İnsanoğlunun birlikte yaşama ihtiyacı fıtrî olduğu kadar sosyal ve iktisadî gerekliliğin tabiî bir sonucudur. Bu birlikteliğin barış ve huzur içerisinde sürdürülebilmesi için empatiyi içselleştirmiş dürüst ve erdemli bireylerden oluşan toplumlara ihtiyaç vardır. Gerek Anadolu’da gerekse Müslümanların yaşadıkları coğrafyalarda pek çok gönül sultanı dili, dini, ırkı, rengi, mezhebi farklı insanların “Müslümanlarla birlikte aynı ortamda özgürce“ yaşayabileceklerini savunmuşlardır. Dolayısıyla bu kimselerin fikirlerinin ve beslendikleri kaynakların bilinmesi ve gelecek nesillere tanıtılması büyük önem arz etmektedir.
Bu tebliğimizde söz konusu gönül sultanlarından biri olan ve çok kültürlü yaşamı savunan Ebu’l-Hasan el-Harakânî gibi abide bir şahsiyetin farklı din, mezhep ve etnik kökenden insanların bir arada, barış ve huzur içinde yaşamalarına yaptığı katkılar değerlendirilmiştir.
Şeyh Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed b. Cafer el-Harakânî (ö. 425/1033) yaklaşık on asır evvel Horasan bölgesinde doğan, orada yetişen ve ömrünün sonlarını Anadolu’da geçiren, Bâyezîd-i Bistâmî’yi (ö. 234/848) kendine model alan, Hakk’a ermek için zor riyâzetlere, çetin mücâhede ve çilelere katlanan tahkik ehli bir sûfîdir. el-Harakânî dergâhında binlerce talebe yetiştiren, insanların gönüllerini fetheden, fikirleriyle kendisinden sonra gelenlere tesir eden ve “Horasan Erenleri“nin yetişmesinde önemli rol oynayan bir Hak âşığıdır.
Nakşibendiyye silsilesinde mühim bir yere sahip olan el-Harakânî, Aynülkudât el-Hemedânî (ö. 525/1131), Yusuf Hemedânî (ö. 535/1140), Ferîdüddin Attâr (ö. 618/1221), Necmeddîn-i Dâye (ö. 654/1256) Ahmet Yesevî (ö. 562/1166), Hacı Bektâşi Velî (ö. 670/1271) ve Hacı Bayram-ı Velî (ö. 833/1429) gibi pek çok mutasavvıfı etkilemiştir. Bu nedenledir ki onun adına birçok tarikat silsilesinde rastlanılmaktadır. Mevlânâ (ö. 670/1271) manevî mürşidi Harakânî’den “bilgeler bilgesi“ diye söz etmekte, “Mesnevî“sinde menkabelerini anlatmaktadır. Şems-i Tebrîzî de (ö. 645/1247) “Makâlât“ adlı eserinde ondan sitayişle söz etmektedir.
el-Harakânî kendisinden asırlar sonra gelen Yunus Emre’nin (ö. 720/1320); “Yaratılanı hoş gör, Yaratandan ötürü“ özdeyişini ve “Cümle yaratılmışa bir gözle bakma“ tavsiyesini “yüzyıllar önce yaşayarak göstermiş“ bir gönül sultanıdır. Çünkü el-Harakânî; “Her kim bu kapıya gelirse ekmeğini verin ve adını/ inancını sormayın. Zira Ulu Allah’ın dergâhında ruh taşımaya layık olan herkes, elbette Ebu’l-Hasan’ın sofrasında ekmek yemeye de lâyıktır“ diyerek dili, dini, ırkı, rengi ve mezhebi ne olursa olsun her insana değer verdiğini göstermiş, asimilasyonun, ötekileştirmenin ve ayrımcılığın yanlışlığına asırlar öncesinden dikkat çekmiş ve her müminin kalbinin insan sevgisiyle dolu olmasını istemiştir. Nitekim ondan yaklaşık iki asır sonra dünyaya gelen Mevlânâ da; “Tövbe et, tövbe et, her ne isen gene tövbe et! Kâfirsen, ateşe tapıyorsan, puta tapıyorsan bütün bunları bir kenara bırak, tövbe et! Bu bizim dergâhımız, eşiğimiz ümitsizlik eşiği değildir; Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da gene tövbe et!“ diyerek tüm insanları hatalarından ve yanlışlarından vaz geçmeye ve İslâm’ı öğrenmeye dergâhına davet etmiştir.
Bu tebliğimizde söz konusu gönül sultanlarından biri olan ve çok kültürlü yaşamı savunan Ebu’l-Hasan el-Harakânî gibi abide bir şahsiyetin farklı din, mezhep ve etnik kökenden insanların bir arada, barış ve huzur içinde yaşamalarına yaptığı katkılar değerlendirilmiştir.
Şeyh Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed b. Cafer el-Harakânî (ö. 425/1033) yaklaşık on asır evvel Horasan bölgesinde doğan, orada yetişen ve ömrünün sonlarını Anadolu’da geçiren, Bâyezîd-i Bistâmî’yi (ö. 234/848) kendine model alan, Hakk’a ermek için zor riyâzetlere, çetin mücâhede ve çilelere katlanan tahkik ehli bir sûfîdir. el-Harakânî dergâhında binlerce talebe yetiştiren, insanların gönüllerini fetheden, fikirleriyle kendisinden sonra gelenlere tesir eden ve “Horasan Erenleri“nin yetişmesinde önemli rol oynayan bir Hak âşığıdır.
Nakşibendiyye silsilesinde mühim bir yere sahip olan el-Harakânî, Aynülkudât el-Hemedânî (ö. 525/1131), Yusuf Hemedânî (ö. 535/1140), Ferîdüddin Attâr (ö. 618/1221), Necmeddîn-i Dâye (ö. 654/1256) Ahmet Yesevî (ö. 562/1166), Hacı Bektâşi Velî (ö. 670/1271) ve Hacı Bayram-ı Velî (ö. 833/1429) gibi pek çok mutasavvıfı etkilemiştir. Bu nedenledir ki onun adına birçok tarikat silsilesinde rastlanılmaktadır. Mevlânâ (ö. 670/1271) manevî mürşidi Harakânî’den “bilgeler bilgesi“ diye söz etmekte, “Mesnevî“sinde menkabelerini anlatmaktadır. Şems-i Tebrîzî de (ö. 645/1247) “Makâlât“ adlı eserinde ondan sitayişle söz etmektedir.
el-Harakânî kendisinden asırlar sonra gelen Yunus Emre’nin (ö. 720/1320); “Yaratılanı hoş gör, Yaratandan ötürü“ özdeyişini ve “Cümle yaratılmışa bir gözle bakma“ tavsiyesini “yüzyıllar önce yaşayarak göstermiş“ bir gönül sultanıdır. Çünkü el-Harakânî; “Her kim bu kapıya gelirse ekmeğini verin ve adını/ inancını sormayın. Zira Ulu Allah’ın dergâhında ruh taşımaya layık olan herkes, elbette Ebu’l-Hasan’ın sofrasında ekmek yemeye de lâyıktır“ diyerek dili, dini, ırkı, rengi ve mezhebi ne olursa olsun her insana değer verdiğini göstermiş, asimilasyonun, ötekileştirmenin ve ayrımcılığın yanlışlığına asırlar öncesinden dikkat çekmiş ve her müminin kalbinin insan sevgisiyle dolu olmasını istemiştir. Nitekim ondan yaklaşık iki asır sonra dünyaya gelen Mevlânâ da; “Tövbe et, tövbe et, her ne isen gene tövbe et! Kâfirsen, ateşe tapıyorsan, puta tapıyorsan bütün bunları bir kenara bırak, tövbe et! Bu bizim dergâhımız, eşiğimiz ümitsizlik eşiği değildir; Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da gene tövbe et!“ diyerek tüm insanları hatalarından ve yanlışlarından vaz geçmeye ve İslâm’ı öğrenmeye dergâhına davet etmiştir.