ÖZET
Küresel gelişmelerin bölgesel sonuçları olmaktadır. Örneğin Obama dönemi ABD’nin siyasi tercihleri Ortadoğu’daki güç dengelerini değiştirmiştir. Bu bağlamda ABD’nin pivot Asya politikasıyla birlikte dış politikada Çin’in yükselişine yönelik hamleleri Washington’ın Ortadoğu’dan göreceli uzak kalmasına; küresel, bölgesel ve yerel ölçeklerde güç boşluklarının oluşmasına neden olmuştur. Küresel anlamda Rusya ve Çin gibi aktörler güç artırımına gitmiş, hatta bu durum uluslararası sistemin tek kutupluluğunun sorgulanmasına yol açmıştır. Bölgesel anlamda İran nüfuz elde ederken devlet dışı aktörler (DAEŞ, PYD) de uluslararası siyasette daha fazla etkinleşmiştir. Bu minvalde güvenlik bağlamında ABD’ye bağımlı olan Körfez ülkeleri geleneksel güvenlik politikalarında bazı değişikliklere gittikleri görülmüştür. Suudi Arabistan, BAE gibi aktörler daha iddialı ve agresif politikalar izlemiştir. Kuveyt ve Katar gibi aktörler daha temkinli ittifak çeşitlendirmeye siyasetine gitmiştir. Bu anlamda Türkiye birinci grup Körfez ülkeleri açısından bölgesel düzen bağlamında tehdit olarak görülürken; ikinci grup Körfez ülkeleri açısından stratejik ortak olarak görülmüştür. Bu anlamda Türkiye Körfez’deki yeni güvenlik mimarisinde farklılık olarak öne çıkarken mezkûr ülkelerin güvenlik yapılandırmalarında benzerlikler de görülmüştür. Örneğin Çin ve Rusya’nın küresel ve bölgesel yükselişlerine karşı Körfez ülkeleri olumlu yakınlaşmıştır. Bu anlamda bu çalışmada değişen bölgesel ve küresel gelişmeler ışığında Körfez ülkelerinin güvenlik mimarileri tartışılmıştır. Çalışma değişen siyasal elitlerin de Körfez güvenlik mimarisini etkilediğini kabul etmekle birlikte temel olarak 2010 sonrası küresel ve bölgesel gelişmelerin Ortadoğu ve Körfez siyasetini ve güvenliğini bloklaştırdığını iddia etmektedir. Bu anlamda Körfez’in yeni güvenlik mimarisinde ittifak çeşitlendirme, agresif dış politika çıktıları, savunma kapasitesini artırma gibi parametreler öne çıkmıştır.
Anahtar Kelimeler: Körfez, Güvenlik, Bölgesel Düzen, Suudi Arabistan, Katar
1. GİRİŞ
Körfez bölgesi ilgili birçok adlandırma mevcuttur. 1960’lardan önceki haritalar, uluslararası anlaşma metinleri ve diğer muteber birçok belgede bölge Fars Körfezi- Persian Gulf olarak adlandırılmıştır. Arap Hıristiyan bir yazar olan Agapius’un 10.yüzyılda bu isimle bölgeyi zikretmesi ve Yunan coğrafyacılar Strabo ve Ptolemy’nin bu isimlendirmeyi kullanarak gelenekselleştirmesinin arkasında Fars imparatorluğunun tarihi mirası yatmaktadır. Fakat gerek İran’ın 1973 savaşında İsrail’i desteklediği iddiasının Arap dünyasında çalkantılara yol açması gerekse İran’a aleyhine jeopolitik dengelerin değişmesi 1960 lara kadar birçok Arap ülkesinin de kabul ettiği ve kullandığı Fars Körfezi tanımlamasının sorgulanmasına neden olmuştur. Bu anlamda alternatif bir kavram olarak Arap Körfezi ifadesi ortaya çıkmıştır. Bahreyn’in İngiltere kolonisi olarak varlığını sürdürdüğü 1955 yılında İngiliz danışman Sir Charles Belgrave bu kavramı ilk kez ortaya atmıştır.1 1534 yılında Bağdat’ın Osmanlı kontrolüne geçmesiyle birlikte Basra vilayeti aracılığıyla Hint Denizi’ne açılan Türkler bölgeye hâkim olmaya başlamıştır. Bu dönem itibariyle bölgeye Basra Körfezi ismi verilmiştir.2 1830lardan itibaren bölgede İngiltere’nin varlığını artırmasıyla birlikte de bölgeye İngiltere denizi ismi verilmiştir.3
Yukarıda zikredilen isimlendirmeler bölge ülkeleri arasındaki gerilimlerin bir boyutunu ortaya koymaktadır. Örneğin Araplar Fars Körfezi ifadesinden nefret eder.4 Benzer şekilde İran da Fars körfezi kavramı dışında bir kavramı kabul etmemektedir.5 Dahası İran 30 Nisan tarihini Ulusal Fars Körfezi Günü olarak kutlamaktadır. Bu anlamda bölgenin isimlendirilmesi bölge ülkeleri arasında işbirliği yerine gerilimin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ortak güvenlik yapılanmalarını ortadan kaldıran çoğunlukla siyasi hedeflere matuf, güç-kaynak ve toprak mücadelesi çerçevesinde şekillenen bölge jeopolitiğinde6 güvenlik, bölge dışı aktörlerce sağlanmıştır. Bu anlamda 16. Yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in fetihleriyle Osmanlı idaresine giren bölgenin güvenliği ilk olarak Osmanlı tarafından tesis edilmiştir. Osmanlı’nın iktisadi ve idari bunalımlar geçirmesiyle birlikte Ortadoğu başta olmak üzere birçok bölgede isyanlar patlak vermiştir. Bu anlamda 18.yüzyılda Arabistan topraklarında el-Suud & el-Şeyh ittifakı ile I. Suudi Arabistan devleti kurulmuştur. Gerek Suudilerin gerekse bölgedeki başka aşiretlerin/kabilelerin (örneğin Şerif Hüseyin-Haşimi) Osmanlı’ya ayaklanışının arka planında bölge dışı aktörlerle yaptıkları işbirlikleri yatmaktadır. Diğer bir deyişle Osmanlı’nın kurduğu bölgesel düzen, barış ve istikrar 19.yüzyılın başından itibaren İngiltere7, 1945 sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgesel aktörlerle yürüttüğü diplomasi aracılığıyla değiştirilmiştir. Bu anlamda Körfez’in güvenlik, dış politika ekonomi ve siyaset alanlarındaki temel dinamiği bölge dışı aktörlerle sürdürdüğü ilişki biçimidir. Özellikle ABD’nin Körfez’e yönelik siyasetinin bölgedeki siyasi elit üzerindeki bıraktığı iz yadsınamaz bir gerçektir. Bu durum günümüze kadar süregelmiştir. Birçok siyasi elit ABD’nin bölgedeki varlığından oldukça memnun olduğunu sıklıkla dile getirmektedir. Fakat ABD’nin 2008 yılı itibariyle girdiği ekonomik kriz Washington’ın Ortadoğu ve Körfez’e yönelik siyasetini sorgulamaya itmiştir. Bu anlamda Barack Obama’nın başkanlığı döneminde ABD’nin bölge politikası değişmiştir.8 2017 yılında göreve başlayan Donald Trump da bu siyasetin bir benzerini izlemektedir.
Küresel gelişmelerin bölgesel sonuçları olmaktadır. Örneğin Obama dönemi ABD’nin siyasi tercihleri Ortadoğu’daki güç dengelerini değiştirmiştir. Bu bağlamda ABD’nin pivot Asya politikasıyla birlikte dış politikada Çin’in yükselişine yönelik hamleleri Washington’ın Ortadoğu’dan göreceli uzak kalmasına; küresel, bölgesel ve yerel ölçeklerde güç boşluklarının oluşmasına neden olmuştur. Küresel anlamda Rusya ve Çin gibi aktörler güç artırımına gitmiş, hatta bu durum uluslararası sistemin tek kutupluluğunun sorgulanmasına yol açmıştır. Bölgesel anlamda İran nüfuz elde ederken devlet dışı aktörler (DAEŞ, PYD) de uluslararası siyasette daha fazla etkinleşmiştir. Bu minvalde güvenlik bağlamında ABD’ye bağımlı olan Körfez ülkeleri geleneksel güvenlik politikalarında bazı değişikliklere gittikleri görülmüştür. Suudi Arabistan, BAE gibi aktörler daha iddialı ve agresif politikalar izlemiştir. Kuveyt ve Katar gibi aktörler daha temkinli ittifak çeşitlendirmeye siyasetine gitmiştir. Bu anlamda Türkiye birinci grup Körfez ülkeleri açısından bölgesel düzen bağlamında tehdit olarak görülürken; ikinci grup Körfez ülkeleri açısından stratejik ortak olarak görülmüştür. Bu anlamda Türkiye Körfez’deki yeni güvenlik mimarisinde farklılık olarak öne çıkarken mezkûr ülkelerin güvenlik yapılandırmalarında benzerlikler de görülmüştür. Örneğin Çin ve Rusya’nın küresel ve bölgesel yükselişlerine karşı Körfez ülkeleri olumlu yakınlaşmıştır. Bu anlamda bu çalışmada değişen bölgesel ve küresel gelişmeler ışığında Körfez ülkelerinin güvenlik mimarileri tartışılmıştır. Çalışma değişen siyasal elitlerin de Körfez güvenlik mimarisini etkilediğini kabul etmekle birlikte temel olarak 2010 sonrası küresel ve bölgesel gelişmelerin Ortadoğu ve Körfez siyasetini ve güvenliğini bloklaştırdığını iddia etmektedir. Bu anlamda Körfez’in yeni güvenlik mimarisinde ittifak çeşitlendirme, agresif dış politika çıktıları, savunma kapasitesini artırma gibi parametreler öne çıkmıştır.
Anahtar Kelimeler: Körfez, Güvenlik, Bölgesel Düzen, Suudi Arabistan, Katar
1. GİRİŞ
Körfez bölgesi ilgili birçok adlandırma mevcuttur. 1960’lardan önceki haritalar, uluslararası anlaşma metinleri ve diğer muteber birçok belgede bölge Fars Körfezi- Persian Gulf olarak adlandırılmıştır. Arap Hıristiyan bir yazar olan Agapius’un 10.yüzyılda bu isimle bölgeyi zikretmesi ve Yunan coğrafyacılar Strabo ve Ptolemy’nin bu isimlendirmeyi kullanarak gelenekselleştirmesinin arkasında Fars imparatorluğunun tarihi mirası yatmaktadır. Fakat gerek İran’ın 1973 savaşında İsrail’i desteklediği iddiasının Arap dünyasında çalkantılara yol açması gerekse İran’a aleyhine jeopolitik dengelerin değişmesi 1960 lara kadar birçok Arap ülkesinin de kabul ettiği ve kullandığı Fars Körfezi tanımlamasının sorgulanmasına neden olmuştur. Bu anlamda alternatif bir kavram olarak Arap Körfezi ifadesi ortaya çıkmıştır. Bahreyn’in İngiltere kolonisi olarak varlığını sürdürdüğü 1955 yılında İngiliz danışman Sir Charles Belgrave bu kavramı ilk kez ortaya atmıştır.1 1534 yılında Bağdat’ın Osmanlı kontrolüne geçmesiyle birlikte Basra vilayeti aracılığıyla Hint Denizi’ne açılan Türkler bölgeye hâkim olmaya başlamıştır. Bu dönem itibariyle bölgeye Basra Körfezi ismi verilmiştir.2 1830lardan itibaren bölgede İngiltere’nin varlığını artırmasıyla birlikte de bölgeye İngiltere denizi ismi verilmiştir.3
Yukarıda zikredilen isimlendirmeler bölge ülkeleri arasındaki gerilimlerin bir boyutunu ortaya koymaktadır. Örneğin Araplar Fars Körfezi ifadesinden nefret eder.4 Benzer şekilde İran da Fars körfezi kavramı dışında bir kavramı kabul etmemektedir.5 Dahası İran 30 Nisan tarihini Ulusal Fars Körfezi Günü olarak kutlamaktadır. Bu anlamda bölgenin isimlendirilmesi bölge ülkeleri arasında işbirliği yerine gerilimin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ortak güvenlik yapılanmalarını ortadan kaldıran çoğunlukla siyasi hedeflere matuf, güç-kaynak ve toprak mücadelesi çerçevesinde şekillenen bölge jeopolitiğinde6 güvenlik, bölge dışı aktörlerce sağlanmıştır. Bu anlamda 16. Yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in fetihleriyle Osmanlı idaresine giren bölgenin güvenliği ilk olarak Osmanlı tarafından tesis edilmiştir. Osmanlı’nın iktisadi ve idari bunalımlar geçirmesiyle birlikte Ortadoğu başta olmak üzere birçok bölgede isyanlar patlak vermiştir. Bu anlamda 18.yüzyılda Arabistan topraklarında el-Suud & el-Şeyh ittifakı ile I. Suudi Arabistan devleti kurulmuştur. Gerek Suudilerin gerekse bölgedeki başka aşiretlerin/kabilelerin (örneğin Şerif Hüseyin-Haşimi) Osmanlı’ya ayaklanışının arka planında bölge dışı aktörlerle yaptıkları işbirlikleri yatmaktadır. Diğer bir deyişle Osmanlı’nın kurduğu bölgesel düzen, barış ve istikrar 19.yüzyılın başından itibaren İngiltere7, 1945 sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgesel aktörlerle yürüttüğü diplomasi aracılığıyla değiştirilmiştir. Bu anlamda Körfez’in güvenlik, dış politika ekonomi ve siyaset alanlarındaki temel dinamiği bölge dışı aktörlerle sürdürdüğü ilişki biçimidir. Özellikle ABD’nin Körfez’e yönelik siyasetinin bölgedeki siyasi elit üzerindeki bıraktığı iz yadsınamaz bir gerçektir. Bu durum günümüze kadar süregelmiştir. Birçok siyasi elit ABD’nin bölgedeki varlığından oldukça memnun olduğunu sıklıkla dile getirmektedir. Fakat ABD’nin 2008 yılı itibariyle girdiği ekonomik kriz Washington’ın Ortadoğu ve Körfez’e yönelik siyasetini sorgulamaya itmiştir. Bu anlamda Barack Obama’nın başkanlığı döneminde ABD’nin bölge politikası değişmiştir.8 2017 yılında göreve başlayan Donald Trump da bu siyasetin bir benzerini izlemektedir.