Lübnan medyası, Ortadoğu ülkeleri arasında en çoğulcu ve özgürlükçü yapıya sahip olanlar arasında sayılmaktadır. Bugün Lübnan merkezli yayın yapan 23 televizyon kanalı ve farklı görüşleri yansıtan 14 günlük gazete göz önünde bulundurulduğunda gerçekten çok sesli ve çoğulcu bir medya yapısının var olduğu öne sürülebilir. Ancak Lübnan medyasında görülen bu çeşitlilik aslında ülkedeki mezhepsel ve siyasal bölünmenin bir yansıması olarak ortaya çıkmaktadır. Lübnan’da kamusal yaşamı şekillendiren feodal ailelere dayalı zuema sistemi, ülkedeki çoğulculuğun ve çoksesliliğin de sınırlarını belirlemektedir. Yayın organları, ülkedeki siyasi aktörlerin sözcülüğü görevini üstlenirken, önceden paylaşılmış bu alanın dışında farklı bir sesin kamuoyunda yer edinebilmesi ise pek mümkün olamamaktadır [1]. Nitekim Lübnanlı İletişim Profesörü Nabil Dajani de Lübnan medyasının, halkın çıkarlarını temsil etme ve halka hesap verme yükümlülüğü taşımadığını, bunun yerine özel sektörün ihtiyaçlarına ve feodal liderlerin siyasi programlarına bağlı olduklarını belirtmektedir [2].
Gerçekten de Lübnan’ın yakın tarihine baktığımızda, medya alanında çizilmiş özgürlük sınırlarının dışına çıkan gazetecilerin baskı ve tehditlerle karşılaştığı görülmektedir. 2005 yılında suikaste uğrayan En-Nahar Gazetesi köşe yazarı Samir Qassir ve ondan 6 ay sonra bombalı saldırı sonucu hayatını kaybeden aynı gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Gebran Tueni, medyanın karşı karşıya olduğu tehdidin en yakın örnekleridir. Yine çeşitli dönemlerde siyasi aktörlerin zayıflaması ya da güçlenmesine paralel olarak bazı yayın organlarına ve gazetecilere yaptırımlar uygulandığı ya da uygulanan yaptırımların kaldırıldığına rastlanmaktadır. Dolayısıyla ülkedeki siyasi konjonktür ile medyada baskın olan sesler arasında yakın bir ilişkiden söz edilebilir.
Lübnan’da yayın yapan televizyon kanalları, ilişkili oldukları siyasi partinin sözcülüğü görevini üstlenmekte, gündem ve içeriğini bu doğrultuda şekillendirmektedir. El-Mustaqbal TV, Eski Başbakan Refik Hariri’nin partisi Gelecek Hareketi’nin yayın organı işlevini görürken OTV, Michel Aoun’un partisi Özgür Vatansever Hareketi’nin, El-Manar Televizyonu Hizbullah örgütünün, NBN televizyonu Emel örgütünün sözcülüğünü yapmaktadır. Murr TV ve LBC televizyonları 14 Mart koalisyonunu desteklerken El-Jadeed TV 8 Mart koalisyonuna yakın durmaktadır. Yayın organlarının politik konumlarının bu kadar net çizildiği bir düzlemde karşılıklı çatışmanın yaşanması kaçınılmaz olmaktadır.
Siyasi düzleme paralel şekilde birbirinden ayrılmış yayın organları, Lübnanlı zaimlerin kendi topluluklarına seslenebilecekleri ve mesajlarını iletebilecekleri en önemli araçlardan biridir. Siyasi liderler televizyon platformunu kullanarak söylemlerini inşa etmekte ve bunu gündelik yaşamın her alanına ulaştırabilmektedir. Televizyon kanalları program içeriklerini ve haber gündemlerini bu doğrultuda şekillendirerek kendi cemaatlerinin inşa edilmesine katkıda bulunmaktadır. Bu inşa süreci genelde “öteki“ yaratma, korku ve endişe yayma, ortak mağduriyetler ve tarihsel travmalardan beslenme yoluyla yürütülmektedir. Örneğin El-Mustaqbal TV yayın akışı içerisinde, 2005 yılında suikaste kurban giden eski Başbakan Refik Hariri’nin görüntülerine yer vererek tarihsel travmadan yararlanmakta ve Lübnanlı Sünni topluluk için gurur duyulması gereken bir lider imgesi yaratmaktadır. El-Manar Televizyonu ise hayatını kaybeden Hizbullah üyelerinin görüntülerini şehitler başlığıyla gün içerisinde aralıklarla yayınlayarak, “en büyük düşman İsrail“ imgesini canlı tutmakta, bu tehdit karşısında kendi Şii cemaatini daha kolay mobilize edebilmektedir. Cemaat inşa etme ve cemaat üyeleri arasında “safları sıkı tutma“ politikası Lübnan içindeki mezhepsel ve politik gruplar arasında karşılıklı korku ve öfkenin de artmasına neden olabilmektedir.
Lübnan’da 15 Şubat 2014 tarihinde birlik hükümetinin kurulması öncesinde medya, ülkedeki tansiyonu yükselten bir rol oynamıştır. Lübnan’da hükümet kurma sürecinde yayın organları, siyasi partilerin pazarlık argümanlarını güçlendirecek gündem maddeleri üzerinde durmuşlar ve ulusal gündemi kendi politikaları doğrultusunda şekillendirmek istemişlerdir. Hükümetin kurulması aşamasında 14 Mart koalisyonunun öne sürdüğü en önemli koşullardan biri Suriye’de Esad yönetimi saflarında muhaliflere karşı savaşan Hizbullah’ın geri çekilmesi olmuştur. Aslında Hizbullah’ın da aralarında bulunduğu Lübnanlı siyasi partiler Temmuz 2012’de kabul edilen Baabda Deklarasyonu ile Suriye’deki kriz sürecinde tarafsız bir tutum sergileyecekleri taahhüdünde bulunmuşlardır [3]. Ancak, önce Hizbullah savaşçılarının Suriye’de çatıştıkları haberleri ortaya çıkmış, daha sonra da Hizbullah lideri Hasan Nasrallah Suriye’deki çatışmanın tarafı olduklarını ve bu kararın kendileri için bir varoluş mücadelesi olduğunu kamuoyuna duyurmuştur [4].
Hizbullah’ın Suriye’deki krize müdahil olması birçok kesim tarafından eleştirilse de Nasrallah, bu eleştirilere en güçlü cevabını Aşure günü etkinliklerinde Dahiye’de binlerce kişiye seslendiği konuşmasında vermiştir. El-Manar Televizyonu’nun farklı noktalardan eşzamanlı görüntüler eşliğinde gerçekleştirdiği canlı yayında Nasrallah, Hizbullah’ın Suriye’deki eylemlerinin hükümet pazarlıklarında öne sürülmemesi gerektiğini bir kez daha vurgulamıştır. İlerleyen günlerde El-Manar’a konuşan Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Naim Qassim, Hizbullah’ın yer almadığı bir hükümetin ülkeyi felakete sürükleyeceğini belirtmiştir [5]. Marada Hareketi lideri Suleiman Franjieh de benzer bir uyarıyı aynı kanalda dile getirmiştir [6].
Nasrallah’ın Aşure günü konuşmasından altı gün sonra Beyrut’taki İran Büyükelçiliği önünde bombalı saldırı meydana gelmiş ve 22 kişi yaşamını yitirmiştir. Kanlı terör saldırısı ülkedeki tüm siyasi gruplar tarafından kınansa da Hizbullah’ın Suriye krizine müdahil oluşunun Lübnan’ı istikrarsızlaştırdığı tezi medyada yer bulmuştur. El-Mustaqbal Televizyonu’na konuşan 14 Mart grubundan milletvekili ve Meclis Başkan Vekili Farid Makari, İran Büyükelçiliğine düzenlenen saldırının, Hizbullah’ın Suriye’ye müdahalesine bir karşılık olduğunu belirtmiştir [7]. Bu süreçte El-Mustaqbal Televizyonunun, Hizbullah’ı ülkedeki şiddet ve kaosu arttırmakla itham eden söylemi devam etmiştir. Bu olaydan sonra Lübnan’da Şii hedeflerine yönelik bombalı saldırılar halen yaşanmaktadır.
Sahadaki aktörler, karşılıklı güç mücadelesinde şiddet yöntemlerine başvurarak rakipleri karşısında üstünlük sağlamaya çalışırken Lübnan medyası da şiddet içerikli söylemi ekrana taşıyarak kamuoyuna aktarma işlevi görmektedir. Ülkede yaşanan terör eylemlerinin medyada veriliş şekli, toplumda öfke ve nefretin yayılmasına neden olabilmektedir. Patlama sonrası olay mahalinden geçilen, ceset ve ölüm sahnelerini içeren ham görüntüler, korku ve panik atmosferinin yayılmasını teşvik etmektedir. Olay sonrası siyasilerin karşılıklı suçlamaları ve nefret söylemine dayalı üslupları, toplumda karşılıklı önyargıların pekiştirilmesine ve mezhepler arasında gerilimin arttırılmasına neden olabilmektedir.
Medyanın terör ve şiddet olaylarını ele alış biçimi her ne kadar etik bir sorun gibi gözükse de bilinçli bir politikanın sonucu olarak yorumlanabilir. 2011 yılından bu yana devam eden Suriye krizi Lübnan’daki siyasi konjonktürü etkilediği gibi, medyadaki ayrışmayı da derinleştirmiştir. Bu ayrışma medyada terör ve şiddetin daha fazla yer bulmasına ve mezhepler arası gerginliğin daha da artmasına neden olmaktadır. Kriz dönemlerinde siyasi aktörler, kendi topluluklarını bir arada tutabilmek ve daha kolay mobilize edebilmek amacıyla korku ve kaos ortamından faydalanmaktadır. Terör eylemleri onlarca sivilin hayatını kaybetmesine neden olurken siyasi liderler, aldıkları kararlardan vazgeçmeyeceklerini ve bu tür eylemlere yine şiddetle karşılık vereceklerini vurgulamaktadır. Maruz kalınan şiddet, siyasi aktörün uyguladığı şiddeti meşrulaştıran bir araç olarak işlev görmektedir. Bu sayede ilgili siyasi örgüt, kendi topluluğunun rızasını ve desteğini daha fazla kazanabilmektedir.
Terör eylemlerinde karşımıza çıkan sorumsuz yayıncılık ve toplum genelinde korku ve dehşetin yayılması, Lübnan medyasının sorgulaması gereken sorunların başında gelmektedir. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi halkın çıkarlarını temsil etme ve halka hesap verme yükümlülüğü taşımayan, bunun yerine özel sektörün ihtiyaçlarına ve feodal liderlerin siyasi programlarına bağlı olan yayın organlarının bu sorgulamayı gerçekleştirmeleri, kendiliğinden mümkün gözükmemektedir. Lübnan medyasının reformdan geçebilmesi için öncelikle siyasi aktörlerin halka hesap verebilirliğinin sağlanması ve toplum çıkarlarını ön plana alması gerekmektedir.
Yenal GÖKSUN; Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo TV Sinema Bölümü Araştırma Görevlisidir.
Kaynakça
[1] O. S. Foundations, “Mapping Digital Media: Lebanon,“ 2012.
[2] N. Dajani, “The Re-feudalization of the Public Sphere: Lebanese Television News Coverage and the Lebanese Political Process,“ in New Media in the Middle East International Conference, 2005.
[3] “Sleiman: Baabda Declaration ‘reference’ for future governments,“ Now, 14 06 2012. [Online]. Available:https://now.mmedia.me/lb/en/nownews/sleiman_baabda_declaration_reference_for_future_governments.
[4] “Nasrallah says Hezbollah will bring victory to Syrian ally Assad,“ Reuters, 25 05 2013. [Online]. Available: http://www.reuters.com/article/2013/05/25/us-syria-crisis-hezbollah-idUSBRE94O09120130525.
[5] “Hezbollah warns Sleiman against fait accompli Cabinet,“ The Daily Star, 26 12 2013. [Online]. Available: http://www.dailystar.com.lb/News/Lebanon-News/2013/Dec-26/242292-hezbollah-warns-sleiman-against-fait-accompli-cabinet.ashx.
[6] “Franjieh warns fait accompli cabinet,“ Now, 26 11 2013. [Online]. Available: https://now.mmedia.me/lb/en/lebanonnews/527342-franjieh-warns-fait-accompli-cabinet-will-endanger-lebanon.
[7] “مكاري : الحل الوحيد لتوقف التفجيرات هو بانسحاب حزب الله ,“ El-Mustaqbal TV, 7 12 2013. [Online]. Available: http://www.futuretvnetwork.com/node/63515.