Türkiye’nin Jeopolitik Önemi; Köprü mü, Kanat mı, Merkez mi?
“Ön yargıları atom bombaları dahi parçalayamaz“. Albert Einstein
İlknur Şimşek*
Uzun yıllar köprü imajını bünyesinde barındıran Türkiye, artık farklı kavramlarla anılmaya mı başlanmıştı? Osmanlı mirası ve Kuzey Atlantik Paktı (NATO) üyesi olan ülke, sonunda amacına ulaşıp Avrupa Birliği (AB)’ne üyeliğini kabul ettirebilecek miydi? Ya da buna gerçekten ihtiyacı var mıydı? Bir tarım ülkesi olarak kabul gören Türkiye, sanayi alanında da atak yapmış, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin son yıllarda sıkıntısını çektiği küresel krizden etkilenmemiş, aksine ekonomisinde büyüme kaydetmiştir. Hâl böyle iken, jeopolitik açıdan stratejik öneme sahip olan bu ülkenin kendi kendine yetemediği hissi mi hakimdir?
Coğrafi olarak etrafında önemli denizleri barındıran Türkiye’nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Karadeniz ülkeleri ve Rusya’nın soğuk ve geniş ovalarından, güneyin sıcak ve engin okyanuslarına açılan labirentin tek çıkış kapısıdır. Türk Boğazları Bölgesi’ni elinde bulunduran Roma ve Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu ve batıya doğru genişleyerek, uzun süreli devletler kurabilmeleri bu stratejik üstünlüğün göstergesidir. Boğazlar’ın kilit konumunu çok iyi kavrayan Napoleon Bonaparte, 7 Temmuz 1807 yılında Çarlık Rusya’sı ile Tilsit Antlasması’nı imzalayarak müttefik haline gelmesine rağmen, Rusya’nın Bogazlar’la ilgili isteklerine “Boğazlar’a hakim olan, dünyaya hakim olur.“ cevabını vererek bir uzlaşma sağlayamamıştır.[1] 16. yüzyıl Fransız yazarlarından Petrus Gyllius ise “İstanbul Boğazı, bütün diğer boğazlardan üstündür, çünkü iki denizi ve iki dünyayı tek anahtarla açmaktadır.“ demiştir.[2] Aynı anda Avrupa’ya, Asya’ya ve Afrika’ya komşu olan Türkiye, coğrafi özelliğini, Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinin kabulü ile de tescillemek istemektedir.
Terim Olarak Jeopolitik
Jeopolitik, bütün değerlerin, coğrafya üzerinde yaşayan insanlarının lehine, en iyi şekilde kullanılmasıdır.[3] Siyasi alanın korunması için askeri alanın oluşturulması zorunlu olan jeopolitik de siyasi coğrafya, beşeri değerlerle aktif hale getirilir. Jeopolitik, coğrafyanın politikaya verdiği yönü belirlerken politika üretmez, politika üretenlere, coğrafi tabana dayalı veriler hazırlar.[4] Latin kökenli olan coğrafya ve politik kelimelerinin birleşiminden oluşturulan ‘jeopolitik’ kelimesini ilk kullanan İsveçli siyaset bilimci Rudolf Kjellen olmuştur. Vestfalya döneminden Avrupa’nın yeniden şekillenme sistemiyle varolduğunu düşündüğümüz yeni düzen ile başlayan o zamanın jeopolitik anlayışı, 19. yüzyılın sonlarında artık Afrika kıtasının tanınması ile ciddi bir biçimde bir bilim olarak kullanılmaya başlanmıştır. Jeopolitik anlayışına farklı dönemlerde; A.T.Mahan, Friedrich Ratzel, Halford J. Mackinder, Rudolf Kjellen, K.E. Haushofer ve N.J. Spykman gibi ünlü bilimciler teorileri ile imzalarını atmışlardır.
Makalenin tamamını okumak veya bilgisayarınıza indirmek için lütfen TIKLAYINIZ.
* İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler yüksek lisans öğrencisi, ilknurmsimsek@gmail.com
[1] Renee Pithon, “Karadeniz ve Boğazlar Meselesi“, Ocak-Nisan 2010, (çevrimiçi), http://www.johschool.com/Makaleler/1781106008_11-%20Renee%20Pithon%20Karadeniz%20ve%20Bo%C4%9Fazlar%20Meselesi.pdf, 28.10.13.