Giriş
Kuruluşundan itibaren yaklaşık yüz yıl içinde aşiretten imparatorluğa yükselen Osmanlılar ekonomik, teknolojik ve idari açıdan çağın ruhunu yakalayamadılar. İlk yüzyıl içindeki askeri üstünlükleri, ordularını çağın en gelişmiş savaş makinesi haline getirmişti. Tüm idari ve mali yapı askeri gücün en iyi şekilde idamesi üzerine yapılandırılmıştı. Asker temini için tımar sistemi, lojistik gereksinimi için menzil sistemi geliştirilmişti. Ayrıca Hassa Ordusu tabir edilen devşirme sistemi ile yetiştirilen yeniçeriler vardı. Bu bağlamda doğal olarak Osmanlı mali ve ekonomik sistemi, savaş ekonomisi ve ganimet üzerine kurulmuştu. Sabit devlet gelirleri ise toprak sahiplerinden alınan vergiler, ticaretten alınan gümrük vergileri ve liman vergileri vardı.
Deniz ve Osmanlı
Selçuklu sonrası Anadolu birliğini sağlayan Osmanlılar üç tarafı denizle çevrili bir coğrafyada ne yapacaklarını tam olarak bilemiyorlardı. Çünkü deniz kültürüne çok yabancı bir kültürden geliyorlardı. Ticaret denince akıllarında yalnız kervanlar vardı. Ancak askeri açıdan denize mutlak gereksinim vardı. Deniz kuvveti bir güvenlik gereksinimi olarak ortaya çıktı. Ancak 18. Yüzyıl sonlarına kadar deniz kuvveti kurumsal bir yapıya kavuşturulamadı. Donanma en güçlü döneminde bile resmi korsanlık stratejisi ile görev yaptı. Hızır Hayreddin Paşa (Barbaros) ölünceye kadar derya kaptanları hep eski korsan reislerinden atandı. Sonrası eşe dosta gelişi güzel verilen bir makam haline geldi. Osmanlılar 1500 yılında Portekizliler Kızıldeniz’e girerek kutsal toprakları tehdit ettiğinde ve baharat gelirleri azaldığında Okyanus’un ne olduğunu anladı. Çaresizlik içinde önce 17 yıl bekleyip 1517’de Mısır’ı aldılar. Bu çaresizliğin bir göstergesi olarak Akdeniz’den Kızıldeniz’e kanal açmayı bile düşündüler. Osmanlılar daha sonra bir 17 yıl daha bekleyip 1534’te Arap yarımadasını fethettiler. Portekizlileri ancak 1538 yılında Kızıldeniz’den çıkarabildiler.
1517 seferi sırasında Osmanlının Okyanus devleti olma yolunda önemli bir gelişme oldu. Sefere gemi kaptanı olarak katılan Piri Reis, yaptığı muhteşem dünya haritasını 1517’de bizzat Yavuz Sultan Selim’e sundu. Maalesef, haritanın Osmanlının denizci stratejisi ve genel politikası üzerinde hiçbir etkisi olmadı. Yavuz’un ve Sadrazamı Piri Paşa’nın da haritaya ne tepki verdiği bilinmiyor. Demek ki, bu çalışmanın ne denli önemli bir çalışma olduğu ve okyanuslara açılmak için bir rehber olabileceğinin kimse farkına varamamıştı. Kim bilir harita sarayda nereye konmuştu? Bazı kaynaklar, 1929’da Topkapı Sarayı’nda üçte birlik parçası bulunan haritanın üzerinde yemek kırıntıları olduğunu yazmaktadır. Merak etmemiz gereken bir başka husus da, Hızır Hayrettin Paşa’nın 1533’de derya kaptanı olduğunda Piri Reis’in dünya haritasını görüp görmediğidir. O dönemde 20 yaşında olan harita kim bilir nerelerdeydi? Eğer Hızır Hayrettin Paşa haritayı görmüş olsaydı mutlaka sahip çıkardı ve bugün tamamı elimizde olabilirdi? Barbaros’un İspanyolların Amerika seferlerinden de haberdar olduğu ve Türk denizcilerinin de Amerika’ya sefer düzenlemelerini önerdiği bilinmektedir.
Okyanus ve Osmanlı
Portekiz’in Kızıldeniz ve Hindistan’daki varlığı hem Osmanlının ekonomik ve mali yükünü artırmış, hem de baharat gelirlerinin azalmasına neden olmuştu. 1538’deki Preveze Deniz Zaferi sonrası sağlanan Osmanlı deniz üstünlüğü, Akdeniz’i askeri yönden oldukça statik bir duruma sokmuştu. Ancak Avrupa’nın ekonomik, ticari, teknolojik, siyasi ve sosyal-kültürel yapısı süratle değişiyordu. Bilindiği gibi, Avrupa’nın Okyanus serüveni, Rönesans aydınlanmasının ve bilimsel ilerlemesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Kolomb’dan çok önce batı yönündeki yeni bir kıtanın varlığı Avrupa mitolojilerinde yer alıyordu. Diğer taraftan Orta ve Doğu Akdeniz’de Venedik ve Ceneviz’in ticari pazar hâkimiyeti İspanya ve Portekiz’in bölgeye girişini engellemişti. Avrupa’yı denizden kuşatmış ve merkezi Avrupa’nın içine kadar girmiş Osmanlının bir Okyanus devleti olamaması yeterince tartışmadığımız konular arasındadır. Aslında bu konu; sebepleri basit, açıkça görülür ve anlaşılır bir konudur. Avrupa’yı dünya hâkimiyetine götüren denizcilik faktörü, Osmanlı’yı Sevr’e boyun eğmeye mecbur bırakmıştır. Osmanlı bir Okyanus devleti olmayı başarabilseydi, bu gün Avrupa’nın en güçlü ülkelerinden biri olmayı başarabilir ve otarşik yapısını devam ettirebilirdi. Bu nedenle, Osmanlının neden okyanus devleti olamadığını iyi sorgulamamız gerekmektedir. Çünkü bugün de deniz gücü, hem bölgesel hem de küresel plan ve stratejileri yakından etkilemektedir. Osmanlının bir okyanus devleti olamamasının nedenlerini birbirleri ile iç içe geçmiş dört ana başlıkta toplamak mümkündür. Bunlar;
· Avrupa’da ortaya çıkan çağdaş mali ve ekonomik sistemin dışında kalması
· Gemi inşa teknolojisinde geri kalması
· Stratejik uzak görüşlülük eksikliği
· Otarşik yapısının verdiği rahatlık
· Kurumsal bir denizcilik altyapısının olmaması
Tüm faktörler için bir şeyler söylemek ve bunları belgelemek mümkündür. Ancak temel faktörün ekonomik ve mali sistemde odaklandığı değerlendirilmektedir.
Osmanlı Devletinin Ekonomik Konsepti
Osmanlı düşünce sistemi içinde, savaşlar bir bunalım ögesi ya da etmeni olarak yer almazlar. Tam tersine savaşlar bir kazanç kaynağıdır. Savaşlardan ganimet elde edilir, fatihlere dağıtılacak ve üzerinde tarım yapılacak yeni topraklar kazanılır. Bu topraklar, ayrıca anavatandaki topraksız fazla nüfusun iskânında ustaca kullanılır. Fethedilen bölgeler halkı ise, maliye için vergilendirilebilir yeni nüfus demektir. Osmanlı mali sistemi ayaklarını;
· Merkezi Hazine,
· Tımar Alanları
· Padişah Hazinesinin