Selim KARAOSMANOĞLU
TASAM Başkan Danışmanı Büyükelçi [E]
TASAM Başkan Danışmanı Büyükelçi [E]
Son gelişmelerle Azerbaycan - Ermenistan çatışması/ateşkesi gündemin zirvesine taşınırken bir yandan da Fransa ilişkisi gündeme gelmektedir. Öte yandan iki ülkenin bu kronik uyuşmazlığı ile ilgili çözüm sürecinde Türkiye’nin masada olup olmayacağı da merak edilmektedir. Her şeyden önce Minsk Grubu ve Triumvira (Üçlü Yönetim) konusunda ciddi bir bilgi karmaşası ve eksikliği söz konusudur. 1992-1995 sürecinde bizim de katıldığımız Minsk Grubu toplantılarının çalışma yöntemi ve usulleri sessizlik ve konsensüs çerçevesinde vuku bulmuştur.
Esasen Ülkemizin de Minsk Grubu üyeleri ile masada olması için yapması gereken bellidir: Türkiye, Viyana’da AGİT`teki en üst icra makamına ve eş-başkanlara çağrı yaparak, baştan beri üyesi olduğu Minsk Grubu’nu toplantıya çağırmayı zaman içinde değerlendirebilir. Bu bu çağrıyı tek başına yapabileceği gibi, Almanya, İsveç ve Finlandiya ile ortaklaşa yapması da mümkündür. 9 2 ülkeden oluşan Minsk Grubu’nun işlevsel geçmişi iki evreden oluşmaktadır; Önce Eş-Başkanlık, devamında ise hâlihazırdaki Triumvira (ABD - Fransa - RF Üçlü Yönetimi) dönemidir. Kâğıt üzerinde AGİT altında birbirleri ile bağlantılı iken fiiliyatta yöntemsel ve içerik olarak farklılık gösteren ve nihayetinde “tam kadro“ Minsk Grubu’nu marjinalize eden süreci kısaca izah etmekte fayda vardır.
Minsk Grubu; Fransa, RF, ABD, Türkiye, Almanya, Belarus, Finlandiya, İsveç, İtalya ve Azerbaycan ile Ermenistan’dan müteşekkil olup Azeri ve Ermeni heyetlerinde bu iki ülkenin Dağlık Karabağlı temsilcileri de yer almıştır. Toplantılar, Azeri ve Ermeni temsilciler olmadan kapalı şekilde başlamış, ardından bu ülkelerin heyetleri de katılmışlardır. Toplantıları ve sekretaryayı yöneten eş-başkanlar; yaklaşık altı ay kadar görev yapmış, gerektiğinde toplantıyı kendi başkentlerinde düzenlemiş, koşullara göre bazen Azerbaycan ve Ermenistan da siyasi liderlikleri ile temas için ziyaret edilmiştir.
Triumvira dönemine dek İtalya (BE Rafaelli), ABD (BE Maresca), Rusya Federasyonu (BE Kazimirov), İsveç (Devlet Sekreteri Jan Eliasson) ve Finlandiya (Devlet Sekreteri Talvitte ve BE Hakala) sırasıyla eş-başkanlık görevi üstlenmiştir. Triumvira’nın neden/nasıl ABD - Fransa - Rusya Federasyonu’ndan oluştuğu ve arkasındaki gerekçe(ler) ise ayrı bir konudur. Öte yandan Triumvira oluştuktan sonra Minsk Grubu’nun marjinalize edilmesi, yılda bir kez Triumvira tarafından Viyana’da brife edilmesi, bu duruma Türkiye tarafından şimdiye dek tepki verilmemesi de dikkati çekicidir.
Minsk Grubu’nun çalışma yöntemi ve saptadığı ilkesel süreç şöyledir: Taraflar arasında sınırlarda ve Dağlık Karabağ’da ateşkes sağlanması ve askerî uzmanlarca sahada denetlenmesi, karşılıklı tüm esir ve sivil tutukluların değiştirilmesi, nihai çözüm için kararlaştırılan yol haritası, ayrıntılı takvim ve güven artırıcı önlemlerin uygulanması, bu çerçevede “işgal altındaki topraklardan“ geri çekilmenin sağlanması, Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasındaki Lâçin Koridoru’nun statüsünün belirlenmesi (uyuşmazlıkla ilgili görüşmeler uzadıkça Minsk Grubu’nda oluşan “Karabağ Yorgunluğunun“ Viyana ve ilgili başkentlere yansıması da kayda değerdir, Minsk Grubu toplantılarının önemli bir özelliği de, toplantı esnasında Azeri ve Ermeni heyetlerine kuliste gayriresmî görüşme imkânı vermesidir).
Triumvira’nın çalışma yöntemi ve hedefi şöyledir: ABD - Fransa - RF üçlüsü, temelde iki ülke liderleri arasında "dolaylı görüşmeler" yöntemi ile diyalog sürecini başlatmış ve sonuçta her iki ülkenin Cumhurbaşkanını birkaç kez aynı masada buluşturmuştur. Tarafların malum maksimalist tutumları ile hiç sonuç alınamadığı ve günümüzdeki silahlı çatışma ortamına gelindiği de açıktır. Taraflar arası doğrudan görüşmelerin gerçek yüzü meçhuldür. Halbuki eş-başkanlık döneminde belli konularda statüko içinde bazı ilerlemeler sağlandığı bilinmektedir. Artık bir Triumvira’dan söz etmek mümkün değildir. Zira Fransa, Ermenistan’ın yanında olduğunu en üst düzeyde ifade ederek, uyuşmazlıkta taraflardan biri haline gelmiştir. Minsk Grubu tekrar hayata geçirilerek işlevsel bir nitelik kazanırsa, bu kez Fransa’nın Grup’taki “eş-başkanlık“ işlevinin zor durumda kalacağını öngörmek mümkündür.
Sonuç olarak, Dağlık Karabağ cephesindeki askerî gelişmeler Azerbaycan’ın lehindedir, Bakü müzakere pozisyonuna avantajlı bir konumda girmiştir. Nitekim dikkat edilirse Azerbaycan siyasi liderliği, işgal altındaki rayonları kurtarmaktan çok, Dağlık Karabağ sınırları içinde ilerlemeye öncelik vermiştir. Zira masaya kuvvetli kartlarla oturarak; Erivan, Dağlık Karabağ’da alacağı anayasal tavizler karşılığında esasen işgal altındaki Azeri rayonları tamamen boşaltma imkanına kavuşmuştur.
Bu koşullarda kalıcı çözümün ne olabileceği noktasında, konuya; tarihsel miras, bölgesel gelişmeler ve iki ülkedeki siyasi dengeler açısından yaklaşılması daha gerçekçi olacaktır. Nitekim “tam kadro“ Minsk Grubu’nun faaliyette bulunduğu süreçteki görüşmeler, şu parametreler üzerinde yürümüştür: * Dağlık Karabağ, Azerbaycan sınırlarının ve dahi münhasır egemenlik alanının içerisinde kalmalıdır. * Ayrıca geniş bir otonomiye de sahip olmalıdır (“dar bağımsızlık - kendi kaderini tayin“ koşulu ile). * Anayasaya göre, Dağlık Karabağ geniş bir idari hukuk özgürlüğüne sahip olmalıdır (idari alandaki bu geniş özerklik; belediyeler ile mali, ekonomik, eğitimsel, kültürel ve sosyal yapıları da içermelidir). * Dağlık Karabağ’ın Ermenistan Cumhuriyeti ile özel ve kendine özgün bağları muhafaza edilmelidir (örneğin Olimpiyatlara ve uluslararası spor müsabakalarına Ermenistan takımlarıyla katılabilmelidir, çifte vatandaşlık, askerlikten muafiyet gibi konular da belirlenip bu çerçevede değerlendirilmelidir). * Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasında Azerbaycan topraklarından gecen Lâçin Koridoru, bu iki varlık arsındaki kesilemeyen/kısıtlanamayan bağı oluşturmalıdır (Tavuz ile Kars/Doğukapı arasında Ermenistan’da oluşturulacak aynı statüdeki koridorla, Iğdır üzerinden Nahcivan ile Azerbaycan arasında bağlantı kurulmalıdır, keza Türkiye’ye de avantaj sağlayacaktır. Ancak Ermenistan ve İran; Nahcivan’ın Azerbaycan’a İran sınırının kuzeyinde Ermenistan topraklarından geçen bir koridor ile bağlanmasına tehdit algılaması nedeniyle razı olmayacak, gizli ve dolaylı da olsa direnecektir).
Böyle bir uzlaşı sonucu, normalleşme sürecini takiben, Ermenistan’ın aslında ekonomik açıdan Azerbaycan’a bağımlı kalmasının kaçınılmaz olacağı da unutulmamalıdır.