Özet
Ege Denizi’ndeki karasuları meselesi Türkiye ile Yunanistan arasında en önemli sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Ege ve Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarımız uzun süredir belirlenememektedir. Buna rağmen denizlerin geleneksel kullanımı olan balıkçılık faaliyetleri açık denizlerde süregelmektedir. Balıkçılık, denizlerden oluşan toplam ekonomik fayda listesinde taşımacılıktan sonraki en büyük faaliyettir.
Ege Denizi anlaşmazlıkları içinde canlı kaynakların yeri ve paylaşımı Türk-Yunan ilişkilerinde en az yer tutan konulardan biridir. Bunun temel sebebi; siyasi, hukuki ve askeri konuların iki ülke kamuoyunda daha fazla ilgi görmesi ve öncelikli gelmesidir. Amacımız, bir nebze olsun bu konuya değinerek önemini vurgulayıp çözüm önerileri tartışmaktır.
Anahtar Kelimeler: Ege Denizi, Balıkçılık, MEB, Türk-Yunan ilişkileri
Giriş
Okyanus ve denizlere ait kaynakların önemi giderek artmakla beraber bu kaynakların kullanılması ve dolayısıyla da deniz alanlarının kime ait olacağı tespiti sorunları yıllardır uluslararası anlaşmazlıklara konu olmuştur. Coğrafi bakımdan okyanus ve denizler bir bütünlük arz etseler de, hukuki bakımdan çeşitli alanlara bölünmüşlerdir. Deniz canlı kaynakları dinamik bir yapıya sahip olduklarından bu sınırları tanımazlar. Bu alanlar ulusal yetkiye tabi olan ve ulusal yetki alanlarının ötesindeki deniz kısmı olmak üzere iki ana bölüme ayrılmıştır (Karapınar, 2015).
Denizlerin hukuki rejiminin gösterdiği farklılıklara göre, denizlerdeki muhtelif alanlar aşağıdaki gibi sınıflandırılmaktadır. (Sur, 2006).
1- Ulusal sınırlar içinde kalanlar (iç sular, kara suları, takımada suları ve belli ölçülerde uluslararası boğazlar)
2- Ulusal sınırlar dışında, kıyı devletinin ilanı ile belirli işlevsel münhasır yetkileri olan yerler (bitişik bölge, münhasır ekonomik bölge, münhasır balıkçılık alanları). Kıta sahanlığı ise ilana bağlı olarak oluşmayıp, ulusal sınırların dışına da uzanan geniş bir bölümü içerir.
3- Hiçbir devletin yetkisinde bulunmayıp herkesin serbestçe girip yararlanabileceği açık denizler.
Balıkçılarımızın avlandığı Ege ve Akdeniz’deki karasularımız dışında kalan bölgelerin hukuki statüsü Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ndeki kavramlar gereği açık denizdir.
Ege Denizi sahip olduğu birçok ada ve adacıktan ötürü denizcilik yargı çerçevesi oldukça karmaşıktır. Dolayısıyla Türkiye ve Yunanistan arasında bir dizi uyuşmazlıklar yaşanmaktadır. Akdeniz’de, deniz alanları ve balıkçılık bölgelerinin belirlenmesi için bu kapsamda Avrupa Parlamentosu Balıkçılık Komitesi tarafından bir rapor hazırlatılmıştır. Şekil1’de bu raporda yer verilen yetki alanlarını gösteren bir harita mevcuttur (Vivero, 2010). Ancak belirtmek gerekir ki bu harita Türk hak ve menfaatlerinin korunması için uygun değildir.
TASAM Yayınlarının "Yeni Deniz Güvenliği Ekosistemi ve Doğu Akdeniz" isimli kitabından alınmıştır.
“Yeni Deniz Güvenliği Ekosistemi ve Doğu Akdeniz“ e-kitabı için TıklayınızEge Denizi’ndeki karasuları meselesi Türkiye ile Yunanistan arasında en önemli sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Ege ve Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarımız uzun süredir belirlenememektedir. Buna rağmen denizlerin geleneksel kullanımı olan balıkçılık faaliyetleri açık denizlerde süregelmektedir. Balıkçılık, denizlerden oluşan toplam ekonomik fayda listesinde taşımacılıktan sonraki en büyük faaliyettir.
Ege Denizi anlaşmazlıkları içinde canlı kaynakların yeri ve paylaşımı Türk-Yunan ilişkilerinde en az yer tutan konulardan biridir. Bunun temel sebebi; siyasi, hukuki ve askeri konuların iki ülke kamuoyunda daha fazla ilgi görmesi ve öncelikli gelmesidir. Amacımız, bir nebze olsun bu konuya değinerek önemini vurgulayıp çözüm önerileri tartışmaktır.
Anahtar Kelimeler: Ege Denizi, Balıkçılık, MEB, Türk-Yunan ilişkileri
Giriş
Okyanus ve denizlere ait kaynakların önemi giderek artmakla beraber bu kaynakların kullanılması ve dolayısıyla da deniz alanlarının kime ait olacağı tespiti sorunları yıllardır uluslararası anlaşmazlıklara konu olmuştur. Coğrafi bakımdan okyanus ve denizler bir bütünlük arz etseler de, hukuki bakımdan çeşitli alanlara bölünmüşlerdir. Deniz canlı kaynakları dinamik bir yapıya sahip olduklarından bu sınırları tanımazlar. Bu alanlar ulusal yetkiye tabi olan ve ulusal yetki alanlarının ötesindeki deniz kısmı olmak üzere iki ana bölüme ayrılmıştır (Karapınar, 2015).
Denizlerin hukuki rejiminin gösterdiği farklılıklara göre, denizlerdeki muhtelif alanlar aşağıdaki gibi sınıflandırılmaktadır. (Sur, 2006).
1- Ulusal sınırlar içinde kalanlar (iç sular, kara suları, takımada suları ve belli ölçülerde uluslararası boğazlar)
2- Ulusal sınırlar dışında, kıyı devletinin ilanı ile belirli işlevsel münhasır yetkileri olan yerler (bitişik bölge, münhasır ekonomik bölge, münhasır balıkçılık alanları). Kıta sahanlığı ise ilana bağlı olarak oluşmayıp, ulusal sınırların dışına da uzanan geniş bir bölümü içerir.
3- Hiçbir devletin yetkisinde bulunmayıp herkesin serbestçe girip yararlanabileceği açık denizler.
Balıkçılarımızın avlandığı Ege ve Akdeniz’deki karasularımız dışında kalan bölgelerin hukuki statüsü Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ndeki kavramlar gereği açık denizdir.
Ege Denizi sahip olduğu birçok ada ve adacıktan ötürü denizcilik yargı çerçevesi oldukça karmaşıktır. Dolayısıyla Türkiye ve Yunanistan arasında bir dizi uyuşmazlıklar yaşanmaktadır. Akdeniz’de, deniz alanları ve balıkçılık bölgelerinin belirlenmesi için bu kapsamda Avrupa Parlamentosu Balıkçılık Komitesi tarafından bir rapor hazırlatılmıştır. Şekil1’de bu raporda yer verilen yetki alanlarını gösteren bir harita mevcuttur (Vivero, 2010). Ancak belirtmek gerekir ki bu harita Türk hak ve menfaatlerinin korunması için uygun değildir.
TASAM Yayınlarının "Yeni Deniz Güvenliği Ekosistemi ve Doğu Akdeniz" isimli kitabından alınmıştır.