Giriş
Suriye’de üç yıldır devam eden
iç savaş resmi sınırlar içinde devam etmesine rağmen, çatışmalara doğrudan ve dolaylı olarak katılmayan devlet kalmadı. Her devletin
ulusal çıkar bağlamındaki
stratejik yaklaşımları, çözüm için ortak bir paydada birleştirilemedi. Bu sonuç, mevcut durumu sürdürmenin daha uygun olacağını değerlendiren ülkelerin çoğunlukta olduğunu düşündürüyor.
ABD - İngiltere - Fransa -
İsrail bloku ile Rusya -
Suriye - İran bloku arasındaki derin
stratejik anlaşmazlık nedeniyle,
Suriye’deki
Esad karşıtı güçler kontrolden çıkmış gözükmektedir. Bloklar arasındaki yaşanan bu anlaşmazlık bölgede ciddi bir güç boşluğu yaratmış durumda. S. Arabistan,
Katar, Bahreyn. B.A.E. vb. gibi ülkeler,
Suriye’de hem kendilerine yakın grupları destekliyorlar, hem de Irak üzerinden, korkulu rüyaları ve tarihsel rakipleri İran’la dolaylı bir mücadeleyi sürdürüyorlar.
Bu politika El Ambar bölgesindeki gelişmeler ışığında Irak’ta ciddi bir
güvenlik sorununa dönüşmüş bulunuyor. S. Arabistan, kadim düşmanı
İsrail ile ortak düşman İran’a karşı dolaylı bir işbirliği içinde görünüyor.
İsrail Başbakanı bu işbirliğini Davos 2014 toplantısında, bölge ülkelerinin
İsrail’i tehlikeleri uzaklaştıran bir ortak olarak görüyorlar şeklinde özetledi.
[1] Belki de blok liderleri bunu kasten yapıyorlar. Çünkü üç yıldan bu yana bölgede oldukça hacimli bir silah pazarı oluşmuş durumdadır.
ABD’nin Şah’ın devrilişinin intikamını almak için Irak’la İran’ı on yıl (1979-1989) savaştırdığını unutmayalım. Bu arada bölgede
İsrail’in memnunlukla ellerini ovuşturduğunu söylemek fazla abartı olmaz. Çünkü hem kendisi, hem de İran’ın Şii zincirinin en önemli halkası
Suriye bir tehdit olmaktan çıkmış durumda. Günde binlerce kişi ölürken Filistin meselesi de kimsenin umurunda değil. İran’la yapılan
nükleer anlaşma ile yapımına üç ay kaldı diye dünya kamuoyunu ayağa kaldırdığı bomba tehlikesi de ortadan kalktı. Kendi stoklarındaki yaklaşık 80-100 adet arasındaki
nükleer bombadan bahseden yok. İran’ın 1968’de imzaladığı Nükleer Silahların Tedariki Antlaşmasını (NPT)
İsrail BM’nin bütün çağrılarına rağmen imzalamadı ve stoklarını Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun denetimine açmadı.
Mısır’da, 1967 Anlaşmasını iptal etmeyi planlayan ve
Münhasır Ekonomik Bölge Antlaşmasını iptal eden eski
yönetim de artık yok.
Suriye Sorunu Neden Çözülmüyor, Çözülemiyor, Nasıl Çözülür?
Suriye sorununa kendi
güvenlik çıkarlarına göre yaklaşan, bölge içi ve dışı güçler veya onları destekleyen değişik ülkeler, bugüne kadar öncelikle çatışmayı önleyici siyasi bir çözüm önerememişlerdir. Bu ülkeler, sadece kendi silahlı gruplarına destek vermektedirler. Özetle desteğin siyasi hedefi ortaya konulamamıştır. Örneğin, serbest seçime dayalı laik tabanlı bütün etnik ve dini grupları kucaklayan demokratik bir
Suriye mi? Alevi - Sünni veya Kürt-Arap bölgesel ayrımına dayanan federal bir
Suriye mi? Düşünülüyor. Bu ve benzeri bir siyasi yaklaşımın mutlaka
ABD ve Rusya’nın ortak kararı ile birlikte açıkça telaffuz edilmesi gerekir. Bu yapılırsa
iç savaşta halen fiili olarak çatışanlar ve onları doğrudan veya dolaylı destekleyen ülkeler de hedef ve stratejilerini buna göre tespit edeceklerdir.
Böylece en azından çatışmaların taktik ve operatif hedefleri bile değişecektir. Yok, bağımsız, laik ve demokratik bir
Suriye tercih ediliyorsa, öncelikle çatışmaların durdurulması hedef alınmalıdır. Bu bağlamda ortak karar, hükümet güçleri dâhil çatışanlara verilen desteğin kesilmesi olmalı ve Hükümet güçlerinin harekâtını kontrol ve gerektiğinde engelleyecek ortak bir askeri mekanizma kurulmalıdır. Geleceğe yönelik siyasi belirsizlik nedeniyle,
Suriye’de özgürlük ve
demokrasi talebiyle başlatılan
iç savaş, bu gün tam anlamıyla Alevi- Sünni mezhep çatışmasına, hatta son zamanlarda Sünni-Sünni mezhepsel bölüngülerin de savaşına dönüşmüştür. Mezhepsel savaş, Kürtlerin Rojova bölgesinde özerklik ilan etmesi ile etnik bir boyut da kazanmıştır.
Türkiye ve Irak’taki Kürtlerin anılan bölgeye coğrafi yakınlıkları, Rojova bölgesine
stratejik bir çekim alanı özelliği katmaktadır. Sadece
Esad’ın iktidardan gidişini hedef alan bir yaklaşım, hem bölgesel hem de uluslararası alanda hukuki, siyasi ve gerektiğinde olabilecek bir askeri desteğin sağlanmasını engellemektedir. Bunun yarattığı siyasi ve askeri güç boşluğu, S. Arabistan,
Katar,
Türkiye, Irak vb. gibi ikincil aktörlerin,
Esad karşıtı güçler üzerinden dolaylı ve kontrolsüz mücadelesine neden olmuş gözükmektedir.
Bölgedeki fiili
çatışma ve siyasi gerginlik ortamının temel jeopolitik nedeni,
ABD’nin 2003’te Irak’a yaptığı müdahale sonrası siyasi, askeri, etnik, mezhepsel dengelerin bozulmasıdır. Bu dengesizlik Arap Yarımadası ve Basra Körfezi ülkelerinin hemen hemen tamamında bir
güvenlik krizine dönüşmüştür. İran eğilimli bir
Suriye devreden çıkarılırsa bölgenin daha istikrarlı bir duruma geleceğini düşünenler varsa, çok yanılıyorlar. Bu durum İran’ı bölgede çok daha saldırgan politikalar izlemeye zorlayacaktır. Bölgedeki tüm
İslam ülkeleri artık mezhep üzerinden yürüttükleri
güvenlik politikalarını bir tarafa bırakmalıdır. Batının, Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bölgeyi ve kaynaklarını sömürmek üzere Müslümanları nasıl birbirlerine kırdırdıklarını görmelidirler. Bunu önlemenin yolu çok basittir. Bölgenin iki mezhepsel lider ülkesi S. Arabistan ve İran anlaşarak dost olmayı ve işbirliği yapmayı öğreneceklerdir.
1967’deki
Mısır lideri Enver
Esad’ın tüm Arap dünyasının karşı çıkmasına rağmen
İsrail’le barış anlaşması imzalamasındaki cesarete bölgenin acil ihtiyacı var. Bölge ülkeleri akıllarını başlarına almazlarsa,
Suriye’den sonra sıranın kendilerine geleceğini iyi bilmelilerdir. Çünkü 21. Yüzyılda Arap halklarının özgürlük ve
demokrasi talepleri artık otoriter uygulamalarla önlenebilecek eşiği çoktan aşmıştır. Bölgedeki istikrarsızlık durumu 1990’lara kıyasla çok daha derindir ve çözümü de çok daha belirsizdir. Bölgedeki diktatör
İslam ülkelerindeki Şii gruplar, Irak’ta Pandora’nın Kutusunun açılması ile yaşadıkları ülkelerde yıllardır sürdürülen sömürü düzenine karşı haklı siyasi ve ekonomik taleplerini sıralamaya başlamışlardır. S. Arabistan’daki nüfusun % 21’ini oluşturan Şiiler, Bahreyn’deki nüfusun %70’ini oluşturan Şiiler, Irak’ta nüfusun % 60’ını oluşturan Şiiler gibi.
İslam ülkelerinin, mezhepsel ve etnik ayrımcılık üzerine kurulan rejim ve uygulamalarını süratle demokratikleştirmeye ve laik bir yapıya evirmeleri gerekmektedir. Çözüm Şii- Sünni (Selefi) ayrımının inanç seviyesinde kalması, ideolojik ve siyasi bir vasıta olarak kullanılmamasından geçmektedir.
İsrail’in büyük mücadelelerden sonra
Ortadoğu coğrafyasında kurulmuş ilk ve tek Yahudi devleti olmanın kıymetini bilmesi gerekir. Kuruluşundan bu yana olabildiğince genişlemiş ve oldukça güvenli bir coğrafya sahip olmuş durumdadır.
İsrail’in milli hedeflerinin bu coğrafyanın çok daha ötesinde olduğu bilinmektedir.
Ortadoğu’daki tek
nükleer güçtür. Din devleti olmasına rağmen, laik ve demokratik bir rejime sahiptir. Bilim, modern tarım, silah ve diğer teknolojilerde ileri düzeydedir. Daha birçok şey söylenebilir. Ancak öncelikle söylenmesi gereken Türkiye-
İsrail ilişkilerinin mutlaka düzeltilmesi gerekir.
İsrail, vaat edilmiş topraklar hayallerini ve iç politik nedenlerle sürekli gündemde tuttuğu
güvenlik paranoyasını bir kenara bırakmalıdır. Artık bölge ülkelerini kucaklayıcı ve daha barışçı bir politika izlemeye başlamalıdır. Tanrının
İsraillilere vaat ettiği topraklar 2009 yılında
Akdeniz’de ortaya çıkmıştır. Başka yerlerde tehlikeli maceralar aramaya gerek yoktur. Denizdeki zengin petrol ve doğal gaz yataklarının 2016’dan itibaren işletilmesine başlanacaktır.
[2] Bu kaynaklar bölge barışı için yeni bir paradigma yaratabilir. Bu projenin güvenli ve ekonomik bir şekilde hayata geçirilmesindeki en önemli aktör
Türkiye’dir. Bu nedenle bu tarihten önce bölgede ve komşuları ile mutlaka bir barış ve işbirliği ortamı yaratılmalıdır.
Ortadoğu’nun hiçbir coğrafyaya benzemediğini öğrenmiş olmalısınız. Özellikle
ABD, bugünkü ortamın doğmasında kendisini sorumlu hissetmeli ve bir an önce bölgede kalıcı barış ve istikrar için çalışmalıdır. Rusya ve
ABD,
Suriye sorununun çözümünde küresel ve bölgesel rekabeti bir yana bırakmalıdır. Çünkü üçüncü yılına giren
Suriye sorunu, çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşmesi riskini artık patlama ve yayılma eşiğine getirmiş bulunmaktadır. Savaş yayılırsa başta
İsrail ve
Türkiye gibi Batı blokunda yer alan ülkeler de tehlikeye gireceklerdir. Böylece NATO’nun savaş girmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu bağlamda
ABD ve Rusya, işbirliği içinde daha kalıcı çözümleri süratle ortaya koymalıdır.
ABD - İran gerginliğinin sona erdirilmesinin sorunun çözümüne büyük katkı sağlayacağı açıktır. Bu arada kimse dolaylı stratejiler ile komşu coğrafyalarda karışıklık çıkartarak (Lübnan ve Ukrayna) birbirlerine gözdağı vermemelidir. Zaman, başta
ABD, Rusya, Suudi Arabistan ve
İsrail olmak üzere bütün ülkelerin akıllarını başlarına alma zamanıdır. Savaş yayılırsa bölgede yeni siyasi bir coğrafya oluşuncaya kadar durmayacaktır.