Herhangi bir devletlerin hem iç hem de dış politikalarını etkileyen faktörlerden birisi, toplumun görece ortak olduğunu kabul ettiği inanç, tarih ve coğrafya gibi unsurlardan oluşan ulusal kimlik anlayışı olabilmektedir. Bu çerçevede genel anlamda dünya imparatorluklarının hepsini özelde ise Rus İmparatorluğunun oluşumunu ve dağılmasını buna örnek gösterebiliriz. Bu bağlamda Avrasyacılık fikrinin de Rus İmparatorluğunda sosyal çözülmenin ortaya çıkardığı gerilimi ortadan kaldırmak ve bütünlüğü yeniden tesis etmek için geliştirilen felsefi bir yaklaşım olarak görmek mümkündür.
Avrasyacılık düşüncesinin ortaya çıkışı üzerinde tam bir uzlaşı olmasa da en genel yaklaşımla bu düşüncenin 1920’de Rus aydın Trubestkoy’un Sofya’da, Batıcılığı eleştiren “Avrupa ve İnsanlık“ adlı kitabı ile başladığını söyleyebiliriz. Başlangıçta Klasik Avrasyacılık şeklinde ortaya çıkan bu düşünce soğuk savaşın bitmesiyle Yeni Avrasyacılık şeklinde kendini göstermiştir. Avrasyacılık, Dugin ile ortaya çıkan bir görüş olmadığı halde sanki onun tarafından oluşturulmuş gibi algılansa da Avrasyacılığın, Rusya’nın 1990 yılları şartlarında kazandığı önem acısından çok daha farklıdır.
Zira 1991’de SSCB’nin dağılmasından sonra ABD’nin tek güç olarak kalması, Rusya’nın nüfuz bölgesindeki ülkelerin NATO üyesi olması, önemli ekonomik kaynakların ABD sermayedarlarının kontrolüne girmesi, Rusya’yı yok olma sürecine getirmiştir. Bu bağlamda Avrasyacılığı yok olma sürecinden var olma sürecine evrilen Rusya’nın bir kurtuluş reçetesi olarak yorumlayabiliriz.
Avrasyacılık, merkeze Rusya’nın yerleştirildiği, batı merkezli düşünce karşısında, coğrafi, felsefi, tarihsel ve kuramsal yaklaşımıyla özgün bir karakter taşımaktadır. Jeopolitik açıdan ele alındığında, Avrasyacılığın, tek kutuplu “yeni dünya düzeni“ karşısında bir muhalefet hareketi olduğu söylenebilir. Dünyanın egemen gücü olan ABD’nin tek kutuplu yeni dünya düzeni ve küreselleşme süreci karşısında, Avrasyacılık çok kutuplu bir dünya seçeneği önermektedir.
Avrasyacılık düşüncesi Avrupalılara ve Çinlilere karşı Rus ve Türk halklarının beraber hareket etmeleri gerektiğini savunan bir görüş olarak da kabul edilmiştir. Ancak Türk Avrasyacılığı, Türkiye için alternatif bir açılım, yeterli bir ideoloji ya da strateji oluşturacak bir düzeye ulaşamamıştır. Türkiye’de 1991’den sonra Avrasya kavramı milliyetçiler için Avrasya, “Türk Birliği“ olarak algılanırken, sosyalistler için yeni bir ideoloji arayışı olarak öngörülmüştür. Hatta bu iki grup Avrasya coğrafyasında politika üretebilme konusunda zaman zaman ittifaka yönelmiş olsa da düşünce sloganlardan öteye geçememiştir.
Yukarıda sözü edilen Avrasyacılık düşüncesi bu çalışmada uygulamalı sosyoloji acısından ele alınarak açıklanmaya çalışılmıştır. Çalışmanın amacı, anket çalışmasından elde edilen verilerle teorik bilgilerin mukayese ve muhakeme edilerek Avrasyacılık düşüncesinin algılanma ve değerlendirme düzeyini ortaya çıkarmaktır.