Kant’ın, 1795 tarihli “perpetual peace“ başlıklı makalesinden/ teklifinden bu yana ikiyüz yıldan fazla süre geçti ve halen devam eden bu süreçte Westfalian egemenlik anlayışı da yerini -muhtemelen- liberal egemenlik anlayışına bırakacak görünüyor. Küresel ve daimi barış arayışları ise en azından ikili, çoklu veya bölgesel olarak; ama temelinde Kant’ın, bazen ütopya olarak ta nitelenen “devletler hukuku referansı“ yerine, “ekonomik entegrasyonlar yoluyla“ sürüyor. Dünya Ticaret Örgütü DTÖ roundlarındaki sonuçsuzluk sonrası oluşum çabaları daha da hızlanan, Atlantik Ötesi Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) ise –olumlu sonuçlandığında- bu yöndeki en kapsamlı ortaklıkların birisi olması bekleniyor. Muhtemel ortaklığın diğer önemli ve ayırt edici özelliği ise; daha önceleri ekonomik ve ideolojik birliktelikler ‘spesifik güvenlik ortaklıkları’nı (Ör: NATO) üretirken, TTIP’nin ise, ‘bir güvenlik kuruluşunun üretmekte olduğu –belki de ilk- bir spesifik ekonomik ortaklık’ olması. Bilindiği gibi, NATO Genel Sekreteri Sayın RASMUSSEN, 07 Ekim 2013 tarihinde, -Danimarka Sanayiciler Konfederasyonu tarafından düzenlenen ‘A New Era for EU-US Trade’ temalı toplantıda- yaptığı konuşmada, Washington Treaty, NATO Treaty ülkelerinin, aynı zamanda ekonomik iş birliklerine yönelik sorumluluklarını –ikinci madde- ve ekonomi ile güvenliğin yakın ilişkisini, hatta bağımlılığını hatırlatmaktaydı!
Sayın Genel Sekreterin, 1996 yılından, Danimarka Başbakanlığı döneminden bu yana savunduğu nihai vizyon ise ekonomik ortaklık yoluyla başlayacak olan ‘Integrated Transatlantic Community’ idi ve 1995 yılında Madrid’te oluşturulan/ benimsenen NTA ‘New Transatlantic Agenda’ bu vizyonun yazılı temelini oluşturmaktaydı. (www.nato.int/cps/en/natolive/opinions_103863.htm) Daha sonra, 1998 yılında ‘The Transatlantic Economic Partnership’e TEP’e dönüşecek olan ajanda (NTA);
1)- Dünya üzerinde barışın sağlanması ve istikrarlı olması,
2)- Uluslararası kriminal konulara, uyuşturucu trafiği ve terörizme, göçmen ve mülteci sorunları ile çevre sorunları ve doğal afetlere karşı birlikte mücadeleyi hedefliyordu.
ABD ile AB arasındaki karşılıklı ticaretin güçlendirilmesi ve Atlantik boyunca; iş dünyası, bilim insanları, eğitimciler ve diğer tüm bireyler arasındaki ilişkilerin gelecek kuşaklara yönelik olarak güçlendirilmesi hedefi ise 3. ve 4. son maddelerini oluşturuyordu. 2005 yılında ise ekonomik entegrasyonun ve büyümenin artışı için ‘The EU-US Initiative to Enhance Transatlantic Economic
Integration and Growth’ inisiyatifi oluşturulacaktı. (trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2006/march/tradoc_127675.pdf)
Peki, 1995 yılında Madrid’te ‘NTA New Transatlantic Agenda’ ile formel başlangıcı yapılan ve 1998’de Transatlantic Economic Partnership (TEP) imzalanması, 2002 Washington DC ‘Guidliner for Regulatory Cooperation and Transparency’ zirvesi, 2004 Irlanda, Shannon ‘Strategy for strengthing EU-US Economic Partnership’ taslağının hazırlanması, 2007 ABD Başkanı George W Bush ile dönemin Avrupa Komisyonu Başkanı ve Almanya Şansölyesi tarafından imzalanan TEC (Transatlantic Economic Council) oluşumunun kabulü ile süren ve 2013 tarihinde yapılan birinci tur (round) müzakerelerinin ardından, 14 Temmuz 2014 tarihinde 6. Roundu başlayacak olan görüşmelerin ekonomik boyutlu beklentisi ne idi ve en azından başlangıçtaki bu ekonomik boyutlu beklenti nasıl sağlanacaktı?
Ortaklığın taraflara gelecekteki ekonomik etkileri konusunda çok sayıda araştırma yapılmış olmasına karşın, AB’nin talebiyle; ECORYS Nederland BV kuruluşunca Aralık 2009 tarihinde hazırlanmış olan Non-Tariff Measures in EU-US Trade and Investment – An Economic Analysis ile Mart 2013 tarihinde yayınlanmış olan CEPR Centre for Economic Policy Research, London: Reducing Transatlantic Barriers to Trade and Investment, referans ve atıfta bulunulan çalışmaların başında geliyor.Yapılacak –muhtemel- ortaklık anlaşmasının, derinliğine/ kapsamına göre de çok sayıda senaryo hazırlanmış ve her senaryoda AB ile ABD ekonomilerinin yanısıra ‘rest’in (=AB ve ABD dışında kalan ekonomilerin!) kazançlarına da yer verilmiş, ekonometrik modellerle teyid edilmiş! (www.ecorys.com , www.cepr.org ) Örneğin: Centre for Economic Policy Research, Mart 2013 tarihli raporuna göre; kapsamlı bir transatlantik ticaret ve yatırım anlaşmasının, AB’ye yıllık 119 Milyar Euro ve ABD’ye ise 95 Milyar Euro tutarında GSMH genişleme getirmesi beklenmekte, ancak söz konusu gelir yaratımının/ artışının dünyanın kalan kısmına -yüklenecek- bir maliyet olmayacağı da öngörülmekte. Çünkü, danışman kuruluşa göre AB ile ABD arasındaki ticaretin daha da liberalleşmesi, dünya ticareti üzerine olumlu etki yaratacak ve küresel gelir 100 Milyar Euro civarında artacaktır. Ayrıca, her iki taraftaki gelir artışı/ genişlemesi zaten halen çok düşük olan tarifelerin kaldırılmasından ziyade, tarife dışı engellerin (standartların ve mevzuatların konsolidasyonu başta olmak üzere) elimine edilmesinden sağlanacaktır. İleri senaryoya göre, gelir artışlarının tahminen %80’ini kapsayacak olan standart ve mevzuat bütüncülleşmesi, istihdama olumlu yansıyacak ve kalifiye (ve kalifiye olmayan) iş gören ücretlerinde, marjinal de olsa (% 0.05) bir artış olacaktır. Ayrıca liberalizasyon yoluyla sektörler arası iş gücü transferi % 0.7’den fazla olmayacak ve sürdürülebilir kalkınma (emisyonlar, doğal kaynaklara etki) üzerindeki etkisi ‘ihmal edilebilir düzeyde’ olacak. Aynı raporlara göre, bu girişim eğer sadece gümrük tarifelerinin liberalizasyonu ile sınırlı kalsaydı, AB’nin GSMH’na sadece 24 Milyar Euro ve ABD’nin GSMH’na 9 Milyar Euro genişleme yaratabilecekti. (Oysa TTIP’nin ileri senaryosunun imzalanmasıyla her bir Amerikan ailesine yıllık 800 USD civarında ‘ek gelir’ sağlanması beklenmekte.)
Yine bir AB kuruluşu olan ‘Bertelsmann Shiftung’s Global Economic Dynamics- GED www.ged-project.de ) projeksiyonunda da ‘etkiler’ iki ana senaryoda ele alınmış ve sadece tarifelerin elimine edilmesiyle ABD’de kişi başına gelirin % 0.08 artacağı hesaplanırken, kapsamlı bir TTIP uygulanması –dolayısıyla tarife dışı engellerin de kaldırılması- yoluyla ABD’nin gelir artışının % 13.4’e ulaşacağı tahmin edilmekte. Ayrıca, kapsamlı anlaşmanın uygulanmasıyla ABD’de istihdamın % 0.71, iş gören reel ücretlerinin % 0.93 oranında artması ve bir milyon kişiye istihdam yaratması bekleniyor.
Güncel ekonometrik uygulamalarda güvenilirliği kabul edilmiş olan analizler (regresyon analizleri, gravity analizi, testler vb) kullanılarak her iki tarafın cazip kazançları ortaya konmuş olsa da, müzakerelerin beklenen şeffaflıktan uzak olması, çoğu sivil toplum kuruluşunda ‘yeni bir ABD-AB koalisyonu mu?’ tartışmalarını beraberinde getiriyor. TTIP’nin asıl mantığının ‘doğal olarak jeopolitik olduğu ve yükselen Asya ile rekabet arayışının sonucu’ ortaya çıktığı da öne sürülüyor. Ayrıca olası bir ‘ileri anlaşmanın’ AB’nin federalizm yolunu güçlendirebileceği gibi ‘altını kazacağına’ da inananlar mevcut... Özellikle tarım (GDO) ve fikri mülkiyet hakları konularında yoğunlaşan fikir ayrılıkları , 35.000 civarındaki ürünün standartlaştırılmasının güçlüğüyle birleşince, 14 Temmuz tarihinde Brüksel’de başlayacak 6. Round görüşmelerinin önemi artıyor ve bu yıl sonunda imzalanması beklenen ‘nihai anlaşmanın’ en az gelecek yıla sarkabileceği düşünülüyor.