Giriş
“İnsan, ne zaman güvende hisseder“ sorusu, güvenlik çalışmalarının temel sorularından bir tanesidir ve bu soru, bazı varsayımları, yani “öyle olduğu sorgulanmaksızın kabul edilen önermeleri“ içermektedir. Soru hakkında biraz düşünüldüğünde, akla öncelikle üç varsayım gelmektedir. Bunlardan ilki, güvenliğin, insanla ilgili olduğu varsayımıdır. İkinci olarak, güvenliğin belli bir zamanla ilişkilendirilmesi gerektiğidir. Üçüncüsü ise güvenliğin, hissetmeyle ilgili, yani psikolojik bir boyutunun bulunduğudur.
Antik Yunan’dan bu yana, hayvanın içgüdüyle eylediği, insanın ise akılla eylediği fikri kabul görür.1 Kendine özgü düşünme yeteneğine sahip bir tür olarak insanın tarihsel yolculuğu, yukarıda ifade edilen soru ve varsayımlar temelinde şekillenmiş, bu çerçevede insan, öncelikle ilkel ve sonrasında ise modern olarak nitelendirilen kurumsal yapılar inşa etmiştir. Bahse konu kurumsal yapı(lar), devlet ve modern anlamda ulus-devlete evrilirken, insanlık tarihine içkin bir tarihselliğe sahip olagelmiştir. Söz konusu tarihsellik, Sokrates geleneğinden İbn-i Haldun ve Machiavelli’ye, Hobbes ile Locke arasındaki fikirsel farklılaşmadan modern zamanlara, düşünsel boyutta da yansımalar bulmuştur. Düşünsel boyuttaki yansımaların, zamanın ruhunu (zeitgeist) yansıttığını söylemeye herhalde gerek yoktur.
Aslına bakılırsa modern sosyal bilimler külliyatında güvenlik temasıyla öne çıkan çalışmaları önceleyen bakış açılarının, güvenlik çalışmaları (hatta politika bilimi ve daha sonra da uluslararası ilişkiler) özel alanı ortaya çıkma dan önceki dönemlere uzandığı söylenebilir. Platon’un Devlet’i, Aristoteles’in Politika’sı, İbn-Haldun’un Mukaddime’si, Machiavelli’nin Prens’i, Hobbes’un Leviathan’ı, Locke’un Hükümet Üzerine İki İnceleme’si modern zamanları önceleyen çabaların öne çıkan bazılarıdır. Tüm bu çalışmalarda merkezi öğe, yönetim olgusudur. Bugün güvenlik olgusuna ilişkin tüm sorular –kimin güvenliği, ne kadar güvenlik, hangi yöntem ve araçlarla güvenlik vs. - ise özünde yönetimin sürdürülebilirliğiyle ilgilidir. Başka bir deyişle, yönetenle yönetilenin devlet algısında buluşmasının ardından, yönetenin ve yönetilenin çıkarları özdeş görülmeye başlanmıştır.
Görünen o ki yönetimin sürdürülebilirliği sorunsalı, en azından 2500 yıldır insanlığın gündemindedir. Bu gündem, yönetimin biçiminden bağımsız olarak ağırlığını korumakta ve alt gündem başlıklarıyla bir yandan zenginleşmekte diğer yandan ise karmaşıklaşmaktadır. Antik Yunan’da iyi vatandaş - iyi devlet ilişkisi üzerinden ve buna yönelik “barbar“ istilalarını dikkate alan bir bakış açısı hâkimken modern anlayışın yavaş yavaş şekillenmeye başladığı Rönesans sonrası Avrupa’da devletin bekası merkezi öğe haline gelmeye başlamıştır. İslam uygarlığının Orta Çağı’na bakıldığında da İbn-i Haldun’un asabiyye kavramı çerçevesinde tartıştığı konunun özünde yönetimlerin yükselişi ve düşüşüne, yani yine devletin bekası meselesine karşılık geldiği söylenebilir. Bugün ise devletin bekasının hangi unsurlar çerçevesinde değerlendirilebileceğine ilişkin tartışmalarla devletin bekasının yönetim ve güvenlik olguları çerçevesinde yeterli bir amaç olup olmadığına ilişkin tartışmalar iç içe geçmiş durumdadır. Bu, bir yandan “devlet, ne zaman güvende hisseder“ sorusunun, diğer yandan ise “devletin güvende hissetmesi, yönetimin sürdürülebilirliği çerçevesinde yeterli midir“ sorusunun sorulması anlamına gelmektedir. Bu soruların da arka planında bazı varsayımlar yer almaktadır ki bu çalışmanın bir amacı bu varsayımları mercek altına almaktır.
Yukarıda ifade edilen kavrayış ışığında, güvenliğin sağlanması veya güvende olma, mutlak bir halin ifadesi olmadığından, sorumlu iktidar için, sürdürülebilir ve çok boyutlu bir analizi şart koşmaktadır. Söz konusu hal mutlak değildir çünkü belirsizlik her an sorumlu iktidarın yanı başındadır ya da kapasitesi önlem almak için yetersizdir. Buna rağmen, imkânlar dâhilinde, birbirinden farklı öğeleri dikkate alan sürdürülebilir bir bakış önem arz etmektedir. Buradan hareketle, bütün canlı bileşenleriyle birlikte doğanın güvenliğini merkeze koymayan bir yönetim anlayışının ve buna bağlı güvenlik analizlerinin çok boyutlu olamayacağı gibi sürdürülebilir de olamayacağı iddia edilebilir. Bugün, halen, yönetim ve dolayısıyla güvenlik olguları açısından temel aktör olarak değerlendirilen devletin güvenliğine dair analizlerde sürdürülebilirliğin dikkate alınması bu açıdan gereklidir.
Yönetim ve güvenlik olgularının ele alınışında Antroposen Çağ’ın gerçekliğinin dikkate alınması önemlidir. Antroposen (Anthropocene) kavramı, ilk kez Nobel ödüllü atmosfer kimyacısı Paul Crutzen (2000) tarafından, 12.000 yıl önce başlayan iklimsel ve çevresel açıdan görece istikrarlı Holosen Çağ’ı sona erdiren endüstriyel toplum gerçekliğini tanımlamak üzere kullanılmıştır. Söz konusu yeni gerçeklikte, insanın yeryüzünün biyo-fiziksel sistemine etkisinin ciddi bir seviyede olduğu genel kabul görmektedir.2 Bu çerçevede, çalışmada, Antroposen Çağ’da mutlak güvenlik idealine yaklaşmanın ön koşulu olarak güvenlik ve doğa kavramlarının yeniden ve bu kez birlikte okunması amaçlanmaktadır. Bu yeniden okumada, üç soruya yanıt aranmaktadır: (1) 21. yüzyıl gerçekliğinde güvenlik ne anlama gelmektedir? (2) Söz konusu gerçeklikte, doğanın dönüşümü nasıl gerçekleşmektedir? (3) Doğa – güvenlik ilişkilendirmesi; bireyin, toplumun, devletin ve sistemin güvenlik kaygıları açısından ele alındığında neler söylenebilir?
Yukarıdaki soruların her biri, izleyen satırlarda ayrı bölümlerde ele alınırken yanıtlar arasındaki geçişlerin keskin olmamasına özen gösterilecektir. Bunun, bütünlüklü bir bakış açısı için önemli olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, sosyal bilimlerde araştırma yaparken dikkate alınması gereken öznel boyutun, güvenlik çalışmalarında da ziyadesiyle bulunduğu bilinciyle, bu çalışmanın yazarı kendi öznelliğini şimdiden ortaya koymak durumundadır: Bu çalışma, yüzyıllar boyunca erkek iktidarın tekelinde olagelmiş yönetim ve dolayısıyla güvenlik kavramsallaştırmalarının politik ekolojik bir eleştirisini sunmak arzusundadır. Bunun için var olan külliyatın ve tartışılan politika tercihlerinin eleştirel içerik analizinin yapılması amaçlanmaktadır.
1. Güvenliğin Doğası ve Güvenlik Çalışmalarının 21. Yüzyılı
İnsanın, kendisinin yanı sıra değer verdiklerinin güvenliklerini sağlamak üzere düşündüğü varsayılır. Bu düşünme hali, insanların gerek doğaya gerekse de doğadaki diğer insanlara karşı mücadele etmek üzere organize olması sonucunu doğurmuştur. Bu temelde, kabileler bir araya gelerek gücünü kutsallıktan alan tanrı devletlerin, tanrı devletler dönüşerek gücünü ticaretten alan kent devletlerinin, merkez ile çevre arasındaki etkileşimler ve savaşlar zamanla krallıkların, imparatorlukların ve sonunda da ulus-devletlerin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. Bu tarihselliğin güvenlik açısından bir anlamı, yönetimin uzlaşma temelinde bir dengede olması veya kaosa sürüklenmesine neden olacak şekilde çatışmanın varlığıdır. Bir diğer anlamı ise bir yönetim altındaki grupların çıkarlarının, başka bir yönetim altındaki gruplara karşı savunulmasıdır. Dolayısıyla güvenlik, yönetimin, varoluşsal ve hedef odaklı kaygılarının hafifletilmesiyle ilgili bir konu olagelmiştir.
“İnsan, ne zaman güvende hisseder“ sorusu, güvenlik çalışmalarının temel sorularından bir tanesidir ve bu soru, bazı varsayımları, yani “öyle olduğu sorgulanmaksızın kabul edilen önermeleri“ içermektedir. Soru hakkında biraz düşünüldüğünde, akla öncelikle üç varsayım gelmektedir. Bunlardan ilki, güvenliğin, insanla ilgili olduğu varsayımıdır. İkinci olarak, güvenliğin belli bir zamanla ilişkilendirilmesi gerektiğidir. Üçüncüsü ise güvenliğin, hissetmeyle ilgili, yani psikolojik bir boyutunun bulunduğudur.
Antik Yunan’dan bu yana, hayvanın içgüdüyle eylediği, insanın ise akılla eylediği fikri kabul görür.1 Kendine özgü düşünme yeteneğine sahip bir tür olarak insanın tarihsel yolculuğu, yukarıda ifade edilen soru ve varsayımlar temelinde şekillenmiş, bu çerçevede insan, öncelikle ilkel ve sonrasında ise modern olarak nitelendirilen kurumsal yapılar inşa etmiştir. Bahse konu kurumsal yapı(lar), devlet ve modern anlamda ulus-devlete evrilirken, insanlık tarihine içkin bir tarihselliğe sahip olagelmiştir. Söz konusu tarihsellik, Sokrates geleneğinden İbn-i Haldun ve Machiavelli’ye, Hobbes ile Locke arasındaki fikirsel farklılaşmadan modern zamanlara, düşünsel boyutta da yansımalar bulmuştur. Düşünsel boyuttaki yansımaların, zamanın ruhunu (zeitgeist) yansıttığını söylemeye herhalde gerek yoktur.
Aslına bakılırsa modern sosyal bilimler külliyatında güvenlik temasıyla öne çıkan çalışmaları önceleyen bakış açılarının, güvenlik çalışmaları (hatta politika bilimi ve daha sonra da uluslararası ilişkiler) özel alanı ortaya çıkma dan önceki dönemlere uzandığı söylenebilir. Platon’un Devlet’i, Aristoteles’in Politika’sı, İbn-Haldun’un Mukaddime’si, Machiavelli’nin Prens’i, Hobbes’un Leviathan’ı, Locke’un Hükümet Üzerine İki İnceleme’si modern zamanları önceleyen çabaların öne çıkan bazılarıdır. Tüm bu çalışmalarda merkezi öğe, yönetim olgusudur. Bugün güvenlik olgusuna ilişkin tüm sorular –kimin güvenliği, ne kadar güvenlik, hangi yöntem ve araçlarla güvenlik vs. - ise özünde yönetimin sürdürülebilirliğiyle ilgilidir. Başka bir deyişle, yönetenle yönetilenin devlet algısında buluşmasının ardından, yönetenin ve yönetilenin çıkarları özdeş görülmeye başlanmıştır.
Görünen o ki yönetimin sürdürülebilirliği sorunsalı, en azından 2500 yıldır insanlığın gündemindedir. Bu gündem, yönetimin biçiminden bağımsız olarak ağırlığını korumakta ve alt gündem başlıklarıyla bir yandan zenginleşmekte diğer yandan ise karmaşıklaşmaktadır. Antik Yunan’da iyi vatandaş - iyi devlet ilişkisi üzerinden ve buna yönelik “barbar“ istilalarını dikkate alan bir bakış açısı hâkimken modern anlayışın yavaş yavaş şekillenmeye başladığı Rönesans sonrası Avrupa’da devletin bekası merkezi öğe haline gelmeye başlamıştır. İslam uygarlığının Orta Çağı’na bakıldığında da İbn-i Haldun’un asabiyye kavramı çerçevesinde tartıştığı konunun özünde yönetimlerin yükselişi ve düşüşüne, yani yine devletin bekası meselesine karşılık geldiği söylenebilir. Bugün ise devletin bekasının hangi unsurlar çerçevesinde değerlendirilebileceğine ilişkin tartışmalarla devletin bekasının yönetim ve güvenlik olguları çerçevesinde yeterli bir amaç olup olmadığına ilişkin tartışmalar iç içe geçmiş durumdadır. Bu, bir yandan “devlet, ne zaman güvende hisseder“ sorusunun, diğer yandan ise “devletin güvende hissetmesi, yönetimin sürdürülebilirliği çerçevesinde yeterli midir“ sorusunun sorulması anlamına gelmektedir. Bu soruların da arka planında bazı varsayımlar yer almaktadır ki bu çalışmanın bir amacı bu varsayımları mercek altına almaktır.
Yukarıda ifade edilen kavrayış ışığında, güvenliğin sağlanması veya güvende olma, mutlak bir halin ifadesi olmadığından, sorumlu iktidar için, sürdürülebilir ve çok boyutlu bir analizi şart koşmaktadır. Söz konusu hal mutlak değildir çünkü belirsizlik her an sorumlu iktidarın yanı başındadır ya da kapasitesi önlem almak için yetersizdir. Buna rağmen, imkânlar dâhilinde, birbirinden farklı öğeleri dikkate alan sürdürülebilir bir bakış önem arz etmektedir. Buradan hareketle, bütün canlı bileşenleriyle birlikte doğanın güvenliğini merkeze koymayan bir yönetim anlayışının ve buna bağlı güvenlik analizlerinin çok boyutlu olamayacağı gibi sürdürülebilir de olamayacağı iddia edilebilir. Bugün, halen, yönetim ve dolayısıyla güvenlik olguları açısından temel aktör olarak değerlendirilen devletin güvenliğine dair analizlerde sürdürülebilirliğin dikkate alınması bu açıdan gereklidir.
Yönetim ve güvenlik olgularının ele alınışında Antroposen Çağ’ın gerçekliğinin dikkate alınması önemlidir. Antroposen (Anthropocene) kavramı, ilk kez Nobel ödüllü atmosfer kimyacısı Paul Crutzen (2000) tarafından, 12.000 yıl önce başlayan iklimsel ve çevresel açıdan görece istikrarlı Holosen Çağ’ı sona erdiren endüstriyel toplum gerçekliğini tanımlamak üzere kullanılmıştır. Söz konusu yeni gerçeklikte, insanın yeryüzünün biyo-fiziksel sistemine etkisinin ciddi bir seviyede olduğu genel kabul görmektedir.2 Bu çerçevede, çalışmada, Antroposen Çağ’da mutlak güvenlik idealine yaklaşmanın ön koşulu olarak güvenlik ve doğa kavramlarının yeniden ve bu kez birlikte okunması amaçlanmaktadır. Bu yeniden okumada, üç soruya yanıt aranmaktadır: (1) 21. yüzyıl gerçekliğinde güvenlik ne anlama gelmektedir? (2) Söz konusu gerçeklikte, doğanın dönüşümü nasıl gerçekleşmektedir? (3) Doğa – güvenlik ilişkilendirmesi; bireyin, toplumun, devletin ve sistemin güvenlik kaygıları açısından ele alındığında neler söylenebilir?
Yukarıdaki soruların her biri, izleyen satırlarda ayrı bölümlerde ele alınırken yanıtlar arasındaki geçişlerin keskin olmamasına özen gösterilecektir. Bunun, bütünlüklü bir bakış açısı için önemli olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, sosyal bilimlerde araştırma yaparken dikkate alınması gereken öznel boyutun, güvenlik çalışmalarında da ziyadesiyle bulunduğu bilinciyle, bu çalışmanın yazarı kendi öznelliğini şimdiden ortaya koymak durumundadır: Bu çalışma, yüzyıllar boyunca erkek iktidarın tekelinde olagelmiş yönetim ve dolayısıyla güvenlik kavramsallaştırmalarının politik ekolojik bir eleştirisini sunmak arzusundadır. Bunun için var olan külliyatın ve tartışılan politika tercihlerinin eleştirel içerik analizinin yapılması amaçlanmaktadır.
1. Güvenliğin Doğası ve Güvenlik Çalışmalarının 21. Yüzyılı
İnsanın, kendisinin yanı sıra değer verdiklerinin güvenliklerini sağlamak üzere düşündüğü varsayılır. Bu düşünme hali, insanların gerek doğaya gerekse de doğadaki diğer insanlara karşı mücadele etmek üzere organize olması sonucunu doğurmuştur. Bu temelde, kabileler bir araya gelerek gücünü kutsallıktan alan tanrı devletlerin, tanrı devletler dönüşerek gücünü ticaretten alan kent devletlerinin, merkez ile çevre arasındaki etkileşimler ve savaşlar zamanla krallıkların, imparatorlukların ve sonunda da ulus-devletlerin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. Bu tarihselliğin güvenlik açısından bir anlamı, yönetimin uzlaşma temelinde bir dengede olması veya kaosa sürüklenmesine neden olacak şekilde çatışmanın varlığıdır. Bir diğer anlamı ise bir yönetim altındaki grupların çıkarlarının, başka bir yönetim altındaki gruplara karşı savunulmasıdır. Dolayısıyla güvenlik, yönetimin, varoluşsal ve hedef odaklı kaygılarının hafifletilmesiyle ilgili bir konu olagelmiştir.
TASAM Yayınlarının "Devlet Doğasının Değişimi: Güvenliğin Sınırları" isimli kitabından alınmıştır.
“Devlet Doğasının Değişimi: Güvenliğin Sınırları“ e-kitabı için Tıklayınız