GİRİŞ
Küreselleşmenin ve ekonomik gelişmenin hız kazandığı günümüzde, ülkelerin güvenlik algılamalarında yeni bir unsur olarak ekonomik güvenlik kavramı da önemli ölçüde yer almaya başlamıştır. Zira ülkelerin ulusal güçlerinin temelinde ekonomik gücün yer aldığı, bölgesel ve küresel aktörler arasında yer alabilmenin en önemli şartlarından birisinin de kayda değer bir ekonomik güç haline gelmek olduğu değerlendirilmektedir.1
Ekonomik güvenliğin, uluslararası ilişkiler alanıyla doğrudan ilgili olan bir alt dalı ise enerji güvenliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelişen ve büyüyen ekonomilerin sürdürülebilir kılınmasında enerji güvenliği en önemli faktörler arasında yer almaktadır. Hâlihazırda dünyanın 17. büyük ekonomisi olan, G-20 üyesi Türkiye de son dönemde, enerji güvenliğini ön plana alan ve enerji unsurunu ulusal çıkarlarının önemli bir parçası olarak gören bir politika takip etmektedir. Bu politikanın bir yansıması olarak, Türk dış politikasında yer verilen öncelikli konulardan birisi de enerji güvenliği olarak ortaya çıkmıştır.2
Bu bölümde, Türkiye’nin enerji güvenliğinde İran’ın konumu ele alınacak olup; bu çerçevede enerji güvenliğinin tanımı ve kapsamı ile Türkiye’nin, doğal gaz ve petrol eksenindeki resmi enerji politikası ve İran’ın enerji politikası uygulamaları ile Türkiye’nin bu politikalara yaklaşımına da değinilecektir.
Enerji Güvenliği Ve Hidrokarbon Kaynakları Ekseninde Türkiye’nin Enerji Politikası
Enerji, ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişmeleri için en temel girdidir. İhtiyaç duyduğu enerjiyi, kesintisiz, güvenilir, zamanında, ucuz ve temiz olarak sağlayabilen ülkeler gelişmiş ve sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşmışlardır. Bu yaklaşımla birlikte, gelişmiş ülkeler, enerji-ekonomi-ekoloji dengesini dikkate alarak enerji planlamalarını yapmışlar, kaynak çeşitliliğine önem vererek, yeni enerji tedarik zincirleri ve enerji güvenliği ile ilgili politikalar geliştirmeye başlamışlardır.3
Enerji arz güvenliği; ihtiyacın yeterli, güvenilir, erişilebilir bir şekilde temini ve bunun sürdürülebilir olmasına bağlıdır. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın temel ve en önemli, olmazsa olmaz girdilerinden birisi olan enerji arzı, özellikle küreselleşmenin ve ekonomik gelişmenin baş döndürücü bir hıza ulaştığı günümüzde, ülkelerin en öncelikli konuları arasında yer almaktadır.
Gerek süreklilik gerekse bulunabilirlik yönünden enerji; günümüzde ve gelecekte, dünyada enerji tüketimi yüksek gelişmiş ülkeler kadar, gelişmekte olan ülkelerin de en önemli önceliklerinden biri haline gelmiştir.4
Öte yandan, yeterli rezervlerin olduğu ve yeni kaynaklara yönelme hususundaki tüm öngörülere karşın, enerji temin hızının ve paylaşımının mertebesi de enerji güvenliği açısından gündeme gelmektedir. Enerji arz güvenliği, ülkelerin ulusal güvenlik konuları içinde en başta yerini almakta, ekonomik bir konu olmanın ötesine geçerek bir ülkenin sanayileşme, kalkınma ve savunma politikalarında izlenmesi gereken ana politikanın önemli bir bileşenini oluşturmaktadır.5
Ekonomik gelişmenin ve uluslararası ilişkilerin günümüzde ulaştığı seviye itibariyle, enerji güvenliği meselesinin, ekonomik ve ticari boyutlarının çok ötesinde siyasi ve stratejik bir çerçevede de ele alındığı gözlenmektedir. Dolayısıyla, günümüzde enerji güvenliği meselesi, devletlerin ekonomik ve stratejik güvenliğinin olmazsa olmaz bir unsuru haline gelmiştir.
Türkiye’nin nüfusu, 1973–2000 yılları arasında % 78 artış göstererek, 38.072.000 kişiden, 67.804.000 kişiye ulaşmıştır. 1973–2000 döneminde, nüfusun yıllık artış hızı % 2,9 olarak gerçekleşmiştir. Yapılan nüfus tahminlerine göre, ülkemiz nüfusunun 2020 yılında 88 milyona ulaşması beklenmektedir.6
Türkiye’de kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hâsıla 1973’de 1.994 Dolardan, 2000 yılında 3.158 Dolara çıkarak, % 58’lik bir artış göstermiştir. Buna karşılık, aynı dönem için enerji talebi de, 24,5 Mtep (milyon ton petrol eşdeğeri)’den, 81,3 Mtep’e çıkarak % 231 oranında artmıştır. Kişi başına düşen elektrik talebindeki artış ise 326 KWh’den, 1.892 KWh’a çıkmıştır.
1973–2000 döneminde, kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hâsıla’daki artış % 58 olarak gerçekleşirken, enerji talebinin % 232, kişi başına düşen elektrik enerjisi talebinin ise % 422 artış göstermesi, Türkiye’nin sürdürülebilir büyümesi için gerekli olan enerji ihtiyacını ortaya koymaktadır.7
2010 ve 2020 yıllarına yönelik tahminlerde, nüfus ve GSMH’deki artışa paralel olarak, enerji talebinde büyük artışlar beklenmektedir. 2010 yılında enerji talebinin 153,9 Mtep, kişi başına elektrik talebinin 3.653 KWh; 2020 yılında ise enerji talebinin 282,2 Mtep, kişi başına elektrik talebinin ise 6.455 KWh olacağı tahmin edilmektedir. Bu şartlar altında, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin uygulayacağı enerji politikaları, sanayileşme ve sürdürülebilir büyüme hedeflerine ulaşmada itici güç oluşturacaktır.8
Türkiye’nin, bir yandan resmi açıklamalara göre % 1,47 olan oldukça yüksek nüfus artışı, diğer yandan da hızlı sanayileşmesi dolayısıyla, enerji ihtiyacı her yıl bir önceki yıla oranla, % 10 civarında artmaktadır. Bu ise her 7 yılda bir, ülkenin enerji ihtiyacının ikiye katlanması anlamına gelmektedir.9
Bu bağlamda Türkiye, birincil enerji kaynakları açısından yeterli bir ülke olmamakla birlikte, kömür (özellikle linyit) ve hidroelektrik açısından önemli oranda yerli kaynaklara sahiptir. Bu noktada, bu yerli kaynakların hızla, verimli ve ekonomik olarak değerlendirilerek, artan ithal enerji kaynakları oranlarının azaltılması gerekmektedir.10 Bu hareket stratejisi, Türkiye’nin ekonomik güvenliği açısından da zorunludur.
Enerji kaynaklarının Türkiye açısından önemi, kendisini en fazla elektrik enerjisi üretiminde göstermektedir. Zira gerek sanayide gerek konut kullanımında elektrik enerjisinin hayati önemi açıktır. Bu çerçevede, elektrik enerjisi üretiminde enerji kaynaklarının rolü incelendiğinde (Tablo 3); en büyük payın % 48,2’yle doğal gazda, ardından % 21,1’le linyitte ve % 16,8’le hidrolikte olduğu gözlenmektedir. Bu çerçevede, Türkiye’nin elektrik enerjisi üretiminin neredeyse yarıya yakınının doğalgazdan sağlanmakta oluşu ve doğalgaz ihtiyacının yaklaşık % 70’inin (ve büyük oranda tek kaynaktan-Rusya) ithalat yoluyla karşılanması durumun tehlikeli boyutunu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Kitap Bölümü;
Rekabetten Geleceğe Türkiye-İran İlişkilerinin Güvenlik Boyutu, Yazar: Mehmet Akif KOÇ, TASAM Yayınları, Uluslararası İlişkiler; 21, ISBN: 978-975-6285-59-6, Baskı: Mavi Ofset, İSTANBUL Haziran 2012.
Küreselleşmenin ve ekonomik gelişmenin hız kazandığı günümüzde, ülkelerin güvenlik algılamalarında yeni bir unsur olarak ekonomik güvenlik kavramı da önemli ölçüde yer almaya başlamıştır. Zira ülkelerin ulusal güçlerinin temelinde ekonomik gücün yer aldığı, bölgesel ve küresel aktörler arasında yer alabilmenin en önemli şartlarından birisinin de kayda değer bir ekonomik güç haline gelmek olduğu değerlendirilmektedir.1
Ekonomik güvenliğin, uluslararası ilişkiler alanıyla doğrudan ilgili olan bir alt dalı ise enerji güvenliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelişen ve büyüyen ekonomilerin sürdürülebilir kılınmasında enerji güvenliği en önemli faktörler arasında yer almaktadır. Hâlihazırda dünyanın 17. büyük ekonomisi olan, G-20 üyesi Türkiye de son dönemde, enerji güvenliğini ön plana alan ve enerji unsurunu ulusal çıkarlarının önemli bir parçası olarak gören bir politika takip etmektedir. Bu politikanın bir yansıması olarak, Türk dış politikasında yer verilen öncelikli konulardan birisi de enerji güvenliği olarak ortaya çıkmıştır.2
Bu bölümde, Türkiye’nin enerji güvenliğinde İran’ın konumu ele alınacak olup; bu çerçevede enerji güvenliğinin tanımı ve kapsamı ile Türkiye’nin, doğal gaz ve petrol eksenindeki resmi enerji politikası ve İran’ın enerji politikası uygulamaları ile Türkiye’nin bu politikalara yaklaşımına da değinilecektir.
Enerji Güvenliği Ve Hidrokarbon Kaynakları Ekseninde Türkiye’nin Enerji Politikası
Enerji, ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişmeleri için en temel girdidir. İhtiyaç duyduğu enerjiyi, kesintisiz, güvenilir, zamanında, ucuz ve temiz olarak sağlayabilen ülkeler gelişmiş ve sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşmışlardır. Bu yaklaşımla birlikte, gelişmiş ülkeler, enerji-ekonomi-ekoloji dengesini dikkate alarak enerji planlamalarını yapmışlar, kaynak çeşitliliğine önem vererek, yeni enerji tedarik zincirleri ve enerji güvenliği ile ilgili politikalar geliştirmeye başlamışlardır.3
Enerji arz güvenliği; ihtiyacın yeterli, güvenilir, erişilebilir bir şekilde temini ve bunun sürdürülebilir olmasına bağlıdır. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın temel ve en önemli, olmazsa olmaz girdilerinden birisi olan enerji arzı, özellikle küreselleşmenin ve ekonomik gelişmenin baş döndürücü bir hıza ulaştığı günümüzde, ülkelerin en öncelikli konuları arasında yer almaktadır.
Gerek süreklilik gerekse bulunabilirlik yönünden enerji; günümüzde ve gelecekte, dünyada enerji tüketimi yüksek gelişmiş ülkeler kadar, gelişmekte olan ülkelerin de en önemli önceliklerinden biri haline gelmiştir.4
Öte yandan, yeterli rezervlerin olduğu ve yeni kaynaklara yönelme hususundaki tüm öngörülere karşın, enerji temin hızının ve paylaşımının mertebesi de enerji güvenliği açısından gündeme gelmektedir. Enerji arz güvenliği, ülkelerin ulusal güvenlik konuları içinde en başta yerini almakta, ekonomik bir konu olmanın ötesine geçerek bir ülkenin sanayileşme, kalkınma ve savunma politikalarında izlenmesi gereken ana politikanın önemli bir bileşenini oluşturmaktadır.5
Ekonomik gelişmenin ve uluslararası ilişkilerin günümüzde ulaştığı seviye itibariyle, enerji güvenliği meselesinin, ekonomik ve ticari boyutlarının çok ötesinde siyasi ve stratejik bir çerçevede de ele alındığı gözlenmektedir. Dolayısıyla, günümüzde enerji güvenliği meselesi, devletlerin ekonomik ve stratejik güvenliğinin olmazsa olmaz bir unsuru haline gelmiştir.
Türkiye’nin nüfusu, 1973–2000 yılları arasında % 78 artış göstererek, 38.072.000 kişiden, 67.804.000 kişiye ulaşmıştır. 1973–2000 döneminde, nüfusun yıllık artış hızı % 2,9 olarak gerçekleşmiştir. Yapılan nüfus tahminlerine göre, ülkemiz nüfusunun 2020 yılında 88 milyona ulaşması beklenmektedir.6
Türkiye’de kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hâsıla 1973’de 1.994 Dolardan, 2000 yılında 3.158 Dolara çıkarak, % 58’lik bir artış göstermiştir. Buna karşılık, aynı dönem için enerji talebi de, 24,5 Mtep (milyon ton petrol eşdeğeri)’den, 81,3 Mtep’e çıkarak % 231 oranında artmıştır. Kişi başına düşen elektrik talebindeki artış ise 326 KWh’den, 1.892 KWh’a çıkmıştır.
1973–2000 döneminde, kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hâsıla’daki artış % 58 olarak gerçekleşirken, enerji talebinin % 232, kişi başına düşen elektrik enerjisi talebinin ise % 422 artış göstermesi, Türkiye’nin sürdürülebilir büyümesi için gerekli olan enerji ihtiyacını ortaya koymaktadır.7
2010 ve 2020 yıllarına yönelik tahminlerde, nüfus ve GSMH’deki artışa paralel olarak, enerji talebinde büyük artışlar beklenmektedir. 2010 yılında enerji talebinin 153,9 Mtep, kişi başına elektrik talebinin 3.653 KWh; 2020 yılında ise enerji talebinin 282,2 Mtep, kişi başına elektrik talebinin ise 6.455 KWh olacağı tahmin edilmektedir. Bu şartlar altında, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin uygulayacağı enerji politikaları, sanayileşme ve sürdürülebilir büyüme hedeflerine ulaşmada itici güç oluşturacaktır.8
Türkiye’nin, bir yandan resmi açıklamalara göre % 1,47 olan oldukça yüksek nüfus artışı, diğer yandan da hızlı sanayileşmesi dolayısıyla, enerji ihtiyacı her yıl bir önceki yıla oranla, % 10 civarında artmaktadır. Bu ise her 7 yılda bir, ülkenin enerji ihtiyacının ikiye katlanması anlamına gelmektedir.9
Bu bağlamda Türkiye, birincil enerji kaynakları açısından yeterli bir ülke olmamakla birlikte, kömür (özellikle linyit) ve hidroelektrik açısından önemli oranda yerli kaynaklara sahiptir. Bu noktada, bu yerli kaynakların hızla, verimli ve ekonomik olarak değerlendirilerek, artan ithal enerji kaynakları oranlarının azaltılması gerekmektedir.10 Bu hareket stratejisi, Türkiye’nin ekonomik güvenliği açısından da zorunludur.
Enerji kaynaklarının Türkiye açısından önemi, kendisini en fazla elektrik enerjisi üretiminde göstermektedir. Zira gerek sanayide gerek konut kullanımında elektrik enerjisinin hayati önemi açıktır. Bu çerçevede, elektrik enerjisi üretiminde enerji kaynaklarının rolü incelendiğinde (Tablo 3); en büyük payın % 48,2’yle doğal gazda, ardından % 21,1’le linyitte ve % 16,8’le hidrolikte olduğu gözlenmektedir. Bu çerçevede, Türkiye’nin elektrik enerjisi üretiminin neredeyse yarıya yakınının doğalgazdan sağlanmakta oluşu ve doğalgaz ihtiyacının yaklaşık % 70’inin (ve büyük oranda tek kaynaktan-Rusya) ithalat yoluyla karşılanması durumun tehlikeli boyutunu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Kitap Bölümü;
Rekabetten Geleceğe Türkiye-İran İlişkilerinin Güvenlik Boyutu, Yazar: Mehmet Akif KOÇ, TASAM Yayınları, Uluslararası İlişkiler; 21, ISBN: 978-975-6285-59-6, Baskı: Mavi Ofset, İSTANBUL Haziran 2012.
TASAM Yayınlarının "Rekabetten Geleceğe Türkiye-İran İlişkilerinin Güvenlik Boyutu" isimli kitabından alınmıştır.