Anahtar Kavramlar: Nebevî Fütüvvet, Ahîlik, Kardeşleştirme (Musâhip-Muâhat), Meslekler, Şehir (Medine).
Giriş: Peygamberlerin İslâm’a Davet programları:
İslâm’a davet Kur’an’da “İyiliği emr, kötülüğü nehy“ şeklinde kavramlaştırılmış ve Müslüman olmanın gereği olarak ısrarla vurgulanmıştır. Mekke’de nazil olan Asr Sûresi de (103. Sûre) üçüncü ve son ayetinde (İllellezîne âmenû ve amilûssâlihâti ve tevâsav bilhakkı ve tevâsav bissabr) iman edip ve salih amel işlemenin hemen ardından hakkı ve sabrı tavsiye etmeyi zikretmiştir. Bu dört eylem (iman amel hakkı tavsiye sabrı tavsiye) birliği, hüsrandan kurtuluş sayılmıştır. Peygamberlerin insanlık tarihi boyunca bu dört eylem üzere programlar uyguladığı Kur’an’dan anlaşılmaktadır. Fütüvvet, bir İslâm’a davet, İslâm’ın toplumsallaşması, sabırda yardımlaşma ve İslâm şehri=medeniyet programı olarak görülmektedir. Yahudilerin Hz. Musa (as), Hz. Yusuf (as) ile bu programla inzar edildikleri ancak onların kral peygamberler istemeleri üzerine Allah’ın başka bir programla peygamberler gönderdiği bilinmektedir. Hz. Davud (as) ve Hz. Süleyman (as) kral peygamber olarak farklı bir programla gönderilmişler ancak Fütüvvet programına sıdk ile bağlılıktan kopmamışlardır.
Hz. Peygamber (asv) hicret sırasında Hz. Ali’yi yatağında yatırmış ve Hz. Ebubekir (ra)’i ise yol arkadaşı yaparak sefere çıkmıştır. Nebevî silsilenin İslâm’a davet programlarının temsilcisi de bu iki büyük sahabedir. Hz. Ebubekir (ra), Hz. Davud (as) ve Hz. Süleyman (as)’ın zühd ile yürüttüğü “kral peygamber“ programını Arap topluluklar arasında yeniden güncellemiş ve İslâmî fetihleri “İmamlar Kureyş’tendir“ yaklaşımıyla yönetmiş, devlet mekanizmasını İslâm’a davet için araçlaştırmıştır. Ancak fetihler Arap olmayan nüfus bölgelerine yayıldığında Hz. Ebubekir’in güncellemeye çalıştığı program kendisinden sonra gelen Emevî-Abbasî halifeleri döneminde bir ırkçılığa dönüşmüştür. Hz. Ebubekir (ra)’in programının dayandığı esasları şöyle tasnif edebiliriz: 1) Yöneticilerin zühdü, 2) İsâr ahlâkı, 3) Kabile reislerini İslâm’a kazandırma, 4) Kabilelerin reisleri ile yönetilmesi. Hz. Ebubekir (ra) “Sıddık“tır; malının tamamını birkaç kez Hz. Peygamber (asv)’in davası uğruna infak etmiştir. Onun yürüttüğü programın Hz. Davud (as) ve Hz. Süleyman (as) tarafından “kral istiyoruz“ diyen topluluklar için işlevsel olduğu söylenebilecektir. İslâm toplumlarında ortaya çıkmış tarikatların hemen çoğunun devlet-tekke ilişkileri kurarak bu yola intisap ettiği açıktır. Belkıs’ın imanı, kral Peygamber (as)’e imandır. Bu yol, “İslâm Devleti“ teorisini de beslemektedir.
İslâm’a davette diğer program fütüvvettir. Hz. Muhammed (asv) ahir zaman peygamberi olarak bu ikinci programı uygulamıştır. Bu bir “şehir“ programıdır. Hz. Peygamber (asv) kral olmadığını ısrarla vurgulamıştır. Bu konuda oldukça bilinen iki örneğin tekrar zikredilmesinde fayda vardır: 1) Mekke’nin fetih günü, korkudan ve heyecandan titreyen bir adam Resulullah’ın yanına yaklaştı. Resulullah adamın bu halini görerek şöyle seslendi: “Titremene lüzum yok, ben kral değilim. Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum ben“; 2) Hz. Ömer (ra), Hz. Peygamber (asv)’in hasırda yattığını ve hasırın yüzünde iz bıraktığını görünce ağladı. Allah Resûlü niçin ağladığını sorunca da Ömer (ra): Ya Resûlullah! Şu anda kisralar, krallar saraylarında kuş tüyünden yataklarında yatarken, Sen, sadece kuru bir hasır üstünde yatıyorsun ve o hasır, Senin yüzünde iz bırakıyor. Gördüklerim beni ağlattı, der. Bunun üzerine Allah Resûlü, Ömer’e (ra) şu karşılıkta bulunur: “İstemez misin ya Ömer, dünya onların, âhiret de bizim olsun.“
Hz. Peygamber (asv)’e isnad edilen “el-Fakru fahrî: Fakirlik iftiharımdır“ hadisinin de mevzu olduğu ifade edilmişse de sûfiler “Fakat mânası sahihtir“ demişlerdir. Kur’an da iki ayette insanın fakir olduğunu beyan ettiğinden [“Ey insanlar, siz Allah’a fakirsiniz; Allah ise, Ğaniydir, Hamiddir“ (35 Fatır 15); “Allah, Ğaniydir, fakir olan sizlersiniz“ (47 Muhammed 38)] hadisin manasının sahih olduğu görüşü muteberdir.
Dolayısıyla Müslümanların Hicret ile Medine’ye fakir feta/racul kişiler olarak gelmesi, aralarında dayanışmanın inşa edilmesi, “komşusu açken tok yatanın“ toplum dışı sayılması, “bizi aldatan bizden değildir“ fikrince bazı ilkelerin benimsenerek hayata geçirilmesi, Medine’de yerleşik Ensar topluluğunun geçim-üretim tarzlarıyla rekabet ve çekişme yaşanmaması için Müslüman Pazarı inşa edilmesi, pazarda tekelci zihniyetlere ve kapitalist birikime fırsat verilmemesi nedeniyle Yahudilerin ahidlerini çiğnemesi, fütüvvet programının fakir topluluklar arasında yayılmasını hızlandırmış ancak Kureyş’in Arapların içinde merkezî konumlarını Arap olmayan (mevalî) topluluklara uygulamak istemesi kargaşaya yol açmıştır.
Biz bu makalemizde fütüvvet programının Hz. Âdem’den beri gelen bir marifet olduğunu ve Hz. Ali vesilesiyle Ehl-i Beyt’e intikal ettiğine işaret etmeye çalıştık. Başkaca makalelerimizde “Medine Pazarı“ hakkında yeterince değerlendirme yaptığımızdan bu makalede “Medine Pazarı-Müslüman Pazarı“ bahsine yer vermedik. Bununla beraber Müslüman Pazarı’nın Ahîlik çalışmalarında başat rol oynadığı hususu bir hakikattir. Ahîlik, sadece ahîlerin meslekî mensubiyetlerine ve mesleklerini icra ederken ahlâk üzere hareket etmelerine hasredilemeyecek şekilde bir şehir kurgusuna, “şehir: Cuma kılunan-Pazar kurulan yerdir“ tanımına bağlanmalıdır. Bu kapsamda “Ankara Ahî Devleti“ tartışmaları da “Şehir=Din=Pazar“ ilişkileri kapsamında değerlendirilmelidir. İslâm şehri kapitalist bir sınıfın ortaya çıkmasına, Müslümanın Müslümana işçi-ırgat kılınmasına sebebiyet vermeyecek bir fütüvvet fikri ile inşa edilmiştir. Biz Hz. Bilal (ra) gibi kölelerin Hz. Ebubekir (ra) gibi servet sahipleri tarafından azad edildiği bir dinin müntesibi olarak Ahîliğin kapitalist toplumun “namuslu işçi“ ihtiyacına, tüketim toplumunun “kaliteli mal arzı“ ihtiyacına, gösteri toplumunun “debdebe ve imaj“ ihtiyacına malzeme kılınmasına karşı duruşumuzu elden bırakmamalıyız. Ahîlik, dağdaki aç kurdun dahi rızkını düşünen bir Müslüman toplumun kendi mensubu ferdlerinin piyasa oyunlarıyla / vergi sistemleriyle / kapitalist kira düzeneğiyle iflasına meşru nazarla bakmamaktadır. Cengiz Kallek’in çalışmalarından da bilindiği üzere Hz. Peygamber (asv) Medine Pazarı’na mal getiren üreticinin pazara giriş için harç vermesini, yani dükkân/yer kirasını men etmiştir. Aşıkpaşaoğlu Tarihi’nde de Osman Bey, Karacahisar’ı fethettiğinde pazara mal getiren üretici ve esnafın pazara giriş için harç-bedel ödemesini yasaklamış ve bu yasağı çiğneyenlerin fütüvvete aykırı davranacakları yolunda ikaz etmiştir.
Gerek Hz. Peygamber (asv)’in tatbikatı ve gerekse Osman Bey’in kuruluş yıllarında uyguladığı bu sistem İslâm’ın hızla yayılmasına ve halkın üreticilik, esnaflık, zanaatkârlıkla meşguliyetine meydan vermiştir. İslâm’ın yayılması ve devlet sistemi kurmasında rol oynayan bu model bilahare Emevîler ve Osmanlı devletinin ahir yöneticileri tarafından terk edilmiş, ahîlik-fütüvvet tasfiye edilmek istenmiştir.
Bu sürecin geriye çevrilmesi, Ahîliğin yeniden fütüvvet programına göre ele alınması ile sağlanabilir. Ahîliği esnaf ideolojisine dönüştürmek fütüvvet programının bütüncül yapısını ve kardeşleştirme tatbikatını bozmaktadır.