzer çağrışımlar yapan bir politikayı ne savunmak ne de dünya kamuoyuna anlatmak mümkündür. Örneğin insan haklarını sistematik bir şekilde ihlal eden yahut bir başka ülkeyi işgal altında tutan bir ülkenin başarılı bir kamu diplomasisi izlemesi mümkün değildir. Çin'in Doğu Türkistan bölgesindeki politikaları, İsrail'in Filistin topraklarını işgal etmesi ve Bush döneminde Afganistan ve Irak'ın işgal edilmesi ve Guantanamo ve Ebu Gureyb hapishanesi gibi skandalların ortaya çıkması, birbirinden farklı siyasi ve coğrafi özelliklere sahip bu ülkelerin başarılı bir kamu diplomasisi yapmasını imkânsız hale getirmektedir. Aşağıda temas edeceğimiz gibi Türkiye de izlenen yanlış politikalar yüzünden uzun yıllar negatif bir imaja sahip olmuş ve fiilen kamu diplomasisi yapabilecek bir noktaya gelememiştir.
TASAM Yayınlarının “Kamu Diplomasisi“ isimli kitabından alınmıştır.
KİTABIN KÜNYESİ
Kitap Adı | : Kamu Diplomasisi |
Editörler | : Dr. Abdullah ÖZKAN, Tuğçe ERSOY ÖZTÜRK |
Sayfa Sayısı | : 248 s. |
Yayınevi | : TASAM Yayınları |
Format | : Basılı Kitap ve E-Kitap, PDF Merchant© |
ISBN | : 978-975-6285-56-5 |
Yayın Tarihi | : 2012 |
Fiyatı | : 25,00 TL (KDV Dâhil) |