Orta Çağ bizlere çok uzak olmasına karşın, bazı anlarda, bazı görsel kesitlerde, sorguladığımız ve anlamlandırmak istediğimiz değişim-dönüşüm sembollerinde bizlere çok da yakınmış hissi verir. İçinde bulunduğumuz dönemin tekilliğinin ardındaki asimetrik ilişkilere dayalı karmaşık ağı ve çoklu yapısıyla benzerlik kurar ve sistemin değişen yapısal dinamiklerini Orta Çağ’ın sisli ve fantastik dünyasındakilerle karşılaştırırız. Örneğin uluslararası ilişkiler disiplinindeki görsel ve duygusal dönüşü sorguladığımızda, Orta Çağ dünyasından birçok imge, resim ve retorik zihnimizde canlanır. Şehrin çevresinde kurulan devasa mimarili güvenlikli siteleri gördüğümüzde, Orta Çağ’ın kale-kentlerini hatırlarız; modern dünyanın yerleşik diplomatik normları alt-üst edildiğinde ve bu anlamda yeni bir diplomatik teamüle yol alan Trump’ın twitter diplomasisini takip ettiğimizde ya da Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ederken yaşanan görsel imza şovunda, Orta çağ’ın bazı krallarının anlık, ani, duygusal ve rasyonel dünyasının gelgitlerinde tepkisel davranışları artan, istediğini cezalandıran, istediğini bağışlayan yönetim usullerine geri döneriz. Bu benzerlikler örüntüsünün ardında, aslında yekpare bir bütün olmayan, kendi içinde düzen ve düzensizlikleri olan, dolayısıyla hangi dönemiyle ilişkilendirildiği tartışmaya açık bir Orta Çağ vardır. Bu Orta Çağ özlemle yad edilen Antikite ile ilerlemeci bir gelecek tahayyülünün umuduyla dolu Rönesans döneminin arasında kalan Batı dünyasına ait dönemdir. Umberto Eco’nun da belirttiği gibi, Orta Çağ en özünde bir geçiş çağıdır ve içinde bulunduğumuz geçiş çağıyla en temel karakteristiği olan güvensizlik hali ve güvensizlik duygusuna ilişkin tüm semptomlarını tarihin veri setinde bize sunduğu için bugün de çekidicir.1
1300 yıllık bu uzun geçiş çağının son üçyüzyılı, geçiş deviniminin en hızlandığı, her şeyin daha da karıştığı ve karmaşıklaştığı Orta Çağ’ın günbatımıdır.2 Bu dönemde yerleşik yapısal şiddetin hem aktörel hem de düşünsel bağlamda dönüşmeye başlaması nedeniyle belirli, kanıksanmış, kabullenilmiş ve dolayısıyla göreli başetme yolları geliştirilmiş güvensizlik, yerini belirsiz, bilinmeyen, korkutucu ve farklı başetme yolları arayışına çıkaran yeni bir güvensizliğe bırakmıştır. Bu nedenle özellikle geçiş çağımıza ilişkin tartışmalarda Orta Çağ’ın son dönemi bizlere daha da yakın gelmektedir. Bu dönemin tarihi pratikleri, sarsılan düzeni ve geçiş çağı parametrelerini neden-sonuç ilişkisi içinde anlamlandırmada anahtar işlevi görür.
Uluslararası ilişkiler literatürü özelinde de geçiş çağları üzerine karşılaştırmalı analizlerle sistemik dönüşümü ve onun parametrelerini anlamlandırmaya çalışan ve Batı’ya özgü feodal Orta Çağ periyodunun karakteristik özelliklerini metodolojik araç olarak kullanan kuramsal perspektifler söz konusudur. Zira özellikle 1990 sonrası dönemde yaşanan sistemik değişimi analiz ettiğimizde, birbirinden farklı aktör düzeylerinde çoklu yapıların ortaya çıkışı ve transnasyonel ağların daha da karmaşıklaşması, başta güvenlik ve egemenlik alanlarında tekil düşünce mantığının kırılmasına ve böylece aktör, yapı ve süreçlerin yeniden değerlendirilmesine neden olmuştur. İşte bu anlamda, Orta Çağ’ın parçalı dünyası ve hiyerarşinin içinde asimetrik ilişkileri barındıran karmaşık güvenlik yapılanması, yeni Orta Çağcılık yaklaşımıyla sistemik dönüşümü anlamlandırmaya çalışan kuramsal yaklaşımlar için ana semptomlar olarak değerlendirilmektedir. Başka bir ifadeyle, Orta Çağ’ın feodal dünyası, feodal bağların ve aidiyetlerin karmaşık ilişkisi, sığınma bağları, güvenlik/güvensizlik duygusunun sosyopolitik dünyanın temel belirleyicisi olması, güvenlik ilişkilerinde yapısal şiddetin ve asimetrinin tırmanması, evrensel arayışlarla yerel unsurların biraradalığı ve çarpışması geçiş dönemlerinin karmaşasını çözümlemede metaforlaştırılmıştır. Kısacası, yeni Orta Çağcılık tartışmaları kuramsal arayışlarda metaforik bir araç olarak ön plana çıkmıştır. Bu bağlamda yeni Orta Çağcılık tartışmaları, özünde Batı tarihine ait “Orta Çağ dönemi“ üzerinden sistemik kalıcı düzensizlik haliyle karakterize edilen geçiş dönemlerinin özelliklerine odaklanır; tarihsel geçiş dönemleri arasında karşılaştırma yöntemiyle içinde bulunulan geçiş periyodunda aktör, yapı ve sürecin dönüşümündeki karmaşık bağlantıları anlamlandırmaya, ortaya çıkarmaya ve nedensellik bağını yorumlamaya çalışır. Yeni Orta Çağcılık çalışmalarının üzerinde durduğu dönemler arasında temel analojik bağlamlardan bir tanesi de bu ortak çoklu yapının karakteristik özelliklerinden biri olan devlet-dışı silahlı aktörlerin yükselişidir. Özellikle Orta Çağ’daki feodal bağlar, güvenlik aktörleri arasındaki karmaşık sığınma ilişkisi, şövalyelik ve aralarındaki cemaatsel yapılanma bugünkü sistemik dönüşümde özel askeri şirketler, terörist gruplar, yabancı savaşçıların varlığını ve nedensellik ilişkisini anlamlandırmada önemli bir düşünsel katkı sunar. Buradan hareketle bu çalışmada ilk olarak yeni Orta Çağcılık tartışmalarına yer verilecek, ardından geçiş çağlarının semptomatik bir ana karakteristiği olarak değerlendirilen devlet-dışı silahlı aktörlerin yükselişi tartışmaya açılacak ve bu aktörlerin ontolojik varlıklarının kalıcı bir sistemik düzensizlik ve güvensizlik haline dayandığı ve bu hali daha da kronik hale taşıdığı argümanı üzerine yoğunlaşılacaktır.3
Yeni Orta Çağcılık Tartışmaları
Yeni bir düzen kurulduğunda ya da mevcut düzen sarsıldığında, bu değişim dönüşümleri açıklamaya ve yeni doğacak olan sistemin özelliklerini tanımlamaya aday teorik bir çeşitlilik de beraberinde gelir. Geçmiş geçiş dönemlerinin tecrübeleri ve tarihi pratikleri bu arayışlarda benzer semptomları ve neden-sonuç ilişkiselliğini çözmek için anahtar işlevi görür ve yegane referans noktası olur. Yeni Orta Çağcılık tartışmaları, böylesi bir sistemik türbülans döneminde uluslararası ilişkiler literatüründe ilk olarak Hedley Bull tarafından modern devletler sistemine alternatif sistem olasılıkları arasında bir alt başlık olarak değerlendirilmiştir.4 Çözülme emareleri gösteren modern egemen devletler sisteminde paylaşılan otoriteler ile içe içe geçmiş birçok aktörden oluşan Orta Çağ sistemi ile benzerlik bağıntısı kuran Bull’a göre ana parametre, içe içe geçmiş çoklu bağlılıklar/sadakatler ve birbiriyle çakışan veya örtüşen otorite alanlarıdır.5 Yeni Orta Çağcı bir düzen varsayımı devletlerin bölgesel entegrasyonunu, devletlerin çözülmesi veya parçalanmasını, özelleşmiş uluslararası şiddetin yükselişini, transnasyonel örgütlerin varlığını ve dünyanın teknolojik olarak birleşimini önemli beş parametre olarak kabul eder ki, bu parametreler aynı zamanda daha fazla şiddet, daha fazla güvensizlik ve daha fazla belirsizlik sarmalının katalizörü olarak kabul edilebilir.6 Fransız yazar Alain Minc ise 1993 yılında yazdığı, Türkçe’ye de çevrilen Yeni Ortaçağ adlı eserinde Sovyetlerin dağılması sonrası dünyanın sahip olduğu görünümü dönemin iyimserliğinin aksine yeni Orta Çağ olarak betimlemiş ve parametrelerini kısaca şu şekilde sıralamıştır:
Örgütlü sistemlerin yokluğu, her türlü merkezin kayboluşu, kaygan ve silik dayanışmaların ortaya çıkışı, belirsizlik, rastlantı, bulanıklık, geleneksel otoritelerin dışında sayıları giderek artan gri alanların gelişimi, akıl silinirken ilkel ideolojilerin ve boş inançların yükselişi, krizlerin, sarsıntıların, spazmların gündelik yaşamın olağan parçası haline gelişi, “düzenli“ evren küçülürken, buraya giderek duyarsızlaşan alanların ve toplumların daha da yer kaplayışı.7
1300 yıllık bu uzun geçiş çağının son üçyüzyılı, geçiş deviniminin en hızlandığı, her şeyin daha da karıştığı ve karmaşıklaştığı Orta Çağ’ın günbatımıdır.2 Bu dönemde yerleşik yapısal şiddetin hem aktörel hem de düşünsel bağlamda dönüşmeye başlaması nedeniyle belirli, kanıksanmış, kabullenilmiş ve dolayısıyla göreli başetme yolları geliştirilmiş güvensizlik, yerini belirsiz, bilinmeyen, korkutucu ve farklı başetme yolları arayışına çıkaran yeni bir güvensizliğe bırakmıştır. Bu nedenle özellikle geçiş çağımıza ilişkin tartışmalarda Orta Çağ’ın son dönemi bizlere daha da yakın gelmektedir. Bu dönemin tarihi pratikleri, sarsılan düzeni ve geçiş çağı parametrelerini neden-sonuç ilişkisi içinde anlamlandırmada anahtar işlevi görür.
Uluslararası ilişkiler literatürü özelinde de geçiş çağları üzerine karşılaştırmalı analizlerle sistemik dönüşümü ve onun parametrelerini anlamlandırmaya çalışan ve Batı’ya özgü feodal Orta Çağ periyodunun karakteristik özelliklerini metodolojik araç olarak kullanan kuramsal perspektifler söz konusudur. Zira özellikle 1990 sonrası dönemde yaşanan sistemik değişimi analiz ettiğimizde, birbirinden farklı aktör düzeylerinde çoklu yapıların ortaya çıkışı ve transnasyonel ağların daha da karmaşıklaşması, başta güvenlik ve egemenlik alanlarında tekil düşünce mantığının kırılmasına ve böylece aktör, yapı ve süreçlerin yeniden değerlendirilmesine neden olmuştur. İşte bu anlamda, Orta Çağ’ın parçalı dünyası ve hiyerarşinin içinde asimetrik ilişkileri barındıran karmaşık güvenlik yapılanması, yeni Orta Çağcılık yaklaşımıyla sistemik dönüşümü anlamlandırmaya çalışan kuramsal yaklaşımlar için ana semptomlar olarak değerlendirilmektedir. Başka bir ifadeyle, Orta Çağ’ın feodal dünyası, feodal bağların ve aidiyetlerin karmaşık ilişkisi, sığınma bağları, güvenlik/güvensizlik duygusunun sosyopolitik dünyanın temel belirleyicisi olması, güvenlik ilişkilerinde yapısal şiddetin ve asimetrinin tırmanması, evrensel arayışlarla yerel unsurların biraradalığı ve çarpışması geçiş dönemlerinin karmaşasını çözümlemede metaforlaştırılmıştır. Kısacası, yeni Orta Çağcılık tartışmaları kuramsal arayışlarda metaforik bir araç olarak ön plana çıkmıştır. Bu bağlamda yeni Orta Çağcılık tartışmaları, özünde Batı tarihine ait “Orta Çağ dönemi“ üzerinden sistemik kalıcı düzensizlik haliyle karakterize edilen geçiş dönemlerinin özelliklerine odaklanır; tarihsel geçiş dönemleri arasında karşılaştırma yöntemiyle içinde bulunulan geçiş periyodunda aktör, yapı ve sürecin dönüşümündeki karmaşık bağlantıları anlamlandırmaya, ortaya çıkarmaya ve nedensellik bağını yorumlamaya çalışır. Yeni Orta Çağcılık çalışmalarının üzerinde durduğu dönemler arasında temel analojik bağlamlardan bir tanesi de bu ortak çoklu yapının karakteristik özelliklerinden biri olan devlet-dışı silahlı aktörlerin yükselişidir. Özellikle Orta Çağ’daki feodal bağlar, güvenlik aktörleri arasındaki karmaşık sığınma ilişkisi, şövalyelik ve aralarındaki cemaatsel yapılanma bugünkü sistemik dönüşümde özel askeri şirketler, terörist gruplar, yabancı savaşçıların varlığını ve nedensellik ilişkisini anlamlandırmada önemli bir düşünsel katkı sunar. Buradan hareketle bu çalışmada ilk olarak yeni Orta Çağcılık tartışmalarına yer verilecek, ardından geçiş çağlarının semptomatik bir ana karakteristiği olarak değerlendirilen devlet-dışı silahlı aktörlerin yükselişi tartışmaya açılacak ve bu aktörlerin ontolojik varlıklarının kalıcı bir sistemik düzensizlik ve güvensizlik haline dayandığı ve bu hali daha da kronik hale taşıdığı argümanı üzerine yoğunlaşılacaktır.3
Yeni Orta Çağcılık Tartışmaları
Yeni bir düzen kurulduğunda ya da mevcut düzen sarsıldığında, bu değişim dönüşümleri açıklamaya ve yeni doğacak olan sistemin özelliklerini tanımlamaya aday teorik bir çeşitlilik de beraberinde gelir. Geçmiş geçiş dönemlerinin tecrübeleri ve tarihi pratikleri bu arayışlarda benzer semptomları ve neden-sonuç ilişkiselliğini çözmek için anahtar işlevi görür ve yegane referans noktası olur. Yeni Orta Çağcılık tartışmaları, böylesi bir sistemik türbülans döneminde uluslararası ilişkiler literatüründe ilk olarak Hedley Bull tarafından modern devletler sistemine alternatif sistem olasılıkları arasında bir alt başlık olarak değerlendirilmiştir.4 Çözülme emareleri gösteren modern egemen devletler sisteminde paylaşılan otoriteler ile içe içe geçmiş birçok aktörden oluşan Orta Çağ sistemi ile benzerlik bağıntısı kuran Bull’a göre ana parametre, içe içe geçmiş çoklu bağlılıklar/sadakatler ve birbiriyle çakışan veya örtüşen otorite alanlarıdır.5 Yeni Orta Çağcı bir düzen varsayımı devletlerin bölgesel entegrasyonunu, devletlerin çözülmesi veya parçalanmasını, özelleşmiş uluslararası şiddetin yükselişini, transnasyonel örgütlerin varlığını ve dünyanın teknolojik olarak birleşimini önemli beş parametre olarak kabul eder ki, bu parametreler aynı zamanda daha fazla şiddet, daha fazla güvensizlik ve daha fazla belirsizlik sarmalının katalizörü olarak kabul edilebilir.6 Fransız yazar Alain Minc ise 1993 yılında yazdığı, Türkçe’ye de çevrilen Yeni Ortaçağ adlı eserinde Sovyetlerin dağılması sonrası dünyanın sahip olduğu görünümü dönemin iyimserliğinin aksine yeni Orta Çağ olarak betimlemiş ve parametrelerini kısaca şu şekilde sıralamıştır:
Örgütlü sistemlerin yokluğu, her türlü merkezin kayboluşu, kaygan ve silik dayanışmaların ortaya çıkışı, belirsizlik, rastlantı, bulanıklık, geleneksel otoritelerin dışında sayıları giderek artan gri alanların gelişimi, akıl silinirken ilkel ideolojilerin ve boş inançların yükselişi, krizlerin, sarsıntıların, spazmların gündelik yaşamın olağan parçası haline gelişi, “düzenli“ evren küçülürken, buraya giderek duyarsızlaşan alanların ve toplumların daha da yer kaplayışı.7