Avrupa'nın "hasta adamları" listesine Kıbrıs Cumhuriyeti de katıldı. Hastalığın "tedavisi" için yazılmış yöntemler dünyada kapitalist sistemin çözülmesine götürecek bir emsal oluşturabilir. Ama gelin, her şeye sırayla göz atalım.
Kıbrıs “İlyadası“
Kıbrıs ekonomisinde sorunların varlığı 2 yıl öncesinden konuşulmaktaydı ve bu, ülkenin son yıllar ekonomik zorluklardan bir türlü kurtulamayan Yunanistan'ın finans sistemine olan bağlılığıyla açıklanıyordu.
Kıbrıs bankalarının milyarlarla avroya elde ettikleri Yunanistan devlet tahvilleri değer kaybeder etmez, kriz kehanetçileri olan Moody’s ve Fitch kuruluşları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kredi notunu düşürdü.
Geçtiğimiz Kasım’daysa Almanya'nın Der Spiegel dergisinde ülkenin istihbarat kurumlarının Kıbrısla ilgili raporu yayınlandı.
Raporda Kıbrıs'ın "kara para"ların aklandığı “çamaşırhane“ olduğu, bu nedenle krizi çözümlemek için Almanya’nın, kendi vergi ödeyicilerinin parasıyla bu “çamaşırhane“ye yardım etmesinin isabetli bir karar olmadığı belirtilmekteydi.
AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşan "troyka", yarım seneyi aşkın bir süre zarfında, Kıbrıs’ın onlardan yardım isteyen beşinci devlet olmasında israr etti.
Oysa Kıbrıs, Avrupa’dan borç almamak için direniyordu. Çünkü Avrupa’dan para alacağı takdirde, sert ekonomik politikalar ve reformlar uygulamak zorunda kalacağını bilinen bir gerçekti.
İflas riskini azaltmak (ve ya geciktirmek) için Kıbrıs’a gereken miktarın 17 milyar euro olduğu tesbit edilmişti.
16 Mart’ta "troyka", Kıbrıs bankalarındaki 1 ile 100 bin avro arası mevduatlara % 6,75, yüz bin eurodan fazla miktardaki mevduatlara % 9,9 oranında bir kerelik ek vergi uygulanması şartıyla 10 milyar euro para yardımını önerdi.
Gereken 17 milyarın 7 milyarlık bölümü, mevduatlara uygulanacak ek vergi karşılığında sağlanacaktı. İlk başta, Kıbrıs parlamentosu bu tür verginin uygulanmasının akıldışı olması gerekçesiyle, ilgili yasanın kabulünü redetti. Mevduatlara yeni verginin uygulanması Kıbrıs bankalarının yatırımcılarına ait mali kaynakların bir bölümünün hükümet tarafından müsaderesidir. Bu da, genellikle vergi cenneti olması ile yaşayan ülkenin imajına ciddi zarar verirdi.
“Troyka“nın önerdiği şartlar dünya piyasalarında bir şok etkisi oluşturdu ve en olumsuz tepki Rusya'dan geldi. Çünkü bu ülke Kıbrıs bankalardaki tutulan mevduat miktarına göre ikinci sırada yer almaktadır.
2011 yılında, Rusya, Kıbrıs Cumhuriyeti'ne 2,5 milyar Euro tutarındaki mali yardım sağlamıştı. Hem Rusya'ya olan borçların iadesini uzatmak, hem de krizden kurtulmak için Avrupalıların önerilerine alternatifler bulmak için, “Trokya“ önerilerinin parlamento tarafından reddedilmesinin ardından Kıbrıs Maliye Bakanı Michalis Sarris Moskova'nı ziyaret etti.
Rusya'nın sağlayacağı finans karşılığında Kıbrıs’ın ana teklifi Rusya enerji devi Gazprom’un Kıbrıs’dakı doğalgaz yataklarına erişiminin sağlanmasıydı.
Fakat taraflar bir çok nedenler yüzünden bu konuda mutabakat sağlayamadılar.
Tüm dünyada, kaya gazının üretimi ve bu üretim sonucunda doğal gaz fiyatlarının inişi olasılıklarının tartışıldığı bir zamanda, kesin bilgilerinin henüz bulunmadığı Kıbrıs yatakları Rusya için çekici olamaz.
Diğer taraftan, bu konuda politik riskler de bulunmaktadır. Kıbrıs'ın kıta sahanlığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni bağımsız bir devlet olarak tanıyan Türkiye ile tartışmalıdır. Ankara haklı olarak, adadaki kaynaklardan hem Türk hem de Yunan topluluğunun yararlanabilmesi görüşündedir. Henüz Kıbrıs kıta sahanlığının bölünmesine dair hiç bir anlaşmanın olmadığını dikkate alırsak, bu yatakların kullanılmasına yönelik her hangi bir girişim Türkiye'nin çıkarlarına tehdit olarak değerlendirilebilir. Örnek olarak Ankara'nın İtalya'nın «ENI» şirketi ile ortak projelerin durdurmasını gösterebiliriz. Türkiye'yi bu adımı atmaya zorlayaran etken, İtalyan şirketinin Kıbrıs kıta sahanlığına gösterdiği ilgi olduğunu söyleyebiliriz.
Ayrıca, Gazprom’un Kıbrıs yataklarına erişmesi, zaten enerji konusunda Rusya’ya bağımlı olan AB tarafından da sert tepki ile karşılanabilirdi. Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Kıbrıs'ı, sorunlarını ancak Avrupalı ortaklarıyla aşmaya çağırması da, dolayısıyla bu tezi doğrulmaktadır.
Rusya yönetiminin de Kıbrıs sorununa yaklaşımının net olduğu söylenemez. Rusya’da özellikle son dönemde yolsuzluklara karşı başlatılan mücadele sürecinde, söz konusu krizle ilgili olarak Kıbrıs bankalarındaki Rusya paralarının şüpheli kökeni hakkında sorular ortaya çıkmış olabilir.
Rusya Başbakanı Dmitry Medvedev'in AB, Avrupa Komisyonu ve Kıbrıs hükümetinin yaptıklarını «filin porselen dükkanına girmesi» ile kıyaslaması, beş gün sonraysa adadaki Rusya paralarının kökeninin şüpheli olduğuna ve memurların kara para olmasına işaret ederek, “Kıbrıs’da daha önce yağmalanmış paranın tekrar yağmalandığını“ söylemesi manidardır.
Sonuçta Kıbrıs yönetimi “Troyka“nın o zamana kadar daha da sertleşmiş şartlarını kabullenmek zorunda kaldı.
Kıbrıs bankalarındaki sadece 100 bin avrodan fazla mevduatlara büyük oranlı vergi uygulamasına karar verildi. Ayrıca, ülkenin iki dev bankası olan Bank of Cyprus ve Laiki birleştirilmektedir. Hükümetin planına göre, Laiki bankasının sağlam aktifleri adanın en büyük bankasına satılacak, bankanın kalan bölümüyse kapatılacaktır. Ortaya iki soru çıkıyor: bu süreçler kimin çıkarınadır ve sonuçlar neler olabilir?
Küresel zorbalık
Kıbrıs etrafında olup bitenleri farklı açılarda yorumlayabiliriz. Bankadakı mevduatların bir bölümünün müsaderesi olmaktan başka bir şey olmayan tek seferlik vergi uygulaması kaçınılmazmıydı?
Örneğin, henüz 2010 yılında, kritik durumdaki İrlanda, yardım için AB'ye başvurduğunda ona hiç bir şart ve suçlama ireli sürmeksizin rekor oranda - 85 milyar euro yardım verildi. Oysa GSMH’sı Avrupa ekonomisinin sadece %0,52’ni oluşturan Kıbrıs, 17 milyarlık yardımın 7 milyarını bankalarındakı yatırımcıların mevduatlarına el konulmasıyla elde etmeye zorlanıldı. Neden? Acaba diğer ülkelere kıyasla Kıbrıs’ın bu tür zorlamaya direniş güçünün yokluğundan mı?
“Eurogroup“un Kıbrıs’la ilgili kararının Almanya’nın güçlü baskısı sonuçu kabul edildiği bilinmektedir. Berlin, başından beri Kıbrıs bankacılık sisteminin kapasitesinin azaltılmasında ve bankaların yeniden sermayelendirilmesinde yatırımcıların da katılımında ısrar ediyordu.
Almanya Başbakanı Angela Merkel'e göre, «Kıbrıs kendi ekonomi modelinin öldüğünü anlamak zorundadır". Bu «ceza» planı (anlaşmanın şartları Kıbrıs yönetiminin daha önce reddettiği ilk önerilerle kıyasla daha sert) Almanya'nın AB de önemli söz sahibi olarak rolünü daha da artırmaktadır.
Ünlü Amerikalı iktisatçı William Engdahl’a göre, Kıbrıs konusunda Amerika'nın finans sisteminin eklentisi olan IMF'nin şüpheli rolü de hissedilmektedir. Vergi cennetleri açısından Kıbrıs'ın esas rakipleri olan Virginia, Cayman Adaları, vb. ABD'nin denetimi altındadır.
Bu nedenle, yaşananları memnunlukla gözlemleyen ABD Federal Rezerv Sistemi'nin Başkanı Bernanke, "Kıbrıs çevresinde olup bitenlerin ABD ekonomisine hiç bir tehdit yaratmadığını» söylemesi raslantı olmasa gerek. Başka bir ifadeyle, Kıbrıs krizi sürecini "vergi cennetleri savaşı" olarak da tanımlayabiliriz.
Kıbrıs krizinin gelecekte doğurabileceği sonuçları gelinceyse, burda bazı önemli noktalara özellikle dikkat etmemiz gerekmektedir.
Banka mevduatları olan paranın kaynağı ne olursa olsun, onlara vergi uygulanarak bir bölümünün müsaderesi, nerdeyse kutsal olan mülkiyyet hakkının ihlalidir. Böylece, "Troyka", dünyayı yöneten kapitalist sistemin bel kemiği olan sermayeye saldırmış oldu! Aynı zamanda 1944 yılında kurulan parasal ve ticari ilişkileri düzenleyen uluslararası bir organizasyon olan Bretton Woods sisteminin çöküşünü getirebilir. İşin ilginç tarafı ayni tarihde kurulmuş olan ve söz konusu sistemin “bekçi“si statüsünde olan Uluslararsı Para Fon’unun (İMF) Kıbrıs konusunda karar belirleyen “Troyka“ üyelerinden biri olmasıdır. Bir başka deyişle, 70 sene boyunca özel mülkiyyet hakkını savunmakla görevli olan bir örgüt gerçek ve tüzel kişilerin malvarlığının elinden alınmasını onaylamaktadır. Anlaşılan, küresel güçler ve uluslararası örgütler klasik anlamda kapitalist sistemi korumanın imkansızlığını anlamaktadırlar.
Demek ki Kıbrıs’ın gelecek süreçler için bir “deneme tahtası“ olduğunu söyleyebiliriz.
Henüz 2012 Ekimi’nde Dünya Bankası ve İMF’nin yıllık toplantısında IMF direktörü Christine Lagarde, şunları dile getirmişti: “Gelişmenin olmadığı bir ortamda dünya ekonomisinin geleceği tehlikededir. Ülke borcunun dev mirası daha ciddi sorun olabilir. Şu anda bu borçlar, ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerde, ortalama %110 (GSYİH ye oranla) oluşturmaktadır ve bu, savaş dönemlerinin kriterlerine tam uyumludur“.
«Savaş Dönemi" kavramının son derece esnek olduğunu düşünürsek, dünyanın güç merkezleri için her hangi bir sebepten dolayı "savaş dönemi" ilan etmek, gerektiğinde bildikleri yerlerde sermayeni müsadere etme olanağı oluşmaktadır diyebiliriz.
“Eurogrup“un yöneticisi Jeroen Dijsselbloem, Reuters ve Financial Times’a yaptığı açıklamada, Kıbrıs'ın mali krizden çıkarılması için onaylanmış uygulamanı “Eurozone“ mali sisteminin sorunlarının çözümü için yeni model olarak görüldüğünü dile getirdi.
Demek ki, “eşithaklı ülkeler topluluğu“ efsanesinin yok olduğu Avrupa Birliği’nin ekonomik zorluklarla karşı karşıya kalan diğer üyeleri de (İspanya, Portekiz, İtalya, v.b.g.b.) Güney Kıbrıs’ın kaderini paylaşabilirler.
Dolayısıyla, Kıbrıs krizi herkese söz konusu krizlerin finansal değil de yapısal olduğunu kanıtlamaktadır.