Dünyanın gözü önünde yaşlı, genç, çocuk, bebek ölüyor ve Trump’ın kızı törende konuşup, yılışık yılışık gülüyor. Oysa bu onun meselesi değil. ABD nin bu kadar yıl ertelenen kararını, Trump’ın yürürlüğe koymasının nedenleri bir yana, bu yüzsüzlük, başlıbaşına, ABD adına utanç verici.
Filistin ve Kudüs konusu benim mesleki bilgi ve ehliyetimi aşıyor. Tabii bu, o şehrin, uluslararası bir statüde olması gerektiğini söylememe engel değil. Ama bunun ötesinde, Filistin cephesinde, imparatorluğun son topraklarını kurtarmak için savaşan bir dedenin ve bir büyük dayının anısına duyduğum derin saygı yüzünden, kendimi bu satırları yazmaktan alıkoyamıyorum.
Fransızlar 1. Dünya Savaşı Şehitlerini, 100 yıl sonra Törenlerle Anarken
Biz Gazze’de hayatını kaybedenler için 3 günlük yas ilan ediyoruz. Ama Mecidiye’de, Sina’da, Şaron, Nablus, Gazze ve Birüssebi’de kıskıvrak yakalanıp, esir kamplarına sürülen, Allenby’nin ordularına destek veren Arap ve Filistin’liler tarafından öldürülen binlerce Osmanlı askerinin anısına, bu günlerde hiç bir şey yapmıyoruz.Oysa 2018, Fransızlar için olduğu kadar Osmanlılar için de savaşının bitişinin 100. yılı.
Onlar da mı Yanılmıştı?
Evet, Osmanlı ordularını, Filistin cephesinde, müttefiki Alman’larla birlikte ağır bir hezimete uğratan itilaf güçlerine, “bir zamanlar kendilerine ait olan toprakları geri alacaklarına inandıkları için destek veren“ Arap’lar, Osmanlı’yı 1517 den beri bulunduğu topraklardan 1918 de püskürtmeyi başardılar. Oluk gibi akan Osmanlı kanına karşı, bir Irak, bir Suriye, bir de Ürdün adında nurtopu gibi üç çocukları oldu. Ürdün hariç diğer ikisinin bugünkü durumu malum.Ama acaba o arada hem Araplar, hem de Filistinliler, 2 Kasım 1917 de Balfour Deklarasyonu’nun imzalandığını farketmemiş veya Balfour’un niyetini anlamamış olabilirler miydi?
Gazze ve Kudüs’ün Kaybedilmesi
Ekim ve Kasım 1917 de 7 ve 8. Orduların Gazzeden kuzeye doğru çekilmesini, bu çekiliş sırasında perişan Mehmetçiğin maruz kaldığı vahşeti, ben ailemdeki bazı “eski“ Osmanlılardan da dinlemiştim. Açlık, susuzluk ve Bedevilerin insaf nedir bilmeyen bıçak darbeleri, aslında Resne’li bir ailenin kızı olmakla birlikte, babasının görevi gereği bulundukları Medine’den geri dönen ve o tarihte 18 yaşında olan Adviye yengemin acı anılarından, kulağımda kalan kırıntılardır. 1., 2. ve 3. Gazze savaşlarının ayrıntısını da zaten tarih anlatıyor. Sonra 21 Mart 1918 de Osmanlı ordusuna karşı Ürdün nehrinin doğusuna düzenlenen saldırının kayıplarına kayıt düşüyor.
Yafa’nın İngilizlerce kuşatılması, bir Filistin yerleşimi olan bu kıyı şehrinin, Judea’nın büyük kısmı ile Kudus’ün, Kasım 1917 de ele geçirilmesi İngiliz’ler için, bir “yılbaşı armağanı“ olarak kabul edilmiş. Kudüs’e Yafa kapısından, yürüyerek muzaffer bir komutan olarak giren General Allenby, Osmanlı ve Alman savunmasını kırmış olmanın azameti ile, tutulamayacak sözler vermiş olabilir. Ama, kutsal anıtların korunacağı sözünü verirken, nasıl da bu şehrin Filistinlilere bırakılacağını söylemediği, farkedilmemiş?
“Teşbihte Hata Olmaz“
Şimdi biz yas tutup, TV kanallarında gördüklerimize haklı olarak infial gösterir ve İsrail’e soykırım suçlaması yaparken, Arapların Osmanlıya karşı nasıl kışkırtıldığını, onların vefasızlığını, ama en önemlisi o toprakların “altında binlerce kefensiz yatan“ atalarımızı hatırlıyor muyuz? Anılarına bir 100. Yıl töreni yapmayı hiç aklımızdan geçiriyor muyuz?
Pekiyi, o topraklardan Osmanlı’yı kovduğu için, Allenby ile birlikte zafer çığlıkları atan 100 yıl önceki, Gazze’lilerin, bugün acı içinde kıvranan torunlarına, “kardeşlerimiz“diye sahip çıkıp, kayıplarını “şehitlerimiz“ diye bağrımıza basarken, “büyükbabanın yediği koruk“ un nasıl “torunun dişini sızlattığını“ düşünüyor muyuz?
Filistin ve Kudüs konusu benim mesleki bilgi ve ehliyetimi aşıyor. Tabii bu, o şehrin, uluslararası bir statüde olması gerektiğini söylememe engel değil. Ama bunun ötesinde, Filistin cephesinde, imparatorluğun son topraklarını kurtarmak için savaşan bir dedenin ve bir büyük dayının anısına duyduğum derin saygı yüzünden, kendimi bu satırları yazmaktan alıkoyamıyorum.
Fransızlar 1. Dünya Savaşı Şehitlerini, 100 yıl sonra Törenlerle Anarken
Biz Gazze’de hayatını kaybedenler için 3 günlük yas ilan ediyoruz. Ama Mecidiye’de, Sina’da, Şaron, Nablus, Gazze ve Birüssebi’de kıskıvrak yakalanıp, esir kamplarına sürülen, Allenby’nin ordularına destek veren Arap ve Filistin’liler tarafından öldürülen binlerce Osmanlı askerinin anısına, bu günlerde hiç bir şey yapmıyoruz.Oysa 2018, Fransızlar için olduğu kadar Osmanlılar için de savaşının bitişinin 100. yılı.
Onlar da mı Yanılmıştı?
Evet, Osmanlı ordularını, Filistin cephesinde, müttefiki Alman’larla birlikte ağır bir hezimete uğratan itilaf güçlerine, “bir zamanlar kendilerine ait olan toprakları geri alacaklarına inandıkları için destek veren“ Arap’lar, Osmanlı’yı 1517 den beri bulunduğu topraklardan 1918 de püskürtmeyi başardılar. Oluk gibi akan Osmanlı kanına karşı, bir Irak, bir Suriye, bir de Ürdün adında nurtopu gibi üç çocukları oldu. Ürdün hariç diğer ikisinin bugünkü durumu malum.Ama acaba o arada hem Araplar, hem de Filistinliler, 2 Kasım 1917 de Balfour Deklarasyonu’nun imzalandığını farketmemiş veya Balfour’un niyetini anlamamış olabilirler miydi?
Gazze ve Kudüs’ün Kaybedilmesi
Ekim ve Kasım 1917 de 7 ve 8. Orduların Gazzeden kuzeye doğru çekilmesini, bu çekiliş sırasında perişan Mehmetçiğin maruz kaldığı vahşeti, ben ailemdeki bazı “eski“ Osmanlılardan da dinlemiştim. Açlık, susuzluk ve Bedevilerin insaf nedir bilmeyen bıçak darbeleri, aslında Resne’li bir ailenin kızı olmakla birlikte, babasının görevi gereği bulundukları Medine’den geri dönen ve o tarihte 18 yaşında olan Adviye yengemin acı anılarından, kulağımda kalan kırıntılardır. 1., 2. ve 3. Gazze savaşlarının ayrıntısını da zaten tarih anlatıyor. Sonra 21 Mart 1918 de Osmanlı ordusuna karşı Ürdün nehrinin doğusuna düzenlenen saldırının kayıplarına kayıt düşüyor.
Yafa’nın İngilizlerce kuşatılması, bir Filistin yerleşimi olan bu kıyı şehrinin, Judea’nın büyük kısmı ile Kudus’ün, Kasım 1917 de ele geçirilmesi İngiliz’ler için, bir “yılbaşı armağanı“ olarak kabul edilmiş. Kudüs’e Yafa kapısından, yürüyerek muzaffer bir komutan olarak giren General Allenby, Osmanlı ve Alman savunmasını kırmış olmanın azameti ile, tutulamayacak sözler vermiş olabilir. Ama, kutsal anıtların korunacağı sözünü verirken, nasıl da bu şehrin Filistinlilere bırakılacağını söylemediği, farkedilmemiş?
“Teşbihte Hata Olmaz“
Şimdi biz yas tutup, TV kanallarında gördüklerimize haklı olarak infial gösterir ve İsrail’e soykırım suçlaması yaparken, Arapların Osmanlıya karşı nasıl kışkırtıldığını, onların vefasızlığını, ama en önemlisi o toprakların “altında binlerce kefensiz yatan“ atalarımızı hatırlıyor muyuz? Anılarına bir 100. Yıl töreni yapmayı hiç aklımızdan geçiriyor muyuz?
Pekiyi, o topraklardan Osmanlı’yı kovduğu için, Allenby ile birlikte zafer çığlıkları atan 100 yıl önceki, Gazze’lilerin, bugün acı içinde kıvranan torunlarına, “kardeşlerimiz“diye sahip çıkıp, kayıplarını “şehitlerimiz“ diye bağrımıza basarken, “büyükbabanın yediği koruk“ un nasıl “torunun dişini sızlattığını“ düşünüyor muyuz?