Kafkasya Türkiye Rusya, Türkiye İran ilişkilerinin en önemli kesişme / buluşma noktasıdır. Türkiye’nin doğuya, Türkistan coğrafyasına açılan kapıdır. Kafkasya üzerinde zaman zaman oluşan İran-Rusya ittifakı çoğu zaman Türk ve Türk dünyası için iyi sonuçlar vermemiştir. Türkiye merkez ülke olma iddiasında ve bu iddiayı gerçekleştirmek için de dış politikada kendine mahsus hamleler gerçekleştirmek zorundadır. Birçok uluslararası ilişkiler teorisinin yoğun şekilde gündemde tutulduğu süreçte Türkiye kendine mahsus yöntem geliştirmeliydi. Uluslararası ilişkiler dış politika ülkemizde önemli bir tartışma alanıdır. Bir taraftan dünya sisteminin dışında/ tartışılan konuların dışında kalmamak, diğer taraftan da kendinize ait bir gündem oluşturmak gerekmektedir. Son 14 yılda özellikle AKP iktidarı döneminde dış politika oldukça ön plana çıkmış Ahmet Davutoğlu önce danışman sonra dışişleri bakan ve daha da sonra başbakan olarak dış politikanın ön planda tutulmasının önünü açmıştır. Fakat uygulamaları teori pratik arasındaki uçurum Davutoğlu’nun siyasi hayatını bitirmiş ve sıfır sorun stratejisinden sırf sorun neticesine ulaşıldığından Davutoğlu post modern bir darbe ile başbakanlıktan uzaklaştırılmıştır.1 Bu uzaklaştırılma dış politika açsından faydalı sonuçlar vereceği beklenirken iç politikada ise Davutoğlu’nun şahsında mekteplilerin tasfiyesi, siyasette alaylıların hâkim olmasının önünü açtığından yakın gelecekte hem iç politikada ve hem de iç politikada ciddi sayılabilecek zaaflar ortaya çıkacaktır. Alaylı ile mekteplinin arasında bir yer oluşturmaya çalışmanın ise zamanı geçmiş oluyor.
Dış Politika ve Medeniyet Tasavvuru
Soğuk savaş döneminde Türkiye’nin NATO üyesi olarak dış politikada kendine mahsus bir tarz geliştirme imkânı oluşmamıştı. Türkiye özellikle İsmail Cem’in dışişleri bakanı olmasıyla dış politikada dünya gündemine gelmeye başladı.
1999 Depremi ile dünyaya açılım her zamankinden daha çok kendini hissettirdi. Bir medeniyet tasavvuru aracı olarak dış politika yeniden gündeme gelirken gözden kaçan birçok nokta oldu. Bunların başında Türkiye’nin son 150 yılının iyi bilinmesi gerektiği gerçeğidir.
1828de Rusya ile İran coğrafyasında hâkimiyet süren Türk hanedanlığı arasında imzalanan Türkmençay3 anlaşması Türk-İslam medeniyeti için bir kara gün dönümü noktasıdır. Bu anlaşmadan çok değil 90 yıl sonra Türkler İmparatorluklarını kaybetmiş, iddiası oldukları medeniyet adeta bir yaya gibi sıkıştırılmış ve ebediyen yerinden çıkmamacasına sıkı bir şekilde hapsedilmiştir. Bu yay doğuda Gürcistan-Ermenistan, Batıda Yunanistan-Bulgaristan, güneyde ise Suriye-Irak suni devletleriyle ihata edilmiş, adeta bir daha kımıldayamaz hâle getirilmiştir. Böylece Türkler tarihe mal olan medeniyet hamlelerini bir daha cihana yayamayacak şekilde yeryüzünden silinecek noktaya geldiler.
Tarihi gelişim ve zaman mekân ilişkisi medeniyetleri tekrar yaşanır kılmaya zorlar bu teori en iyi Anadolu coğrafyasıyla anlaşılır. Artık Anadolu coğrafyası bu sıkışmışlığı yavaş yavaş kendi içerisindeki gelişimiyle aşacağı noktaya gelmiş, tabii bir süreç yaşamaya başlamıştı. Bu noktada sistemi kendi içerisinde hapseden adeta medeniyet yayımızı Anadolu coğrafyasına hapsedenler, onu doğuda Gürcistan-Ermenistan, Batıda Yunanistan-Bulgaristan, güneyde ise Suriye-Irak suni devletleriyle ihata edenler şimdi tekrar devreye girmiştir.
Aslında bir dünya görüşü içerisinde kendinizi izah edemezseniz ve bu izaha uygun gelişmeleri yönlendiremezseniz sizi yöneten ve yönlendirenler çok olur. Anadolu’ya sıkışmış ve kendi tabii seyrinde bu sıkışıklıktan çıkacak olan bir medeniyet tasavvurunu siz yabanıl düşüncelerle heba etmeye çalışırsanız doğan sonuçlar sizi boğar. Kendi iddianızı kendi elinizle heba etmiş olursunuz. Bu bağlamda Dış politika medeniyet tasavvuru kazasız belasız kendi mecrasında açılmasına yardım etmelidir. Doğuda Kafkasya’ya4 açılan Gürcistan-Ermenistan, Batıda Avrupa’ya Yunanistan-Bulgaristan, güneyde ise Suriye-Irak suni devletleriyle girilen girişilecek olan ilişkinin temelleri bu medeniyet tasavvuru çerçevesinde olmalıdır. Her bir devleti ayrı ayrı incelemek gerekir.
Türkiye’nin doğuya açılan kapısı bağlamında Gürcistan ve Ermenistan medeniyet tasavvuru bağlamında dikkate calip bir noktadadır.5 Aynı şekilde Yunanistan Bulgaristan üzerinde çokça düşünülmesi araştırılması gereken bir konumdadır. Suriye Irak konusunda söylenecek çok söz vardır ve herkesin gözü önünde cereyan eden olayların ne anlama geldiğini daha iyi kavramak adına olayları tekrar tekrar gözden geçirmek bu süreçte Türkiye’ye neler kaybettirildiğini görmek gerekir.
Irak Suriye Mısır Türkiye’nin güneye İslam dünyasına sömürülen Afrika’ya açılan kapısıdır. Bu kapı sürekli açık tutulmalıdır. Eski Türkiye betimlemesi yapılırken ifade edilen söylemleri bir kere daha gözden geçirip eskiyi tenkit ederken eskisinden beter hale düşmek kınadıklarınızı başınıza getirmeden canınızı almam sözünü hatırlatmaktadır. Türkiye merkez ülke olmayı, rol model olmayı, daha da önemlisi mazlumun sığınağı olmayı düşünüyorsa işte o zaman dış politikayı ona göre şekillendirmeli, bir medeniyet kurgusu içerisinde hareket etmelidir.
Janjanlı İngilizce metinlerden yapılan çevirilerle dış politikayı şekillendirmeye çalışanların hali Davutoğlu ile sıfırı tükettiler. Tercüme metinlerle hareket eden strateji merkezlerimizin hali içler acısı, bir de bunlara ödeneklerden ayrılan paralar dudak uçurtan cinsinden olunca tenkit etmeden geçemeyeceğimizbir durum ile karşı karşıya kalmaktayız.
KİTABIN KÜNYESİ
Dış Politika ve Medeniyet Tasavvuru
Soğuk savaş döneminde Türkiye’nin NATO üyesi olarak dış politikada kendine mahsus bir tarz geliştirme imkânı oluşmamıştı. Türkiye özellikle İsmail Cem’in dışişleri bakanı olmasıyla dış politikada dünya gündemine gelmeye başladı.
1999 Depremi ile dünyaya açılım her zamankinden daha çok kendini hissettirdi. Bir medeniyet tasavvuru aracı olarak dış politika yeniden gündeme gelirken gözden kaçan birçok nokta oldu. Bunların başında Türkiye’nin son 150 yılının iyi bilinmesi gerektiği gerçeğidir.
1828de Rusya ile İran coğrafyasında hâkimiyet süren Türk hanedanlığı arasında imzalanan Türkmençay3 anlaşması Türk-İslam medeniyeti için bir kara gün dönümü noktasıdır. Bu anlaşmadan çok değil 90 yıl sonra Türkler İmparatorluklarını kaybetmiş, iddiası oldukları medeniyet adeta bir yaya gibi sıkıştırılmış ve ebediyen yerinden çıkmamacasına sıkı bir şekilde hapsedilmiştir. Bu yay doğuda Gürcistan-Ermenistan, Batıda Yunanistan-Bulgaristan, güneyde ise Suriye-Irak suni devletleriyle ihata edilmiş, adeta bir daha kımıldayamaz hâle getirilmiştir. Böylece Türkler tarihe mal olan medeniyet hamlelerini bir daha cihana yayamayacak şekilde yeryüzünden silinecek noktaya geldiler.
Tarihi gelişim ve zaman mekân ilişkisi medeniyetleri tekrar yaşanır kılmaya zorlar bu teori en iyi Anadolu coğrafyasıyla anlaşılır. Artık Anadolu coğrafyası bu sıkışmışlığı yavaş yavaş kendi içerisindeki gelişimiyle aşacağı noktaya gelmiş, tabii bir süreç yaşamaya başlamıştı. Bu noktada sistemi kendi içerisinde hapseden adeta medeniyet yayımızı Anadolu coğrafyasına hapsedenler, onu doğuda Gürcistan-Ermenistan, Batıda Yunanistan-Bulgaristan, güneyde ise Suriye-Irak suni devletleriyle ihata edenler şimdi tekrar devreye girmiştir.
Aslında bir dünya görüşü içerisinde kendinizi izah edemezseniz ve bu izaha uygun gelişmeleri yönlendiremezseniz sizi yöneten ve yönlendirenler çok olur. Anadolu’ya sıkışmış ve kendi tabii seyrinde bu sıkışıklıktan çıkacak olan bir medeniyet tasavvurunu siz yabanıl düşüncelerle heba etmeye çalışırsanız doğan sonuçlar sizi boğar. Kendi iddianızı kendi elinizle heba etmiş olursunuz. Bu bağlamda Dış politika medeniyet tasavvuru kazasız belasız kendi mecrasında açılmasına yardım etmelidir. Doğuda Kafkasya’ya4 açılan Gürcistan-Ermenistan, Batıda Avrupa’ya Yunanistan-Bulgaristan, güneyde ise Suriye-Irak suni devletleriyle girilen girişilecek olan ilişkinin temelleri bu medeniyet tasavvuru çerçevesinde olmalıdır. Her bir devleti ayrı ayrı incelemek gerekir.
Türkiye’nin doğuya açılan kapısı bağlamında Gürcistan ve Ermenistan medeniyet tasavvuru bağlamında dikkate calip bir noktadadır.5 Aynı şekilde Yunanistan Bulgaristan üzerinde çokça düşünülmesi araştırılması gereken bir konumdadır. Suriye Irak konusunda söylenecek çok söz vardır ve herkesin gözü önünde cereyan eden olayların ne anlama geldiğini daha iyi kavramak adına olayları tekrar tekrar gözden geçirmek bu süreçte Türkiye’ye neler kaybettirildiğini görmek gerekir.
Irak Suriye Mısır Türkiye’nin güneye İslam dünyasına sömürülen Afrika’ya açılan kapısıdır. Bu kapı sürekli açık tutulmalıdır. Eski Türkiye betimlemesi yapılırken ifade edilen söylemleri bir kere daha gözden geçirip eskiyi tenkit ederken eskisinden beter hale düşmek kınadıklarınızı başınıza getirmeden canınızı almam sözünü hatırlatmaktadır. Türkiye merkez ülke olmayı, rol model olmayı, daha da önemlisi mazlumun sığınağı olmayı düşünüyorsa işte o zaman dış politikayı ona göre şekillendirmeli, bir medeniyet kurgusu içerisinde hareket etmelidir.
Janjanlı İngilizce metinlerden yapılan çevirilerle dış politikayı şekillendirmeye çalışanların hali Davutoğlu ile sıfırı tükettiler. Tercüme metinlerle hareket eden strateji merkezlerimizin hali içler acısı, bir de bunlara ödeneklerden ayrılan paralar dudak uçurtan cinsinden olunca tenkit etmeden geçemeyeceğimizbir durum ile karşı karşıya kalmaktayız.
KİTABIN KÜNYESİ
Kitap Adı | : Türk Dünyası, Stratejik İletişim: Referans Değerler, Kurumlar, Kişiler |
Format | : PDF Merchant© |
Editör | : İhsan TOY |
Sayfa Sayısı | : 240 s. |
Yayınevi | : TASAM Yayınları |
Dizisi | : Uluslararası İlişkiler Dizisi |
ISBN | : 978-605-4881-40-6 |
Yayın Tarihi | : 2020 Mayıs |
Fiyatı | : 22,24 TL (KDV dâhil) |
KİTABIN GİRİŞ KISMINDAN
Türk dünyasında en önemli sorunlardan biri düşünce üretiminde yaşanan güçlüklerdir. Bu noktada yaşanan sorunlar Türk medeniyetinin temel ilkelerinin günümüz şartlarında nasıl anlaşılacağı ve uygulanacağı konusunda ciddi açmazlar oluşturmaktadır. Düşünce üretimindeki sorunlar, Türk dünyasının öz değerlerinin günümüz şartlarında dile getirilmesini imkânsız hâle getirmektedir. Kimi zaman aynı görüşü savunan taraflar kavramların içeriğinin farklı anlaşılması ya da aynı olgu için farklı kavramlar kullanılması nedeniyle büyük anlaşmazlıklar yaşayabilmektedirler.
Stratejik İletişim için: Referans Değerler, Kurumlar, Kişiler; “Medeniyet“ kavramı ile “Değer“ kavramı arasında doğrudan bir ilişki olduğu düşünülebilir. Çünkü değer, belli bir grup insan için ortak maddi ve manevi menfaatlere işaret eder. Türklük ve İslam kaynaklı temel değerler ile il keler kısa süre içerisinde özgün kurumların oluşmasına ve önemli şahsiyetlerin yetişmesine zemin hazırlamıştır. Bu çerçevede Türklük, doğum yeri olan Orta Asya topraklarından çevreye doğru hızla yayılmış, sürekli ve kalıcı medeniyet havzaları oluşturmuştur.
Türk medeniyet havzası sahip olduğu merkezî konum sayesinde komşu medeniyet havzaları ile kesintisiz bir etkileşim içerisinde bulunmuştur. Modern dönemlerle birlikte, ama özellikle küreselleşmenin yoğunlaştığı günümüzde bu etkileşim Türk medeniyetinin daha ziyade edilgen kaldığı bir atmosfere dönüşmüştür. Bu edilgenlik sadece Türk medeniyeti açısından değil, tüm insanlık açısından ciddi meselelerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu nedenle Türk medeniyeti kendi özgün değerlerini ve kurumlarını çağın getirdiği şartlara hitap edecek şekilde ihya etmek ve Türk tarih ve medeniyetinde iz bırakan şahsiyetleri hatırlayarak günümüz insanlığı ve gelecek nesiller için dayanak noktası oluşturmak zorundadır.
…
“Stratejik İletişim: Referans Değerler, Kurumlar, Kişiler“ başlığı altında toplanan 5. Dünya Türk Forumu bu noktada Türk dünyasında söylem birliği oluşturulmasına, sorunların çözümü için gerekli düşünce üretiminin hızlandırılmasına, Türk dünyası ülkelerinin imajının iyileştirilmesine ve Türklük birikiminin tüm insanlığın hizmetine sunulmasına mütevazı katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
TASAM Yayınlarının “Türk Dünyası, Stratejik İletişim: Referans Değerler, Kurumlar, Kişiler“ isimli e-kitabından alınmıştır.
e-kitap için Tıklayınız