Tarih boyunca, hanedan, din veya ulus kavramının birleştirici bir güç olarak işlev gördüğüne tanıklık edilmiştir. Öte yandan bu kavramlar artık eski moda kaldı ve günümüz dünyasında işe yaramıyor. Peki, insanlık olarak uyum içinde yaşamak için ihtiyacımız olan kavram nedir? Ne tür bir organizasyona ihtiyacımız var?
Milliyet, din ya da hanedan gibi tarih boyunca insanlar için birleştirici rol oynamış bu kavramların modası geçtiğini söyleyemeyiz aslında. Halklar için hâlâ bir dinin ya da bir hanedanlığın birleştirici gücü var. Örneğin Fransa'da bu, devlet kavramıyla sağlanıyor. Devletin etrafında örgütlenmiş bir millet görüyoruz. Kendi açımdan, uygarlığımızda belirli değerlerin temel alındığı toplumlar oluşturabilmek en iyisi olacaktır. Ama bu saydıklarınız üzerine kurulmuş bir milletin birliğinin ve gelişmesinin uzun dönemde mümkün olduğunu düşünmüyorum.
Son yıllarda Doğu ülkelerinin halkları birçok felaketle karşılaştı ve bu felaketler, zaten kırılgan olan yaşam koşullarına ciddi şekilde zarar verdi. Bu yoksullaşma sonucunda, özellikle gençler arasında, ana vatanlarından kaçarak Batı'ya göç etme arzusu gözlemleniyor. Ülkelerini terk ettiklerinde kimliklerini, inançlarını ve geleneklerini de terk ediyorlar. Bu yüzden size sormak istiyorum; Doğu kimliğinin geleceğini nasıl görüyorsunuz, bu kadar savaş, çatışma ve yoksulluk içinde hayatta kalabilir mi?
Dünyada çok fazla kişi bir geleceğinin olmadığını düşünmeye başladı. Başka bir ülkeye gitmiş biri için kritik yorum şudur; bu kişi yerleştiği yerin değerlerini de benimsemeli, kendi ülkesine ait değerleri de korumalıdır. Kendi kimliğiyle yerleştiği yerde edindiği kimliği arasında bir uyum, bir denge bulmalıdır. Ben de göç etmiş biri olarak, kendi önceki toplumumuzdan içinde yaşadığımız topluma bir “mesaj taşıyıcı“ olarak görev yapabileceğimizi düşünüyorum.
"Empedokles'in Dostları" adlı son kitabınızda Amerikan Başkanı hastaydı ve Başkanın hayatını kurtaran Empedokles'in dostları olmuştu. Benim açımdan, dünyanın en güçlü ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanını seçerek bize, insanlığın acılarının çözümünün bir devletin elinde değil başka bir varlığın elinde olduğunu gösterdiniz. Bu varlığı nasıl tanımlıyorsunuz, Empedokles’in dostları kim sizin gözünüzde?
Son kitabım hem bir umut hem bir endişe kitabıydı.
Evinizin önünde gerçekleşen cinayetlere tanık olduktan sonra Lübnan'dan ayrılmaya karar verdiğinizi ve hem Kanada hem de Fransız vizesine başvurduğunuzu biliyoruz. Bu başvuru sonucunda, Fransız vizesini Kanada vizesinden önce aldınız. Bu yüzden Fransa'ya taşındınız. Yani, Fransa'ya gelişinizin sadece bir tesadüf olduğunu söyleyebiliriz. Kanada vizesini Fransa vizesinden önce alsaydınız hayatınızda neyin farklı olacağını hiç düşündünüz mü ve bize Lübnan'dan ayrılmaya karar verdiğiniz andan bahseder misiniz?
Gençliğimde Lübnan’dan göç etmeyi hiç düşünmedim. Göç kararım çok hızlı gelişmişti. Lübnan'da iç savaşın çıkmasının arifesinde üniversiteden arkadaşlarımla iletişime geçip bir şeyler yapmak için çağrıda bulunmuştum. Savaşa doğru gittiğimizi hissediyorduk çünkü. Zamanla kendi evim yıkılmış, iş yerime de gidemez olmuştum. O zaman “Lübnan'da sonsuza kadar kalamayacağım“ demeye başlamıştım kendime. Ama asıl Lübnan'dan ayrılma kararım ayrılmadan 48 saat önce verilmiş bir karardı. Limana inip en yakın destinasyon olan “Kıbrıs'a bilet var mı“ diye sorup sonrası gün yolculuğa çıktım.
“Yolların Başlangıcı“ kitabınızda atalarınızın izini sürüyor ve bize 19. yüzyıl Lübnan’ını anlatıyorsunuz. O zamanlar Lübnan hâlâ Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçasıydı. Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının Lübnan'daki mevcut durum üzerindeki rolünü nasıl görüyorsunuz? Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü Orta Doğu ülkelerinin uluslararası arenadaki konumunu nasıl şekillendirdi?
Osmanlının Orta Doğu'da hâkim olduğu toprakların hâlen bütün bir ülke olarak devam etmesini isterdim. Otoriter bir sultanla değil ama anayasal monarşiyle zaten başlamış olan demokratikleşmenin ve modernleşmenin devam etmesini isterdim.
Türk öğrenciler olarak size Türkiye'nin, dünyayı uluslararası ve bölgesel alanda daha iyi bir yer hâline getirmede nasıl bir rol oynayabileceğini sormak istiyoruz.
Türkiye'nin elinde çok büyük siyasi kartlar var, coğrafya gibi. Bunları kullanabilirse dünyada da önemli değişiklikler yapabilir.
“Uygarlıkların Batışı“ adlı kitabınızda temel sorunun, insanlığın tüm bileşenleri ile uyumlu ilişkiler kurmak ve tüm bireyleri için kendini ifade etmesini mümkün kılmak olduğunu görüyoruz. Salgınla geçen bu günlerde ise, dünyamızın geleceğini düşünmek ve değerlendirmek için bir ara verdik. Salgının, insanlığın bu farklı bileşenlerini nasıl etkileyeceğini ve Batı ile Doğu arasındaki diyaloğu nasıl değiştireceğini düşünüyorsunuz?
Pandemi nedeniyle vermiş olduğumuz bu aranın bir şeyleri değiştireceğine ikna olmuş durumdayım. Hangi yönde bir değişim olacağını söylemek zor çünkü hâlen bu durumun ortasındayız. 40 yıldır söylem hep gelişmenin ve özgürlüğün karşısında devletin bir engel olduğu yönündeydi. Ama pandemiyle bu değişmeye başladı. Krizle yüzleşebilmek için birçok vatandaşa ve şirkete yardımlar yapıldı. Ekonominin çökmesi engellenmeye çalışıldı. Devletten başka kim bu yeniden inşa sürecini kendi sorumluluğuna alabilirdi.
Romanlarınızda birbirinden kozmopolit ve kültürel açıdan zengin Doğu şehirleri okuyoruz, Doğu şehirleri içerisinde en çok hangi şehri anlatmayı seviyorsunuz ve edebiyatınıza en çok ilham veren şehir hangisi?
İstanbul, Beyrut ve İskenderiye
Eserlerinizden birini sinemaya uyarlayabilseydiniz bu hangisi olurdu?
Pek çok kitabım sinemaya dönüştürülme yolunda. Ancak hangisi önce çıkar bu şartlarda bilemiyorum.
Hızla ilerleyen bilimsel ve teknolojik gelişmelerin, insanlığın sonunu getireceğini düşünüyor musunuz? Son kitabınızda, Empedokles'in dostu olduğunu söyleyen bir grup insanın gelmesiyle bugünkü dünya düzeninin değiştiğini ve bir tür kaosun hüküm sürmeye başladığını okuduk. Peki, hızlı makineleşme veya tıbbın ilerlemesi insanlığın sonunu getirebilir mi veya bazı değerlerin yitirilmesine neden olabilir mi? Bu gelişmeler dünya için bir ütopya mı yoksa bir distopya mı oluşturacak?
Teknolojik ilerlemedeki hızımızın azalması gerektiğini düşünmüyorum. Ama zihinsel ilerlememizi hızlandırmamız ve teknolojik gelişmelerin hızına getirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Dünyanın şu an çok kötü yönetildiğini görüyorum. Gerçek hiç bir düzen yok, sadece vahşi doğa kurallarına tabi bir durum var.
Doğu kökenli sevdiğiniz bir yazar veya şair var mı? Doğu'da bir yazar eksikliği olduğunu düşünüyor musunuz?
Orta Doğu'da bir yazar eksikliği olduğunu düşünmüyorum. Aksine çok önemli şahsiyetler var bu topraklardan çıkmış. Her alanda hem de. Ben eski Arap şairlerin şiirleriyle büyüdüm. Bu aslında, ezbere 5 bin mısra bilen babam sayesindeydi. Mütenebbî gibi, Yunus Emre gibi çok yüksek kalitede pek çok şairimiz var ama bunlar dünyada bilinmeyen kişiler. Bu bölgenin sorununu, evrensel kültür içinde hak ettiği yeri alamaması olarak görüyorum. Ama bu topraklardan çıkıp özellikle de göç etmiş kişilerin, bir görevinin de, tarihten bu mükemmel insanları keşfedip tanıtmaları olduğunu düşünüyorum.