Dünyadaki temel trendlere baktığımızda “mikro-milliyetçilik“, “entegrasyon“ ve “öngörülemezlik“ üzerinden gelişen küresel rekabette güvenliğin, hayatın ve devletin yeni doğasını belirleyen meydan okumaların; “kaynak ve paylaşım krizi“ (borç-para-borç ilişkisi içerisinde üretilecek kaynak açmazı), “üretim-tüketim-büyüme“ formülünün sürdürülemezliği (3 Ağustos 2017 itibarıyla geçen yılın dünya üretimini bitirdik ve stoktan tüketerek devam ettik), Çin kaldıracı ile “orta sınıfın tasfiyesi“, “enerji, su ve gıda güvensizliği“, hayatın her alanında “4. boyuta geçiş“, “işgücünde insan kaynağının tasfiyesi“, değişen devlet doğası ve beklenti yönetimi temelinde “sert güçten yumuşak güce geçiş“ olduğu temel referanslar olarak şekillenmektedir.
Tüm bu temel parametreler içerisinde, teknolojideki dönüşümler; yapay zeka, sanal/artırılmış gerçeklik ve mobilite merkezli gelişerek tüm insan hayatını ve doğasını değiştirmeye adaydır. Birkaç yıldır duymaya başladığımız ve son bir yıldır da yenisi eklenen “Endüstri 4,0“ ve “Toplum 5,0“ kavramlarının dünyanın dönüşümünü yönetmek açısından önemli başlıklar olduğu aşikârdır.
Bir diğer etken de Çin’in dünya sahnesinde her geçen gün etkinleşmeye başlamasıyla oluşturduğu türbülanstır. Yeni İpek Yolu projesi “Tek Kuşak - Tek Yol“ hem karadan hem denizden 64 ülkeyi ilgilendiren bir küresel entegrasyon projesi olarak şekillenmekte, iktisadi pastanın dağılımını kalıcı olarak değiştirmektedir.
Tüm bu gelişmelerle birlikte, “Güvenliğin Ekosistemi“ hukukuyla birlikte değişmektedir. Güvenlik-Demokrasi ikilemini bundan sonra çok daha fazla yaşayacağız. Çünkü orta sınıfı eriyen ve güvenlik ekseni sofistike bir zemine kayan ülkelerde demokrasinin yaşatılması çok zordur. “Güvenlik bize otoriter rejimler mi getirecek“ sorusunun daha fazla tartışılması gerektiğine inanıyorum. Orta sınıfı olmayan ülkelerde otoriter rejimler ya da kaosun iki seçenek olarak önümüzde durduğunu da görmemiz gerekiyor. Bölgesel ve küresel güvenlik anlamındaki iş bölümünün nasıl yapılacağı ve bedellerinin nasıl paylaşılacağı da önümüzdeki dönemin tartışmaları olmaya aday. Güvenlik üzerinden yeni ittifakların gelişmesini ise Türkiye başta olmak üzere Bölge ülkelerinin aldıkları risklerden ve inisiyatiflerden okuyabiliyoruz.
Mülkiyet ve güç kavramlarının niteliği tarihsel olarak değişmektedir. “Başarıda Başarısızlık“ sendromu yaşayan AB’nin geleceğini, Brexit sonrası Batı’da yeniden canlanan 2. Dünya Savaşı öncesine benzer kamplaşmanın sonuçları belirleyecektir. Refahın bozulduğu ve politik aşırılıkların arttığı AB ülkelerinde Türkofobi tarihsel bir yanılgıdır ve Türk Diasporaları özelinde AB Ülkelerine yaptıkları yaşamsal katkılara karşı en hafif ifade ile büyük nankörlüktür.
Bağımlılıklarının üçte ikisi Batı dünyası lehine olan Türkiye, Doğu ve Batı’nın “Güvenlik Regülatörü“dür ve tercihleri, dengeleri etkileyecektir. Türkiye AB ilişkilerinde artık sürdürülmesi mümkün olmayan Limes formülü dışında yeni ve gerçekçi yapısal çözümlere olan ihtiyaç tarihî zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır. Sempozyum’un bu tarihî ihtiyaç ve arayışlara nitelikli katkı yapmasını diliyor, tekrar şükran ve saygılarımı sunuyorum.