Giriş
Dünya tarihi, askeri gücün kullanılmasının kaçınılmaz hale geldiği hayati durumlar ile küçük grupların çıkarları uğruna kullanıldığı hukuka ve adalete aykırı durumlar ile doludur. Savaş ve çatışma, mutlaka kaçınılmaz olmalı ve yüksek insani ve toplumsal değerler uğruna yapılmalıdır. Bu bağlamda, askeri gücün kullanıldığı her yerde siyasi bir amacın veya hedefin ortaya konulması da kaçınılmaz bir gerekliliktir. Siyasi hedef olmazsa, kaybolan canların, akıtılan kanların ve maddi kayıpların boşa gideceği açıktır. Özellikle ülke dışındaki hedeflere karşı askeri güç kullanılması halinde siyasi hedef kesin bir zorunluluktur. Ülke savunması için sınırlarda veya ülke içinde kullanılan askeri gücün bile ülke bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunması ve idamesi gibi mutlaka bir siyasi hedefi olmalıdır. 2003’te ABD’nin Irak’ı işgalinde kullanılan askeri gücün arkasındaki siyasi hedef, Saddam adlı diktatörün devrilmesi ve Irak’ın demokratik bir siyasi yapıya kavuşturulması olarak açıklanmıştı. Ancak müdahale ve işgal, hukuka ve adalete uygun değildi. Sanal ve sahte gerekçelerle hukuka uygun gösterilmesi sağlandı. Daha sonra siyasi amacın da doğru olmadığı anlaşıldı. Orantısız askeri güç kullanımı ile Irak halkı etnik ve mezhepsel temelde bölündü. Irak’ın siyasi ve ekonomik istikrarı yerle bir oldu. Güvenlik ve savunması ise yerlerde sürünüyor. Bu istikrarsızlık, 11 yıl sonra IŞİD adlı silahlı bir grubun siyasi bir kimlik ile ortaya çıkmasına neden oldu.
ABD ve Türkiye’nin Siyasi Amaçları Örtüşüyor mu?
Bugün Irak haricinde IŞİD Suriye topraklarında Türk sınırlarına dayanmış bir durumdadır. ABD tarafından ilan edilen IŞİD stratejisinin siyasi hedefi ise açık ve gerekçeli değildir. Sadece bölgesel istikrarın tesisi, bölgedeki etnik grupların can ve mal güvenliği gibi dolaylı bir siyasi hedef söz konusudur. Ancak herkes tarafından çok iyi bilinmektedir ki, ABD petrol ve silah şirketlerinin çıkarlarının korunması, İran’ın bölgedeki siyasi ve askeri nüfuzunun azaltılması, Rusya’nın bölgedeki potansiyel etki alanının engellenmesi asıl siyasi hedefler olarak ortaya çıkmaktadır. IŞİD’e karşı askeri güç kullanımını öngören hukuki bir dayanak yoktur. Yani ne BM Güvenlik Konseyi, ne de NATO’nun askeri güç kullanım kararı yoktur. Bu bağlamda Türkiye’den Ayn-El Arab (Kobani) üzerinden bağımsız bir ülke olan Suriye topraklarına girmesini beklemek, en basit deyimle insafsızlık olmaz mı? Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Faysal Mikdat, 4 Ekim 2014’de Türkiye'nin Suriye'ye askerî harekât düzenlemesi durumunda, bunun saldırı olarak kabul edileceğini açıklamıştır.[1]Açık kaynaklara göre ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin Suriye topraklarındaki Kobani’ye yaptıkları hava harekâtının da hukuki dayanağı yoktur. Ancak ülke topraklarında kontrol zafiyeti içindeki Suriye yönetiminin, sadece IŞİD’e karşı kullanılmak üzere koalisyon güçlerinin hava harekâtı yapmasına izin verdiği ve bu konuda Rusya ve İran’ın da yeşil ışık yaktıkları söylenebilir. Ancak benzer bir iznin kara güçleri için de verilmesi söz konusu değildir. Çünkü böyle bir durumun bölgesel bir savaşa yol açma olasılığı çok yüksektir. Türkiye’ye Kobani’ye müdahale için içerde ve dışarda baskı yapanların amaçları, Türkiye üzerinden Suriye’ye müdahale için hukuki bir dayanak yaratmak ve NATO’yu devreye sokmak olabilir. Bu bağlamda Türkiye’nin hâlihazırda yürüttüğü politika tutarlı ve ulusal çıkarlara uygun bir durum arz etmektedir. Bu noktada IŞİD’e karşı askeri güç kullanması için siyasi, medyatik, psikolojik ve hatta iç baskı altında bırakılan Türkiye’nin siyasi hedefinin ne olduğunu ve ne olması gerektiğini sorgulamalıyız. Türkiye’nin PKK terör örgütü nedeniyle Irak sınırında jeostratejik açıdan önemli bir zafiyeti olduğu bilinmektedir. Sınırın dağların tepelerinden geçmesinin, kontrol ve savunmayı zorlaştırdığı, bölgede görev yapanlar tarafından sık sık dillendirilmektedir. Bölünmesi kaçınılmaz olan Suriye’de de aynı durum söz konusu olacaktır. Çünkü sınır komşumuz ya IŞİD, ya da PKK ile işbirliği ve dayanışma içindeki Suriyeli Kürt grupları olacaktır. Bu bağlamda eğer Türkiye sınır ötesinde askeri güç kullanacaksa, siyasi hedeflerinden başta geleni, hem Irak hem de Suriye sınırında mutlaka bir sınır düzeltmesini sağlamak olmalıdır. Bu düzeltmenin bir işgal ve toprak kazanma amacı olmadığı sadece güvenlik odaklı olacağı ve minimum derinlikte olacağı açıktır. Bu sav, sadece ABD ve müttefiklerine değil aynı zamanda şimdiki komşularımıza ( Irak merkezi hükümeti, Suriye ve İran’a) da anlatılmalıdır. Ancak görünen o ki, halen bölgedeki güç boşluğu içinde çatışan grupların hiç biri Türkiye’nin bölgeye askeri güç sokmasını istememektedir. O nedenle bu konudaki politika ve stratejilerimizin muhatabı, Türkiye’nin sınır ötesine bir an önce müdahalesini isteyen NATO ve diğer müttefiklerimizdir. Kaldı ki, Türkiye’nin Suriyeli göçmenlerin ve kendi sınır güvenliği için tampon bölge veya güvenlik bölgesi oluşturmasına da karşı çıkılmaktadır. Türkiye, bölgede yardım ve destek bağlamında zaten yeteri kadar elini taşın altına sokmuş durumdadır. Almanya başbakanı 200 bin göçmen kabul ettikleri ile öğünürken Türkiye milyonlarca göçmen ile üç senedir içi içe yaşamaktadır. Türkiye’nin özellikle Suriye sınırındaki güvenliği, geleceğe yönelik ekonomik çıkarları ile de yakından ilgilidir. Mayınlardan temizlenecek on binlerce metre karelik verimli topraklar, sulamaya açılan Harran Ovası ile birlikte, Türkiye’nin geleceğini garanti altına alacaktır. Çünkü uzmanlar, tarım ilacı bulaşmamış bu arazilerin organik tarıma son derece elverişli olduğunu belirtmektedirler. Türkiye’nin hiç kimsenin toprağında gözü yoktur. Huzur ve istikrar içindeki Türkiye kendi kendine misliyle yetecek potansiyele sahiptir. Doğu ve güneydoğu bölgelerimiz hayvancılık ve arıcılık yönüyle mükemmel topraklara sahiptir. Ayrıca, Muş, Çaldıran, Harran ve Iğdır ovaları son derece verimli alanlardır. Dünyamız modern ve organik tarım ağırlıklı bir ekonomik sisteme doğru evirilmektedir. Özetle Türk askeri canını ortaya koyacaksa, bu mutlaka milli amaç ve hedefler için olmalıdır. Ortadoğu’daki karmaşa ve istikrarsızlığa kim neden olmuşsa, onlar bu sorunu çözmelidir. Belçika ve Danimarka savaş uçakları hangi amaçla bölgede bombardıman yapıyorlar?
Türkiye Konjonktür Olarak Vazgeçilmez Hale Geldi
Türkiye yakın müttefikleri tarafından çok yönlü tehdit ve siyasi baskı altına alınmış gözükmektedir. Ancak elindeki kozlar, dikkatli kullanılırsa son derece kuvvetlidir. Türkiye’nin kozları Karadeniz bölgesi ile ilgilidir. Güneyde ve doğuda zayıflatılmış bir Türkiye, kuzeyde ABD ve AB açısından çok daha hayati önemde olan Rusya stratejisi için siyasi ve askeri destek sağlayamaz. Türkiye ve çevresindeki belirsizlik ve güç dengesizliği ise, ABD’nin bölgesel planlarındaki ikilemlerden veya Türkiye’ye karşı samimiyetsiz politikalarından kaynaklanmaktadır. Bu ikilemleri şöyle sıralamak mümkün olabilir.
· ABD, PKK ile Türkiye arasında hala net bir ayrım yapamamaktadır. IŞİD tehdidi PKK Peşmerge ayrımını ortadan kaldırmıştır.
· ABD, IŞİD’in kontrolsüz bir şekilde tamamen tasfiye edilmesi halinde İran’ın bölgedeki nüfuzunun artacağından korkmaktadır
· Suriye’de Esat yönetiminin geleceği hakkında kesin bir strateji belirleyememiştir. Bu konuda Rusya faktörü hala ABD’yi korkutmaktadır.
· ABD Birinci Dünya Savaşı’ndan beri bölgede bir Kürt ve Ermeni devleti kurulmasını desteklemektedir. Hali hazır durumda, bu devletin sınırlarını belirleyecek iki ülke vardır. Bu ülkeler, Türkiye ve İran’dır. Bu konu PKK, PYD ve Barzani ile değil, Türkiye ve İran’la müzakere edilmelidir.
· Türkiye olmadan ABD’nin Rusya’ya karşı ciddi ve sonuç alıcı bir strateji geliştirmesi mümkün olamaz. Türkiye Rusya’nın egemenliğine geçen Kırım’ın hala Ukrayna’ya ait olduğunu açıklayarak Ukrayna politikası konusunda ABD ve AB’nin yanında olduğunu deklare etmiştir. Buna rağmen Türkiye’nin Kıbrıs dâhil, güneydeki güvenlik ve savunma stratejilerine destek verilmemesi anlaşılmaz bir durum arz etmektedir.
· Türkiye Rusya’ya karşı sadece direkt askeri stratejiler değil, aynı zamanda dolaylı ekonomik stratejiler için de önemli bir coğrafi konumdadır. Hazar bölgesi enerji kaynaklarının Türkiye olmaksızın Rusya’yı baypas ederek Batı’ya aktarılması mümkün değildir. Ayrıca Türkiye, NATO üyeleri içinde bölge içinde kendi kendini koruyabilecek nadir ülkelerden biridir. Bunun anlamı Türkiye NATO savunmasına muhtaç değildir. Ve müstakil ve bağımsız politika ve stratejiler izleyebilir. Bu bağlamda, Türkiye Kafkasya, Karadeniz ve güney Avrupa’da anahtar konumda bir ülkedir. [2]
Sonuç olarak Türkiye’nin müttefikleri ve gerçek dostları, Türkiye ile olan ilişkilerini ve politikalarını Ortadoğu’daki münferit gelişmelere göre değil, jeopolitik gerçekler ve ortak çıkarlara göre belirlemelidirler.
[1] Faysal Mikdat: Türkiye Suriye'ye girerse saldırı sayarız, 4 Ekim 2014 http://www.radikal.com.tr/dunya/faysal_mikdat_turkiye_suriyeye_girerse_saldiri_sayariz-1216826
[2] George Friedman ,From Estonia to Azerbaijan: American Strategy After Ukraine, Stratfor Geopolitical Weekly Tuesday, March 25, 2014 -