Orta Doğu yaşanan karmaşa itibarı ile hep aynı Orta Doğu. Çalkantılar 1950'li yıllarda, 80'li ve 90'lı yıllarda daha farklı olarak hatırlansa bile sonuçları itibarı ile aynı. Bölge hep aynı kin, nefret, kan, gözyaşı, tahammülsüzlük, uzlaşmazlık, çatışma ve kısa vadeli çıkar coğrafyası.
Orada, burada ve özellikle demokrasi ile yönetilen ülkelerde 4 veya 5 yılda bir değişen (veya mükerreren yönetime gelen) iktidarlar, sanki kendi dönemlerinde cerayan eden olayların, daha önceki dönemlerden daha farklı, daha vahim ve daha karmaşık olduğunu terennüm edebilirler. Üstelik bu düşünceyi sık sık dile getirerek, kendilerine siyasi bir pay çıkarmak isteyebilirler. Özellikle ulusal kamuoyları bunu yutabilir. Uluslararası çevreler de bunu bile bile kendi çıkarlarına yontmak isteyebilir. Ama bu sonucu değişirmez.
1960'lı ve 1970'li yıllarda, ülkelerin birbirinin içişlerine müdahale etmemesi için sıkı sıkı kurallarla bezenmiş anlaşmalar imzalanmıştı. Elbette, müstemleke olma durumundan yeni kurtulmuş nice ülkenin bulunduğu 40 - 50 yıl öncesinin dünyasında bu hassasiyet pek te normaldi. Ama dünya küreselleştikçe, yerel çalkantılar ve bölgesel çatışmalara, tek veya çok taraflı uluslararası müdahale, önce sorulmaksızın gelmeye başladı. Sonraları ise çatışma coğrafyalarına “insan haklarını“ korumak bahanesi ile gelen yabancı güçler, aslında en fazla kendi çıkarlarının peşinde oldular. 1980'li yılların modası, 1970'lerden farklıydı. Ruslar Afganistan’a girdi diye yeri göğü inletenler, 1980'li yıllardan beri yapılan uluslararası müdahalelere hemen hiç tepki vermemeye başladı.
“Yankie Go Home“ dan Nerelere Gelindi?
1970'li yıllarda, kafası kızan, Liman’a yanaşan Amerikan gemilerindeki askerleri denize atar, bir de arkalarından “Yankie Go Home“ diye bağırırdı. Ama aynı Yankie ve Yankie öncülüğündeki NATO, 1990'lı yılların başında Körfez’de ve sonunda özellikle Bosna’da beklenen çözüm olup çıktı. Çünkü, kimse Irak’ın Kuveyt’e müdahalesini durduramamış, ali Batı çıkarları için Amerika ve NATO nun müdahalesi beklenmişti. Bosna’ya gelince, “çıtkırıldım AB“ burnunun dibinde, akan Boşnak kanını durduramamış, Sırp ve Hırvat kasaplarının dükkanlarını kapayıp, “kasaplık lisanslarını“ iptal edememişti. Taa ki ABD işe el atana kadar.
O yıllarda, Afrika’da pek kabul gören müdahaleleri de unutmayalım. Ama 1995 da imzalanan Dayton anlaşması bence, çok önemlidir. Çünkü Balkan’lara barış getirmiştir. Balkan ülkelerine tam bir refah ve huzur getirmese bile AB ye üyelik yolunu açmış, umut kıvılcımı çaktırmıştır. Bu bile onlara yeter. Ancak aynı zamanda ülkelerin, başka ülkelere karışmasının önünü açmıştır. Artık bir yerde sorun mu çıktı? İç çatışma mı var? Başta, o ülkenin içinde olan veya o ülkeyi terkedip başka yerleri tavattun edenler olmak üzere rejim karşıtları(muhalifler) Amerika başta olmak üzere özellikle Batı ittifakından medet ummakta, utanmadan, sıkılmadan kendi öz vatanlarına müdahale edilmesini istemektedirler. Hoş gerekirse zaten ne o “Yankie“ müdahale edeyim mi? diye sorar, ne de müttefikleri ve söz konusu çatışma alanındaki muhalif güçler hayır der. Evet Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kalkanı önemlidir. Ama Irak’ta çalışmayan, Libya’da kısa zamanda indirilen, Suriye’de hala kullanılmasında sayısız fayda olan bu kalkana ne kadar güvenilir? Hele bir ülkenin has insanları, düvel-i muazzama’nın (ne yazık ki artık Türkiye de bu grubun içinde yer almayı tercih ediyor) anavatanlarına müdahalesi için yakarıyorlarsa buna ne denir?
Tarihten Hiç mi Ders Alınmadı?
2000'li yılların ilk yarısında, 1970'li yılların istenmeyen “Yankie“si öncülüğündeki Batı koalisyonu Irak’a müdahale etti. Kabul gördü. Hibeciler iki - üç kez Irak kendi ayakları üzerinde durana kadar kullanır diye para da topladı. İhaleler açıldı. Petrol hisseleri paylaşıldı. Hatta, hatta, fincancı katırları ürkmesin diye, Irak’ta İran’ın artan varlık ve etkinliğine de göz yumuldu. Türkiye “düvel-i muazzama“ya yakın durmaktan fayda buldu. Kendince hem kazandı; hem de Kuzey Irak Kürt Otonom bölgesine kazandırdı. Bunun tadı da damağında kaldı.
Ama o gün bugündür Irak bir savaş alanı. Tarihe gömüldüğünü sandığımız din savaşlarının, hortlakları ile yer yüzüne yeniden çıktığı bedbaht bir ülke. Kuzeyi müreffehmiş, Allah’ın altlarına serdiği serveti öyle veya böyle paylaşırlarmış. Neye yarar, can ve mal güvenliği yok. “Din“, mezheplerin tekelinde. Demek ki birisi bu taraftaysa, diğer tarafa yaşam hakkı bile tanımamaya kararlı. İşte size dış müdahale ile gelinen nokta.
Ama bu yetmedi dünyaya. Kaddafi alaşağı edilsin diye ne çağrılar yapıldı; Ne çağrılar! Irak’ta sıfırı tüketen “Yankie“ geri durmaya çalıştı diye bir inkisar almadığı kaldı. Parsayı toplamak için başı çeken Fransa, kendini pek galip kabul etti. Ama Sarkozy’nin muzaffer komutan hevesini Allah’tan Fransız halkı onun kursağında bıraktı.
Ve Suriye
Hanidir Suriye Suriye’nin, Suriye’li Suriyeli’nin düşmanı. Aslında başka düşman yok. Evet belki “zaten daha çok önceden bütün dünyayı karşısına almamış mıydı Esat yönetimi“ diye sorabilirsiniz. Hayır esas düşman içinizdeki düşmandır. Yanı başınızdaki düşmandır. Ve şimdi başta Suriye’nin içinde ve dışında bulunan muhalifler ve onların buradaki, oradaki destekçisi ülkeler olmak üzere herkes, “Yankie“ ve yandaşlarının Suriye’ye müdahalesini bekliyor. “Düvel-i muazzama“ hazırlansın da gelsin isteniyor. Gelsin de nasıl gelirse gelsin mantığı baskın. Ama denizden, ama karadan veya havadan. Ama 6. Filo ile Akdeniz’den, ama 7. Filo ile Körfezden.
Haysiyetsizce bir davet var. Bir yakarış var. Kime? Birbirlerine düşüp alemin önce seyredip sonra bir başka oyuncak haline getireceği ülkelerine. Kime? Birbirine acımasızca saldıran insanlara. Bana göre sivil de insan, asker ve polis te insan. Hepsini 9 ay zahmetten sonra analar doğuruyor ve imkanına göre eserip besererek yetiştiriyor. Ama şimdi Suriye’li birbirine öldüresiye acımasız.
Suriye Karanlığa hiç bu kadar Yakın Olmamıştı
“Kırmızı çizgi“ aşıldı. Çünkü kimyasal gaz kullanıldı. Kim kullandı? Büyük bir ihtimalle Suriye rejimi? Muhaliflerin ve aşırı uçların elinde diğer silahlarla beraber gaz yok mu? Büyük bir ihtimalle var. Yani kimse masum değil. Zaten kalamazdı da.
Dünya sarı, Suriye kırmızı alarm’da. Ya müdahaleye yeşil ışık yakılırsa? İşte o ışık Suriye’de “Karanlığa“ geçit verecek. Gelenler bir vur-kaç ta yapsa, kalsa da, Suriye’de insanlar birbirini yemeği bırakmayacak. Ne zamana kadar? Kendi kanlarında boğulana, kan banyosundan bıkıp, bizar olana kadar. Ne acı. Suriye daha da karanlığa hiç bu kadar yakın olmamıştı.