Giriş
Bu çalışmada; 07-08 Mayıs 2015 tarihlerinde TASAM koordinasyonunda “Mezhepler ve Etnisite: Çatışma Çözümü“ ana teması ile Hatay’da düzenlenen 3. Uluslararası Orta Doğu Kongresi’nde yazar tarafından sunulan “İslam Mezhepleri Bağlamında Ortadoğu Determinizmi: Aporiadan Enformokrasiye“ başlıklı bildirinin temel hipotezi olan enformokrasi kavramının, Türk-Arap ilişkilerinde yumuşak güce olan yansıması çerçevesinde, yeniden analiz edilerek tartışılması amaçlanmıştır.1 Çalışma Ortadoğu’da Türkiye ve Arap ülkeleri arasında değişen güvenlik, savunma ve güç parametrelerinin, ancak ve ancak ekonomi ve uluslararası ticaret çatısı altında sağlıklı yönetme ve karşılıklı derinleştirme aracı olarak kullanılması gerektiği savı üzerine bina edilmiştir. Bu hedeften hareketle çalışma; mezhepsel ötekilik ve çatışma potansiyeli gibi zor bir konunun, özelden genele doğru açıklanması ve elde edilen tüm veriler ışığında spesifik bir önerinin yapılması ile son bulacaktır. Çalışmada, günümüz Ortadoğu’sunda temel çatışma sebeplerinden birisinin devletlerin reel politik endişelerinden kaynaklı olduğu ve mezhep çatış(tır)malarının ise iç ve dış politika aracı haline ge(tiri)ldiği varsayımı üzerine ilgili yorumlara ulaşılmıştır.
Bu bağlamda çalışmada ilk olarak uluslararası çatışmaların hem sebebi hem de engelleyicisi olan uluslararası bağımlılık kavramı, güvenlikleştirme teorisi çerçevesinde incelenecektir. Ardından Ortadoğu coğrafyası ve İslam’ın tarihten günümüze kısa serencamı incelenecek, Türkiye’nin, seçilmiş Ortadoğu ülkeleriyle, tarihten günümüze ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerinin seyri kısaca tartışılacak, bu tartışmadan elde edilecek somut veriler ışığında günümüz Ortadoğu coğrafyasındaki ittifak amaç ve hedeflerinin geçerlilikleri irdelenecek ve güvenlikleştirme teorisi temel alınarak uygulanması gereken en makul/optimum ittifak stratejileri önerilecektir.
Uluslararası Bağımlılık ve Güvenlik
Bir ülkedeki değişen ekonomik durumun diğer ülkelerdeki üretim ve yatırım faktörlerini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyebilme kapasitesi olarak tanımlanabilecek uluslararası ekonomik bağımlılığın en önemli unsurları pazarlık gücü ve maliyettir.2 Bu bağlamda pazarlık/siyasa sonucu çatışma, uzlaşmadan daha maliyetli ise barış sağlanır. Dolayısıyla uluslararası ekonomik bağımlılık dini ayrılıklarda bile bir çözüm yöntemidir. Bu noktadan hareketle günümüzde uluslararası çok taraflı ticaret antlaşmalardan ziyade ikili ya da bölgesel ticaret antlaşmalarının imzalanmaya başlamasının en önemli sebebi uluslararası ekonomik bağımlılıkların artırılmak istenerek güvenliğin ve uluslararası dengenin sağlanması ihtiyacıdır. Bunun sonucunda yumuşak gücün öneminin artması, uluslararası bağımlılık perspektifinde Kantçı bir yaklaşımla mümkündür. Bu bağlamda Kant için pozitif, Rousseau için negatif sonuçlar doğuracak olan uluslararası sistemdeki bağımlılık günümüzün yumuşak güç eksenli ilişkilerin tesisi için önemli bir araçtır. Zira Rousseau için3 devletlerarası bağımlılık ülkelerin rekabetini artıracağı için çatışma ve savaşlara neden olacak, bu ise özgürlükleri azaltacak; Kant için ise
karşılıklı bağımlılık ticaret ve işbirliğini artıracağı için ortak çıkarlar çatışmayı önleyecek ve özgürlükleri artıracaktır.4 Nye içinse5 ülkeler arası karşılıklı bağımlılık, önemi günümüzde gittikçe artan bireyin değerinin de artmasına sebep olacağı için yumuşak gücün6 önemli bir temeli haline gelmiştir.
Güvenlik kavramı ise askeri, siyasi, ekonomik, toplumsal veya çevresel tehditlere (varoluşsal tehditlere) karşı alınan önlemler bütünü iken güven(lik) sizlik bu önlemlerin alınamamış olması halidir. İlgili tedbirlerin siyasi maksatlar için kullanılması olarak özetlenebilecek güvenlikleştirme ise iki temel
kavram üzerine şekillenir. Bunlar kurgu ve kazançtır; kim kurgulamışsa o kazançlıdır. Bu bağlamda bir aktörün (genel olarak devletin) herhangi bir konuda çıkarlarını/kazançlarını artırabilmek için güvenliği kurgulamasına ya da var olan bir kurguyu kendi bünyesinde revize ederek bunu bir güvenlik (dolayısıyla bir varoluş) sorunu haline getirmesine güvenlikleştirme denir.7 Bu siyasi pratik günümüzde daha çok din, etnik kimlik ve toplumsal cinsiyet kavramları üzerinden kurgulanmaktadır. Güvenlikleştirmenin en önemli avantajı ise güvenlik arttığında güvensizliğin azalacağına olan inançtır. Artan güvenlik ise azalan özgürlüklere sebep olur. Oysa tüm bu kavramlar tehdit algılamasının az ya da çok olması ile ilgili bir kurmacadan ibarettir. Bu verilerden hareketle Ortadoğu’da güvenlikleştirmenin yaşandığı bir gerçektir. Lakin güvenlikleştirmenin temel bileşenlerinden biri olan kurgu bağlamında Ortadoğu’daki kurgu kimin eseridir? Bu kurgudan en çok kim kazançlı çıkmış ve çıkacaktır?
Ortadoğu’nun Kaderi
Dünya tarihinde din ve mezheplerin en temelde çatıştığı konu halk/yığın ile iktidar/lider arasındaki ilişki ve/veya hiyerarşidir.8 Avrupa’da politize olmuş Kilise ile halkı temsil ettiği iddia edilen burjuvazi arasındaki çatışma, Vestfalya Sistemiyle şekillenmeye başlayan ulus-devlet modellerinin milliyetçilik çatısı altında birleşmesiyle, bağımsız, egemen ve en önemlisi seküler bir iktidar modelinin gelişmesine sebep olmuştur.9 Ortadoğu’da ise halklar/ yığınlar, din/İslam temelinden ziyade mezhep temelinde birbirleriyle entegre olmayı tercih etmişlerdir. Bu yüzden Ortadoğu’da ulus-devlet ve seküler kimlikli yönetimlerden ziyade etnik ve mezhebi (daha da önemlisi aynı etnik ve mezhebi aidiyete mensup) yönetim modellerinin ve halkların oluşumuna zemin hazırlanmıştır.
İkinci Dünya Savaşına kadar dünyanın en hegemonik gücünün başbakanı Churchill’e göre10 “insan olma“ eşiğine henüz ulaşamamış bu halklar, liberal/ Batılı demokrasi deneyim ve pratiklerinden ziyade etnik ve mezhebi milliyetçiliği esas almışlardır. Dolayısıyla Avrupa’daki birey ve devletin kimliklenmesi insan eliyle sistematize edilen demokrasi ve sekülerizm süreçleri ile şekillenmişken Ortadoğu’da kimliklenme kutsal din üst kimliği altındaki etnik ve mezhebi milliyetçilik süreçleri üzerinden şekillenmiştir.11 Ortadoğu’daki bu temel aktörlerin kimlikleri/aidiyetleri ise onların maddi/manevi çıkarları, öteki algılamaları ve çatışma potansiyelleri ile doğrudan ilintilidir.
Bununla birlikte Batı’nın, Ortadoğu’nun kaderi olan, sömürme/edilgenleştirme sürecinde tarihsel determinizme12 sebep olan politikaları bağlamında; Ortadoğu’da etnik ve mezhepsel kimlik farklılıklarının istismar edilmesi, bu bölgedeki doğal kaynakların ve coğrafyanın öneminin anlaşılması, Birinci Dünya Savaşı sonrası cetvelle sınırların yeniden çizilmesi, İkinci Dünya Savaşında hegemon güçlerin Ortadoğu’ya bakışı, daha sonra tek hegemon güç olarak uluslararası sistemi domine eden ABD’nin 11 Eylül sonrası Ortadoğu politikaları ile şekillenen mezhep ve cihat pratiklerini örneklemek de mümkündür.
Bu noktalardan hareketle İslam âlemi özelinde mezhepsel farklılıkların tarihsel gelişim sürecinde belirginleşmesi ve her halkın/devletin/toplumun kendine uygun gördüğü mezhebi seçmesi anlaşılabilir bir durumdur. Buna rağmen günde birkaç kez aynı Yaradan’a ibadet eden bu ekollerin günümüzde birbirlerini kâfir olarak görmeleri ise bir aporiadır.13 Batı’nın Ortadoğu üzerinde tarihsel deterministtik algılamalardan hareketle sömürge geçmişi bunda önemli bir neden olarak belirse de din ve güç genelinde irdelenen bu konunun uluslararası ilişkilerde çatışma yaratmasının önlenmesi ve aksine siyasi, stratejik ve ekonomik temelde çok boyutlu işbirlikleri ile birleştirici bir unsur olarak kullanılması gerekmektedir. Fakat İslam’ın günümüzdeki hali birleştirici bir kurumsal mekanizmayı ne kadar taşıyabilir?
İslam’ın Kaderi
Mezhep Arapçada gidilen yol demektir. Literatürdeki karşılığı ise itikadi ve ameli sahadaki düşünce ekolleridir. Toplumların farklı siyasi, sosyokültürel, ekonomik, tarihi ve coğrafi sebeplerle doğal olarak belirli ekollerde odaklanmış olması adiyattan bir esastır. İşte bu ekolleşmenin sistematik ve planlı olarak kurumsallaşması ile mezhepler -aynı demokrasi gibi- insan yapımı olarak meydana gelmiş oluşumlardır. Zira tüm mezhepler Hz. Peygamber’in vefatından sonra meydana çıkmışlardır.14 Bu bağlamda Müslümanlarca Hz. Peygamber’den sahih olarak aktarıldığı kabul edilen mezhep tarafgirliği düşüncesine göre İslam ümmeti 73 fırkaya ayrılacak ve sadece biri kurtuluşa erecek, diğerleri ise sapıtacaktır. 15 Bu yüzden İslam dünyasında ortaya çıkan her grup, kurtuluşa eren fırkanın yani Fırka-i Naciye’nin kendisi olduğunu iddia etmiştir. 16 Bu bağlamda ilgili ekol ve/veya mezheplerin hak oldukları, öteki mezheplerin ise batıl olduğunu savlayan mezhep doktrinerlerinin beyanları önem kazanmaktadır. 17 Bu noktadan hareketle çalışmada Ortadoğu coğrafyasında birbirlerini kâfir olarak niteleme noktasına kadar gelmiş ötekilik algılamasına sahip üç büyük, önemli ve Sünnet doktrinine dayalı temel mezhep olan Selefilik - ve günümüzde Vehhabilik-, Şiilik ve Sünnilik özelinde Ortadoğu’daki (dünyanın merkezindeki) çatışmaların çözüme kavuşturulmasının önemi ve zorluğu irdelenmelidir.
Bu bağlamda hadis literatüründe Sünnet, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve kabulleridir. Hz. Peygamber’in bu tebliğlerine uyan Sahabe ve Tebaanın yolundan gidenlere ise Ehlisünnet denmektedir. Ehlisünnet, Hz. Peygamber’in din pratiğini aynı nosyon ile uygulayanlar iken Cemaat ise Hz. Peygamber ve Sahabeleri sonrasında doğmuş İslam ümmetinin, Ehlisünnet çerçevesinde dini anlama, yorumlama ve yaşama biçimine sahip İslam topluluklarıdır.18 Şiilik ve Sünnilik arasında dinin yaşanması/pratize edilmesi noktasında oldukça benzerlikler vardır. İkisinde de günlük namaz (Şia’da cem edilebilir ve namazda Kerbela taşı üzerine secde yapılır), Ramazan’da oruç tutmak, hacca gitmek ve zekât vermek farzdır. Bu bağlamda çalışmada bireysel bazda dinin temeli olan ibadetlerin aynı Yaradan’a yapılması ile dinin esas maksadının öne çıkarılması idealize edilebilecek bir “ümit“ iken dinin retoriğinde anlaşmazlıklar vardır. Bu anlaşmazlığın temel sebebi imametin imanın bir şartı olup olmaması üzerinde düğümlenmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’den sonra İslam’ın kaderi evrilmektedir. Bu bağlamda Şiilik ve Sünnilik arasındaki ayrım19 Ortadoğu özelinde bireyden çok toplum, aşiret, mezhep ya da devlet temelli kimliklenmeyi daha önemli hale getirmektedir. Aşağıdaki tablodan elde edilecek en temel gösterge ilgili mezheplerin ve dolayısıyla ülkelerin -aynı eğitim ve medeniyet şartları altında-20 birbirlerini kabul edecek zeminde buluşamayacakları gerçeğidir.
Bu çalışmada; 07-08 Mayıs 2015 tarihlerinde TASAM koordinasyonunda “Mezhepler ve Etnisite: Çatışma Çözümü“ ana teması ile Hatay’da düzenlenen 3. Uluslararası Orta Doğu Kongresi’nde yazar tarafından sunulan “İslam Mezhepleri Bağlamında Ortadoğu Determinizmi: Aporiadan Enformokrasiye“ başlıklı bildirinin temel hipotezi olan enformokrasi kavramının, Türk-Arap ilişkilerinde yumuşak güce olan yansıması çerçevesinde, yeniden analiz edilerek tartışılması amaçlanmıştır.1 Çalışma Ortadoğu’da Türkiye ve Arap ülkeleri arasında değişen güvenlik, savunma ve güç parametrelerinin, ancak ve ancak ekonomi ve uluslararası ticaret çatısı altında sağlıklı yönetme ve karşılıklı derinleştirme aracı olarak kullanılması gerektiği savı üzerine bina edilmiştir. Bu hedeften hareketle çalışma; mezhepsel ötekilik ve çatışma potansiyeli gibi zor bir konunun, özelden genele doğru açıklanması ve elde edilen tüm veriler ışığında spesifik bir önerinin yapılması ile son bulacaktır. Çalışmada, günümüz Ortadoğu’sunda temel çatışma sebeplerinden birisinin devletlerin reel politik endişelerinden kaynaklı olduğu ve mezhep çatış(tır)malarının ise iç ve dış politika aracı haline ge(tiri)ldiği varsayımı üzerine ilgili yorumlara ulaşılmıştır.
Bu bağlamda çalışmada ilk olarak uluslararası çatışmaların hem sebebi hem de engelleyicisi olan uluslararası bağımlılık kavramı, güvenlikleştirme teorisi çerçevesinde incelenecektir. Ardından Ortadoğu coğrafyası ve İslam’ın tarihten günümüze kısa serencamı incelenecek, Türkiye’nin, seçilmiş Ortadoğu ülkeleriyle, tarihten günümüze ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerinin seyri kısaca tartışılacak, bu tartışmadan elde edilecek somut veriler ışığında günümüz Ortadoğu coğrafyasındaki ittifak amaç ve hedeflerinin geçerlilikleri irdelenecek ve güvenlikleştirme teorisi temel alınarak uygulanması gereken en makul/optimum ittifak stratejileri önerilecektir.
Uluslararası Bağımlılık ve Güvenlik
Bir ülkedeki değişen ekonomik durumun diğer ülkelerdeki üretim ve yatırım faktörlerini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyebilme kapasitesi olarak tanımlanabilecek uluslararası ekonomik bağımlılığın en önemli unsurları pazarlık gücü ve maliyettir.2 Bu bağlamda pazarlık/siyasa sonucu çatışma, uzlaşmadan daha maliyetli ise barış sağlanır. Dolayısıyla uluslararası ekonomik bağımlılık dini ayrılıklarda bile bir çözüm yöntemidir. Bu noktadan hareketle günümüzde uluslararası çok taraflı ticaret antlaşmalardan ziyade ikili ya da bölgesel ticaret antlaşmalarının imzalanmaya başlamasının en önemli sebebi uluslararası ekonomik bağımlılıkların artırılmak istenerek güvenliğin ve uluslararası dengenin sağlanması ihtiyacıdır. Bunun sonucunda yumuşak gücün öneminin artması, uluslararası bağımlılık perspektifinde Kantçı bir yaklaşımla mümkündür. Bu bağlamda Kant için pozitif, Rousseau için negatif sonuçlar doğuracak olan uluslararası sistemdeki bağımlılık günümüzün yumuşak güç eksenli ilişkilerin tesisi için önemli bir araçtır. Zira Rousseau için3 devletlerarası bağımlılık ülkelerin rekabetini artıracağı için çatışma ve savaşlara neden olacak, bu ise özgürlükleri azaltacak; Kant için ise
karşılıklı bağımlılık ticaret ve işbirliğini artıracağı için ortak çıkarlar çatışmayı önleyecek ve özgürlükleri artıracaktır.4 Nye içinse5 ülkeler arası karşılıklı bağımlılık, önemi günümüzde gittikçe artan bireyin değerinin de artmasına sebep olacağı için yumuşak gücün6 önemli bir temeli haline gelmiştir.
Güvenlik kavramı ise askeri, siyasi, ekonomik, toplumsal veya çevresel tehditlere (varoluşsal tehditlere) karşı alınan önlemler bütünü iken güven(lik) sizlik bu önlemlerin alınamamış olması halidir. İlgili tedbirlerin siyasi maksatlar için kullanılması olarak özetlenebilecek güvenlikleştirme ise iki temel
kavram üzerine şekillenir. Bunlar kurgu ve kazançtır; kim kurgulamışsa o kazançlıdır. Bu bağlamda bir aktörün (genel olarak devletin) herhangi bir konuda çıkarlarını/kazançlarını artırabilmek için güvenliği kurgulamasına ya da var olan bir kurguyu kendi bünyesinde revize ederek bunu bir güvenlik (dolayısıyla bir varoluş) sorunu haline getirmesine güvenlikleştirme denir.7 Bu siyasi pratik günümüzde daha çok din, etnik kimlik ve toplumsal cinsiyet kavramları üzerinden kurgulanmaktadır. Güvenlikleştirmenin en önemli avantajı ise güvenlik arttığında güvensizliğin azalacağına olan inançtır. Artan güvenlik ise azalan özgürlüklere sebep olur. Oysa tüm bu kavramlar tehdit algılamasının az ya da çok olması ile ilgili bir kurmacadan ibarettir. Bu verilerden hareketle Ortadoğu’da güvenlikleştirmenin yaşandığı bir gerçektir. Lakin güvenlikleştirmenin temel bileşenlerinden biri olan kurgu bağlamında Ortadoğu’daki kurgu kimin eseridir? Bu kurgudan en çok kim kazançlı çıkmış ve çıkacaktır?
Ortadoğu’nun Kaderi
Dünya tarihinde din ve mezheplerin en temelde çatıştığı konu halk/yığın ile iktidar/lider arasındaki ilişki ve/veya hiyerarşidir.8 Avrupa’da politize olmuş Kilise ile halkı temsil ettiği iddia edilen burjuvazi arasındaki çatışma, Vestfalya Sistemiyle şekillenmeye başlayan ulus-devlet modellerinin milliyetçilik çatısı altında birleşmesiyle, bağımsız, egemen ve en önemlisi seküler bir iktidar modelinin gelişmesine sebep olmuştur.9 Ortadoğu’da ise halklar/ yığınlar, din/İslam temelinden ziyade mezhep temelinde birbirleriyle entegre olmayı tercih etmişlerdir. Bu yüzden Ortadoğu’da ulus-devlet ve seküler kimlikli yönetimlerden ziyade etnik ve mezhebi (daha da önemlisi aynı etnik ve mezhebi aidiyete mensup) yönetim modellerinin ve halkların oluşumuna zemin hazırlanmıştır.
İkinci Dünya Savaşına kadar dünyanın en hegemonik gücünün başbakanı Churchill’e göre10 “insan olma“ eşiğine henüz ulaşamamış bu halklar, liberal/ Batılı demokrasi deneyim ve pratiklerinden ziyade etnik ve mezhebi milliyetçiliği esas almışlardır. Dolayısıyla Avrupa’daki birey ve devletin kimliklenmesi insan eliyle sistematize edilen demokrasi ve sekülerizm süreçleri ile şekillenmişken Ortadoğu’da kimliklenme kutsal din üst kimliği altındaki etnik ve mezhebi milliyetçilik süreçleri üzerinden şekillenmiştir.11 Ortadoğu’daki bu temel aktörlerin kimlikleri/aidiyetleri ise onların maddi/manevi çıkarları, öteki algılamaları ve çatışma potansiyelleri ile doğrudan ilintilidir.
Bununla birlikte Batı’nın, Ortadoğu’nun kaderi olan, sömürme/edilgenleştirme sürecinde tarihsel determinizme12 sebep olan politikaları bağlamında; Ortadoğu’da etnik ve mezhepsel kimlik farklılıklarının istismar edilmesi, bu bölgedeki doğal kaynakların ve coğrafyanın öneminin anlaşılması, Birinci Dünya Savaşı sonrası cetvelle sınırların yeniden çizilmesi, İkinci Dünya Savaşında hegemon güçlerin Ortadoğu’ya bakışı, daha sonra tek hegemon güç olarak uluslararası sistemi domine eden ABD’nin 11 Eylül sonrası Ortadoğu politikaları ile şekillenen mezhep ve cihat pratiklerini örneklemek de mümkündür.
Bu noktalardan hareketle İslam âlemi özelinde mezhepsel farklılıkların tarihsel gelişim sürecinde belirginleşmesi ve her halkın/devletin/toplumun kendine uygun gördüğü mezhebi seçmesi anlaşılabilir bir durumdur. Buna rağmen günde birkaç kez aynı Yaradan’a ibadet eden bu ekollerin günümüzde birbirlerini kâfir olarak görmeleri ise bir aporiadır.13 Batı’nın Ortadoğu üzerinde tarihsel deterministtik algılamalardan hareketle sömürge geçmişi bunda önemli bir neden olarak belirse de din ve güç genelinde irdelenen bu konunun uluslararası ilişkilerde çatışma yaratmasının önlenmesi ve aksine siyasi, stratejik ve ekonomik temelde çok boyutlu işbirlikleri ile birleştirici bir unsur olarak kullanılması gerekmektedir. Fakat İslam’ın günümüzdeki hali birleştirici bir kurumsal mekanizmayı ne kadar taşıyabilir?
İslam’ın Kaderi
Mezhep Arapçada gidilen yol demektir. Literatürdeki karşılığı ise itikadi ve ameli sahadaki düşünce ekolleridir. Toplumların farklı siyasi, sosyokültürel, ekonomik, tarihi ve coğrafi sebeplerle doğal olarak belirli ekollerde odaklanmış olması adiyattan bir esastır. İşte bu ekolleşmenin sistematik ve planlı olarak kurumsallaşması ile mezhepler -aynı demokrasi gibi- insan yapımı olarak meydana gelmiş oluşumlardır. Zira tüm mezhepler Hz. Peygamber’in vefatından sonra meydana çıkmışlardır.14 Bu bağlamda Müslümanlarca Hz. Peygamber’den sahih olarak aktarıldığı kabul edilen mezhep tarafgirliği düşüncesine göre İslam ümmeti 73 fırkaya ayrılacak ve sadece biri kurtuluşa erecek, diğerleri ise sapıtacaktır. 15 Bu yüzden İslam dünyasında ortaya çıkan her grup, kurtuluşa eren fırkanın yani Fırka-i Naciye’nin kendisi olduğunu iddia etmiştir. 16 Bu bağlamda ilgili ekol ve/veya mezheplerin hak oldukları, öteki mezheplerin ise batıl olduğunu savlayan mezhep doktrinerlerinin beyanları önem kazanmaktadır. 17 Bu noktadan hareketle çalışmada Ortadoğu coğrafyasında birbirlerini kâfir olarak niteleme noktasına kadar gelmiş ötekilik algılamasına sahip üç büyük, önemli ve Sünnet doktrinine dayalı temel mezhep olan Selefilik - ve günümüzde Vehhabilik-, Şiilik ve Sünnilik özelinde Ortadoğu’daki (dünyanın merkezindeki) çatışmaların çözüme kavuşturulmasının önemi ve zorluğu irdelenmelidir.
Bu bağlamda hadis literatüründe Sünnet, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve kabulleridir. Hz. Peygamber’in bu tebliğlerine uyan Sahabe ve Tebaanın yolundan gidenlere ise Ehlisünnet denmektedir. Ehlisünnet, Hz. Peygamber’in din pratiğini aynı nosyon ile uygulayanlar iken Cemaat ise Hz. Peygamber ve Sahabeleri sonrasında doğmuş İslam ümmetinin, Ehlisünnet çerçevesinde dini anlama, yorumlama ve yaşama biçimine sahip İslam topluluklarıdır.18 Şiilik ve Sünnilik arasında dinin yaşanması/pratize edilmesi noktasında oldukça benzerlikler vardır. İkisinde de günlük namaz (Şia’da cem edilebilir ve namazda Kerbela taşı üzerine secde yapılır), Ramazan’da oruç tutmak, hacca gitmek ve zekât vermek farzdır. Bu bağlamda çalışmada bireysel bazda dinin temeli olan ibadetlerin aynı Yaradan’a yapılması ile dinin esas maksadının öne çıkarılması idealize edilebilecek bir “ümit“ iken dinin retoriğinde anlaşmazlıklar vardır. Bu anlaşmazlığın temel sebebi imametin imanın bir şartı olup olmaması üzerinde düğümlenmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’den sonra İslam’ın kaderi evrilmektedir. Bu bağlamda Şiilik ve Sünnilik arasındaki ayrım19 Ortadoğu özelinde bireyden çok toplum, aşiret, mezhep ya da devlet temelli kimliklenmeyi daha önemli hale getirmektedir. Aşağıdaki tablodan elde edilecek en temel gösterge ilgili mezheplerin ve dolayısıyla ülkelerin -aynı eğitim ve medeniyet şartları altında-20 birbirlerini kabul edecek zeminde buluşamayacakları gerçeğidir.